Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Adiyat

1 / 2

ÂDİYAT SÜRESİ2

margin:0cm;margin-bottom:.0001pt;text-align:center'> ÂDİYAT SÜRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1 — Andolsun o koştukça koşanlara,

2 — Ve kıvılcımlar saçanlara,

3 — Sabah sabah baskın yapanlara,

4 — Ve tozu dumana katanlara,

5 — Derken bir topluluğun ortasına dalanlara ki,

6 — Gerçekten insan; Rabbına karşı çok nankördür.

7 — Doğrusu kendisi de buna hakkıyla şâhiddir.

8 — Gerçekten o, hayır sevgisinde pek şiddetlidir.

9 - Yoksa bilmez mi kabirlerdekilerin çıkarılacağı za­manı?

10 — Göğüslerde bulunanların derlenip toparlanacağı­nı?

11 — Muhakkak ki Rabları, o gün onların her şeyinden haberdârdır.

Allah Teâlâ, Allah yolunda sürülünce koşan ve kişneyen ata yemîn etmektedir. kelimesi, koşarken attan duyulan ses, anlamına gelir.

«Ve kıvılcımlar saçanlara.» Nallan taşlara sürtünüp bundan kıvıl­cımlar meydana gelenlere.

«Sabah sabah baskın yapanlara.» Sabah vakti baskına gidenlere. Nitekim Rasûlullah (s.a.) sabahleyin ezanı dinler ve baskın yapardı.

«Ve tozu dumana katanlara.» Atlarla savaş meydanında tozu du-mana katanlara.

«Derken bir topluluğun ortasına dalanlara.» Bütün topluluğun or­ta yerine girenlere. İbn Ebu Hatim der ki: Ebu Saîd el-Eşecc... Abdul­lah'tan nakletti ki: «Andolsun o koştukça koşanlara» kavli ile develer kasdedilmiştir. Hz. Ali de böyle der. İbn Abbâs ise bunun at olduğunu söyler. İbn Abbâs'ın sözü Ali'ye ulaşınca dedi ki: Bedir günü bizim atı­mız yoktu. İbn Abbâs ise dedi ki: Bu bir seriyye gönderildiği zaman in­mişti.

îbn Ebu Hatim ve İbn Cerir Taberî derler ki: Bize Yûnus... Saîd İbn Cübeyr'den nakletti ki; İbn Abbâs ona şöyle anlatmış: Ben, Hicr'de oturduğum esnada bir adam gelip bana: «Andolsun o koştukça koşan­lara.» kavlini sordu. Ben ona dedim ki: Allah yolunda baskın yaptığı zamanki attır. Baskın yapıp sonra gece bastırır, yiyeceklerini yaparlar, ateşlerini yakarlar. Benim yanımdan kalkıp Zemzem'de su içmekte olan Hz. Ali'nin yanma gitti ve ona da bu âyeti sordu. Hz. AH; benden önce onu kimseye sordun mu? dedi. O; evet, İbn Abbâs'a sordum da o dedi ki: Allah yolunda baskın yapan attır. Hz. Ali ona; git ve İbn Abbâs'ı bana çağır, dedi. İbn Abbâs Hz. Ali'nin başucunda durunca, Ali ona; bilmediğin konuda halka fetva mı veriyorsun? Allah'a andolsun ki İs­lâm'da ilk gaza Bedir gazası idi ve bizim iki atımız vardı. Birisi Zübeyr'-in diğeri de Mikdâd'ın. O zaman «o koştukça koşanlar» nasıl at ola­bilir? Koştukça koşanlar; Arefeden Müzdelife'ye, Müzdelife'den Minâ'ya gidenlerdir. İbn Abbas der ki: Bunun üzerine ben sözümden vazgeçip Hz. Ali (r.a.)nin sözüne rücû ettim. Bu isnâdla İbn Abbâs'tan nakledi­lir ki, Hz. Ali şöyle demiş: «Andolsun o koştukça koşanlara» kavli, Are-fe'den Müzdelife'ye koşanlar demektir. Müzdelife'ye geri döndüklerinde ateşler yakılır. Avfî ise İbn Abbâs'ın bu koştukça koşanların at olduğu­nu söylediğini nakleder.

Bu koştukça koşanların deve olduğunu, aralarında İbrâhîm ve Ubeyd İbn Umeyr'in bulunduğu bir topluluk söylemiştir. İbn Abbâs'ın diğer görüşünü söyleyenler arasında da Mücâhid, İkrime, Atâ, Katâde ve Dahhâk bulunmaktadır. îbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih eder. îbn Abbâs ve Atâ derler ki: At veya köpekten başka hiç bir hayvanın koşmasına kelimesi kullanılmaz. İbn Cüreyc, Atâ'dan nak­leder ki; o, İbn Abbâs'ın bu kelimesini tavsif ederken, ahh ahh dediğini duydum, demiştir. Bu cemaatın çoğunluğu Allah Teâlâ'-nın «Ve kıvılcımlar saçanlara» kavlini; tırnaklarıyla kıvılcım saçan, şek­linde tefsir etmişlerdir. Süvariler arasında savaş ateşini yakan, diye de söylenmiştir. Bunu söyleyen Katâde'dir. İbn Abbâs ve Mücâhid «Ve kı­vılcımlar saçanlara» kavliyle, erkeklerin oyununun kasdedilğini söyler­ler. Geceleyin evlerine döndüklerinde yaktıkları ateştir, diyenler de ol­muştur. Bazıları da bununla kabilelerin ateşlerinin kasdedildiğini söyle­mişlerdir. ((Koştukça koşanların» at anlamına geldiğini söyleyenler, «Kıvılcımlar saçanlar» kavline Müzdelife'de ateş yakma anlamını ver­mişlerdir. İbn Cerîr Taberî der ki: Doğru olan birinci görüştür. Yani atlar tırnaklarıyla kıvılcımlar saçtığı zaman, demektir.

«Sabah sabah baskın yapanlara.» İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, bununla sabahleyin Allah yolunda atlarla baskın yapılmasının kasde­dildiğini söylemişlerdir. Koştukça koşanlann develer olduğunu söyle­yenler de, sabah sabah baskın yapanların sabahleyin Müzdelife'den Mi-nâ'ya gidenler olduğunu söylerler.

Bütün tefsîr erbabı «Ve tozu dumana katanlara.» kavlinde, hacc veya gaza esnasında hayvanın ayağının bastığı yerden çıkan toz ve du­manın kasdedildiğini söylemişlerdir.

«Derken bir topluluğun ortasına dalanlara.» kavli hakkında Avfî, İbn Abbâs, Atâ, îkrime, Katâde ve Dahhâk'tan, düşmanı meydana ge­tiren kâfirler topluluğunun ortasına daldıkları, diye mânâ verdiği nak­ledilir. Muhtemeldir ki bulundukları yerle onların topluluğunun orta­sına düşmüş olsunlar. Bu takdirde ( t**»- ) kelimesi müekked hâl üzere mansûb olur.

Burada Ebu Bekr el-Bezzâr bir hadîs naklederek der ki: Bize Ah-med İbn Abede... İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirdi: ftasûlullah (s.a.) bir atlı gönderdi de bir ay boyunca ondan haber alınamadı. Bunun üze­rine «Andolsun o koştukça koşanlara.» Ayağıyla sıçrayanlara. «Ve kı­vılcımlar saçanlara» Tırnaklarıyla taşlara çarpıp ateşler çıkaranlara. «Sabah sabah baskın yapanlara.» Sabahleyin topluluğun üzerine saldı­ranlara. «Ve tozu dumana katanlara» Tırnaklarıyla toprağı saçanlara.

(Derken bir topluluğun ortasına dalanlara» herkesin sabaha erdiği du­ruma, kavli nazil oldu.

«Gerçekten insan; Rabbına karşı çok nankördür,» Üzerine kasem edilen şey, işte budur. Yani o, Rabbının nimetlerine karşı nankördür. İbn Abbâs, Mücâhid, İbrâhîm en-Nehaî, Ebu'l-Cevzâ, Ebu'l-Âliye, Ebu Duhâ, Saîd İbn Cübeyr, Muhammed İbn Kays, Dahhâk, Hasan, Katâde, Rebî' İbn Enes ve İbn Zeyd bu âyetteki kelimesinin çok nankör anlamına geldiğini söylerler. Hasan el-Basrî der ki: Bu, musi­betleri sayıp Rabbının nimetlerini unutan kişidir.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Küreyb... Ebu Ümâme'den naklet­ti ki; Rasûlullah (s.a.): «Gerçekten insan, Rabbına karşı çok nankör­dür.» kavli hakkında şöyle buyurmuştur: Nankör tek başına yiyen, kö­lesini döven ve müsâfirini kovandır. İbn Ebu Hatim, bu hadîsi Ca'fer İbn Zübeyr kanalıyla rivayet eder ki bu rivayetin isnadı zayıftır ve Ca'­fer İbn Zübeyr metruk bir râvîdir. İbn Cerîr de aynı hadîsi Fâris İbn Osman kanalıyla... Ebu Ümâme'den mevkuf olarak nakleder.

«Doğrusu kendisi de buna, hakkıyla şâhiddir.» Katâde ve Süfyân es-Sevrî bu âyete şöyle mânâ verirler: Doğrusu Allah da buna şâhid­dir. Zamîrin insana gitmesi de muhtemeldir. Muhammed îbn Kâ'b el-Kurazî de böyle der. Bu takdirde mânâ şöyle olur: İnsanoğlu herne ka­dar çok nankör ise de hal diliyle o buna şâhiddir. Fiillerinde ve sözle­rinde bu, onun aleyhine bir görünümdür. Nitekim Allah Teâlâ Tevbe sûresinde şöyle buyurur: «Müşriklerin, kendi küfürlerine kendileri şâ-hid iken; Allah'ın mescidlerini ta'mîr etme haklan yoktur.» (Tevbe, 17)

«Gerçekten o, hayır sevgisinde pek şiddetlidir.» O, hayır sevgisinde —mal sevgisinde— çok şiddetlidir. Bu ifâdede iki ayrı görüş vardır. Bi­rinci görüşe göre mânâ şöyledir: Gerçekten insan, mal sevgisinde pek şiddetlidir. İkinciye göre ise mânâ şöyledir: Gerçekten insan mal sev­gisinden dolayı çok cimri ve haristir. Her iki mânâ da sahîhtir.

Müteakiben iAllah Teâlâ dünyadan uzak durmayı ve âhirete koş­mayı teşvik ederek bugünden sonra olacaklara dikkat çekmekte ve ge­lecekte insanı bekleyen dehşetlerden sözetmektedir:

«Yoksa bilmez mi kabirlerdekilerin çıkarılacağı zamanı?» Kabir-lerdeki ölülerin çıkarılacağı vakti.

«Göğüslerde bulunanların derlenip toparlanacağı anı.» İbn Abbâs ve başkaları derler ki: İçerde gizlenip saklanan şeylerin açıklanıp gös­terileceği anı.

«Muhakkak ki Rabları, o gün onların her şeyinden haberdârdır.» Yaptıkları ve ettikleri her şeyi elbette Rabları bilir ve buna göre en uygun ceza ile onları cezalandırır, zerre mikdârınca zulüm yapmaz.1