Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Ahkaf
Kitabın İndirilişi2
Kitabın İndirilişi
Allah Teâlâ kulu ve elçisi Muhammed —Allah'ın salât ve selâmı din gününe kadar onun üzerine olsun—e kitabı indirdiğini haber verip Zâtını eğilip bükülemeyen ve yenilemeyen izzetle, söz ve fiillerinde hikmetle niteler, sonra da şöyle buyurur: «Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları (boş yere ve bâtıl olarak değil) ancak hak üzere ve belirli bir süre için yarattık.» Eksilmeyecek ve noksânlaşmayacak belirli bir süreye kadar kalmak üzere yarattık. «Küfredenler ise korkutuldukları şeylerden yüz çevirmektedirler.» Başlarına gelecek şeyler hakkında eğlenedurmaktadırlâr. Onlara kitâb indirilmiş, rasûl gönderilmiş ama onlar bütün bunlardan yüz çevirmiş durumdadırlar. Ama bunun akıbetini yakında bileceklerdir. Allah'a şirk koşup O'nunla beraber başka şeylere tapınan şu müşriklere de ki; «Allah'tan başka taptığınız şeyleri gördünüz mü? Yeryüzünde ne yaratmışlardır? (Yeryüzünde başlı başına yaratmış oldukları bir yer) gösterin bana. Yoksa onların ortaklıkları göklerde midir?» Onların ne göklerde, ne de yerde ortaklıkları yoktur. Bir kıtmîre bile sâhib değillerdir. Hükümranlık ve tasarruf, bütünüyle Allah'ındır. Nasıl oluyor da O'nunla beraber bir başkasına tapınıp O'na şirk koşuyorsunuz? Sizi buna götüren, sizi buna çağıran nedir? Size bunları Allah mı emretti? Yoksa kendiliğinizden uydurduğunuz bir şey midir? «Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, size (bu putlara tapınmanızı emreden, Allah'ın kitablarmdan peygamberlere) indirilmiş bir kitab veya size intikâl etmiş bir bilgi kalıntısı (girmiş olduğunuz bu yolun doğruluğuna delâlet eden apaçık bir delil) varsa, getirin bana.» Elbette sizin buna dâir ne naklî ne de aklî hiç bir deliliniz yoktur. «Veya size intikâl etmiş bir bilgi kalıntısı varsa...» kısmını diğer bazıları: Sizden öncekilerden birisinden naklen aldığınız sahîh bir ilim varsa... anlamına gelecek şekilde okumuşlardır. Nitekim Mücâhid burayı: Veya bir ilim nakleden kimse varsa, getirin bana... şeklinde açıklar. İmâm Ahmed'in Yahya kanalıyla... İbn Abbâs'tan —Râvî Süfyân hadîsin Hz. Peygamber (s.a.) den nakledildiğini söyler— rivayetine göre; o, «İntikâl etmiş bir bilgi kalıntısı»nı yazı ile açıklar. Ebu Bekr İbn Ayyaş bunu; ilimden bir kalıntı ile tefsir ederken Hasan el-Basrî de; çıkarıp ayaklandırabi-leceği eski bir kalıntı ile tefsir etmiştir. İbn Abbâs, Mücâhid ve Ebu Bekr İbn Ayyaş da burayı yazı ile tefsir etmişlerdir. Katâde ise bunun özel bir bilgi olduğunu söyler. Bütün bunlar birbirine yakın açıklamalar olup aslında bizim söylediğimize dönmektedir. İbn Cerîr —Allah ona rahmet eyleyip ikramda bulunsun ve akıbetini güzel kılsın— de bu açıklamayı tercih etmektedir.
«Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar cevab veremeyecek şeylere duâ edenden,daha sapık kimdir. Halbuki bunlar, onlaruı dualarından habersizdirler. Putlara duâ eden, cansız bir taş ve sağır, dilsiz olduğu için yakalayıp tutamayan, görmeyen, işitmeyen ve kendisine söylenenlerden gafil, kıyamet gününe kadar güç yetiremeyeceği şeyleri putlardan isteyenden daha sapık hiç kimse yoktur.
Allah Teâlâ'nın: «İnsanlar hoşrolunduklan zaman bunlar, onlara düşman kesilirler. Ve onların ibâdetlerini inkâr ederler.» kavli, şu âyet-i kerîme gibidir: «Onlar, kendilerine güç kazandırsın diye Allah'ı bırakarak ilâhlar edindiler. Hayır, onlar (putlar) kendilerinin ibâdetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir.» (Meryem, 81-82). Onlar, en muhtaç oldukları bir zamanda kendilerine ihanet edeceklerdir. Hz. İbrahim Halil de şöyle demişti: «Dünya hayatında Allah'ı bırakıp aranızda putları dostluk vesilesi kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir. Sizin yardımcılarınız da yoktur.» (Ankebût, 25).1
7 — Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman, kendilerine geldiğinde hakkı inkâr edenler: Bu, apaçık bir büyüdür, dediler.
8 — Yoksa: Onu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer onu ben uydurmuşsam, Allah tarafından bana
gelecek hiç bir şeye sizin gücünüz yetmez. O, yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâ-hid olarak Allah yeter. O, Gafur'dur, Rahim'dir.
9 — De ki: Ben, peygamberlerden bir ilk değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahy-olunana uyarım. Ve ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım.
Allah Teâlâ burada müşriklerin küfür ve inâdlarını haber veriyor. Allah'ın âyetleri onlara açıkça okunduğu zaman derler ki: «Bu, apaçık bir büyüdür.» Onlar yalan söylemiş, iftira atmış, sapıtmış ve kâfir olmuşlardır. «Yoksa: (Muhammed) onu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer onu ben uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek hiç bir şeye sizin gücünüz yetmez.» Şayet Allah'a karşı yalan söylemiş ve O, beni peygamber olarak göndermemişken, beni peygamber olarak gönderdiğini iddia ediyorsam beni öyle şiddetli bir azaba dû-çâr kılar ki ne siz, ne de (sizden başka yeryüzü halkından) hiç kimse bu azâbdan beni kurtarmaya güç yetiremez. Bu, Allah Teâlâ'nm şu kavilleri gibidir: «De ki: Doğrusu beni kimse Allah'a karşı savunamaz ve ben O'ndan başka bir sığmak bulamam. Benim yaptığım yalnız Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. (Cinn, 22, 23), «Eğer, Bize karşı, bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiç biriniz de onu koruyamazdınız.» (Hakka, 44-47). Bu sebepledir ki burada da: «De ki: Eğer onu ben uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek hiç bir şeye sizin gücünüz yetmez. O, yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhid olarak Allah yeter.» buyurur ki; bu, onlar için bir tehdîd ve şiddetli bir korkutmadır.
«O Gafûr'dur, Rahimdir.» âyeti, onları tevbeye ve Allah'a dönmeye teşviktir. Yani bütün bunlara rağmen Allah'a dönüp O'na tevbe ettiğiniz takdirde sizin tevbenizi kabul buyurur, sizi affedip bağışlar ve size merhamet eder. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın Furkân süresindeki şu kavli gibidir: «Ve dediler ki : Öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır. De ki: Onu (Kur'ân'ı) göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz ki O, Gafur ve Ra-hîm olandır.» (Furkân, 5-6).
«De ki: Ben, peygamberlerden bir ilk değilim.» Ben, âleme gelen ilk peygamber değilim. Benden önce de peygamberler gelmiştir. Ben; benzeri olmayan bir iş üzere değilim ki beni garip karşılayıp size peygamber olarak gönderilmemi uzak göresiniz. Şüphesiz Allah Teâlâ, benden önce bütün peygamberleri ümmetlerine göndermiştir. îbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, «De ki: Ben peygamberlerden bir ilk değilim.» âyetini: Ben, ilk peygamber değilim, şeklinde açıklamışlardır. İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim bundan başka bir tefsir nakletmemektedir.
«Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.)* âyeti hakkında Ali İbn Ebu Talha, İbn Abâs'tan rivayetle şöyle der: Bu âyet-i kerîme'den sonra «Tâ ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlasın.» (Fetih, 2) âyeti nazil oldu. îkrime, Hasan ve Katâde de bû âyet-i kerîme'nin «Tâ ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhım bağışlasın.» âyeti ile men-sûh olduğunu söylemişlerdir. Bu âyet-i kerîme nazil olduğu zaman müs-lümanlardan birisi: Allah Teâlâ senin hakkında ne yapacağını beyân buyurdu ey Allah'ın elçisi. Bize ne yapacak? diye sordu da Allah Teâlâ: «Tâ ki mü'min erkeklerle mü'min kadınları; cennete koysun.» (Fetih, 5) âyetini indirdi. Sahîh bir hadiste sabit olduğu üzere «Tâ ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlasın.» âyeti nazil olduğunda mü'minler: Ey Allah'ın elçisi, sana mübarek olsun. Bize ne var? dediler de, Allah. Teâlâ bu âyet-i kerîme'yi indirdi. Dahhâk, «Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.» âyetini şöyle açıklar: Bundan sonra ne ile emrolunacağımı ve bana neyin yasaklanacağını bilmem. Ebu Bekr el-Hüzelî'nin Hasan el-Basrî'den rivayetine göre; o, «Bana ve size ne yapılacağım da bilmem.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Âhirette Hz. Peygamberin cennette olduğu kesin olarak bilinmektedir. Ancak Allah Rasûlü şöyle demek istemiştir: Dünyada bana ve size ne yapılacağım bilmem: Benden önceki peygamberlerin ülkelerinden çıkarıldığı gibi çıkarılacak mıyım, benden önceki peygamberlerin öldürüldüğü gibi öldürülecek miyim? Siz yere mi batırılacaksınız yoksa başınıza taş mı yağacak bilmiyorum. İbn Cerîr'in de dayanmış olduğu görüş budur ve başkası da zâten caiz değildir. Allah Rasûlü (s.a.)ne yaraşan da şüphesiz budur. Âhirete nisbetle onun ve ona tâbi olanların cennete gitmeleri kesindir. Dünyada ise kendisinin ve Kureyş müşriklerinin işlerinin akıbetinin ne olacağını elbette bilmemektedir. Kureyş müşrikleri ona îmân mı edecekler; yoksa küfredip azâblandıracak ve küfürleri sebebiyle kökleri mi kazınacak?
İmâm Ahmed der ki: Bize Yâ'kûb'un... Ümmü Alâ-Ansâr hanımlarından olup Allah Rasûlü (s.a.) bîat etmişti— dan rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Mekke'den Medine'ye hicret eden müslümanlarm an-sâr'dan kimlerin evlerinde kalacakları hususunda ansâr kur'a çekiştiğinde bizim hissemize Osman İbn Maz'ûn düşmüştü. Osman bizim yanımızda hastalandı ve onu tedâvî etmeye çalıştık. Sonunda vefat edince onu elbiselerine sardık. Allah Rasûlü (s.a.) yanımıza girdi. Ben: Ey Ebu Saîd, Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun. Şshâdetim odur ki şüphesiz Allah sana ikram etmiştir, dedim. Allah Rasûlü (s.a.): Allah'ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun? diye sordu. Ben; Anam babam sana feda olsun, bilmiyorum, dedim. Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz Rabbından ona yakın gelmişti ve muhakkak ben, onun için hayır umarım. Allah'a yemîn olsun ki, elçisi olduğum halde Allah'ın bana ne yapacağını bilmiyorum, buyurdu. Ben: Allah'a yemîn olsun ki bundan sonra hiç kimseyi asla tezkiye etmeyeceğim, dedim ve bu beni son derece üzdü. Uyuduğumda Osman için akan bir kaynak gördüm, Allah Rasû-lü (s.a.)ne gelip bunu haber verdim de, Allah Rasûlü (s.a.): Bu onun amelidir, buyurdu. Bu hadîsi sadece Buharı tahrîc etmiş olup Müslim tahrîc etmemiştir. Buhârî'nin rivayet ettiği hadîsin lafzı şöyledir: Ben Allah'ın elçisi olduğum halde ona ne yapacağını bilmiyorum. Ümraü Alâ'nın: Bu beni son derece üzdü, ifâdesine bakılırsa, Buhârî'nin lafzının mahfuz olana daha çok benzediği görülür. Bu ve benzeri haberlerin delâletine dayanarak belirli bir kimsenin cennete gireceğini kesin olarak söylemek mümkün değildir. Ancak Şârî'in (Allah ve Rasûlü'nün) isim vererek belirttikleri müstesnadır. Aşere-i Mübeşşere, İbn Selâm, Ğumeysâ, Bilâl, Sürâka, Câbir'in babası Abdullah İbn Amr İbn Haram, Bi'ri Maûne'de şehîd edilen yetmiş kurrâ, Zeyd İbn Harise, Ca'fer, İbn Re vaha ve bunlar gibi.
«Ben sâdece bana vahyolunana uyarım.» Ben, sadece Allah'ın bana indirmiş olduğu vahye tâbi olurum. «Ve ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım.» Benim durumum akıl sâhibleri katında apaçıktır.2
10 - De ki: Şayet Allah katından ise ve siz de onu in kâr etmişseniz, îsrâiloğullarmdan birisi de bunun böyle olduğuna dâir şehâdet edip inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız, zulmetmiş olmaz mısınız? Muhakkak ki Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.
11 — O küfredenler, inananlar için: Bu iş, bir hayır olsaydı; onlar bunda bizi geçemezlerdi, dediler. Onlar bununla hidâyete ermediklerinden bu, eski bir uydurmadır,
diyeceklerdir.
12 — Ondan önce de rehber ve rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu ise zulmedenleri uyarmak ve ihsan edenlere müjde olmak üzere arabça bir dille doğrulayıcı bir ki-tabdır.
13 — Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip de sonra dosdoğru istikâmette gidenlere korku yoktur. Ve onlar üzülecek de değillerdir.
14 — İşte onlar, cennet ehlidirler. İşlediklerine karşılık olarak orada temelli kalacaklardır.
Dosdoğru İstikâmet4
Dosdoğru İstikâmet
Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, şu Kur'ân'ı inkâr eden müşriklere söyle: Şayet O, Allah katından ise ve siz de onu inkâr et-mişseniz; size tebliğ etmem için Allah'ın bana indirmiş olduğu ve benim size getirdiğim şu kitabı siz inkâr edip yalanlamışsanız, İsrail-oğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dâir şehâdet edip inandığı, benden önceki peygamberlere indirilmiş kitablar bunun doğruluğuna ve sıhhatına şehâdet ettiği, müjdelediği ve bu Kur'ân'ın haber verdiği gibi haberler verdiği halde siz yine de büyüklük taslamışsamz, İsrâiloğullarmdan bunun doğruluğuna şehâdet eden birisi onun hakikatini bildiği için inandığı halde siz büyüklük taslayarak ona tâbi olmaktan yüz çevirmişseniz, Allah'ın size ne yapacağını sanıyorsunuz? Mesrûk, «İsrâiloğullarmdan birisi de bunun böyle olduğuna dair şehâdet edip inandığı halde...» kısmını şöyle açıklar: Bu şâhid, kendi peygamberine ve kitabına inanmış, siz ise kendi peygamberinizi ve kitabını inkâr etmişseniz; şüphesiz ki Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.
Âyet-i kerîme'de geçen şâhid kelimesi, cins ismi olup Abdullah İbn Selâm ve başkaları hakkında umûmîdir. Bu âyet-i kerîme, Mekke' de ve Abdullah İbn Selâm'ın müslüman olmasından önce nazil olmuştur. Ve Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Onlara Kur'an okunduğu zaman derler ki: Ona inandık, doğrusu o Rabbımızdan gelen gerçektir. Şüphesiz biz, daha önceden de müslüman olmuş kimseleriz.» (Kasas, 53), «Muhakkak ki ondan önce kendilerine bilgi, verilenlere, o okunduğu zaman, yüzleri üstü secdeye kapanırlar ve derler ki, tenzih ederiz Rabbımızı. Rabbımızın va'di şüphesiz yerine gelmiş olacaktır,» (İs-râ, 107, 108). Mesrûk ve Şa'bî, bu âyet-i kerîme'de zikredilen şahidin Abdullah İbn Selâm olmadığını söylerler. Zîrâ âyet Mekke'de nazil olmuştur. Abdullah İbn Selâm'ın İslâm'a girmesi ise Medine'dedir. Bu açıklamayı İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim, Mesrûk ve Şa'bî'den nakletmektedirler. İbn Cerîr bu açıklamayı tercih etmiştir. Mâlik'in Ebu Nadr kanalıyla Âmir İbn Sa'd'm babasından rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)nün, Abdullah İbn Selâmdan başka yeryüzünde yürüyen hiç kimse için; Bu, cennetliklerdendir, buyurduğunu işitmedim, onun hakkında «İsrâiloğullarından birisi de bunun böyle olduğuna dâir şehâdet etmiştir.» âyeti nazil oldu. Buharı, Müslim ve Neseî hadîsi Mâlik kanalıyla rivayet etmişlerdir. İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Katâde, İkrime, Yûsuf İbn Abdullah İbn Selâm, Hilâl İbn Ye-sâf, Süddî, Sevrî, Mâlik İbn Enes ve İbn Zeyd de âyet-i kerîme'de zikredilen şahidin, Abdullah İbn Selâm olduğunu söylemişlerdir.
«O küfredenler, (Kur'ân'a) inananlar için: Bu iş, bir hayır olsaydı; onlar bunda bizi geçemezlerdi, dediler.» Bu sözleri ile onlar Bilâl, Am-mâr, Suheyb, Habbâb ve benzerleri, akranları olan câriye, köle ve zayıf görülen kimseleri kasdetmektedirler. Onlar kendilerinin Allah katında değerli olduklarına inanmaktaydılar ki bundan hatâ etmiş ve açıkça yanılmışlardır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Biz böylece onların bir kısmını bir kısmıyla denedik ki; aramızdan Allah bunlara mı lütfetti? desinler.» (En'âm, 53) Yani onlar bu kimselerin kendilerinden önce nasıl olup ta hidâyete erdiklerine şaşmaktaydılar. Bu sebepledir ki: «Bu iş.bir hayır olsaydı; onlar bunda bizi geçemezlerdi.» demişlerdi. Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat, Sahâ-be'den rivayetle sabit olmayan her iş ve söz için bîd'at tâ'bîrini kullanırlar. Zîrâ bid'at saydıkları bu söz ve fiil bir hayır olsaydı, onlar mutlaka bizden önce bunu yaparlardı. Çünkü onlar, hayır hasletlerinden hiç birini terketmeksizin hemen ona koşmuş ve uygulamışlardı.
(Kur'ân'la) hidayete ermediklerinden; «bu, eski bir uydurmadır (öncekilerden nakledilmektedir), diyecekler (ve Kur'ân ile Kur'ân ehlini küçük görecekleridir.» Bu; Allah Rasûlü (s.a.)nün: Böbürlenerek hakkı kabul etmemek ve insanlan hor görmektir, buyurduğu kibirdir.
«Ondan önce de rehber ve rahmet olarak Musa'nın kitabı (Tevrat) var. Bu (Kur'ân) ise zulmedenleri (kâfirleri) uyarmak ve ihsan edenlere (mü'minlere) müjde olmak üzere (apaçık ve fasîh) arabça bir dille (indirilmiş kendinden önceki kitabları) doğrulayıcı bir kitâbdır.»
«Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip de sonra dosdoğru istikâmette gidenlere korku yoktur.» âyet-i kerîme'sinin tefsîri daha önce Fussilet sûresinde (âyet 30) geçmişti. İşte onlara, gelecekleri hakkında korku yoktur ve onlar geride bıraktıklarına üzülecek de değillerdir. «İşte onlar cennet ehlidirler. İşlediklerine karşılık olarak orada temelli kalacaklardır.» Ameller rahmete nail olmalarına ve rahmete gark olmalarına bir sebeptir.3
15 — Biz insana; anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginlik çağma ulaşınca ve kırk yaşına varınca der ki: Rab-bım bana; ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin hoşnûd olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Bana verdiğin gibi soyuma da salâh ver. Doğrusu ben, Sana döndüm. Ve gerçekten ben, müslümânlardanım.
16 — İşte bunlar cennetliklerdendirler. Yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve kötülüklerinden vazgeçeceğimiz kimselerdir. Bu; onlara va'dolunan dosdoğru bir vaaddir.
Annenin Çektiği Zahmetler5
Annenin Çektiği Zahmetler
Allah Teâlâ, birinci âyet-i kerime'de Allah'ı birlemeyi, ibâdeti yegâne O'na tahsis etmeyi ve O'na giden dosdoğru yola girmeyi zikrettikten sonra peşinden ana babaya iyi davranmayı zikreder. Nitekim Kur'-ân-ı Kerîm'deki birçok âyette tevhîd ve ibâdeti Allah'a tahsisle ana babaya vasiyyet birlikte zikredilmektedir. «Rabbın buyurmuştur ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz, ana ve babaya iyi davranasınız.» (İsrâ, 23), «Bana ve ana-babana şükret. Dönüş ancak Banadır.» (Lokmân, 14) Ve daha birçok âyet-i kerîme'de böyledir. Burada ise şöyle buyruluyor: «Biz insana; anne ve babasına ihsan etmesini (ikisine ihsan ve şefkatle) tavsiye ettik. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin Şu'be kanalıyla... Sa'd'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ümmü Sa'd, oğlu Sa'd'a: Allah, ana babaya itaati emretmiş değil midir? Sen Allah'ı inkâr edinceye kadar hiç bir şey yemeyecek ve hiç bir şey içmeyeceğim demiş, yeme içmeyi bırakmıştı. O kadar ki sonunda ağzım bir değnek ile açıp zorla yiyecek koymaya başladılar. Bunun üzerine «Biz insana; anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik.» âyeti nazil oldu. Müslim ve İbn Mâce dışında Sünen sahipleri hadîsi Şu'be kanalıyla ve onun isnâdıyla bundan daha uzun bir şekilde rivayet etmişlerdir.
«Annesi onu zahmetle taşıdı.» Hamilelik sırasında onun yüzünden meşakkat ve yorgunluklara; hamilelerin başına gelen yorgunluk ve zahmetlerden aşerme, bayılma, ağırlık, üzüntü ve başka sıkıntılara katlandı. «Ve zahmetle doğurdu.» Doğum sancısı ve şiddetinin zorluğuna da katlandı. «Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.» Hz. Ali (r.a) bu âyet-i kerîme'yi Lokman süresindeki «Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür.» (Lokman, 14) âyeti ve «Anneler çocuklarını tâm iki yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir.» (Bakara, 233) âyeti ile birlikte mütâlâa ederek hamilelik süresinin en az altı ay olduğuna delil getirmiştir. Hz. Ali'nin bu içtihadı, sahîh ve kuvvetli bir istinbâttır. Hz. Osman ile Sahâbe'den bir cemâat da Hz. Ali'nin bu görüşüne muvafakat etmişlerdir. Muhammed İbn İshâk İbn Yessâr'ın... Ba'ce İbn Abdullah el-Cühenî'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Bizden Osman'a gelip: «Ne yapıyorsun? diye sordu. Hz. Osman : Altı ayın sonunda ona bir çocuk doğurdu. Kocası Hz. Osman'a gidip durumu anlattı da Hz. Osman kadına gelmesi için haber gönderdi. Kadın elbiselerini giymek için kalktığında kız kardeşi ağlamıştı. Kadın: Seni ağlatan nedir? Bu olanın dışında Allah'ın yaratıklarından hiç kimsenin durumu bana karışık gelmemişti. Elbette Allah Teâlâ benim hakkımda dilediği hükmü verecektir, dedi. Kadın Hz. Osman'a getirilince onun recmedilerek öldürülmesini emretti. Bu haber Hz. Ali'ye ulaşınca Hz. Osman'a gelip: Ne yapıyorsun? diye sordu. Hz. Osman : Altı ayın sonunda doğurmuş, hiç bu olur mu? dedi. Hz. Ali ona: Kur'an okumuyor musun? diye sordu. Hz. Osman'ın; evet okuyorum, cevabı üzerine Hz. Ali: Allah Teâlâ'nm: «Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.» ve : «Anneler çocuklarını tâm iki yıl emzirirler.» buyurduğunu işitmedin mi? Bu iki seneden sonra sadece altı ay kaldığını görmüyor musun? dedi. Hz. Osman: Vallahi bunu anlamamıştım, kadını hemen bana getirin, dedi. Ama kadının işi çoktan bitirilmişti. Râvî Ba'ce der ki: Allah'a yemîn ederim ki bir karga bir kargaya, bir yumurta bir yumurtaya bu çocuğun babasına benzediğinden daha çok benzemez. Babası çocuğu görünce: Bu oğlumdur, Allah'a yemîn olsun ki bunda hiç şüphe etmiyorum, demişti. Allah Teâlâ ona öyle bir yara verdi ki, Ölünceye kadar bedenini yeyip bitirdi. Hadisi İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir. Biz hadîsi daha önce de vermiştik. Yine İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Kadın dokuz ayda doğurduğu takdirde yirmi bir ay emzirmesi yeter. Yedi ayda do-ğurmuşsa yirmi üç ay emzirmesi, altı ayda doğurmuşsa tâm iki sene emzirmesi yeter. Çünkü Allah Teâlâ: «Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.» buyurmuştur.
«Nihayet erginlik çağına ulaşınca (güçlenip tâm bir adam olunca) ve kırk yaşına varınca (aklı, anlayışı ve hilmi en olgun çağma ulaşınca)...» Kırk yaşına basan kimsenin bu yaşından sonra artık bulunduğu halin değişmediği söylenir. Ebu Bekr İbn Ayyâş'm... Kasım İbn Abdur-rahmân'dan rivayetine göre o, şöyle diyor: Mesrûk'a: Kişi ne zaman günâhları yüzünden cezalandırılır? diye sordum da şöyle dedi : Kırk yaşına ulaştığın zaman tetikte dur ve uyanık ol. Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî der ki: Bize Ubeydullah el-Kavâriri'nin... Hz. Osman'dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur: Müslüman kul kırk yaşına ulaştığı zaman, Allah Teâlâ onun hesabını hafifletir. Altmış yaşma ulaştığı zaman ona Allah'a dönüşü bahşeder. Yetmiş yaşma ulaştığı zaman gök ehli onu sever. Seksen yaşına girdiğinde Allah Teâlâ onun iyiliklerini sabit kılar, kötülüklerini siler. Doksan yaşına girdiği zaman Allah Teâlâ geçmiş ve gelecek günâhlarını bağışlar ve onu ailesi halkı hakkında şefaatçi kılar. Gökyüzünde: Allah'ın yeryüzündeki esîri, diye yazar. İmâm Ahmed'in Müsned'inde bu hadîs başka bir şekilde rivayet edilmiştir. Emevîlerin Şam emirlerinden birisi olan Haccâc İbn Abdullah der ki: Kırk sene insanlardan utanarak kötülükleri ve günâhları terkettim. Sonra da bunları Allah'tan haya ederek terkettim... (...)
«Nihayet erginlik çağına ulaşınca ve kırk yaşına varınca der ki : Kabbım, bana; ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve (gelecekte) Senin hoşnûd olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Bana verdiğin gibi soyuma (ve neslime) da salâh ver. Doğrusu ben, Sana döndüm. Ve gerçekten ben, müslümanlardanım.» Bu âyet-i kerîme'de, kırk yaşına ulaşanlar tevbeye ve Allah'a dönüşe ve Allah'a dönüşte azim sahibi olmaya irşâdla teşvik olunmaktadır. Ebu Davud'un Sünen'inde İbn Mes-ûd (r.a.)dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) onlara teşehhüdlerin-de şöyle demelerini öğretirmiş: Ey Allah'ım kalblerimizi birbirine ısındır, aramızı ıslâh eyle, bizi selâmet yoluna eriştir, karanlıklardan kurtarıp aydınlığa eriştir, ahlâksızlıkların açık ve gizli olanından bizi uzaklaştır. Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalblerimizi, eşlerimizi ve zür-riyetlerimizi bize bereketli kıl. Tevbemizi kabul buyur. Şüphesiz Tevvâb ve Rahîm olan Sensin. Bizi nimetine şükredenler, nimetini övenler ve kabul edenlerden kıl ve bize nimetini tamâmla.
«İşte bunlar cennetliklerdendirler. Yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve kötülüklerinden vazgeçeceğimiz kimselerdir.» Yukarıda zikredilen nitelikleri taşıyanlar, Allah'a tevbe edip O'na dönenler, kaçırdıkları tevbe ve istiğfarı telâfi edenler; işte yaptıklarının en iyisinin kabul edileceği, kötülüklerinden vazgeçileceği, birçok hatâlarının bağışlanacağı az amellerinin kabul olunacağı kimselerdir. Onlar cennetlikler cümlesindendirler. Allah Teâlâ'nm, Zâtına tevbe eden ve dönenlere vaadettiği üzere onların Allah katındaki hükmü budur. Bu sebepledir ki: «Bu; onlara vaadolunan dosdoğru bir vaaddir.» buyurmuştur. İbn Cerîr der ki: Bana Ya'kûb Ibn İbrahim'in İbn Abbâs'tan, onun Allah Ra-sûlü (s.a.)nden onun da Rûh el-Emîn'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: (Kıyamet günü) kulun iyilikleri ve kötülükleri getirilip birbiriyle kısas yapılır. Şayet bir iyiliği de kalsa, Allah Teâlâ onun cennetteki makamını genişletir. Râvî der ki: Yezdâd'm yanma girdim. Bu hadîsin bir benzeri orada rivayet edildi de ben: Ya iyilikleri biterse, dedim. Yezdâd şöyle dedi: İşte bunlar cennetliklerdendir. Yaptıklarının en iyisini Allah'ın kabul buyuracağı ve kötülüklerinden vazgeçeceği kimselerdir. Bu; onlara vaadolunan dosdoğru bir vaaddir. Hadîsi İbn Ebu Hatim de babası kanalıyla... Mu'temir İbn Süleyman'dan onun isnadı ile bu şekilde rivayet etmiştir. Yalnız O'nda şu fazlalık vardır : Ruh el-Emîn'den rivayete göre Rab Teâlâ: Kulun iyilikleri ve kötülükleri getirilir... buyurdu ve Râvî hadîsi zikretmiştir. Bu garîb bir hadîstir. İsnadı zayıf olmakla beraber zararı yoktur.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Yûsuf İbn Sa'd'dan, onun da Muhammed İbn Hâtıb'dan rivayetine göre Muhammed İbn Hâtıb, Yûsuf îbn Sa'd'm evinde ve Hz. Ali ile Basra halkının karşılaştığı kısımda müsâfir olmuş ve ona bir gün şöyle demiş: Mü'minlerin emîri Hz. Ali ile birlikte idim. Yanında Ammâr, Sa'sa'a, Ester ve Muhammed İbn Ebu Bekr vardı. Hz. Osman'ı andılar ve onun hakkında ileri geri konuştular. Hz. Ali divanın üzerinde idi ve elinde de bir değnek vardı. İçlerinden birisi: Şüphesiz ki yanınızda aranızı ayırıp hüküm verecek birisi var, ona sorun dedi. Hz. Ali: Osman, Allah Teâlâ'nın «İşte bunlar cennetliklerdendirler. Yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve kötülüklerinden vazgeçeceğimiz kimselerdir. Bu; onlara vaadolunan dosdoğru bir vaaddir.» buyurduklarmdandır, deyip üç kere; Allah'a yemîn ederim ki bunlar, Osman ve Osman'ın ashabıdır, dedi. Râvî Yûsuf der ki: Muhammed İbn Hâtıb'a: Bunu Ali'den işittiğine Allah'a yemîn eder misin? dedim de Yûsuf Allah'a yemîn ederim ki ben, şüphesiz bunu Ali (r.a.)den işittim, dedi.4
İzahı6
İzahı
17 — Anne ve babasına: Of sizden, benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni mi tekrar diriltmekle tehdîd ediyorsunuz? diyen kimseye, anne ve babası Allah'a sığınarak: Yazıklar olsun sana. îmân et, muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır dedikleri halde; bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.
18 — İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir. Doğrusu onlar, hüsrana uğrayanlardandırlar.
19 — Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Herkese işlediklerinin karşılığı ödenir. Ve kendilerine zulmedilmez.
20 — O küfredenlere ateşe sunuldukları gün: Dünyadaki hayatınızda sizin için temiz olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fâsıklık etmenizden ötürü alçaltıcı bir azâb göreceksiniz, denir.
Anne ve Babasına Of Diyenler7
Anne ve Babasına Of Diyenler
Allah Teâlâ, ana babalarına dua eden ve onlara iyilik edenlerin durumu ile onların, katında kazanacakları kurtuluş ve kazançları zikrettikten sonra peşinden ana babalarına âsî olan bedbahtların durumunu zikreder ve şöyle buyurur: «Anne ve babasına: Of sizden... diyen kimse...» Bu, böyle söyleyen herkes hakkında umûmîdir. Bu âyetin, Abdurrahmân İbn Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu zannedenlerin görüşü zayıftır. Zîrâ Abdurrahmân İbn Ebu Bekr bundan sonra müslü-man olmuş; hem de güzel bir müslüman ve zamanının hayırlılarından olmuştur. Avfî'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre bu âyet-i kerîme, Ebubekir es-Sıddîk'in oğlu hakkında nazil olmuştur. Ancak bu rivâ-yetüı sıhhati şüphelidir. En doğrusunu Allah bilir. îbn Cüreyc'in Mü-câhid'den rivayetine göre, âyet Abdullah İbn Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur. İbn Cüreyc'in de görüşü böyledir. Diğerleri ise âyetin Abdurrahmân İbn Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söylerler. Süd-dî de böyle demektedir. Ancak bu âyet-i kerime ana babasına âsî olan, hakkı yalanlayan ve ana babasına: Of sizden diyerek onlara âsî olan herkes hakkında umûmîdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hü-seyn'in... Abdullah İbn el-Medînî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Mervan hutbe okurken ben de mescidde idim. Allah Teâlâ mü'min-lerin emîrine, Yezîd hakkında güzel bir fikir ilham etti. Şayet o halefini belirtmişse, şüphesiz Ebubekir ve Ömer de haleflerim belli etmişlerdi, dedi. Abdurrahmân İbn Ebu Bekr dedi ki: Bu krallık değil de nedir? Allah'a yemîn ederim ki Ebubekir ne çocuklarına ne de ailesi halkına böyle bir şey bırakmamıştır. Muâviye de çocuğuna şefkatinden ve değer vermesinden ötürü böyle bir şey bırakmamıştır. Mervan: Ana babasına; of sizden, diyen sen değil misin? deyince Abdurrahmân: Sen lânetli adamın oğlu değil misin? Allah Rasûlü (s.a.) senin babana lanet etmiş değil miydi? dedi. Her ikisinin sözlerini işiten Hz. Âişe: Ey Mervan, Abdurrahman'a şöyle şöyle diyen sen misin? Yalan söyledin. Âyet onun hakkında nazil olmadı, aksine filân oğlu filân hakkında nazil oldu, dedi. Mervan ağlayarak minberden indi, odasının kapısına kadar geldi, kendi kendine konuşarak ayrılıp gitti. Buhârî hadisi başka bir isnâd ve başka lafızlarla rivayet eder ve der ki: Bize Mûsâ İbn İsmail'in... Yûsuf İbn Mâhek'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Mervan, Muâviye İbn Ebu Süfyân'm Hicaz vâlîsi idi. Bir hutbesinde babasından sonra bîat edilmek üzere Muâviye'nin oğlu Yezîd'i zikretmeye başladı. Abdurrahmân İbn Ebu Bekr kendisine bir şey söyleyince: Onu yakalayın, dedi. Abdurrahmân, Hz. Âişe (r.a.)nin evine girdiği için yakalayamadılar. Mervan: Şüphesiz bu, hakkında «Anne ve babasına: Of sizden, benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni mi tekrar dirilmekle tehdîd ediyorsunuz?» âyetinin nazil olduğu kimsedir, dedi. Hz. Âişe de örtünün arkasından çöyle konuştu : Benim ma'zûr olduğuma dâir inzal buyurdukları dışında Allah Teâlâ Kur'ân'da bizim hakkımızda hiç bir şey indirmemiştir. Hadisin başka bir kanaldan rivayeti şöyledir: Neseî'nin Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Muhammed İbn Ziyâd'dar rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Muâviye, oğluna bîat edilmesini istediğinde Mervan: Ebubekir ve Ömer'in sünnetidir, demişti. Abdurrahmân İbn Ebu Bekr ise: Bu, Hirakl'm (He-raklius) ve Kayser'in sünnetidir, dedi. Mervan: Bu adam Allah Teâlâ'-nın hakkında: «Anne ve babasına: Of sizden... diyen kimse» âyetini indirdiğidir, dedi de, bu Hz. Âişe'ye ulaşınca şöyle dedi: Mervan yalan söylemiş. Allah'a yemîn ederim ki onun hakkında nazil olmamıştır. Âyetin, hakkında nazil olduğu kişinin adını belirtmek isteseydim şüphesiz adını söylerdim. Ancak Allah Rasûlü (s.a.), daha Mervan babasının sulbünde iken Mervan'm babasına lanet etmiştir ve Mervan Allah'ın lanetinden bir parçadır, dedi.
«Benden önce nice nesiller gelip geçmişken; (insanlar geçip gitmiş ve onlara dâir hiç bir haber alınamamışken) beni mi tekrar diril-tilmekle, (kabirden çıkarılıp hasrolunmakla) tehdîd ediyorsunuz? diyen kimseye, anne ve babası Allah'a sığınarak: (Çocuklarım Allah'ın hidâyete erdirmesini dileyip ona) yazıklar olsun sana. îman et, muhakkak ki Allah'ın, vaadi haktır, dedikleri halde; bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.» Allah Teâlâ da buyurur ki: «İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde üzerlerine, söz hak olmuş kimselerdir. Doğrusu onlar,5
21 — Âd'ın kardeşini de hatırla. Hani kavmini; Allah tan başkasına ibâdet etmeyin, diyen nice uyarıcılar gelip geçmişken Ahkâf ile uyarıp; doğrusu ben sizin için büyük günün azabından korkarım, diye korkutmuştu.
22 — Onlar da: Sen, bizi tanrılarımızdan döndürmek için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen haydi tehdîd ettiğin şeyi başımıza getir, demişlerdi.
23 — O da: İlim, ancak Allah katandadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Ama bakıyorum ki siz, câhil bir kavimsiniz, demişti.
24 — Onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce dediler ki: Bu, bize yağmur getirecek büyük bir buluttur. Hayır o, acelece beklediğiniz şey, bir rüzgârdır ki içinde elem verici azâb vardır.
25 — Rabbmm emri ile her şeyi yıkar. Bunun üzerine onların meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte Biz, suçlular güruhunu böylece cezalandırırız.
Ve Âd Kavminin Kardeşi7
Ve Âd Kavminin Kardeşi
Allah Teâlâ, kavminden kendini yalanlayanların yalanlamasına karşı peygamberini teselli ederek: «Âd kavminin kardeşini de hatırla...» buyuruyor ki bu, Hz. Hûd (a.s.)dur. Allah Teâlâ onu Âd kavmine peygamber olarak göndermişti. Onlar Ahkâf da otururlardı. Ahkâf, İbn Zeyd'in söylediğine göre kum dağlandır. İkrime ise Ahkâf in, dağ ve mağara olduğunu söyler. Hz. Ali İbn Ebu Tâlib (r.a.); Ahkâf m Had-ramût'da Bürhût adı verilen bir vâdî olduğunu söyler. Kâfirlerin ruhları orada birbirleriyle karşılaşırmış. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre, Âd, Yemen'de bir kabile olup eş-Şihr denilen bir yerde deniz civarındaki kumsallarda otururlarmış. İbn Mâce, «Kişi dua ettiği zaman kendinden başlasın.» babında der ki: Bize Hüseyn İbn Ali'nin İbn Ab-bâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah, bize ve Âd kavminin kardeşine merhamet buyursun.
«Hani kavmini; Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin, diyen nice uyarıcılar gelip geçmişken Ahkâf ile uyarmıştı.» Allah Teâlâ, onların ülkesinin çevresinde bulunan kasabalara uyarıcı peygamberler göndermiştir. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyurur: «Artık bunu hem Önündekilere, hem de ardmdakilere ibret verici bir ceza kıldık.» (Bakara, 66), «Eğer yüz çevirecek olurlarsa; Âd ve Semûd'un yıldırımına benzer bir yıldırımla sizi uyarırım, de. Onlara; Allah'tan baş-kasına ibâdet etmeyin (sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum) diye önlerinden ve arkalarından peygamberler gelmişti.» (Fussi-let, 13,14). Hz. Hûd b,u sözleri onlara söylemişti. Kavmi de kendisine şöyle cevab verdiler: «Sen, bizi tanrılarımızdan döndürmek için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen, haydi tehdîd ettiğin şeyi başımıza getir.» Böylece Allah'ın azâb ve cezalandırmasının başlarına gelmesini uzak görerek bu azabın hemen gelivermesini istemişlerdi. Bu, Allah Te-âlâ'nın şu kavli gibidir: «Buna inanmayanlar onun çabucak gelmesini isterler.» (Şûra, 18).
«O da: İlim, ancak Allah katandadır.» Azabın başınıza hemen getirilmesine müstehak olup olmadığınızı en iyi Allah bilir ve buna istinaden azabınızı çabuklaştırır. «Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum.» Bana ,düşen, gönderildiğim şeyi tebliğ etmektir. «Ama bakıyorum ki siz, câhil bir kavimsiniz (aklınız ermiyor ve hiç bir şey anlamıyorsunuz) demişti.»
Allah Teâlâ buyurur ki: Azabın kendilerine yöneldiğini görünce; bunun bir yağmur bulutu olduğuna inanarak sevindiler, birbirlerine müjdeler verdiler. Onlar kuraklık içindeydiler ve yağmura muhtaçtılar. Allah Teâlâ da buyurur ki: «Hayır o, acelece beklediğiniz şey, bir rüzgârdır ki içinde elem verici azâb vardır.» Bu; «Doğru söyleyenlerden isen, haydi tehdîd ettiğin şeyi başımıza getir.» demiş olduğunuz azâb-dır. «Rabbmın emri (ve izni) ile (yıkılıp harâb olabilecek her şeyi) yıkar, (tahrîb eder.)» «Her uğradığı şeyi bırakmayıp toza çeviriyordu.» (Zâriyât, 42) «Bunun üzerine onların meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu.» Sonuncularına varıncaya kadar helak oldular ve onlardan hiç bir kalıntı kalmadı. «İşte Biz, suçlular güruhunu böylece cezalandırırız.» Elçilerimizi yalanlayan ve emrimize zıd gidenler hakkında bizim hükmümüz budur.
Bunların kıssalarına dâir müfred ve garîb hadisler cümlesinden olarak gerçekten garîb bir hadîs vârid olmuştur. İmâm Ahmed der ki: Bize Zeyd İbn Habbâb'ın... Haris el-Bekrî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ala İbn Hadramî'yi Allah Rasûlü (s.a.)ne şikâyet etmek üzere çıkmış ve Rabeze'ye uğramıştım. Orada Temim oğullarından yalnız başına oturan bir ihtiyar kadın gördüm. Bana: Ey Allah'ın kulu, benim Allah Rasûlü (s.a.)ne iletilecek bir isteğim var. Beni ona ulaştırır mısın? dedi. Ben de kadını yüklenip Medine'ye getirdim. Bir de baktım ki mescid dopdolu ve siyah bir bayrak dalgalanıyor. Bilâl kılıcını kuşanmış halde Allah Rasûlü (s.a.)nün önünde duruyor. Bu insanlara ne oluyor? dedim de, Allah Rasûlü (s.a.) Amr İbn Âs'ı öncü olarak bir yere göndermek istiyor, dediler. Oturdum, Allah Rasûlü (s.a.) evine girdi, yanına gitmek için izin istedim, izin verdi girdim ve selâm verdim. Te-mîm oğullan ile aranızda bir şey var mı? diye sordu. Ben: Evet dedim, bir savaşta onları hezimete uğratmıştık. Şöyle devam ettim: Temîm oğullarından orada yalnız kalan ihtiyar bir kadına uğradım. Kendisini sana getirmemi istedi, o kapıda duruyor. Allah Rasûlünün izni üzerine kadın içeri girdi. Ben: Ey Allah'ın elçisi, şayet Temîm ile aramıza bir engel koymayı uygun görürsen bu engeli Dehnâ (çölü) olarak koy, dedim. İhtiyar kadın ateşlenip oturduğu yerde doğruldu ve: Ey Allah'ın elçisi, senin Mudar kabilen nereye sığınacak? dedi. (Haris el-Bekrî) der ki, ben şöyle dedim: Benim misâlim eskilerin dediği gibidir: «Benim keçim ölümünü beraberinde taşıdı.» 6 Bu ihtiyar kadım yüklenip getirdim ve onun bana bir hasım olduğunu hissetmedim bile. Ad kavminin elçisi gibi olmaktan Allah'a ve Rasûlüne sığınırım, dedim. Allah Rasûlü: Âd kavminin elçisi de nedir? buyurdu. Elbette bu hâdiseyi en iyi bilendi ama onu konuşturmak istiyordu. Ben şöyle anlattım: Âd kavmi kuraklığa dûçâr kalmış ve Kayl adında birini elçileri olarak göndermişlerdi. Bu elçi Mûaviye İbn Bekr'in yanına uğradı, orada bir ay kaldı. Muâviye ona içkiler içiriyor ve Cerâdetân adındaki iki cariyesi ona şarkılar söylüyordu. Bir ay geçince Kayl Mehra dağına çıkıp: Ey Allah'ım, Sen biliyorsun ki ben bir hastaya gelmedim ki onu tedâvî edeyim. Bir esîre gelmedim ki fidye verip onu kurtarayım. Allah'ım, daha önce verdiğin şekilde Âd kavmine yağmur ver, dedi. Siyah bulutlar göründü ve bulutlardan : Seç, diye bir ses geldi. Bulutların içinden siyah olanına işaret etti de, o buluttan: Kül ve helaki al, diye nida olundu. Âd kavminden hiç kimse kalmadı. Onlara gönderilen rüzgâr sadece benim şu yüzüğümden geçecek kadardı da bununla helak oldular. Ebu Vâil der ki: Doğru söyledi. Kadın olsun, erkek olsun. Bir elçi gönderdikleri zaman ona: Âd kavminin elçisi gibi olma, derlerdi. Bu hadîsi Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Bu hadîs daha önce A'râf sûresinde de geçmişti.
İmâm Ahmed der ki: Bize Hârûn İbn Ma'rûf'un... Hz. Âişe'den rivayetine göre; o, şöyle diyor: Allah Rasûlü (s.a.)nü küçük dili görünün-ceye kadar güler halde hiç görmedim. O, sadece tebessüm ederdi. Bir bulut —veya rüzgâr— gördüğü zaman yüzünde bir hoşnûdsuzluk belirirdi. Hz. Âişe der ki: Ey Allah'ın elçisi, insanlar bulutu gördükleri zaman yağmur yağacağı ümîdi ile sevinirler. Görüyorum ki sen bulutu gördüğün zaman yüzünde hoşnûdsuzluk beliriyor, dedim. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Ey Âişe, onda azâb olmadığını bana kim te'mîn eder? Bir kavim rüzgârla azâb olunmuştu. O kavim azabı gördüklerinde: İşte bir yağmur bulutu, demişlerdi. Hadîsi Buhârî ve Müslim, İbn Vehb kanalıyla tahrîc etmişlerdir. İmâm Ahmed der ki: Bize Abdurrah-mân'ın... Hz. Âişe'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.), gökyüzü ufuklarından birinde yeni beliren bir bulut gördüğünde namazında bile olsa işini terkeder, sonra: Allah'ım, içindeki serden Sana sığınırım, dermiş. Allah Teâlâ o bulutu giderdiğinde Allah'a hamdeder, bulut yağmur getirirse: Allah'ım, onu faydalı bir yağmur kıl, diye dua edermiş. Müslim, Sahîh'inde der ki: Bize Ebu Tâhir'in... Hz. Âişe'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Rüzgâr estiği zaman Allah Rasûlü (s.a.): Allah'ım, Senden onun hayrını, içindekilerin hayrını ve gönderildiği şeyin hayrını dilerim. Onun kötülüğünden, içindekilerin kötülüğünden ve gönderildiği şeyin kötülüğünden de Sana sığınırım, diye duâ edermiş. Hz. Âişe der ki: Gök bulutlarla kapandığı zaman Allah Rasûlünün rengi değişir, hanesine girer çıkar, gider gelirdi. Yağmur yağdırırsa onun durumu ortadan kalkardı. Hz. Âişe Allah Rasûlünün bu durumunu fark edip sorduğunda, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Ey Âişe, belki de bu bulut Âd kavminin söylediği gibidir: «Onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce dediler ki: Bu, bize yağmur getirecek büyük bir buluttur.» Âd kavminin helakine dâir kıssayı burada tekrarına gerektirmeyecek şekilde A'râf ve Hûd sûrelerinde vermiştik. Hamd ve minnet Allah'adır.
Taberânî der ki: Bize Abdan İbn Ahmed'in... îbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Âd kavminin üzerine gönderilen rüzgârın çıkması için açılan kısım yalnızca bir yüzük yeri kadardı. Sonra bu rüzgâr bedeviler üzerine gönderildi, bedevileri alıp kasabalıların üzerine yöneldi. Kasabalılar bulutu görünce: Bu, ufukta beliren bize yağmur getirecek büyük bir buluttur, dediler. Bedeviler bulutun içindeydiler. Bulut, bedevileri kasabalılar üzerine atıp yağdırdı ve sonunda helak oldular. Râvî der ki: Bu rüzgâr, bekçilerine isyan ederek kapı aralıklarından çıkmıştı.7
26 — Andolsım ki onları, sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik. Ve kendilerine kulaklar, gözler ve kalb-ler vermiştik. Ne var ki kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Sonunda onları alay ettikleri şey kuşatıverdi.
27 — Andolsun ki Biz, çevrenizdeki kasabaları da yok ettik. Belki dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık.
28 - Allah'ı bırakarak O'na yakınlık peyda etmek için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Hayır, onlar görünmez oldular. Bu; onların yalanları ve uydurup durdukları şeydir.
Allah Teâlâ buyurur ki: Dünyada geçmiş ümmetlere mal ve çocuklar, size ne bir benzerini ne de yakınını vermediğimiz dünyalıklar vermiştik. «Ve kendilerine kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik. Ne var ki kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı.» Sonunda yalanlayıp meydana gelmesini uzak gördükleri ve alaya aldıkları Allah'ın azabı ve cezalandırması onlan kuşatıverdi. Ey muhâtablar, onlar gibi olmaktan sakının ki dünyada ve âhirette onlann başına gelenler sizin de başınıza gelmesin.
«Andolsun ki, Biz, çevrenizdeki kasabaları da yok ettik.» Burada Mekke'liler kasdedilmektedir. Allah Teâlâ Mekke çevresinde peygamberleri yalanlayan ümmetleri helak buyurmuştu. Bunlardan birisi Ad kavmî olup Yemen kıyısında Hadramût'tâki Ahkâf ta idiler. Diğeri ise Semûd kavmi olup onların duraklan da Mekke'lilerle Şam arasındaydı. Yemen ahâlisi olan Sebe', Mekke'lüerin Ğazze'ye giderken yollan üzerinde olan Medyen ve yine gelip geçtikleri Lût kavminin gölü de bunlardandır.
«Belki dönerler diye âyetleri tekrar tekrar (beyân edip) açıkladık. Allah'ı bırakarak ona yakınlık peyda etmek için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi?» Allah'ın dışında edinmiş oldukları tanrılar muhtaç oldukları sırada kendilerine yardım etmeli değil miydi? «Hayır, onlar görünmez oldular.» Kendilerine en muhtaç oldukları sırada çekip gittiler. «Bu; onların yalanlan ve (Allah'a yakınlık peyda etmek için onları tanrılar edindikleri, hususunda) uydurup durdukları şeydir.» Bu tanrılara ibâdetlerinde ve onlara güvenip dayanmalarında bütün bütüne kaybetmiş ve hüsrana uğramışlardır.8
29 — Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca demişlerdi ki: Susun. Kur'ân tamâm olunca da her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
30 — Ve demişlerdi ki: Ey kavmimiz, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilmiş olan ve kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve doğru yola hidâyet eden bir kitab dinledik.
31 — Ey kavmimiz: Allah'ın davetçisine uyun. Ona îmân edin ki sizin günâhlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi elim bir azâbdan kurtarsın.
32 — Allah'ın davetçisine uymayan kimse bilsin ki; yeryüzünde Allah'ı âciz bırakamaz. Ve onun için Allah'tan başka velîler de bulunmaz, işte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.
Cinlerden Bir Taife. 10
Cinlerden Bir Taife
İmâm Ahmed der ki: Bize Süfyân'ın... Zübeyr'den rivayetine göre o, «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik.» âyeti hakkında der ki: Bu, Nahle'de olmuştur. Allah Rasûlü (s.a.) yatsı namazını kılarken «Nerdeyse çevresinde keçeleşirler, birbirlerine girerlerdi.» kavlinde olduğu gibiydiler. (Cinn, 19) Onlar Allah Rasûlü (s.a.)nü birbirine yapışmış keçe gibi birbirleri üzerinde dinlemişlerdi. Hadîsi sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Biraz sonra geleceği üzere İbn Cerîr'in İkrime'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre bunlar Nusaybin cinlerinden yedisiydi.
İmâm Ahmed'in Afvân'dan, onun Ebu Avâne'den; Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî'nin Delâil en-Nübüvve'sinde Ebu Hasan Ali İbn Ahmed kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) cinlere Kur'ân okumamış ve onları da görmemiştir. Allah Rasûlü (s.a.) ashabından bir grupla beraber Ukkâz çarşısına doğru gitmişti. Şeytânlarla gök haberleri arasında engel konulmuş, onların üzerine alevleri gönderilmiş ve şeytânlar bunun üzerine kavimlerine dönmüşlerdi. Kavimleri: Ne oldu size? demişlerdi de dönen şeytânlar: Bizimle gök haberleri arasına engel konuldu ve üzerimize ateş alevleri gönderildi, dediler. Kavimleri: Sizinle gök haberlerinin arasına engel olan, mutlaka yeni meydana gelen bir olaydır. Yeryüzünün doğu ve batılarına gidin, sizinle gök haberleri arasına engel olanın ne olduğuna bir bakın bakalım, dediler. Şeytânlar yeryüzünün doğu ve batılarına gidip kendileri-ile gök haberleri arasına engel olanı aramaya başladılar. Tihâme tarafına yönelerek giden şeytânlar Ukkâz çarşısına (pazarına) gitmekte olan Allah Rasûlü (s.a.) nü Nahle'de ashabına sabah namazını kıldırırken gördüler. Kur'ân-ı duyunca ona kulak kesildiler ve: Allah'a yemîn olsun ki bu, sizinle gök haberleri arasına giren haberdir, dediler. İşte oradan kavimlerine dönerek: «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik de ona inandık. Biz, Rabbımıza hiç bir şeyi ortak koşmayacağız.» (Cinn, 1-2) dediler. Allah Teâlâ da peygamberine: «De ki: Cinlerden bir topluluğun onu dinlediği bana vahyolundu.» (Cinn, 1) âyetini indirdi. Allah Rasûlü (s.a.) ne vahyolunan, ancak cinlerin sözüdür. Hadîsin bir benzerini Buhârî de Müsedded'den rivayet etmiştir. Müslim, hadîsi Şeybân İbn Ferrûh'-dan, o da Ebu Avâne'den rivayetle tahrîc etmiştir. Tirmizî ve Neseî hadîsi tefsirde Ebu Avâne kanalıyla rivayet ediyorlar.
Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Ahmed'in... îbn Abbâs'tan rivâyetine göre; o, şöyle demiştir: Cinler vahyi dinlerler, bir kelimeyi işitip ona on kelime daha ilâve ederlerdi. Böylece onların işittikleri gerçek, ilâve ettikleri de bâtıl olurdu. Daha önceleri onlar yıldızlarla taşlanmaz lardı. Allah Rasûlü (s.a.) peygamber olarak gönderilince onlardan birisi oturduğu yere geldiğinde hemen isabet ettiğini yakan bir ateş alevi üzerine atılır oldu. Bunu İblîs'e şikâyet ettiler de: Bu olsa olsa yeni meydana gelmiş bir şeydendir, deyip ordularını yaydı. Onlar Hz. Peygamber (s.a.)i Nahle dağları arasında namaz kılarken gördüler ve İblîs'e gelip bu durumu kendisine haber verdiler. İblîs: Yeryüzünde yeni meydana gelen olay işte budur, dedi. Tirmizî ve Neseî, Sünen'lerinin tef-sîr bahsinde bu hadîsi îsrâîl kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen sahîh olduğunu söyler. Aynı şekilde Eyyûb hadîsi Saîd İbn Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'tan rivayet eder. Yine yukardaki ifâdelere benzer şekilde ve daha uzunca olarak Avfî de hadîsi İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Hasan el-Basrî de der ki: Allah Rasûlü (s.a.), Allah Te-âlâ kendisine cinlerin haberini inzal buyuruncaya kadar onlann kendi kırâetini i'şittiklerini ve dinlediklerini hissetmemişti.
Muhammed İbn İshâk Allah Rasûlü (s.a.)nün Taife gidip Allah'a davet edişini, onların bu davetten yüz çevirişlerini Yezîd İbn Rûmân kanalıyla Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî'den rivayetle uzunca zikreder ve oratia Allah Rasûlünün şu güzel duasını da verir: Allah'ım, gücümün zayıflığını ve çaresizliğimi Sana şikâyet ederim... İşte Allah Rasûlü (s.a.), Tâif'lilerin yanından dönüşünde Nahle'de gecelemiş ve o gece Kur'ân okumuştu. Nusaybin ehlinden cinler de Allah Rasûlü (s.a.) nü dinlemişlerdi. Bu, sahihtir. Fakat o gece cinlerin, Allah Rasûlü (s.a.) nün kırâetini dinledikleri konusu şüphelidir. Zîrâ cinlerin Kur'ân'ı dinlemeleri, Allah Rasûlü (s.a.)ne vahiy indirilmesinin başlangıcındadır. Nitekim biraz önce zikredilen İbn Abbâs hadîsi de buna delâlet etmektedir. Hz. Peygamberin Taife gidişi ise amcasının vefatından sonra ve Hicret'ten bir veya iki sene öncedir. Bunu İbn îshâk ve başkaları anlatmaktadır.
Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe der ki: Bize Ebu Ahmed Zübeyrî'nin... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) Batn-ı Nahle'de Kur'ân okurken cinler indiler. Onu duyduklarında: Susun, dediler. Onlar dokuz kişiydiler. Birisi de Zevbea idi. Allah Teâlâ: «İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.» kısmına gelinceye kadar «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca demişlerdi ki: Susun. Kur'ân tamâm olunca da her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi.» âyetlerini indirdi. Bu ve biraz önce geçen İbn Abbâs'm ilk rivayeti, Hz. Peygamber (s.a.) in bu seferde cinlerin mevcudiyetlerini hissetmemiş olduğunu gerektirir. Onlar sadece efendimizin kırâetini dinlemişler, sonra kavimlerine dönmüşler, daha sonra da kavim kavim, bölük bölük Allah Rasû-lüne gelmişlerdir. Bu husustaki haberler ve hadîsler yerinde gelecektir ve biz onları inşâallah orada vereceğiz. Güvenimiz Allah'adır.
Buhârî ve Müslim'in Ebu Kudâme Ubeydullah İbn Said kanalıyla... Ma'n İbn Abdurrahmân'dan rivayetlerine göre Ma'n'ın babası şöyle diyor: Mesrûk'a: Cinlerin Kur'ân'ı dinledikleri gece, bunu Hz. Peygamber (s.a.)e kim bildirdi? diye sordum. Bana senin babanın —İbn Mes'ûd'u kasdediyor— rivayetine göre onları Allah Rasûlüne bir ağaç haber vermiş, dedi. Bu hadîse göre Allah Rasûlünün, cinlerin Kur'ân'ı dinlediklerini ilk anda hissetmiş olması muhtemeldir. Ayrıca bu hadîs, İbn Abbâs'ın kavlini de reddetmektedir. Yine muhtemeldir ki, Hz. Peygamber cinlerin Kur'ân'ı dinleyişini daha sonra farketmiştir. En doğrusunu Allah bilir. Yine mümkündür ki bu, birinci seferde olmuştur ama Hz. Peygamber cinlerin dinlediğini ağaç kendisine bildirinceye kadar cinlerin Kur'ân'ı dinlediklerini hissetmemiştir. Yine de en doğrusunu Allah bilir.
Hafız Beyhakî der ki: İbn Abbâs (r.a.)m nakletmiş olduğu bu hâdise, cinler Hz. Peygamber'in kırâetini ilk dinlediklerinde ve onun peygamber olduğunu anladıklarında vuku bulmuştur. Hz. Peygamber o zaman cinlere Kur'ân okumamış ve onları görmemiştir. Bundan sonra cinlerin davetçisi Hz. Peyganıber'e gelmiş, bunun üzerine Allah Rasûlü Kur'ân okuyup onları Allah'a davet etmiştir. Nitekim Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)un rivayeti şöyledir:
İmâm Ahmed der ki: Bize İsmâîl İbn İbrahim'in... Alkame'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Abdullah İbn Mes'ûd'a: Cinlerin Hz. Peygamberin kıtâetini dinlediği gece sizden Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber olan kimse var mıydı? diye sordum. Şöyle anlattı: Onunla birlikte kimse yoktu. Fakat biz bir gece Mekke'de efendimizi kaybettik ve: Herhalde bir sû-i kasde kurbân gitti veya sür'atle ayrılıp gitti, acaba ne yaptı? dedik. Kavmin gecelediği en kötü gecelerden birini yaşadık. Sabaha karşı —veya seher vakti demiştir— bir de baktık ki; efendimiz Hira tarafından geliyor. Ey Allah'ın elçisi... dedik. Ve kavim içind° bulundukları durumu ve endîşeyi Rasûlullah'a anlattı. Buyurdu ki: Bana cinlerin davetçisi geldi. Onlara gittim ve Kur'ân okudum. Râvî devamla şöyle anlatır: Hz. Peygamber gidip bize onların ve ateşlerinin izlerini gösterdi. Şa'bî der ki: Cinler Rasûlullah'tan azık istemişler. Onlar, Cezire cinlerinden imişler. Allah Rasûlü (s.a.) onlara : Üzerine Allah'ın isminin anıldığı her kemik, üzerindeki etten daha bol olarak sizin Önünüze düşecektir. Koyun, keçi, deve vesâir hayvanların pisliği de sizin hayvanlarınızın yemidir, buyurmuş. Hz. Peygamber (ashabına) şöyle buyurmuştur: Bu ikisiyle (kemik ve hayvan pisliği ile) istincâ etmeyiniz. Zîrâ bu ikisi kardeşleriniz cinlerin azığıdır. Hadisi buna benzer şekilde Müslim de Sahîh'inde Ali İbn Hucr'dan, o ise İsmâîl İbn Uleyye'-den rivayet etmiştir.
Yine Müslim der ki: Bize Muhammed İbn Müsennâ'ın... Âmir'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Alkame'ye: İbn Mes'ûd cinlerle beraber olduğu gece Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte miydi diye sordum. Alkame dedi ki: Hz. Peygamberin cinlerle beraber olduğu gece sizden kimse Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber bulundu mu? diye sordum da şöyle dedi: Hayır, fakat biz, bir gece Allah Rasûlü (s.a.) ile beraberken onu kaybettik ve vadilerde aradık. Herhalde kuş oldu uçtu veya bir sû-i kasde kurbân gitti, dedik. Kavmin gecelemiş olduğu en kötü geceyi geçirdik. Sabah olunca bir de baktık ki Hirâ tarafından geliyor. Biz: Ey Allah'ın elçisi, seni kaybettik, aradık, bulamadık ve kavmin geçirdiği en kötü geceyi geçirdik, dedik. Bana cinlerin davetçisi geldi, onlarla beraber gittim ve onlara Kur'an okudum, buyurdu. îbn Mes'ûd der ki: Allah Rasûlü (s.a.) bizi alıp götürdü, onların ve ateşlerinin izlerini gösterdi. Cinler kendisinden azık istediler de: Üzerine Allah'ın ismi anılmış bir kemik, üzerindeki etten daha çok ve bol olarak önünüze düşecektir. Her insan ve hayvan pisliği de hayvanlarınızın yemidir, buyurdu. Allah Rasûlü (s.a.): Bu ikisi ile taharetlenmeyin. Zîrâ bunlar kardeşlerinizin yiyeceğidir, buyurdu. Ebu Ca'fer İbn Cerîr der ki: Bana Ahmed İbn Abdurrahmân'ın... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim : Geceyi Hacûn'da cinlere Kur'an'ın dörtte birini okumakla geçirdim.
Rasûlullah'ın cinlerle birlikte olduğu gece İbn Mes'ûd'un da beraberinde olduğunu belirten hadîsin diğer bir kanaldan rivayeti: İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin— in Ahmed İbn Abdurrahmân İbn Vehb kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Allah Rasûlü (s.a.) Mekke'de iken bir gün ashabına : Sizden her kim bu gece cinlerin durumuna muttali' olmak isterse olsun, buyurdu. Benden başka onlardan hiç biri hazır bulunmadı. İbn Mes'ûd şöyle anlatır : Beraberce gittik, nihayet Mekke'nin yukarı kısımlarında iken Hz. Peygamber bana ayağı ile bir çizgi çekip orada oturmamı emretti. Sonra gitti, dikildi, Kur'ân okumaya başladı. Benimle arasına engel olan birçok karaltılar onu kapladı ve nihayet sesini işite-mez oldum. Daha sonra bulut kümeleri gibi açılarak gittiler, sonunda onlardan bir grup kaldı. Allah Rasûlü (s.a.) Kur'ân okumayı şafakla beraber bitirdi, oradan ayrıldı, abdest bozdu sonra bana gelip ; Topluluk ne yaptı? diye sordu. Ben : Cinler bunlar mıydı ey Allah'ın elçisi? dedim. Hz. Peygamber onlara, kemik ve pisliği azık olarak verdi, sonra da kişinin pislik veya kemikle taharetlenmesini yasakladı. Hadîsi İbn Cerîr de Muhammed İbn Abdullah İbn Abdülhakem kanalıyla... Yûnus İbn Yezîd el-Eylî'den rivayet etmiştir. Aynı hadîsi Beyhakî de Delâil'inde Abdullah İbn Salih kanalıyla... Yûnus'dan rivayet etmiştir. İshâk İbn Rahûyeh de Cerîr kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetle biraz önce geçen hadîsin bir benzerini zikretmiştir. Yine aynı hadîsi Hafız Ebu Nuaym, Mûsâ İbn Ubeyde kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetle yukardakine benzer şekilde zikretmiştir. Ebu Nuaym der ki: Bize Ebu Bekr İbn Mâlik'in... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) peşinden gitmemi istedi, beraberce gittik ve şöyle şöyle bir yere gelince benim için bir çizgi çekip: Bu çizginin içinde ol, oradan dışarı çıkma. Şayet buradan çıkacak olursan şüphesiz helak olursun, buyurdu... Ve Râvî, hadîsi uzunca zikretti. Bu hadîste gerçek garîblik vardır.
İbn Cerîr der ki: Bize İbn Abdül-Alâ'nın... Abdullah İbn Amr ibn öaylân'dan rivayetine göre; o, İbn Mes'ûd'a: Bana anlatıldığına göre sen, cin elçilerinin geldiği gece Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber imişsin, öyle mi? diye sormuş da İbn Mes'ûd; evet, diye cevablamış. Abdullah İbn Amr: Bu nasıl oldu? diye sormuş ve İbn Mes'ûd da hadîsin tamâmını anlatmış. İbn Mes'ûd bu hadîste, Hz. Peygamber (s.a.)in kendi çevresine bir çizgi çektiğini ve; buradan ayrılma, dediğini, siyah toz bulutu gibi bir şeyin Allah Rasûlü (s.a.)nü kapladığını, kendisinin üç defa korkup dehşete kapıldığını anlatıp şöyle devam etmiş: Nihayet sabah yaklaşınca Hz. Peygamber (s.a,) bana geldi ve : Uyudun mu? diye sordu. Ben: Hayır, Allah'a yemîn ederim ki, defalarca insanlardan yardım istemeyi düşündüm ama senin onlara asanla vurup oturun, dediğini işittim. Allah Rasûlü buyurdu ki: Şayet çıkmış olsaydın, onlardan birinin seni kapmayacağından emîn olamazdın. Bir şey gördün mü? diye sordu. Ben : Evet, beyaz elbiseler giyiniş siyah adamlar gördüm, dedim. Onlar; Nusaybin halkından olan cinlerdir, benden azık istediler. Ben de onlara çürümüş ve rengi değişmiş her bir kemik ile insan ve hayvan pisliklerini azık olarak verdim, buyurdu. Ben dedim ki: Ey Allah'ın elçisi, bu onlara yeter mi? Buyurdu ki: Onlar bir kemik bulduklarında üzerinde, yendiği gündeki etini, bir pislik bulduklarında içinde, yendiği gündeki tanelerini bulacaklardır. Sizden hiç kimse heladan çıktığı zaman kemikle, insan ve hayvan pisliği ile taharetlenmesin.
Hafız Ebu Bekr el-Beyhâkî der ki: Bize Ebu Abdurrahmân es-Süle-mî ve Ebu Nasr İbn Katâde'nin... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) peşinden gitmemi istedi ve: Bu gece cinlerden kardeş ve amcaoğulları olarak on beş kişilik bir grup bana gelecek, ben de onlara Kur'ân okuyacağım, buyurdu. Gelmemi istediği yere kadar onunla beraber gittim. Benim için bir çizgi çekti ve beni içine oturttu, buradan dışarı çıkma, buyurdu. Orada geceledim. Nihayet Allah Rasûlü (s.a.) seher vakti elinde, çürüyüp rengi değişmiş bir kemik ve siyah bir pislik olduğu halde bana geldi ve: Helaya gittiğin zaman bunlardan herhangi bir şeyle taharetlenme, buyurdu. Sabah olunca : Allah Rasûlü (s.a.)nün bulunduğu yer hakkındaki bilgimi pekiştireceğim, dedim, gittim ve altmış devenin ıhtırılmış olduğu yeri gördüm. Beyhâkî der ki: Bize Ebu Abdullah el-Hâfız'ın... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetle haber verdiğine göre; o, şöyle demiştir: Cinlerle buluştuğu gece Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber gittim. Hz. Peygamber Hacûn'a vannca; benim için bir çizgi çekti, sonra cinlere doğru ilerledi. Çevresinde toplandılar. Verdan isimli büyükleri: Ben onları senden uzaklaştırırım, dedi de Hz. Peygamber: Beni Allah'tan başka hiç kimse kurtaramaz, buyurdu.
İmâm Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle demişti: Cin gecesi olduğunda Hz. Peygamber (s.a.) bana: Yanında su var mı? diye sordu. Ben: Yanımda su yok ama içinde hurma şırası bulunan bir su kabı var, dedim. Hz. Peygamber (s.a.): Temiz hurma, temiz su, buyurdu ve abdest aldı. Hadîsi Ebu Dâvûd, Tir-mizî ve îbn Mâce, Ebu Zeyd kanalıyla rivayet etmişlerdir. Yine İmâm Ahmed'in Yahya İbn İshâk kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.) nün cinlerle buluştuğu gece onunla berabermiş de Allah Rasûlü: Ey Abdullah, yanında su var mı? diye sormuş. İbn Mes'ûd: Yanımdaki bir su kabında hurma şırası var, demiş. Hz. Peygamber (s.a.) onu dök, buyurup onunla abdest almış ve şöyle buyurmuş: Ey Abdullah, o içecektir ve temizleyicidir. Hadîsi bu kanaldan sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Dârekutnî ise hadîsi İbn Mes'ûd'dan başka bir kanaldan rivayetle, serdetmiştir.
İmâm Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Abdullah (İbn Mes'-ûd)dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Cinlerden elçilerin geldiği gece Allah Rasûlü (s.a.) ile beraberdim. Allah Rasûlü (s.a.) ayrılıp gittiğinde derin bir nefes aldı. Ben: Durumun nedir? diye sordum da : Ey İbn Mes'ûd, bana ölüm haberim geldi, buyurdu. Hadisi Müsned'de bu şekilde ve kısa olarak gördüm. Hafız Ebu Nuaym, Delâil en-Nübüv-ve adlı kitabında hadîsi rivayet eder ve der ki: Bize Süleyman İbn Ahmed İbn Eyyûb'un... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Cinlerden elçilerin geldiği gece Allah Rasûlü (s.a.) ile beraberdim. Derin bir nefes aldı. Ben: Ey Allah'ın elçisi, sana ne oldu? diye sordum. Ey îbn Mes'ûd, bana ölüm haberim geldi, buyurdu. Ben: Yerine birisini bırak, dedim de kimi? diye sordu. Ben: Ebubekir'i, dedim. Sustu, sonra bir süre daha yürüyüp yine derin bir nefes aldı. Ben: Anam babam sana feda olsun, durumun nedir ey Allah'ın elçisi? diye sordum. Ey İbn Mes'ûd, bana ölüm haberim geldi, buyurdu. Ben: Yerine birisini bırak, dedim. Kimi diye sordu ben: Ömer'i dedim. Sükût edip bir süre daha gitti, sonra yine derin bir nefes aldı. Ben: Durumun nedir? diye sordum da yine:
Bana ölüm haberim geldi, buyurdu. Benim; yerine birisini bırak, dememle Allah Rasûlü (s.a.) kimi diye sordu. Ben: Ali İbn Ebu Tâlib'i, dedim. Hz. Pepgamber (s.a.) şöyle dedi: Nefsim kudret elinde olan (Allah)'a yemîn ederim ki şayet ona itaat etmiş olsalardı, tamâmı cennete girerdi. Bu, gerçekten garîb bir hadîstir. Ezberlenmemesi ne kadar uygundur. Sahih olduğunu düşünsek bile ilerde anlatacağımız üzere bunun, cinlerin Hz. Peygamber'e Medine'de elçi olarak gelmelerinden sonra olduğu açıktır. Zîrâ o zaman henüz Mekke fethedilmemiş, insanlar ve cinler Allah'ın dinine bölük bölük girmemişti ve «Allah'ın yardımı ve zafer günü geldiğinde -rç insanların fevc fevc Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünüzde, hemen Rabbını hamd ile tesbîh et ve O'ndan mağfiret dile. Şüphesiz ki O, Tevvâb olandır.» (Nasr, 1-3) âyeti nazil olmamıştı. Bu sûre Hz. Peygamber (sa.)in vefat haberini taşımaktaydı. îbn Abbâs bunu açıkça belirtmekte olup Ömer İbn Hattâb da bu konuda ona muvafakat etmektedir. Bu hususta vârid olan hadîsi Nasr sûresinin tefsirinde vereceğiz. En doğrusunu Allah bilir. Bu hadîsi Ebu Nuaym da Taberânî kanalıyla... İbn Mes'ud'dan rivayetle zikretmiş ve orada halîfe gösterme olayım da serdetmiştir. Bu hadîsin isnadı da, ifâdeleri de garîbtir.
İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Saîd'in... İbn Mes'ud'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.), (o gece) İbn Mes'ûd'un çevresine bir çizgi çekmiş. Onlardan (cinlerden) birisi hurma karası renginde imiş. Allah Rasûlü (s.a.) îbn Mes'ûd'a şöyle buyurmuş: Sakın yerinden ayrılma. Ben onlara Allah'ın kitabını okuyacağım. Hz. Peygamber siyahi araplar gibi birisini görünce —İbn Mes'ûd: Sanki onlar zenci gibiydiler, der— bana buyurdu ki: Yanında su var mı? Ben: Hayır, dedim, Yanında hurma şırası var mı? diye sordu, ben; evet, dedim ve Allah Rasûlü onunla ab-dest aldı. Bu hadîsin başka bir kanaldan mürsel olarak rivayeti şöyledir: İbn Ebu Hâtim'in Ebu Abdullah ez-Zahrânî kanalıyla... İkrime'-den «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik.» âyeti hakkındaki rivayetine göre o, şöyle demiştir : Onlar, Cezire el-Musul'dan gelen on iki bin cin idiler. Hz. Peygamber (s.a.) İbn Mes'ûd'a: Senin yanma gelinceye kadar beni bekle, buyurmuş ve çevresine bir çizgi çekerek: Ben, yanma gelinceye kadar yerinden ayrılma, buyurmuştu. İbn Mes'ûd, cinlerden korktuğundan neredeyse bırakıp gidecek hale gelmiş ve Allah Rasûlü (s.a.)nün: Sakın yerinden ayrılma, emrini hatırlamış. Hz. Peygamber (s.a.) İbn Mes'ûd'a (işi bitip döndüğü zaman): Şayet gitmiş olsaydın kıyamet gününe kadar bir daha .birbirimize kavuşamazdık, buyurmuş. Hadîsin mürsel olarak başka bir kanaldan rivayeti de şöyledir: «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik.» âyeti hakkında Katâde'den rivayetle Sa-îd İbn Ebu Arûbe der ki: Bize anlatıldığına göre bu cinler Hz. Peygambere Nineva {Ninova) dan gönderilmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.): Cinlere (Kur'ân) okumakla emrolundum. Hanginiz benimle gelir? diye sormuştu. Ashâb başlarını yere eğdiler. Hz. Peygamber tekrar: Hanginiz benimle gelir? buyurdu yine başlarını öne eğdiler. Üçüncü defa bu arzusunu tekrarladığında birisi: Ey Allah'ın elçisi, bu ilk defa başımıza geliyor, dedi. Hüzeyl kabilesi kardeşlerinden olan İbn Mes'ûd Hz. Peygamber ile beraber gitti. îbn Mes'ûd şöyle anlatır: Hz. Peygamber (s.a.) Ha-cûn denilen bir vâdîye girdi, çevresine bir çizgi çizdi, İbn Mes'ûd'u olduğu yerde tutmak üzere onun çevresine de bir çizgi çekti. İbn Mes'ûd devamla şöyle anlatıyor: Korkmaya başladım. Alçaktan uçan kerkenez kuşu gibi bir şeyler gördüm ve karmakarışık şiddetli sesler işittim. Hz. Peygamber (s.a.)in başına bir şey gelmesinden korktum. Sonra Allah Ra-sûlü (s.a.) Kur'ân okudu. Dönüg geldiği zaman: Ey Allah'ın elçisi, işitmiş olduğum karmakarışık sesler de ne idi? diye sordum da şöyle buyurdu: Öldürülen birisi hakkında tartıştılar. Aralarında hak ile hüküm verildi. Hadîsi, İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.
Bütün bu kanallardan rivayetini verdiğimiz hadîsler Hz. Peygamber (s.a.)in cinlere kendi isteği ile gittiğine, onlara Kur'ân okuduğuna, onları Allah'a davet ettiğine, o zamanda muhtaç oldukları kanunların Allah tarafından Hz. Peygamberin dili ile kendilerine bildirildiğine delâlet eder. Cinlerin Hz. Peygamber hissetmeksizin ilk okumuş olduğu Kur'ân'ı işitmiş ve dinlemiş olmaları da muhtemeldir. Nitekim İbn Abbâs da böyle söylüyor. Bundan sonra ise İbn Mes'ûd'un rivayet ettiği gibi Hz. Peygambere hey'et halinde gelmişlerdir. İbn Mes'ûd, Hz. Peygamber cinlerle konuşurken ve onları İslâm'a çağırırken onunla beraber değildi. Hz. Peygamberden uzakta idi. Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber başka birisi, yoktu. Hz. Peygamberin cinlerle konuşması esnasında o, hazır bulunmamıştır. Beyhâkî'nin rivayet etmiş olduğu hadîs bunu göstermektedir. Müslim'in Sahîh'indeki İmâm Ahmed kanalıyla rivayet edilen birinci rivayetin zahirinin delâlet ettiği gibi Hz. Peygamberin birinci defasında, yanında ne İbn Mes'ûd ne de bir başkası olmaksızın cinlere Kur'ân okumaya çıkmış olması da ihtimâl dahilindedir. Bundan sonra başka bir gece İbn Mes'ûd Hz. Peygamber ile beraber çıkmış olabilir. En doğrusunu Allah bilir. Nitekim İbn Ebu Hatim, Cin sûresinin tefsirinde İbn Cüreyc'den bir hadîs rivayet ediyor ki bunda Abdülazîz İbn Ömer şöyle diyor: Hz. Peygambere Nahle'de gelen cinler, Nineva (Ninova) cinleridir. Mekke'de Peygamber efendimize gelen cinler ise Nusaybin cinleridir. Beyhakî, İbn Mes'ûd'un: Kavmin geçirmiş olduğu en kötü geceyi geçirdik, şeklindeki sözünü Hz. Peygamber'-in cinlerle buluşmaya çıktığını bilmeyen başka kimselere hamlederek te'vîl etmektedir. Ancak bu, uzak bir ihtimâldir. En doğrusunu Allah bilir.
Hafız Ebu Bekr el-Beyhâkî der ki: Bize Ebu Amr Muhammed İbn Abdullah'ın... Saîd İbn Amr'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ebu Hüreyre Allah Rasûlü (s.a.)nün abdest alması ve ihtiyâcını gidermesi için Peygamberin peşinden bir kab getirirdi. Bir gün Hz. Peygamberin peşinden gitmiş ve Allah Rasûlü: Kimdir o? diye sormuş da o: Ben Ebu Hüreyre'yim, demiş. Hz. Peygamber: Bana istincâ edeceğim taşlar getir, kemik ve hayvan pisliği getirme, buyurmuş. Ebu Hüreyre der ki: Elbisemin eteğine taşlar koyup getirdim, Hz. Peygamberin yanma koydum. İşini bitirip kalktı, ben de peşinden yürüdüm ve: Ey Allah'ın elçisi, kemik ve hayvan pisliğinin durumu nedir? diye sordum. Bana, Nusaybin cinlerinin elçisi geldi ve benden azık istediler. Herhangi bir kemik ve hayvan pisliğine uğradıklarında yiyecek bulmaları için Allah'a duâ ettim, buyurdu. Hadîsi Buhârî, Sahîh'inde Mûsâ İbn İsmail'den, o da Amr ibn Yahya'dan kendi isnadı ile yukardakine benzer bir şekilde tahrîc etmiştir. Daha Önce geçen hadîslerle beraber bu hadîs de cinlerin daha sonra Hz. Peygambere hey'et halinde geldiklerine delâlet eder. Cinlerin gelmelerjnin birkaç kez tekrarlandığına delâlet eden haberleri biraz sonra vereceğiz.
îbn Abbâs'tan naklen başlangıçta verdiğimiz rivayetlerin dışında senedi güzel ve sağlam başka rivayetler de vardır. İbn Cerîr'in Ebu Kü-reyb kanalıyla... İbn Abbâs'tan «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik.» âyeti hakkında rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Onlar Nusaybin halkından yedi kişiydiler. Allah Rasûlü (s.a.) onları kavimlerine elçi olarak göndermişti. Bu da delâlet ediyor ki İbn Abbâs, iki kıssa rivayet etmiştir. İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Mücâhid'den uHani Kur'an dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik.» âyeti hakkındaki rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Onlar yedi kişiydiler. "Üçü Harran halkından, dördü de Nusaybin halkından, idiler. İsimleri şöyle idi: Huyey, Husey, Müsey (?), Şâsır, Nasır, Erd, İbyân ve Ahkam. Ebu Hamza es-Simâlî'nin anlattığına göre cinlerden bu kabileye Benû Şeysabân adı verilirmiş ve onlar cinlerin sayıca en çoğu, neseb bakımından en şereflisi imişler. Aynı zamanda bunlar İblîs'in ordularının tamâmını teşkil ediyormuş. Süfyân es-Sevrî'nin Âsim kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre onlar, dokuz kişi olup birisi de Zevbea imiş. Onlar Hz. Peygambere Nahle vadisinden gelmişler. Daha önce verdiğimiz îbn Mes'ûd rivayetine göre onların sayısı on beştir. Başka bir rivayette onların, altmış binin üzerinde oldukları belirtiliyor. Yine İbn Mes'ûd'dan naklen verdiğimiz bir haberde efendilerinin ismi Verdan olarak geçiyor. Onların üç yüz kişi oldukları da söylenmiştir. İkrime'den gelen rivayette ise sayıları on iki bin olarak verilmektedir. Sayıların farklılığı, cinlerin Hz. Peygambere (s.a.) gelişte rinin birçok kez tekrarlandığının delili olmalıdır. Buna delâlet eden haberlerden birisi de Buhârî'nin Sahîh'inde vermiş olduğu şu rivayettir: Buhârî'nin Yahya İbn Süleyman kanalıyla... Abdullah îbn Ömer'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Ömer'in: Ben şunu şöyle şöyle sanıyorum, deyip de onun zannettiği gibi olmamış hiç bir şey işitmedim. Ömer İbn Hattâb bir gün otururken güzel yüzlü bir adam yanlarına geldi. Şunun hakkındaki zannım yanlış çıktı —veya: Şu adam Câhiliye dönemindeki dini üzeredir, veya: Bu, onların kâhinleri idi— bu adamı bana getirin, dedi. Adam çağrıldı ve Hz. Ömer sözlerini o adama tekrarladı da adam: Müslüman bir adamın bugünkü gibi karşılandığını hiç görmemiştim, dedi. Hz. Ömer: Ancak senin vereceğin haberle hakkında kesin karâr verebileceğim, dedi. Adam: Ben Câhiliye döneminde onların kâhinleri idim, dedi. Hz. Ömer: Senin perinin getirmiş olduğu ne kadar şaşılacak şeydi, dedi de adam şöyle anlattı: Bir gün ben çarşıda iken perim bana geldi. Yüzünde korku ifâdeleri görüyordum. Cinlerin, hayrete ve zaaftan sonra ümitsizliğe düştüğünü, genç develere ve eğerlerine yapıştığını görmez misin? dedi. Hz. Ömer: Doğru söylemiş, deyip şöyle devam etti: Ben onların tanrıları yanında uyurken birden bir adam bir buzağı getirip boğazladı. O zamana kadar daha gür seslisini hiç işitmediğim birisi bağırarak: Ey Celin, başarıya ulaşacak bir iş, fasih dilli bir adam: «Allah'tan başka ilâh yoktur.» diyor, diye nida etti. Kavim yerlerinden sıçradı. Ben: Arkasında ne olduğunu öğreninceye kadar yerimden ayrılmayacağım, dedim. Sonra yine nida etti: Ey Celîh, başarıya ulaşacak bir iş, fasîh dilli bir adam: «Allah'tan başka ilâh yoktur» diye bağırıyor. Ben kalktım ve çok geçmeden: Bu; peygamberdir, denildi. Buhârî'nin ifâdeleri böyledir. Beyhâkî ise, hadîsi İbn Vehb kanalıyla yukardakine benzer bir şekilde rivayet edip der ki: Bu rivayetin zahiri bizzat Hz. Ömer'in boğazlanan buzağıdan çıkan sesi işittiği izlenimini vermektedir. Hz. Ömer'in İslâm'a girişi ile ilgili olarak yine Ömer'den rivayet edilen zayıf bir haberde de bu açık olarak geçmektedir. Diğer rivayetler ise rü'yâyı gören ve bu sözleri işittiğini haber verenin, o kâhin olduğuna delâlet etmektedir. En doğrusunu Allah bilir. Beyhâkî'nin bu sözleri doğrudur. Ve o adamın ismi, Sevâd İbn Kâ-rib'dir. Ben bunları Hz. Ömer (r.a.)in Sîret'inde genişçe anlattım. Olayı öğrenmek isteyenler oraya baksınlar. Allah'a hamdederiz.
Beyhâkî der ki: Sevâd İbn Kârib hadîsi: —Sevâd ibn Kârib'in sa-hîh hadîste ismi verilmeyen kâhin olması doğruya yakın görünüyor.— bize Ebu Kasım Hasan İbn Muhammed İbn Habîb'in işiterek... Berâ (İbn Âzib) dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ömer İbn Hattâb insanlara Allah Rasûlü (s.a.)nün minberi üzerinde hutbe okurken: Ey insanlar, içinizde Sevâd İbn Kârib var mı? diye sordu. O sene kendisine kimse cevab vermedi. Bir sonraki sene Hz. Ömer yine: Ey insanlar, içinizde Sevâd İbn Kârib var mı? diye sordu. Ben: Ey mü'minlerin emîri, Sevâd İbn Kârib kimdir? diye sordum. Hz. Ömer: Sevâd îbn Kârib'in müslü-manlığınm başlangıcı garip bir şeydir, dedi. Bizler bu durumda iken birden Sevâd tbn Kârib göründü. Hz. Ömer ona: Ey Sevâd, İslâm'a girişinin başlangıcını bize anlat, nasıl olmuştu? dedi. Sevâd şöyle anlattı: Ben Hindistan'a gitmiştim. Benim gaibten haber veren bir cinnim vardı. Bir gece uyurken bana geldi ve : Kalk, anla, eğer aklın varsa aklını kullan. Luay İbn Ğâlib oğullarından bir rasûl gönderildi, dedi. (...) Sonra beni uyandırıp korkuttu ve: Ey Sevâd İbn Kârib, şüphesiz Allah bir peygamber gönderdi. Kalk ona git, hidâyete ve rüşde erersin, dedi. İkinci gece olduğunda bana gelip yine uyandırdı. (...) Üçüncü gece olduğunda tekrar bana gelip yine uyandırdı. (...) Peşpeşe üç gece aynı şeyi işitince, kalbime Allah'ın dilemesiyle Allah Rasûlü (s.a.)nün tebliğ ettiği, İslâm'ın sevgisi düştü. Göçümü binitime yükledim ve durup dinlenmeden Hz. Peygambere geldim. Onu şehirde —yani Mekke'de— buldum. İnsanlar çevresinde at yelesi gibiydiler. Hz. Peygamber (s.a.) beni görünce: Merhaba ey Sevâd İbn Kârib. Sana gelenin kim olduğunu elbette biz bilmişizdir, buyurdu. Ey Allah'ın elçisi, bir şiir söyledim, dinler misin? deyip şiirimi okudum. Allah Rasûlü (s.a.) o kadar güldü ki küçük azı dişleri göründü. Bana: Felaha erdin ey Sevâd, buyurdu. Hz. Ömer Sevâd'a: Sana ğâibden haber veren o cin şimdi de sana geliyor mu? diye sordu da Sevâd şöyle cevab verdi: Kur'ân okuduğumdan beri bana gelmiyor. Allah'ın kitabı, cinlere ne güzel bedeldir. Beyhâkî bu haberi diğer iki kanaldan müsned olarak da rivayet etmiştir.
Cinlerin Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra elçi olarak geldiklerine delâlet eden haberlerden birisi de Hafız Ebu Nuaym'm De-lâil en-Nübüvve adlı kitabında rivayet etmiş olduğu şu hadîstir: Bize Süleyman îbn Ahmed'in... Amr İbn Ğaylân es-Sekafî'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Abdullah İbn Mes'ûd'a geldim ve: Bana nakledildiğine göre sen, cinlerin elçilerinin geldiği gece Allah Rasûlü (s.a.) ile berabermişsin öyle mi? diye sordum. Evet, dedi. Durumu nasıldı, bana haber ver, dedim de şöyle anlattı: Suffe ehlinden her birerini birer kişi akşam yemeği yedirmek üzere alıp gitmişti. Beni kimse götürmemiş bir köşede kalmıştım. Allah Rasûlü (s.a.) benim yanıma uğradı ve: Bu da kimdir? diye sordu. Ben: İbn Mes'ûd'um, dedim. Sâna akşam yemeği yedirmek üzere kimse götürmedi mi? diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Gel, belki sana bir şey bulurum, dedi. Birlikte gittik, Ümmü Seleme'nin odasına gelince, beni bıraktı ve ailesinin yanma girdi. Sonra bir câriye çıkıp: Ey İbn Mes'ûd: Allah Rasûlü sâna akşam yemeği için bir şey bulamadı, yatacağın yere dön, dedi. Mescide döndüm, mescidin çakıllarını bir araya toplayıp yastık yaptım, elbiseme bürünüp yattım. Orada çok kalmadan câriye tekrar geldi ve: Allah Rasûlünün davetine icabet et, dedi. Peşine düştüm. Akşam yemeği bulacağımı umuyordum. Daha önce durmuş olduğum yere ulaştığımda Allah Rasûlü (s.a.) çıktı. Elinde küçük bir hurma dalı vardı. Palı göğsüme doğru uzatıp: Benim gideceğim yere benimle beraber sen de gelir misin? diye sordu. Ben: Allah'ın dilediği olur, dedim. Bu sorusunu üç kere tekrarladı,her seferinde ben: Allah'ın dilediği olur, diyordum. Allah Rasûlü gitti, ben de onunla beraber gittim. Nihayet Bakî el-Ğarkad'a ulaştık. Asası ile yere bir çizgi çekti sonra: Burada otur, ben sana gelinceye kadar yerinden ayrılma, buyurdu. Sonra yürüyerek gitti. Hurmaların arasından ona bakıyordum. Nihayet onu göremeyeceğim bir yere varınca siyah bir toz bulutu kalktı. Ben korktum ve kendi kendime: Allah Rasûlü (s.a.)ne kavuşayım. Öyle sanıyorum ki Allah Rasûlü (s.a.)nü öldürmek üzere Hevâzin kabilesi ona bir tuzak hazırladı. Evlere koşayım ve insanlardan yardım isteyeyim, dedim. Allah Rasûlü (s.a.)nün bana, bulunduğum yerden ayrılmamamı tavsiye ettiğini hatırladım. Bir de işittim ki Allah Rasûlü (s.a.) onlara asâsıyla vuruyor ve oturun, buyuruyor. Onlar da oturdular. Tâ şafak sökmesi yak-laşıncaya kadar. Sonra kalktılar, dağılıp gittiler. Allah Rasûlü (s.a.) benim yanıma geldi ve: Arkamdan uyudun mu? buyurdu. Ben: Hayır, fakat birinci seferinde korktum. Evlere gidip insanlardan yardım istemeyi bile düşündüm. Sonunda senin onlara asanla vurduğunu işittim. Allah Rasûlü (s.a.)nü öldürmek üzere hevâzinlilerin bir tuzak hazırladıklarım sanmıştım, dedim. Hz. Peygamber: Şayet o halkanın dışına çıkmış olsaydın onlardan birisinin seni kapmayacağından emîn olamazdın. Onlardan bir şey gördün mü? buyurdu. Ben: Beyaz elbiseler giyinmiş siyah adamlar gördüm, dedim. Allah Rasûlü: Onlar, Nusaybin'li cinlerin elçisiydi. Bana gelip kendileri için azık, hayvanları için yiyecek istediler. Çürümüş ve rengi değişmiş kemiği veya deve, sığır ve koyun pisliğini onlara yiyecek olarak verdim, buyurdu. Ben: Bunlar cinlere yeter mi? diye sordum da şöyle buyurdu: Onlar bir kemik bulduklarında, yendiği gündeki etini üzerinde bulacaklar. Bir pislik bulduklarında yenmiş olduğu gündeki taneleri içinde bulacaklar. Sizden hiç kimse kemik ve pislikle taharetlenmesin. Bu hadîsin isnadı gerçekten garîbdir. İsnadı içinde ismi verilmeyen mübhem bir kişi vardır.
Hafız Ebu Nuaym'ın Bakıyye İbn Velîd kanalıyla... Zübeyr İbn Av-vâm'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) Medine mescidinde bize sabah namazını kıldırdı. Namazdan sonra: Bu gece cinlerin elçilerine uğrayacağım hanginiz peşimden gelir? buyurdu. Kavim üç kere tekrarlanan bu soru karşısında sustu. Allah Rasûlü (s.a.) benim yanıma gelip elimi tuttu. Onunla* beraber yürümeye başladım. Nihayet arkamızda Medine dağları tamamen görünmez oldu ve biz açık bir arazîye geldik. Bir de baktım ki mızraklar gibi upuzun adamlar; elbiselerini ayaklarının önünden geçirerek giyinmişler. Onları gördüğümde beni şiddetli bir titreme kapladı... Zübeyr tbn Avvâm, biraz önce geçen İbn Mes'ûd hadîsine benzer şekilde hadîsin devamını anlatmıştır. Bu da garîb bir hadîstir. En doğrusunu Allah bilir. Cinlerin elçileri ile ilgili rivayet edilen hadîslerden birisi de Hafız Ebu Nuaym'ın rivayet etmiş olduğu şu hadîstir : Bize Ebu Muhammed İbn Hayyâm'ın... İbrahim'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Abdullah'ın arkadaşlarından bir grup hac için yola çıkmışlardı. Biraz gidince yolda kıvrılan beyaz bir yılan gördüler. Ondan misk kokusu çıkıyordu. Ben arkadaşlarıma : Siz gidin. Bu yılanın akıbetinin ne olacağını görmeden yerimden ayrılmayacağım, dedim. Çok geçmeden yılan öldü. Yılanın ölüsünü beyaz bir hırkaya sardım, yoldan uzaklaştırıp gömdüm ve akşam yemeği yemek için konakladıkları yerde arkadaşlarıma ulaştım. Allah'a yemîn ederim ki, biz orada otururken birden bire Batı tarafından dört kadın geldi. Onlardan birisi : Hanginiz Amr'ı gömdü? diye sordu. Biz: Amr da kim? dedik. Yılanı hanginiz gömdü? diye sordu, ben; Ben gömdüm, dedim. Kadın dedi ki: Allah'a yemîn ederim ki sen çok oruç tutan, gece çokça kıyamda duran birisini gömdün. Allah'ın inzal buyurduğu ile emrederdi. Peygamberinize îmân etmiş ve peygamber olarak gönderilmezden dört yüz sene önce gökten onun sıfatını işitmişti. Adam şöyle anlatıyor: Allah'a hamdettik, sonra yolumuza devam edip haccettik. Daha sonra Medine'de Ömer İbn Hattâb'a uğrayıp bu yılanın durumunu ona haber verdim de şöyle dedi: O kadın doğru söylemiş. Allah Rasûlü (s.a,) nün: Ben peygamber olarak gönderilmezden dört yüz sene önce bana îman etmiştir, buyurduğunu işittim. Bu da gerçekten garîb bir hadîstir. En doğrusunu Allah bilir. Ebu Nuaym der ki: Bu hadîsi Sevrî de... Sakîf kabilesinden birisinden yukardakine benzer şekilde rivayet etmişti. Abdullah İbn Ahmed ve Zahrânî'nin Safvân İbn Muattardan rivayetlerine göre arkadaşları arasından ayrılarak o yılanı bekleyip gömen kendisi imiş. Onlar şöyle derlermiş: Şüphesiz o cin, Allah Rasûlü (s.a) ne gelerek Kur'ân dinleyen dokuz cinnin sonuncusudur. Yine Ebu Nuaym'ın Leys İbn Sa'd kanalıyla... Muâz İbn Ubeydullah İbn Ma'mer'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Ben Osman İbn Affân'ın yanında oturuyordum. Birisi geldi ve: Ey Mü'minlerin emîri, ben çorak bir arazîdeydim. Birisi dövüşen iki yılan gördüğünü, sonra birinin diğerini öldürdüğünü anlattı. Yılanların dövüştüğü yere gittim ve orada öldürülmüş birçok yılan gördüm. Bir de baktım ki birisinden misk kokusu geliyor. Birer birer koklamaya başladım ve nihayet bu kokunun ince, san bir yılandan geldiğini gördüm. Onu sarığıma sardım ve gömdüm. Yolda yürürken birisi şöyle seslendi; Ey Allah'ın kulu, şüphesiz sen hidâyete er-dirildin. Cinlerden Eş'îbân ve Ukayş oğulları adındaki iki kabile karşı karşıya gelip vuruştular ve gördüklerin öldü. Senin gömdüğün de şehîd oldu. O, Allah Rasûlü (s.a.)nden vahiy dinleyenlerdendi. Hz. Osman o adama dedi ki: Eğer doğru söylüyorsan gerçekten garîb bir şey görmüşsün. Şayet yalancı isen yalanının vebali de senin üzerinedir.
Allah Teâlâ: «Hani Kur'ân dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca demişlerdi ki: Susun.» buyurur ki bu, cinlerin Kur'ân'ı edeble dinlediklerine delâlet eder. Hafız Beyhâkî der ki: Bize Ebu Tayyib Sehl İbn Muhammed İbn Süleyman'ın... Câbir İbn Ab-dullah'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) Rahman sûresini sonuna kadar okudu, sonra da : Ne oluyor, sizi suskun görüyorum? Hiç şüphesiz cinler sizden çok daha güzel cevab vermişlerdi. «Rabbmızın nimetlerinden hangisini yalan sayabilirsiniz?» âyetini onlara her okuyuşumda: Rabbımız, Senin nimetlerinden hiç birisini yalan saymayız, hamd Sanadır, demişlerdi, buyurdu. Hadîsi Tirmizî tefsir bahsinde Ebu Müslim Abdurrahmân İbn Vâkıd'dan, o da Velîd İbn Müslim'den rivayet etmiştir. Buna göre Allah Rasûlü (s.a.), ashabının yanına çıkıp onlara Rahman sûresini okumuş ve râvî hadîsin devamını zikretmiştir. Tirmizî, hadîsi rivayetten sonra der ki: Hadîs garîbdîr. Sadece Velîd kanalıyla Züheyr'den rivayetini biliyoruz. Beyhâkî hadîsi ayrıca Mervân îbn Muhammed kanalıyla Züheyr İbn Mu-hammed'den yukardaki gibi rivayet etmiştir. (...)
«Kur'ân tamâm olunca...» Allah Rasûlü onlara Kur'ân okumayı bitirince her biri birer uyancı olarak kavimlerine dönmüşler, kavimlerine döndüklerinde Allah Rasûlü (s.a.)nden işittikleri ile onları uyarmışlardı. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Her topluluktan bir taifenin dinini iyi Öğrenmek ve kendisine döndüklerinde kavmini uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi? Olur ki kaçınırlar.» (Tev-be, 122). Cinler içinde uyarıcılar bulunmakla beraber peygamberler olmadığına bu âyet-i kerîme delil getirilir. Şüphesiz Allah cinlerden peygamber göndermemiştir. Şu âyet-i kerîme'ler buna delâlet etmektedir : «Senden önce gönderdiğimiz elçiler de ancak kasabalar halkından, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkeklerdi.» (Yûsuf, 109), «Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi.» (Furkân, 20), «Soyundan gelenlere kitâb ve peygamberlik verdik». (Ankebût, 27). Allah Teâlâ'mn Hz. İbrahim'den sonra göndermiş olduğu her peygamber onun zürriyetinden ve sülâlesinden-dir. Allah Teâlâ'mn En'âm süresindeki «Ey cin ve insan topluluğu, içinizden peygamberler gelmedi mi?» (En'âm, 130) âyetine gelince; burada maksad, her iki cinsin toplamıdır ve hitap bu iki cinsten birisi için doğrudur ki onlar da insanlardır. «Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar.» (Rahman, 22) âyetinde iki deniz zikredilmekle beraber bunlardan birisi kasdedilmektedir. Daha sonra Allah Teâlâ cinlerin kavimlerini nasıl uyardıklarını açıklayıp onlardan haber vererek şöyle buyurur: «Ve demişlerdi ki: Ey kavmimiz, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen ve
kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve doğru yola hidâyet eden bir kitab dinledik.» Onlar Hz. İsa'yı zikretmemişlerdir. Zîrâ Hz. îsâ (a.s.)ya indirilen İncil'de öğütler, kalbi yumuşatıcı sözler ve bir miktar da haram ve helâl kılmalar vardı. Aslında İncil, Tevrat şeriatını bir tamamlayıcı gibidir. O halde esâs Tevrat'tır. Bu sebepledir ki onlar: «Musa'dan sonra indirilmiş olan...» demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.) Cibrîl'in ilk defa kendisine indiğini haber verdiğinde Varaka İbn Nevfel de benzer ifâdeleri kullanmış ve : Ne kadar güzel. Bu, Musa'ya- gelmiş olan Nâ-musdur. Ah keşke ben o zaman genç olsaydım, demişti.
«Kendinden öncekileri (peygamberlere indirilmiş olan kitabları) doğrulayan, hakka ve doğru yola hidâyet eden bir kitab dinledik.» Cinlerin «Hakka ve doğru yola hidâyet eden bir kitab dinledik.» sözleri şöyle açıklanabilir: î'tikâd bakımından hakka ve ameller bakımından dosdoğru yola ileten bir kitab dinledik. Çünkü Kur'ân iki hususu içine alıyor: Haber ve taleb. Şüphesiz onun haberi doğrudur, istekleri de adalettir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde: «Rabbının sözü; doğruluk ve adalet yönünden tâm kemâlindedir.» (En'âm, 115). «Rasûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur.» (Tevbe, 33) buyurur ki, buradaki hidâyet; faydalı ilim, hak din ise sâlih ameldir. Cinler de aynı şekilde: «(İnançlarda) hakka, (amellerde) doğru yola hidâyet eden bir kitab dinledik.» demişlerdir. «Ey kavmimiz: Allah'ın davetçisine uyun.» âyeti Hz. Muhammed'i Allah Teâlâ'nın insan ve cinler dünyasına peygamber olarak gönderdiğine delâlet eder. Zîrâ Hz. Peygamber onları Allah'a davet etmiş, her iki gruba birden hitabı, teklifi, vaad ve tehdidi içeren Rahman sûresini onlara okumuştur. Bu sebepledir ki onlar: «Allah'ın davetçisine uyun. Ona îmân edin.» demişlerdir.
«Ki sizin günâhlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi elîm bir azâbdan (koruyup) kurtarsın.» Cinlerin inananlarının cennete giremeyecekleri görüşünde olan âlimler bu âyeti delil getirirler. Buna göre cinlerin sâlihlerinin mükâfatı kıyamet günü cehennem azabından kurtarılmaktır. Bu görüşte olanlar diyorlar ki: Bu makam; sevinme, ferahlık ve mübalâğa makamıdır. Şayet îmânları sebebiyle onların bundan daha yüksek mükâfatları olsaydı herhalde bunu da zikrederlerdi. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam'ın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Cinlerin mü'minleri cennete girmeyecektir. Zîrâ onlar, İblîs zürriyetindendir ve İblîs'in zürriyeti cennete girmeyecektir.
Gerçek ise cinlerin mü'minlerinin insanların mü'minleri gibi cennete gireceğidir. Nitekim Seleften bir cemâatin mezhebi budur. Seleften bazıları bu görüşlerine «Onlara, daha önce insan da cin de dokun-mamıştır.» (Rahman, 74) âyetini delil getirirlerse de, bu âyet-i kerî-me'nin delil getirilmesi şüphelidir. Bundan daha da güzeli Allah Teâlâ'nın: «Rabbına karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Öyleyken Rabbınızın nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (Rahman, 46-47) âyetleridir. Allah Teâlâ.bu âyet-i kerîme'lerde insanlar ve cinler âlemine; içlerinden ihsan sahibi olanların mükâfatı cennet olmak üzere nimet bahşettiğini haber vermektedir. Cinler bu âyet-i kerîme'yi insanlardan daha da belîğ olarak sözlü şükürle karşılajnışlar ve: Rabbımız, Senin nimetlerinden hiç bir şeyi yalanlamayız, liamd Sanadır, demişlerdi. Allah Teâlâ, onlar için gerçekleşmesi imkânsız bir mükâfatı onlara bahşettiğini haber verecek değildir. Cinlerin kâfirlerinin cehennemle cezalandırılması adalet makamı olarak bir gerçekse, lütuf makamı olarak inananlarının cennetle mükâf âtlandırılması elbette daha doğru olur. Ayrıca «Muhakkak ki îmân edip sâlih ameller işleyenlerin konakları; Firdevs cennetleridir.» (Kehf, 107) âyetinin umûmî olan mânâsı da buna delâlet etmektedir. Buna benzer başka âyetler de vardır ki, ben bu konuya başlı başına bir cüz' tahsis ettim. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur. Allah Teâlâ, kendisi için yaratılan varlıkları ihata edecek şekilde büyüyecek olan cenneti var etmiştir; îmân edip sâlih amel işleyenleri oraya niçin koymasın? Ayrıca îmânlarına karşılık günâhlarının örtülmesi ve elîm azâbdan kurtulmaları zikredilmektedir. Elbette ki bu Özellik cennete girmeyi gerektirir. Zîrâ ahirette cennet ve cehennemden başka bir şey yoktur. O halde kim cehennemden kurtarılmışsa, şüphesiz o cennete girmiştir. Cehennemden kurtarıldığı halde cinlerin mü'-minlerinin cennete girmeyeceklerine dâir Sâri' Teâlâ'dan bize gelmiş sarih ve zahir bir nass yoktur. Şayet bu hususta sahih nasslar olsaydı, biz onlara göre fetva verirdik. En doğrusunu Allah bilir. Meselâ Hz. Nuh (a.s.) kavmine: «Tâ ki günâhlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin.» (Nûh, 4) demişti. Onun kavminin mü'minlerinin cennette olduğunda hiç bir ihtilâf yoktur. O halde cinlerin mü'minleri de onlar gibidir. Cinlerin mü'minleri hakkında garîb sözler nakledilir : Ömer İbn Abdülazîz'den rivayete göre onlar, cennetin ortalarına giremeyecek; cennetin çevresinde, kıyılarında ve dış kısmında olacaklarmış.' İnsanlardan bazıları da cennette âdemoğullarının cinleri görebileceğini, dünyada olanın aksine onların âdemoğullarını göremeyeceğini sanmıştır. Bazıları da derler ki: Cinlerin mü'minleri cennette yeyip içmeyecekler. Meleklerde olduğu gibi yeme içmeye bedel olarak onlara tesbîh, hamdetme ve Allah'ı takdîs etme ilham olunacaktır. Zira onlar da melek türündendirler. Bütün/bu sözler şüphelidir ve bunların delilleri de yoktur.
Sonra Allah Teâlâ, yine cinlerden haber vererek buyurur ki: «Allah'ın davetçisirje uymayan kimse bilsin ki; yeryüzünde Allah'ı âciz bırakamaz.» Allah'ın kudreti onu çepeçevre kuşatmıştır. «Ve onun için Allah'tan başka velîler de bulunmaz.» Onları Allah'tan hiçkimse koruyamayacaktır, «îşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.» Burası da tehdîd ve korkutma makamıdır. Onlar, kavimlerini müjdeleme ve korkutma ile Allah'a davet etmişlerdir. Bu sebepledir ki bu davet onların birçoğuna te'sîr etmiş ve daha önce açıkladığımız üzere cinler, hey'etler halinde Allah Rasûlü (s.a.)ne gelmişlerdir.9
İzahı17
İzahı
33 — Görmezler mi ki; gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah, ölüleri de diriltmeye kadirdir. Evet O, muhakkak her şeye kadirdir.
34 - O küfredenler ateşe sunuldukları gün: Nasıl, bu gerçek değil miymiş? denildiğinde: Rabbımıza andolsun ki, evet gerçekmiş, derler. O da: Şu halde küfrettiğinizden dolayı tadın azabı, der.
35 — Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar için acele etme. Onlar vaad-olunduklannı gördükleri gün; sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Fâsıklar güruhundan başkası helak edilir mi hiç?
Kâfirler Ateşe Sunuldukları Gün. 17
Kâfirler Ateşe Sunuldukları Gün
Allah Teâlâ buyuruyor ki: Kıyamet günü yeniden diriltilmeyi inkâr eden, kıyamet günü cesedlerin dirilip kalkacağını uzak gören kimseler görmezler mi ki, gökleri ve yeri yaratan ve onlan yaratmaktan yorulmayan, onların yaratılması zâtına meşekkat vermeyen, aksine onlara «Olun» dediğinde karşı durmaksızın, muhalefet etmeksizin, isteyerek, Allah'ın emrine icabet eden ve itâatla oluveren emir sahibi Allah, ölüleri de diriltmeye kadir değil midir? Nitekim başka bir âyetti kerîme'de: «Elbetteki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ne var ki insanların çoğu bilmezler.» (Ğâfir, 57) buyrulurken, aynı sebeple burada da: «Evet O, muhakkak her şeye kadirdir.» buyurmuştur.
Allah Teâlâ küfredenleri tehdîdle şöyle buyurur: «O küfredenler ateşe sunuldukları gün: Nasıl, bu gerçek değil miymiş? (Bu sihir miymiş? Yoksa siz mi görmüyordunuz?) denildiğinde; Rabbımıza andolsun ki, evet gerçekmiş, derler (ve itiraf etmekten b^şka bir çâre bulamazlar.) O da: Şu halde küfrettiğinizden dolayı ta'dın azabı, der.» Daha sonra Allah Teâlâ, kavminden kendini yalanlayanların yalanlamasına karşı Rasûlüne sabrı emrederek şöyle buyurur: «Peygamberlerden azim sahibi olanların, (kavimlerinin yalanlamasına) sabrettiği gibi sen de sabret.» Ülü'1-Azm peygamberlerin sayısında ihtilâf edilmiştir. Meşhur olan kavle göre onlar; Nuh, İbrahim, Mûsâ, îsâ ve bütün peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed (s.a.)dir. Diğer peygamberler içinde bunların isimlerini Allah Teâlâ Ahzâb ve Şûra sûrelerindeki iki âyet-i kerîme'de belirtmiştir. Ülü'1-Azm peygamberlerden maksadın bütün peygamberler olması da muhtemeldir. Buna göre peygamberler kelimesinin başında bulunan edatı cinsin beyânı içindir. En doğrusunu Allah bilir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Muhammed İbn Haccâc el-Hadramî'nin... Mesrûk'dan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Hz. Âişe bana dedi ki: Allah Rasulû (s.a.) oruç tuttu, sonra bu orucu bir sonraki güne ekledi. Oruç tutmaya devam etti sonra bu orucu bir sonraki güne ekledi ve sonra oruçlu olmakta devam etti (Üç gün peşpeşe visal orucu tuttu) ve buyurdu ki ey Âişe, şüphesiz dünya, Muhammed'e ve Muhammed ailesine yaraşmaz. Ey Âişe, şüphesiz Allah Teâlâ Ülü'1-Azm peygamberlerden dünyanın mekruhlarına ve sevilen şeylerine sabırdan başkasına razı olmadı. Benden de onlara yüklediğini yüklemekten ve mükellef tutmaktan başka bir şeye razı olmuş değildir. «Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.» buyurdu. Allah'a yemîn ederim ki ben, onların sabrettiği gibi mutlaka sabredeceğim. Kuvvet ancak Allah iledir.
«Onların başına azabın ve cezalandırılmanın acele gelmesini isteme.» âyet-i kerîmesi Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Varlık sahibi olup da seni yalanlayanları Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.» (Müzzemmil, 11), «Sen inkarcılara mühlet ver, onlara mukabeleyi biraz geri bırak.» (Târik, 17).
«Onlar, va'dolunduklarım gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarım sanırlar.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.» (Nâziât, 46). «O gün, Allah onları sanki dünyada gündüzün sadece bir saat kalmışlar gibi toplayınca; birbirlerini tanırlar. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar hem ziyana uğramışlardır. Onlar hidâyete er misler de değillerdi.» (Yûnus, 45).
«Bu bir tebliğdir.» âyet-i kerîme'sinde İbn Cerîr iki ihtimâl zikreder: Birinci ihtimâle göre anlam: Onların dünyada kalmaları bir tebliğ kalışıdır. İkinci ihtimâle göre ise anlam: Bu Kur'ân bir tebliğdir şeklindedir. «Fâsıklar güruhundan başkası helak edilir mi hiç?» Bu, Allah Te-âlâ'mn adaleti gereğidir ki O, azaba müstehak olanlardan başkasına elbette azâb edecek değildir.10