Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Duhan

1 / 9

Mübarek Gecede İndirdik Onu. 2

Mübarek Gecede İndirdik Onu

Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'i mübarek bir gecede indirdiğini haber veriyor ki, o gece Kadir gecesidir. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'-de . «Şüphesiz Biz onu Kadir gecesinde indirdik.» (Kadir, 1) buyur­muştur. Bu gece de Ramazân aynıdadır. Nitekim bu, «Ramazân ayı; öyle bir aydır ki, Kur'ân o ayda indirilmiştir.» (Bakara, 185) âyet-i ke-rîme'sinde de belirtilmektedir ve biz bu konudaki hadîs-i şerifleri bu­rada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde Bakara sûresinde vermiştik. İkrime'den rivayet edildiği üzere bu gecenin Şa'bân ayının 15 inci ge­cesi olduğunu söyleyenlerin sözünün hiç bir faydası yoktur. Zîrâ Kur'-ân'ın metni bu gecenin Ramazân'da olduğunu belirtmektedir. Abdul­lah İbn Salih'in Leys kanalıyla... Osman İbn Muhammed İbn Muğîre'-den rivayet ettiği ve Allah Rasûlü (s.a.)nün: Eceller Şa'bân'dan Şa'bân'a kesilir. Hattâ adı ölüler içinde çıkarılmışken kişi evlenir ve çocuğu olur, buyurduğu hadîs mürsel olup böyle bir hadîs kesin hüküm bildiren nass-lara muarız kabul edilemez.

«Doğrusu Biz uyarıcı idik.» Kullarına karşı Allah'ın hücceti bulun­sun diye şer'an kendilerine fayda ve zarar verecek şeyleri insanlara öğrettik. «Ki onda her hikmetli iş ayrılır.» Kadir gecesinde o senenin işleri, o senede olacak eceller ve rızıklar, sene sonuna kadar vuku bula­caklar Levh-i Mahfûz'dan ayrılıp yazıcılara intikâl eder. Bu açıklama İbn Ömer, Ebu Mâlik, Mücâhid, Dahhftk ve Seleften birçoklanndan rivayet edilmiştir.

«Ki onda her hikmetli (sağlam, değiştirile'meyecek) iş ayrılır. Katı­mızdan bir emirle.» Bütün olacaklar, Allah Teâlâ'nın takdir buyurup vahyettikleri ile, O'nun emri, izni ve ilmi iledir. «Muhakkak ki Biz, pey­gamber gönderenleriz.» Şüphesiz Biz insanlara'Allah'ın apaçık âyetleri­ni okuyan bir elçi göndermekteyiz. Buna şiddetle ihtiyâç vardır. Bu se­beple şöyle buyurur: «Rabbından bir rahmet .olarak. Gerçekten O; Se-mî', Alîm olanın kendisidir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanla­rın Rabbından.» Bu Kur'an'ı indiren; göklerin ve yerin Rabbı, yaratı­cısı, hem gökle yerin ve hem de onlarda bulunanların sahibidir. «Şayet kesin olarak inanıyorsanız. O'ndan başka ilâh yoktur. Diriltir ve Öldü­rür. Sizin de Rabbınızdır, sizden önceki atalarınızın da Rabbıdır.» Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «De ki: Ey insanlar; ben gerçekten göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, O'ndan başka hiç bir tanrı bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.» (A'râf, 158).1

9 — Hayır, onlar şüphededirler de bunu eğlenceye alırlar.

10 — Öyleyse sen gözle. Göğün açıkça bir duman çı­karacağı gün,

11 — İnsanları bürüyecektir. Bu; elîm bir azâbdır.

12 — Rabbımız, bu azâbi bizden kaldır. Doğrusu biz ar­tık .inü'minleriz.

13 — Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçe­ği açıklayan bir peygamber gelmişti.

14 — Ondan yüz çevirmişler; belletilmiş delinin biri, demişlerdi.

15 — Biz, az bir süre için azabı kaldıracağız. Ama siz, eski halinize döneceksiniz.

16 — Onları çarptıkça çarpacağımız gün, şüphesiz in­tikam alırız.

Göğün Duman Çıkaracağı Gün. 3

Göğün Duman Çıkaracağı Gün

Allah Teâlâ bu âyet-İ kerîmelerde buyurur ki: Hayır; bu müşrikler şüphe içinde eğlenmektedirler. Apaçık gerçek onlara gelmişken onlar bunun hakkında şüphe etmekte ve onu tasdik etmemektedirler. Peşin­den Allah Teâlâ onları tehdîdle : «Öyleyse sen gözle. Göğün açıkça bir duman çıkaracağı günü.» buyurur. Süleyman İbn Mihrân el-A'meş/in Ebu Duhâ Müslim îbn Sabîh'ten, onun da Mesrûk'dan rivayetine gö­re; o, şöyle anlatıyor: Kinde kapılan yanından Küfe mescidine girdik. Orada çevresindekilere kıssa anlatan bir adamla karşılaştık: Şöyle ko­nuşuyordu: Göğün gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu duman nedir biliyor musunuz? Bu duman kıyamet günü gelecek; mü­nafıkların kulaklarını ve gözlerini hasta edecek, bu duman sebebiyle mü' minler nezleye tutulmuş gibi olacaklardır. Biz, îbn Mes'ûd'a gelip bunu kendisine anlattık. Uzanmış yatıyordu. Şöyle bir silkindi, oturdu ve şöyle dedi: Şüphesiz Allah Teâlâ sizin peygamberinize: De ki: Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben, zorlayanlardan da deği­lim, buyuruyor. Kişinin bilmediği şey için: «En doğrusunu Allah bilir.» demesi de ilimdendir. Size bunu haber vereceğim: Kureyşliler İslâm'a girmekte gecikip Allah RasûlÜ (ş^u)ne karşı geldiklerinde; Allah Ra-sûlü, onlar hakkında Hz. Yûsuf'un kıtlık seneleri gibi kıtlık senelerine dûçâr kalmaları için duâ etti.. Başlarına öyle bir darlık ve açlık geldi ki sonunda kemik ve ölü eti yemeye, gözlerini göğe kaldırıp bakmaya baş­ladılar, dumandan başka bir şey göremediler. Başka bir rivayette şöyle deniliyor: Kişi göğe bakmaya başlardı da, içinde bulunduğu sıkıntıdan kendisi ile gök arasını duman gibi görürdü. Allah Teâlâ buyurur ki: «Öyleyse sen gözle. Göğün açıkça bir duman çrimracağı gün, insanları bürüyecektir. Bu; elîm bir azâbdır.» Allah Rasûlü (s.a.)ne gelindi « Ey Allah'ın elçisi, Mudar için Allah'tan yağma* Ute* $üpheste Htûdar kabilesi helak olmuştur, denildi. Allah Rasûlü onlar için yağmur dua­sında bulundu da onlara yağmur yağdırıldı. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Biz, az bir süre için azabı kaldıracağız. Ama siz, eski halinize dönecek­siniz.» âyetini indirdi. İbn Mes'ûd der ki: Allah Teâlâ kıyamet günü on­lardan azabı kaldıracak; sıkıntıları zail olup refaha ulaşınca eski halle­rine dönecekler. Allah Teâlâ: «Onları çarptıkça çarpacağımız gün, şüp­hesiz intikam alırız.» âyetini indirdi ki burada da Bedir günü kasdedil-mektedir.

İbn Mes'ûd der ki: Beş şey geçmiştir: Duman, Rumların İran'lılara galabesi, Şakk-ı Kamer, Allah'ın çarptıkça çarpacağı ve azabın ulaşaca­ğı gün. Bu hadîs Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde tahrîc edilmiş olup İmâm Ahmed de Müsned'inde rivayet etmiştir. Yine bu hadîs Tirmizî ve Neseî'de tefsir bahsinde, İbn Cerîr ve İbn Ebu Hâtim'de müteaddit ka­nallardan olmak üzere A'meş'den rivayetle mevcûddur. Duman alâme­tinin olup geçtiği hususunda bu âyetin tefsirinde İbn Mes'ûd'a Mücâ-hid, Ebu'l-Âliye, İbrâhîm en-Nehaî, Dahhâk ve Atiyye el-Avfî gibi Se­leften bir cemâat da uymuştur. İbn Cerîr de bu açıklamayı tercih edi­yor.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Abdurrahmân el-A'rac'dan «Öyleyse sen gözle. Göğün açıkça bir duman çıkaracağı gün.» âyeti hak­kındaki rivayetinde o, şöyle demiştir: Bü, Mekke'nin fethi günü olmuş­tur. Bu açıklama da gerçekten garîb ve hattâ münkerdir.

Diğerleri ise diyorlar ki: Duman alâmeti henüz geçmemiştir,"aksine kıyamet alâmetlerinden biridir. Nitekim Ebu Serîha Huzeyfe İbn Esîd jel-Ğıfârî (r.a.) hadîsinde daha önce de geçtiği üzere o, şöyle anlatıyor: Biz kıyameti müzâkere ederken Allah Rasûlü (s.a.) odasından yanı­mıza çıktı ve şöyle buyurdu: Siz on alâmeti görmedikçe kıyamet kop-mayacaktır: Güneşin batıdan doğması, duman, Dâbbetü'1-Arz, Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkması, Meryemoğlu İsa'nın ve Deccâl'in çıkışı, biri Do-ğu'da, biri Batı'da ve biri de Arap Yarımadasında olmak üzere üç yer batması, Aden çukurundan çıkıp insanları sürecek —veya insanları toplayacak— onlar nerede gecelerlerse onlarla beraber geceleyecek, on­lar nerede öğle uykusuna yatarsa onlarla beraber öğle uykusuna yata­cak bir ateşin çıkması. Hadîsi sadece Müslim Sahîh'inde tahrîc etmiştir.

Buhârî ve MüslinVin Sahîh'lerindeki bir hadîse göre Allah Rasûlü (s.a.) İbn Sayyâd'a: Şüphesiz ben senin için bir şey sakladım, buyurmuş, îbn Seyyâd da: o dumandır, deyince Hz. Peygamber (s.a.) ona : Bırak git, sen hiç bir zaman kaderinin önünü alabilecek değilsin, buyurmuş­tu. Allah Rasûlü (s.a.) İbn Sayyâd için: «Öyleyse sen gözle. Göğün açık­ça bir duman çıkaracağı gün.» âyetini gizlemişti. Bu hadîs-i şerifte dumanın, beklenip gözlenen bir şey olduğuna, İbn Sayyâd'ın da .cinlerin dili ve kâhinlerin, usûlü ile bunu keşfedebildiğine işaret edilmektedir.

(...) Allah Rasûlü (s.a.) onun bu özelliğini ve bu bilginin şeytânı bir bilgi olduğunu farkeder etmez ona: Bırak git, elbette kaderinin önünü alabilecek değilsin, buyurmuştur.

İbn Cerir der ki: Bana İsam İbn Revvâd İbn Cerrâh'ın..'. Huzeyfe İbn Yemmân'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Kıyamet alâmetlerinin ilki Deccâl'in çıkması, Meryemoğlu İsa'nın inme­si, Aden çukurundan bir ateşin çıkıp insanları mahşere sürmesi, öğle istirâhatine çekildiklerinde onlarla beraber (öğle uykusuna yattıkları zaman onlarla beraber) kalması ve dumandır. Huzeyfe: Ey Allah'ın el­çisi, duman da nedir? diye sordu da, Allah Rasûlü (s.a.): «Öyleyse sen gözle. Göğün açıkça bir duman çıkaracağı gün insanları bürüyecektir. Bu; elîm bir azâbdır.» âyetini tilâvet buyurup şöyle devam etti: Doğu ile Batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece kalacak. Mü'min nezleye tutulmuş gibi olacak; kâfire gelince o da sarhoş gibi olacak. Duman onun burun deliklerinden, kulaklarından ve dübüründen çıkacak. İbn Cerîr der ki: Bu hadîs sahîh olsaydı, elbette bu meselede kesin bir hü­küm ifâde ederdi. Ancak ben bu hadîsin sahîh olduğuna şehâdet etmem. Çünkü hadîsin râvîlerinden olan Muhammed İbn Halef el-Askalânî ba­na nakletti ki o, bu hadîsi Süfyân'dan işitip işitmediğini Ravvâd'a sor­muş ve o; hayır, diye cevaplamış. Muhammed İbn Halef der ki: Rav­vâd'a: Bu hadîsi Süfyân'a okudun mu? diye sordum, hayır dedi. Senin hazır bulunduğun sırada ona bu hadîs okundu da sesini çıkarmadı mı? diye sordum, hayır diye cevab verdi. O halde bu hadîsi nereden getir­din? diye sordum şöyle anlattı: Bu hadîsi birileri getirip bana okudu, bu hadîsi bizden dinle, dediler. Sonra alıp götürdüler ve hadîsi benden rivayet ettiler veya râvî Ravvâd buna benzer sözler söylemiştir. İbn Ce­rîr, bu hadîsi gerçekten güzel tenkîd etmiştir ki hadîs bu isnadı ile uy­durmadır. İbn Cerir tefsirin birçok yerinde bu hadîsi vermektedir. An­cak onda gerçekten pek çok münkerlikler vardır. Özellikle İsrâ sûresinin başında zikretmiş olduğu Mescid-i Aksa ile ilgili kısmı bunlardandır. En doğrusunu Allah bilir.

îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Duman insanları sarsacak, dehşete düşürecek. Mü'mini nezle tutmuş gibi olurken kâfiri şişirecek ve sonunda onun kulaklarından çıkacak. Hadîsi Saîd İbn Arû-be de Katâde kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den mevkuf olarak rivayet etmiştir. Yine bu hadîsi Avf da Hasan el-Basrî'nin sözü olarak rivayet et­miştir. İbn Cerîr der ki: Bana Muhammed İbn Avf'm... Ebu Mâlik el-Eş'arî'den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Şüphesiz ki Rabbımız sizi üç kere uyarmıştır: Bir duman ki mü'min nezleye tu­tulmuş gibi olacak, kâfiri de yakalayıp öyle bir şişirecek ki onun ku­laklarından çıkacak. İkincisi Dabbetü'1-Arz, üçüncüsü de Deccâl'dir. Hadîsi Taberânî de Hâşim İbn Yezîd'den, o ise Muhammed İbn İsmail İbn Ayyâş'dan rivayet etmiştir. Bu rivayetin isnadı sağlamdır. İbn Ebu Ha­tim der ki: Bize babamın... Hz. Ali (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle de­miştir: Duman alâmeti henüz geçmedi. O duman ki mü'mini nezle tut­muş hale getirecek, kâfiri de tükeninceye (ölünceye) kadar şişirecektir. İbn Cerîr'in Velîd İbn Cemî1 kanalıyla... İbn Ömer'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Duman çıktığında mü'mini nezleye tutulmuş hale getirecek, kâfir ve münafığın kulaklarından girip onu kızgın taşta kı­zarmış ve pişmiş kelle haline getirecektir. Sonra İbn Cerîr der ki: Bana Yâkûb'un... Abdullah İbn Ebu Müleyke'den rivayetine göre o, şöyle an­latıyor: Bir gün İbn Abbâs (r.a.)a geldim. Bu gece sabaha kadar hiç uyumadım, dedi. Ben niçin diye sordum. İbn Abbâs şöyle dedi: Kuy­ruklu yıldız doğdu, dediler. Duman alâmetinin hemen kapıda olup çık­masından korktum ve sabaha kadar uyumadım. Bu haberi İbn Ebu Ha­tim de babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetle aynı şekilde zikret­miştir. Bu haberin isnadı, bu ümmetin en derin âlimi ve Kur'an'ın ter­cümanı İbn Abbâs'a kadar sıhhatlidir. Bu, aynı zamanda Sahabe ve Ta-biûn'dan İbn Abbâs'ın görüşünde ona uyanların da kavlidir. Ayrıca Kur'ân âyetinin zahirinden anlaşıldığı üzere duman alâmetinin kıya­met alâmetlerinden olduğuna delâlet eden ikna' edici sahih, hasen ve başka merfû' hadîsler de buna açıkça delâlet etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Göğün gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü gözle. Öyle bir duman ki apaçık olacak ve herkes onu görecektir. İbn Mes'ûd'un açıklamasına göre ise, bu duman bir hayâlden ibaret olup sıkıntı ve açlığın şiddetinden insanların gözleriyle görülecektir. An­cak Allah Teâlâ: «İnsanları bürüyecek (hepsini kapsayacak) tir.» buyur­maktadır. Şayet sırf Mekke müşriklerine mahsûs hayâlı bir şey olsay­dı, Allah Teâlâ: «İnsanları bürüyecektir.» buyurmazdı.

«Bu; elim bir azâbdır.» Yani bu söz onlara bir azarlama ve suçla­ma olarak söylenecektir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buy-rulur: «Cehennem ateşine itildikçe itildikleri gün, onlara: İşte yalanla­yıp durduğunuz ateş budur, denir.» (Tür, 13-14). Veya onlar «Bu; elim bir azâbdır.» sözünü birbirlerine söyleyeceklerdir.

«Rabbımız, bu azabı bizden kaldır. Doğrusu biz artık mü'minleriz.» Kâfirler, Allah'ın azabını ve cezalandırmasını gördükleri zaman, bu azabın ve musibetin kaldırılmasını isteyerek böyle söyleyeceklerdir. Al­lah Teâlâ "başka âyet-i kerîmelerde: «Bir görsen ateşin başında dur­dukları: Keski geri döndürülseydik ve Rabbımızın âyetlerini yalan say-masaydık da mü'minlerden olsaydık, dedikleri zaman.)) (En'âm, 27), «İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zulmedenler der­ler ki: Rabbımız; bizi yakın bir müddete kadar te'hîr et, davetine uya­lım ve peygamberlere tâbi olalım. Siz daha önce de sonunuzun gelmeyeceğine yemîn etmemiş miydiniz?» (İbrahim, 44) buyururken burada da şöyle buyrulur: «Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açık­layan bir peygamber gelmişti de ondan yüz çevirmişler; belletilmiş de­linin biri, demişlerdi.» Bu ayette Allah Teâlâ buyurur ki: Onlar kim, öğüt almak kim? Biz onlara peygamberliği apaçık bir elçi göndermiştik. Bununla beraber onlar kendisinden yüz çevirip ona muvafakat etme­mişler, aksine onu yalanlayarak: Belletilmiş delinin biri, demişlerdi. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'mn şu kavilleri gibidir: «O gün insan öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne? Keski bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım, der.» (Fecr, 23,24). «Bir görsen, hani on­lar korkmuşlardı. Artık kaçacak yerleri de yoktur, yakın bir yerde ya­kalanmışlardır. O'na inandık, demişlerdir. Ama uzak bir yerden nasıl kolayca imâna ulaşılır? Halbuki daha önce onu inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı. Onlarla arzuladıkları şeylerin ara­sına engel konmuştur. Daha önce benzerlerine yapılmış olduğu gibi. Şüphesiz onlar şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. (Sebe', 51-54).

«Biz, az bir süre için azabı kaldıracağız. Ama siz, eski halinize dö­neceksiniz.» âyeti iki şekilde açıklanabilir: Allah Teâlâ şöyle buyu­rur: Sizden azabı kaldırmış ve dünya yurduna döndürmüş olsaydık, siz yine de oradayken içinde bulunduğunuz küfür ve yalanlamaya mutla­ka dönerdiniz. Buna göre âyet-i kerîme Allah Teâlâ'mn : «Şayet Biz, onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek yine de azgınlıkları için­de bocalayıp kalırlar.» (Mü'minûn, 75), «Eğer geri döndürülselerdi, yi­ne kendilerine yasaklanan şeylere döneceklerdi. Doğrusu onlar, yalan­cılardır.» (En'âm, 28) kavilleri gibidir.

İkinci ihtimâle göre Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Azabın sebepleri tamamlanıp size ulaşmasından sonra siz sapıklık ve azgınlığa devam eder halde iken azabı sizden birazcık geciktireceğiz. Azabın kaldırılıp açılması, azabın onlara çok yaklaşmış olmasını gerektirmez. Nitekim Al­lah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «îmân edip, îmânı kendisine fayda sağlayan bir kasaba olsaydı ya? Yûnus'un kavmi müstesna. Onlar, îmân ettikleri zaman üzerlerinden bu dünya hayatında rüsvâylık azabını kal­dırdık, bir zamana kadar da kendilerini faydalandırdık.» (Yûnus, 98) buyurmaktadır ki, azâb onlara çok yaklaşmış ve başlarına gelmiş de­ğildi. Sâdece azabın gelmesinin sebepleri tamamlanmıştı. Yine azabın kaldırılıp giderilmesi onların küfürlerinden tamamen vazgeçmelerini, sonra da o hale tekrar dönmelerini gerektirmez. Allah Teâlâ Hz. Şuayb (a.s.)ın, kavmi kendisine: «Ey Şuayb; seni ve beraberindeki inanmış olanları, ya memleketimizden çıkarırız veya mutlaka bizini dinimize dönersiniz.» dediğinde, onlara şöyle cevab verdiğini haber verir: «İste­mesek de mi? Allah, bizi ondan kurtardıktan sonra yine sizin dininize dönecek olursak; doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. (A'raf, 88-89). Halbuki Hz. Şuayb, hiç bir zaman için onların dinî üzere ol­mamıştır. Katâde «Ama siz, eski halinize döneceksiniz.» kısmını; Yine de siz, Allah'ın azabına döneceksiniz, şeklinde anlamıştır.

İbn Mes'ûd, «Onları çarptıkça çarpacağımız gün, şüphesiz intikam alırız.» âyetini, Bedir günü ile tefsir etmiştir. İbn Mes'ûd'un duman alâmeti hakkında daha önce geçen açıklamasına tâbi olan cemaat bu kavli de benimsemiştir. Aynı açıklamayı Avfî de İbn Abbâs'dan rivayet etmektedir. Aynı açıklama Übeyy İbn Kâ'b ve bir topluluktan da nak­ledilmektedir ki âyet-i kerîme'nin bu anlama ihtimali de vardır. Her ne kadar Bedir günü kâfirlerin şiddetle çarpıldığı bir gün ise de, âyet-i kerîme'nin zahirinden anlaşıldığına göre bugün kıyamet günüdür. İbn Cerîr der ki: Bana Yakûb'un... İkrime'den rivayetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: İbn Mes*ûd, şiddetle çarpılacak günün Bedir günü ol­duğunu söylüyor. Ben ise bunun kıyamet günü olduğunu söylüyorum. İbn Abbâs'dan gelen bu haberin isnadı sahihtir. Hasan el-Basrî ve ken­disinden gelen iki rivayetten sahîh olanında İkrime de böyle söylemiş­tir.2

İzahı5

İzahı

17 — Andolsun ki onlardan önce Firavun kavmini de denemiştik ve onlara kerîm bir peygamber gelmişti:

18 — Allah'ın kullarını bana teslim edin. Doğrusu ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim.

19 — Allah'a karşı yücelik taslamayın. Doğrusu ben, size açık bir bürhân getirdim.

20 — Beni taşlamanızdan ötürü benim de Rabbım, si­zin de Rabbmız olana sığındım.

21 — Eğer bana inanmazsanız, benden uzaklaşıp gidin.

22 — Bunlar, suçlu bir kavimdir, diyerek Rabbına duâ etti.

23 — Öyle ise kullarımı geceleyin yürüt, siz muhak­kak ta'kîb olunacaksınız.

24 — Denizi sakin iken geride bırak. Doğrusu onlar, suda boğulacak bir ordudur.

25 — Onlar nice nice bağlan, pınarları bırakmışlardı.

26 - Ekinleri, muhteşem konakları da.

27 — Zevk ve safa sürdükleri nimetleri de.

28 — İşte böyle. Onlara başka kavimleri mirasçı kıldık.

29 — Gök ve yer onların helakine ağlamadı. Ve onlar mühlet verilenler de olmadı.

30 — Andolsun ki Isrâiloğullarını horlayıcı azâbdan kurtardık,

31 — Firavun'dan. Doğrusu o, azgın bir zorba idi.

32 — Ve andolsun ki Biz onları bile bile âlemler üzerin­de seçkin kıldık.

33 — Onlara âyetlerden öylelerini verdik ki, her birin­de açıkça bir imtihan vardı.

Firavun Kavmini de Denedik. 5

Firavun Kavmini de Denedik

Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmelerde buyurur ki: Bu müşriklerden ön­ce biz Firavun kavmini —ki onlar Mısır kıptîleridir— deneyip imtihan ettik. Onlara kerîm bir peygamber olan Mûsâ Kelîmullah (a.s.) gelmiş ve demişti ki: Allah'ın kullarını bana teslim edin. Nitekim Allah Te­âlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle haber verir: «Artık İsrâiloğullarını bizimle gönder ve onlara azâb etme. Hem biz, Rabbmdan sana bir âyet­le geldik. Hidâyete tâbi olanların üzerine selâm olsun.» (Tâ-Hâ, 47). «Doğrusu ben, size gönderilmiş emîn bir peygamberim.» Size tebliğ et­miş olduğum şeylerde emânetine güvenilen bir peygamberim. «Allah'a karşı yücelik taslamayın.» O'nun âyetlerine tâbi olmak, hüccetlerine boyun eğmek ve burhanlarına îmân etmekten büyüklenip yüz çevirme­yin. Başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremiyenler hor ve hakîr olarak cehenneme girecek­lerdir.» (Ğâfir, 60).

«Doğrusu ben, size açık bir burhan getirdim.» sözünde kasdedi-len, Allah Teâlâ'nın onunla birlikte göndermiş olduğu apaçık mucize­ler ve kesin delillerdir. «Beni taşlamanızdan ötürü benim de Rabbım, si­zin de Rabbmız olana sığındım.» âyetindeki taşlama, İbn Abbâs ve Ebu Salih'in açıklamasına göre; dille sataşma ve sövmedir. Katâde ise bu­nun, bizzat taşla taşlama olduğu görüşündedir. Hz. Mûsâ şöyle demek istemişti: Bana sözle veya fiille bir kötülük değdirmenizden beni ve sizi yaratmış olan Allah'a sığınırım.

«Eğer bana inanmazsanız, benden uzaklaşıp gidin.» Bana karşı çıkmayın, Allah aramızda hüküm verinceye kadar işimle benim arama girmeyin ve beni işimle başbaşa bırakın. Hz. Musa'nın onların arasında kalması uzayıp önlerine Allah'ın hüccetlerini diktiği halde bütün bun­lar sadece onlann küfür ve inâdlarını artırınca artık onlar hakkında Allah'ın geçerli kılacağı bedduasını ederek Rabbma yalvardı. Nitekim Al­lah Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme'de bu durumu şöyle beyân eder : «Mûsâ dedi ki: Rabbımız, doğrusu sen Firavun'a .ve erkânına bu dün­ya hayatında süsler ve mallar verdin. Rabbımız; Senin yolundan insan­ları saptırsınlar diye mi? Rabbımız; mallarını yok et, onların kalb-lerini sık. Çünkü onlar, can elim azabı görmedikçe îmân etmezler. Al­lah: ikinizin de duası kabul olundu. İkiniz de doğru yolda devam edin, buyurdu.» (Yûnus, 88-89). Burada da: «Bunlar, suçlu bir kavimdir, di­yerek Rabbına duâ etti.» buyrulur ki, işte o zaman Allah Teâlâ kendisine İsrâiloğullarını Firavun'un izni olmaksızın, onunla müşavere edip izin istemeksizin aralarından çıkarmasını emretti. Bu sebepledir ki: «Öyle ise kullarımı geceleyin yürüt, siz muhakkak tâ'kib olunacaksınız.» bu­yurmuştur. Başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Andolsun ki Musa'ya şöyle vahyettik: Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. Batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, en­dişe etme.» (Tâ-Hâ, 77).

«Denizi sakin iken geride bırak. Doğrusu onlar, suda boğulacak bir ordudur.» Hz. Mûsâ (a.s.) İsrâiloğulları ile beraber denizi geçtiği zaman, denizin eski haline dönüp kendileri ile Firavun arasında bir engel teşkil etmesi ve Firavun'un kendilerine yetişmemesi için denize asası ile vurmak istedi. Allah Teâlâ da denizi olduğu hal üzere sükû­net içerisinde bırakmasını emretti ve peşinden gelenlerin denizde boğu­lacak bir ordu olduğunu bildirdi. Peşinden yetişmelerinden korkma­masını bildirdi. îbn Abbâs, «Denizi sakin iken geride bırak.» âyetini: Ol­duğu halde bırak ve git, şeklinde anlar. Mücâhid de burayı şöyle açıklamaktadır: Denizi olduğu gibi kupkuru bir yol halinde bırak ve eski haline dönmesini emretme ki Firavun ve ordusu sonuncularına kadar oraya dalsınlar. İkrime, Rebî' İbn Enes, Dahhâk, Katâde, İbn Zeyd, Kâ'b el-Ahbâr, Temmân İbn Harb ve birçokları da böyle söylemiştir. Allah Teâlâ daha sonra: «Onlar nice nice bağları, bahçeleri, pınarları, ekinleri bırakmışlardı.» buyurur ki; buradaki pınarlar ile, nehirler ve kuyular kastedilmektedir. Âyet-i kerîme'de geçen «muhteşem konaklar» son derece güzel meskenler ve güzel yerlerdir. Mücâhid ve Saîd İbn Cü-beyr, «muhteşem konaklar»ı minberlerle açıklar. İbn Lehîa'nın Vehb İbn Abdullah el-Meâfirî'den, onun da Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre o, şöyle diyor: Mısır'daki Nil nehri nehirlerin efendisidir. Allah Te­âlâ doğu ile batı arasındaki bütün nehirleri ona müsahhar kılmış, onun hizmetine vermiştir. Allah Teâlâ Mısır'ın Nil'ini akıtmak istediği za­man her bir nehre yardıma koşmasını emreder de bütün nehirler suları ile ona imdada koşarlar. Allah Teâlâ yeryüzünde pınarlar fışkırtır. Ni­hayet Nil nehrinin akıntısı Allah Teâlâ'nın dilediği ölçüye ulaşınca Al­lah her bir suya aslına dönmesini vahyeder.

Abdullah İbn Amr «Onlar nice nice bağları, pınarları bırakmışlar­dı. Ekinleri, muhteşem konaklan da. Zevk ve safa sürdükleri nimetleri de.a âyetleri hakkında da şöyle der: Assuan'dan Reşîd'e kadar Nil'in baştan sona her iki kıyısı da bahçelerle çevrili idi. Nil'in dokuz halici vardı: İskenderiye, Dimyat, Serdevs, Menf, Feyûm ve Menhâ haliçleri. Bu haliçler birbirine bitişik olup bunlardan hiç biri arasında kopukluk yoktu. Mısır'ın başlangıcından suyun ulaştığı yerlerin sonuna kadar her iki dağın arası da ekinlerle kaplıydı. Bütün Mısır arazisi onaltı ku­laç su ile sulanırdı. İşte Firavun ve kavmi bunların köprülerini, haliç­lerini ve ne büyük bir nimet olduğunu takdir edip üzerinde düşünme­mişlerdi bile. «zevk ve safa sürdükleri nimetleri de (bırakmışlardı).» Öyle bir hayat içindelerdir ki dilediklerini yiyorlar, dilediklerini ve sev­diklerini giyiyorlar, mal, makam, ülkelerde hüküm onlardaydı. Bir sa­bah vakti bütün bunlar kendilerinden sökülüp alındı. Dünyadan ayrıl­dılar ve cehenneme gittiler. Orası ne kötü varacak yerdir. Mısır ülke­lerini, Firavunlar tarafından elde edilen bütün bu nimetleri ve kıptîle-rin memleketlerim İsrâiloğulları istilâ ettiler. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka âyet-i kerimelerde: «Böylece onlara İsrüoğullarını mîrâsçı kıldık.» (Şuarâ, 59), «Hor görülmüş olan o kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mîrâsçı kıldık. Rabbının İsrâiloğullarına vu­ku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükseltmekte oldukları şeyleri harâb ettik.» (A'raf, 137) buyururken burada da: «İşte böyle. Onlara başka kavimleri inîrâsçı kıldık.» buyurur ki, biraz önce geçtiği gibi bu kavimler İsrâiloğullandır.

«Gök ve yer onların helakine ağlamadı.» Onların gök kapılarına yükselen sâlih amelleri yoktu ki onların yokluğuna ağlasın. Yeryüzün­de Allah'a ibâdet ettikleri yerler yoktu ki onların kaybına ağlasın. Bu sebepledir ki onlar, kendilerine rahmet nazanyla bakılmaya hak ka­zanmamışlar; küfürleri, günâhları, azgınlıkları ve in&dları yüzünden azâbları (veya helakleri) geciktirilmemiştir.

Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsilî Müsned'inde der ki: Bize Ahmed İbn İshâk el-Basrî'nin... Enes İbn Mâlik'den, rivayetine göre Hz. Peygam­ber (s.a.): Her kul için gökyüzünde iki kapı vardır: Bu kapılardan bi­rinden rızkı çıkar, diğerinden de ameli ve sözü girer. O öldüğü zaman bu iki kapı, kendisini kaybettiklerinden Ötürü ağlarlar, buyurmuş son­ra da: «Gök ve yer onların helakine ağlamadı.» âyetini tilâvet buyur­muştur. Anlatıldığına göre onlar, yeryüzünde sâlih ameller işlemediler de onlara ağlanmadı. Göğe onların güzel söz ve sâlih amelleri yüksel-medi ki gökyüzü onların yokluğuna ağlasın. Bu hadîsi İbn Ebu Hatim de Musa İbn Ubeyde er-Rabezî kanalıyla rivayet etmiştir. İbn Cerîr der ki: Bana Yahya İbn Talha'nın... Şureyh İbn Ubeyd el-Hadramî'den ri­vayetine göre Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz İslâm garip olarak başla­mış, garip olarak dönecektir. Dikkat ediniz; mü'mine gariplik yoktur. Bir mü'min kendisine ağlayacak kimselerin olmadığı gurbet yerde öle­cek olursa, ona gök ve yeryüzü ağlar, buyurmuş sonra da: «Gök ve yer onların helakine ağlamadı.» âyetini tilâvet edip: Şüphesiz gök ve yer kâfire ağlamazlar, buyurmuştur.

İbn Ebu Hâtim'in Ahmed İbn İsâm kanalıyla... Abbâd İbn Ab-dullah'dan rivayetine göre bir adam Hz. Ali (r.a.)ye: Gök ve yer bir kimseye ağlar mı? diye sormuştu. Hz. Ali ona şöyle cevab verdi: Bana Öyle bir şey sordun ki bunu senden önce hiç kimse bana sormadı. Şüp­hesiz kul için yeryüzünde namaz kılacağı bir yer ve gökte amelinin yükseleceği bir yer vardır. Firavun ailesinin yeryüzünde sâlih ameli, gö­ğe yükselecek bir ameli yoktu. Sonra Hz. Ali (r.a.): «Gök ve yer onların helakine ağlamadı. Ve onlar mühlet verilenler de olmadı.» âyetini oku­muştur. İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb'in... Saîd İbn Cübeyr'den rivayetine göre İbn Abbâs'a birisi gelip: Ey Ebu Abbâs, Allah Teâlâ'nın «Gök ve yer onların helakine ağlamadı. Ve onlar mühlet verilenler de olmadı.» âyeti hakkında ne dersin? Gök ve yer bir kimseye ağlar mı? diye sormuştu. İbn Abbâs: Evet deyip şöyle devam etti: Yaratıklardan her birerinin gökte rızkının ineceği ve amelinin yükseleceği bir kapısı vardır. Mü'min öldüğü zaman amelinin yükseldiği ve rızkının indiği kapısı kapanır ve kapı onun ölümüne ağlar. Yeryüzünde iken namaz kıldığı ve Allah'ı zikrettiği yeri de onu kaybettiği zaman ölümüne ağ­lar. Firavun kavminin yeryüzünde iyi eserleri yoktu. Onların, Allah'a yükselen hiç bir hayırları da bulunmamaktaydı. Bu yüzden gök ve yer onların helakine ağlamadı. Avfî de bu açıklamanın bir benzerini yine İbn Abbâs'tan rivayet eder. Süfyân es-Sevrî'nin Ebu Yahya el-Kattât kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Yeryüzü­nün kırk sabah mü'minin ölümüne ağladığı söylenir. Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve birçokları da böyle söylemiştir. Yine Mücâhid der ki: Bir mü'min öldüğü zaman gök ve yer onun ölümüne kırk sabah ağlar. Râ-vî der ki: Mücâhid'e: Yeryüzü ağlar mı? diye sordum. O: Niçin şaşı­yorsun? Yeryüzünü rükû' ve secde ile i'mâr etmekte olan bir kula yer­yüzü neden ağlamasın? Tekbîr ve tesbîhi için gökyüzünde arı uğultusu gibi bir yankı olan bir kula gökyüzü neden ağlamasın? dedi. Katâde der ki: Onlar Allah katında gök ve yerin helaklerine ağlamayacağı ka­dar değersiz idiler.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn'in... îbrâhîm en-Nehaî'-den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Dünya var olduğundan beri gök­yüzü sadece iki kişinin ölümüne ağlamıştır. Ubeyd'e: Gök ve yer mü' minin ölümüne ağlamaz mı? dedim de, şöyle cevab verdi: Mü'minin. ölümüne ağlayan, amelinin yükseldiği yerdir. Gökyüzünün ağlamasının' ne olduğunu biliyor musun? Ben; hayır, diye cevab verdim de, şöyle de­di: Kızarır ve kırmızı sahtiyan renginde bir gül haline gelir. Hz. Zeke-riyyâ'nın oğlu Yahya katledildiği zaman gökyüzü kıpkırmızı olmuş ve ondan kan damlamıştı. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyn katledildiği zaman da yine gökyüzü kıpkırmızı olmuştu. İbn Ebu Hâtim'in Ali îbn Hüseyn kanalıyla... Yezîd İbn Ebu Ziyâd'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Hz. Ali'nin oğlu Hüseyn katledildiği zaman gökyüzünün ufukları dört ay kıpkırmızı olmuştu. Yezîd der ki: Gökyüzü ufuklarının kızarması, ağ-lamasıdır. Süddî, «el-Kebir»de böyle söylemiştir. Atâ el-Horasânî ise gökyüzünün ağlamasının ufuklarının kızarması olduğunu söyler. Hz. Hüseyn'in katli hakkında anlatılanlara göre, o gün hangi taşı kaldırmış-larsa altında taze kan bulmuşlar. Güneş tutulmuş, ufuk kızarmış ve taş yağmış. Bütün bunlar şüphelidir. Açıkça görüldüğü üzere bunlar Şia'nın uydurduğu yalanlardan ibarettir ki, böylece onlar bu işi büyüt­mek istemişlerdir. Şüphe yok ki Hz. Hüseyn'in katledilmesi büyük bir hâdisedir. Fakat onların uydurarak ileri sürdüğü yalanlar vuku bulma­mıştır. Hz. Hüseyn'in katledilmesinden daha büyük olaylar meydana geldiğinde bile onların anlattıklarından hiç birisi olmamıştı. Meselâ icmâ' yoluyla ondan daha üstün olan babası Ali İbn Ebu Tâlib katle­dildiği zaman bunlar olmamıştır. Osman İbn Affân evinde kuşatılıp mazlum olarak katledilmiş iken bunlardan hiç birisi meydana gelme­miştir. Hz. Ömer İbn Hattâb (r.a.) sabah namazında mihrâbda iken katledilmiş, müslümanlara bundan önce böyle bir musibet gelmemişti. O zaman da Şia'nın anlattıklarından hiç birisi meydana gelmemiştir. Dünya ve âhirette beşeriyyetin efendisi Allah Rasûlü (s.a.)nün vefat ettiği günde onların anlattıklarından hiç birisi vuku bulmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.)in oğlu İbrahim öldüğü gün güneş tutulmuş, insan­lar: Güneş, İbrahim'in ölümü yüzünden tutuldu, demişler. Allah Rasû-lü (s.a.) onlara küsûf namazı kıldırmış, onlara hitâb etmiş, güneş ve ayın hiç kimsenin ölümü veya hayatı yüzünden tutulmayacağını açık­lamıştır.

«Andolsun ki İsrâiloğullarını horlayıcı azâbdan kurtardık. Firavun'-dan. Doğrusu o, azgın bir zorba idi.» âyetinde Allah Teâlâ, îsrailoğul-larına bu nimetleri bahşettiğini haber verir ki, onlan içinde bulunduk­ları Firavun'un tahkir ve horlamasından kötü ve zor işlerde kullanma­sından kurtarmıştır.

«Firavun'dan. Doğrusu o, azgın (inadçı) bir zorba idi.» âyet-i ke-rîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Gerçekten Firavun, yeryü­zünde zorbalığa yöneldi.» (Kasas, 4), «Firavun'a ve erkânına. Bunun üzerine büyüklük tasladılar. Zâten mağrur bir topluluktular.» (Mü'mi-nûn, 46).

«Ve andolsun ki Biz onları bile bile âlemler üzerinde seçkin kıldık.» âyetini Mücâhid şöyle anlıyor: Ve andolsun ki, bile bile onları içlerinde bulundukları kimselerden daha seçkin kıldık. Katâde de: Onlar içinde bulundukları zamanın halkı üzerinde seçkin kimseler kılınmıştır, der. Ayrıca: Şüphesiz her zaman için bir âlem vardır, denilmiştir. Mücâhid'-in açıklamasına göre bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibi­dir: «Buyurdu ki: Ey Mûsâ,; risâletim ve kelâmımla seni insanlar ara­sından seçtim.» (A'râf, 144), «Hani melekler: Ey Meryem, şüphesiz Al­lah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu, de­mişlerdi.» (Âl-i İmrân, 42). Şüphesiz ki Hz. Hatice ondan daha üstün­dür. Firavun'un karısı olan Âsiye Bint Müzahim de öyle olup üstünlük­te ona eşittir. Hz. Âişe'nin kadınlara üstünlüğü ise, tirit 3 yemeğinin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.

«Onlara âyetlerden, (hüccet, burhan ve harikulade şeylerden) öy­lelerini verdik ki, her birinde (hidâyete erişecekler için) açıkça bir im­tihan (deneme) vardı.»4

34 — Bunlar gerçekten derler ki:

35 — O, ilk ölümümüzden başkası değildir. Ve biz di­riltilip kaldırılacaklar da değiliz.

36 — Doğru sözlüler iseniz, bize babalarımızı getirse-nize.

37 — Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan evvel gelenler mi? Biz onları helak ettik. Muhak­kak ki onlar, mücrimler idiler.

Bu Onlar mı Tübba' Kavmi mi?. 8

Bu Onlar mı Tübba' Kavmi mi?

Bu âyet-i kerîmelerde; yeniden diriltilmeyi ve âhiret gününü inkâr eden ve yegâne hayat bu dünya hayatıdır, ölümden sonra hayat, diril­tilme ve kabirlerden çıkarılma yoktur diyen ve buna; gidip de dönmeyen geçmiş atalarını delil getiren müşrikleri inkârla Allah Teâlâ onların şöyle dediklerini beyân buyuruyor. Şayet yeniden diriltilme gerçekse ve doğru sözlüler iseniz bize babalarımızı getirsenize. Elbette bu, bâtıl bir delil ve anlamsız bir şüphedir. Çünkü yeniden diriltilme bu dünya yur­dunda değil; aksine bu dünya yurdunun sona erip bitmesinden sonra kıyamet günündedir. Allah Teâlâ âlemleri yeni bir yaratışla diriltecek; zâlimleri cehennem ateşi için yakıt kılacaktır. O günde insanlar aley­hine şâhidler konulacak ve Allah'ın Rasûlü de sizin üzerinize şâhid olacaktır.

Daha sonra Allah Teâlâ müşrikleri tehdîdle geri çevrilemeyecek baskını hususunda onları uyarıyor. Nitekim onların benzerleri müşrikler ve yeniden diriltilmeyi inkâr edenler Allah'ın baskınına hedef olmuşlar­dır. Bunlardan birisi, Sebe' adı da verilen Tübba' kavmidir. Allah Teâlâ onları helak buyurmuş, ülkelerini harâb etmiş, onları ülkelere parça parça edip dağıtmıştı. Nitekim Sebe' sûresinde bunlara dâir bilgi geç­mişti. Sebe' sûresi; müşriklerin, kıyamet gününü inkâr ettiklerini be­lirterek başlamaktadır. Bu âyet-i kerîme'de de müşrikler Tübba' kav­mine benzetilmektedir. Onlar, Arapların Kahtân kolundan idiler. Şim­diki hitaba muhâtab olanlar da Arapların Adnan soyundan gelenler­dir. Himyer —ki bunlar Sebe' kavmidir— krallarına Tübba' adı veri­lirdi. İranlıların krallarına Kisrâ, Rum krallarına Kayser, Mısır'ın kâfir krallarına Firavun, Habeş krallarına Necâşî denildiği gibi. Diğer mil­letlerin krallarına ve büyüklerine de başka başka isimler verilirdi. Tüb-ba'lardan birisi Yemen'den çıkıp ülkeler geçip Semerkand'a kadar ulaş­mıştı. Hükümranlığı güçlenmiş, saltanat ve ordusu büyümüş, memle­keti ve ülkeleri genişleyip tebeası çoğalmıştı. Hîre'yi medenîleştiren ve şehirleştiren bu kralları idi. İşte bu Tübba', câhiliye günlerinde Medîne-i Müânevvere'ye uğramış, Medîne'Ulerle savaşmak istemiş, onlar gündü­zün ona karşı durup savaşmışlar, geceleyin de onu misafir etmişler. Onlardan utanarak savaşmaktan vazgeçmiş ve kendisine nasîhatta bu­lunan yahûdî hahamlarından ikisini yanına arkadaş edinmiş. Bu iki haham kendisine bu ülke ile baş edemeyeceğini; çünkü âhir zaman pey­gamberinin hicret yeri olduğunu haber vermişler. O da Medîne-i Mü-nevvere'den ayrılıp bu iki hahamı yanında Yemen ülkesine götürmüş. Mekke'den geçerlerken Kâ'be'yi yıkmak istemesine de bu iki haham kar­şı çıkarak bundan alıkoymuşlar, bu Beyt'in azametini, Allah'ın dostu İbrahim tarafından inşâ edildiğini, âhir zamanda gönderilecek pey­gamberin elleri ile sânının yüceleceğini kendisine haber vermişler. O da Beytullah'a ta'zîmle onu tavaf etmiş, Yemen kumaşından çizgili Örtü­lerle Kâ'be'yi örtmüş, sonra da Yemen'e dönerek Yemen halkını kendi­siyle birlikte yahûdî olmaya davet etmiş. O zamanda yani Hz. İsa'nın peygamber olarak gönderilmesinden önce Hz. Musa'nın dini üzere olan­lar hidâyet üzere idiler. Bu Tübba' ile beraber bütün Yemen halkı da böylece yahûdî dinine, girmişlerdi. Bu kıssayı İmâm Muhammed İbn İshâk «es-Sîre» adlı kitabında uzunca zikretmiştir. Hafız İbn Asâkir de Tarih'inde bu Tübba'ın genişçe bir terceme-i halini kaydetmiştir. Bu hal tercemesine bizim burada zikrettiğimiz ve etmediğimiz birçok şeyi de dercetmiş. İbn Asâkir onun Şam kralı olduğunu, süvarileri teftiş etmek istediği zaman süvarilerin Şam'dan Yemen'e kadar saf tuttukla­rını kaydeder. İbn Asâkir'in Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) nin nakline göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: (Dünyada iken uygulanan cezaların, bu cezaların uygulandığı kimseler hakkında bir taharet olup olmayacağını, Tübba'nın lânetli olup olmadığını, Zülkar-neyn'in peygamber mi yoksa bir kral mı olduğunu bilmiyorum. Bir baş­kası hadîsin son kısmını: Uzeyr'in bir peygamber olup olmadığını bilmi­yorum, şeklinde nakletmiştir. Hadisi İbn Ebu Hatim de Muhammed İbn Hammâd'dan, o ise Abdürrezzâk'dan rivayet etmiştir. Dârakutnî, hadisî sadece Abdürrezzâk'm 'rivayet ettiğini söyler. İbn Asâkir'in Muhammed İbn Küreyb kanalıyla... ibn Abbâs'tan merfû' olarak rivayet ettiği hadîste şöyle buyrulur: Uzeyr'in bir peygamber olup olmadığını, Tüb­ba'ın lanetlenmiş olup olmadığını bilmiyorum.

İleride de geleceği üzere Tübba'ın lanetlenip küfredilmesinin men'-edildiği hadîsler vârid olmuştur. En doğrusunu Allah bilir ama önce­leri kâfir iken sonradan müslüman olmuş, Hz. İsa'nın peygamber ola­rak gönderilmesinden önce o zamanda hak üzere olan yahûdî haham­larının delâleti ile Mûsâ Kelîmullah'ın dinine tâbi olmuş, Cürhüm'lüler zamanında Beytullah'ı haccetmiş, Kâ'be'ye ipekli Yemen kumaşların­dan örtüler örtmüş, Beytullah'm yanında altı bin deve kurban edip Beytullah'a ta'zîm ve ikramlarda bulunduktan sonra Yemen'e dönmuştur. Hafız İbn Asâkir onun hikâyesini muhtelif kanallardan olmak üzere uzun ve genişçe Ubeyy İbn Ka'b, Abdullah İbn Selâm, Abdullah İbn Abbâs ve Kâb el-Ahbâr'dan rivayetle nakletmektedir. Bütün bu ha­berler sonunda Kâ'b el-Ahbâr'a ve aynı zamanda Abdullah îbn Selâm'a dayanmaktadır. Abdullah İbn Selâm bilgin, güvenilir bir kimse idi. Tüb-ba'ın kıssasını Vehb İbn Münebbih ve es-Sire'sinde Muhammed İbn İs-hâk da rivayet etmektedir. Ancak Hafız İbn Asâkir, Tübba'ın hal terce-mesini ondan çok uzun zaman sonra yaşamış bir başkasının hal terce-mesi ile karıştırmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de işaret olunan bu Tübba'ın kavmi onun sayesinde müslüman olmuştu. O öldükten sonra kavmi tek­rar putlara ve ateşe tapmaya dönmüşler, Sebe' sûresinde de zikredildiği üzere Allah Teâlâ da onları cezalandırmıştır. Biz onlann hikâyelerini de orada {Sebe' sûresinde) genişçe verdik. Hamd ve minnet Allah'adır. Sa-îd İbn Cübeyr Tübba'ın Kâ'be'ye örtü örttüğünü söyleyip ona sövmek-ten men'ederdi. Bu Tübba\ Tübba' el-Avsat olup adı Es'ad Ebu Küreyb İbn Melkeykerb el-Yemânî'dir. Onun üç yüz yirmi altı sene krallık yap­tığım söylerler. Himyer kabilesi içinde, krallık süresi ondan daha uzun olanı yoktur. Allah Rasûlü (s.a.)nün peygamber olarak gönderilmesin­den yaklaşık yedi yüz sene önce vefat etmiştir. Anlatırlar ki; Medine yahûdilerinden iki haham kendisine bu beldenin, ismi Ahmed olan âhir zaman peygamberinin hicret yeri olduğunu söylediklerinde bu konuda bir şiir söylemiş ve Medîne'lilerin yanında bırakmıştı. Medîne'liler bu şiiri nesilden nesile mîrâs bırakıp rivayet etmekteydiler. Bu şiiri ezber­leyenlerden birisi de Allah Rasûlü (s.a.)nün Medîne-i Münevvsre'de evin­de misafir kaldığı Ebu Eyyûb Hâlid İbn Zeyd'dir. Şiir şöyledir:

«Ahmed'in, insanları yaratan Allah'ın rasûlü olduğuna şehâdet et­tim. Şayet ömrüm onun gününe kadar uzatılmış olsaydı ona bir vezîr ve amcaoğlu olurdum. Düşmanları ile kılıçla savaşır, göğsünden her bir üzüntüyü giderirdim.»

İbn Ebu Dünya'nın anlattığına göre İslâmî devrede San'â şehrinde bir kabir kazılmış ve orada cesedleri sağlam kalmış iki kadın bulmuşlar. Bu iki kadının başucunda üzerinde: «Bu Hubbâ ve Lümeys —Hubbâ ve Tümâdar rivayeti de vardır— in kabridir. Bunlar Tübba'ın iki kızları­dır. Onlar Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet edip Allah'a hiç bir şeyi şirk koşmadan ölmüşlerdir. Bu ikisinden önceki sâlih kimseler de bu şehâdet üzere Ölmüşlerdir.» ibaresi yazılı gümüş bir levha varmış. Bu husustaki Sebe' şiirini de biz Sebe' sûresinde zikretmiştik.

Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre Kâ'b el-Ahbâr, Tübba' hak­kında şöyle dermiş: Tübba', sâlih bir kişinin sıfatları ile nitelenmiştir. Allah Teâlâ onu kötülememiş ama kavmini kötülemiştir. Hz. Aişe de şöyle dermiş : Tübba'a sövmeyiniz. Zîrâ o, sâlih bir İnsandı. İbn Ebu Hâtim'in Ebu Zür'a kanalıyla... Sehl İbn Sa'd es-Sâidî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.): Tübba'a sövmeyiniz. Zîrâ o müslüman ol­muştu, buyurmuştur. Hadîsi İmâm Ahmed Müsned'inde Hasan İbn Mu­sa'dan, o da İbn Lehîa'dan rivayet etmiştir. Taberânî der ki: Bize Ahmed İbn Ali'nin... İbn Abbâs'tan, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivaye­tine göre Efendimiz şöyle buyurdu: Tübba'a sövmeyiniz. Zîrâ. o müslü-' man olmuştu. Abdürrezzâk'ın Ma'mer kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Tübba'ın peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Biraz önce İbn Ebu Hâtim'in bu isnâd ile rivayet etmiş olduğu «Tübba'ın la'netlenmiş olup olmadığı­nı bilmiyorum.» hadîsi de geçmişti. Bunu İbn Asâkir de zikrediyor. En doğrusunu Allah bilir. İbn Asâkir bu haberi Zekeriyyâ İbn Yahya kana­lıyla... İbn Abbâs'tan mevkuf olarak da nakletmektedir. Abdürrezzâk'ın İmrân Ebu Hüzeyl kanalıyla... Ata İbn Ebu Rebâh'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Tübba'a sövmeyiniz. Zîrâ Allah Rasûlü (s.a.) ona söv­meyi yasaklamıştır.5

38 — Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler! oyun ve oyalanma olsun diye yaratmadık.

39 — Biz onları ancak hak ile yarattık. Ne var ki onla­rın çoğu, bilmezler.

40 — Muhakkak ki ayırdetme günü, hepsinin bir ara­da bulunacağı vakittir.

41 — O gün, dostun dosta hiç bir yardımı olmaz, yar­dım da görmezler.

42 — Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna. Mu­hakkak ki O, Azîz, Rahîm olanın kendisidir.

Yaratılıştaki Hak. 9

Yaratılıştaki Hak

Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'lerde adaletini haber verip Nefsini oyun, abes ve bâtıldan tenzih ediyor. Başka âyet-i kerîme'lerde de bu kabilden olarak şöyle buyurur: «Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu, küfretmiş olanların zannıdır. Vay o küfretmiş olanlara cehennem ateşinden» (Sâd, 27), «Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize hiç döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Gerçek hü­kümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka hiç bir tanrı yoktur ve O, yü­ce Arş'ın Rabbıdır.» (Mü'minûn, 115-116).

«Muhakkak ki ayırdetme günü, hepsinin bir arada bulunacağı va­kittir.» O gün, kıyamet günü olup Allah Teâlâ yaratıklar arasındaki hükmünü verecek; kâfirleri azablândırırken inananları mükâfatlandı­racak, ilklerini ve sonuncularını bir arada toplayacaktır. «O gün, dos­tun dosta hiç bir yardımı olmaz.»Akrabâmn akrabaya hiç bir menfaati dokunmaz. Başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyrulur: «Sûr'a üflendiği zaman; o gün, aralanndaki soy yakınlığı fayda vermez. Birbirlerine bir şey de soramazlar.» (Mü'minûn, 101), «Hiç bir yakın bir yakına sora­maz. Yalnız birbirlerine gösterilirler.» (Meâric, 10, 11) Apaçık gördüğü halde hiç kimse kardeşinin halini bile sormaz.

«Yardım da görmezler.» Hiç bir dost dostuna yardım etmediği gibi onlara dışardan da yardım gelmez. «Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna.» Allah'ın yaratıklarından merhamet buyurduğu müstesna o gün hiç kimsenin kimseye faydası dokunmaz. «Muhakkak ki O, Aziz, Rahîm, {geniş bir rahmet sahibi) olanın kendisidir.6

43 — Doğrusu zakkum ağacı,

44 — Günahkârların yiyeceğidir.

45 — Erimiş maden gibidir. Karınlarda kaynar,

46 — Suyun kaynaması gibi.

47 — Yakalayın onu, cehennemin ortasına sürükleyin.

48 — Sonra azâb olarak başına kaynar su dökün.

49 — Tad bakalım, hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin.

50 — İşte bu, doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.

Ve Zakkum Ağacı10

Ve Zakkum Ağacı

Allah Teâlâ, Zâtına kavuşmayı inkâr eden kâfirleri ne ile azâb-landıracağmı haber verip şöyle buyurur: «Doğrusu zakkum ağacı, (söz ve fiillerinde) günahkâr (kâfir) yiyeceğidir.» Birçokları burada kasd-edilenin, Ebu Cehîl olduğunu söylemişlerdir. Şüphesiz bu âyetin hükmü­ne o da girmektedir. Ancak âyet-i kerîme sadece ona mahsûs değildir. İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr'ın... Hemmâm îbn Hâ-risMen rivayetine göre Ebu Derdâ, birisine «Doğrusu zakkum ağacı, gü­nahkârların yiyeceğidir.» âyetini okutuyordu. O kişi «günahkârların yi­yeceğidir» kısmını; yetimin yiyeceğidir, anlamına gelecek şekilde oku­du da Ebu Derdâ: «Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir.» şeklinde söyle, dedi. Yani günahkâr için zakkum ağacı dışında yiyecek yoktur. Mücâhid der ki: Şayet ondan yeryüzüne bir damla düşmüş ol­saydı, yeryüzü halkının hayatını fesada verirdi. Bu haberin bir benzeri daha önce merfû' bir hadîs olarak geçmişti.

«Erimiş maden gibidir.» Zeytinyağı tortusu gibidir, de demişler­dir. «Karınlarında kaynar. (Harareti ve pisliği ile) suyun kaynaması gibi. Kâfiri yakalayın.» Nakledildiğine göre Allah Teâlâ zebanilere: «Ya­kalayın onu.» buyurduğunda, onlardan hemen yetmiş bin tanesi koşa­caktır.. «(Önden çekerek, ardından iterek) onu cehennemin ortasına sü-rükleyin.» Mücâhid bu âyeti: Onu yakalayın ve cehenneme itin, şeklinde açıklamıştır. (...)kelimesi, cehennemin ortası anlamına-dır. «Sonra azâb olarak başına kaynar su dökün.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Başlan üstünden de kaynar su dökülecek­tir. Bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir.» (Hacc, 19, 20).

Daha önce de geçtiği üzere melek ona, demirden topuzu ile vura­cak, dimağı açılarak başına kaynar su dökülecek de bedenine inecek ve karnındaki bağırsakları eriyip topuklarından akacaktır. Allah Teâlâ bizi bundan muhafaza buyursun.

«Tad bakalım, hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin.» Ona bu sözleri bir azarlama ve tahkir şeklinde söyleyiniz. İbn Abbâs'tan riva­yetle Dahhâk burayı şöyle anlıyor: Sen ne değerli, ne de güçlü değilsin. El-Ümevî'nin Meğâzi'sinde Esbât kanalıyla... İkrime'den rivayetine gö­re; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) Ebu Cehil —Allah ona lanet eylesin—e rastlayıp: Allah Teâlâ sana: «Sana yazıklar olsun, yazıklar. Daha ne olsun, sana yazıklar olsun, yazıklar.» (Kıyâme, 34-35) dememi bana emretti, demişti. Ebu Cehil elbisesini sıyırıp: Bana karşı sen ve arkadaşın .(Allah Teâlâ'yı kasdediyor) hiç bir şey yapamazsınız. Çok iyi biliyorsun ki Mekke'lilerin en güçlüsü benim. Ben azîz ve kerîm olanım, dedi. Allah Teâlâ da onu Bedir günü katledip zelîl kıldı, kendi sarfettiği kelimelerle onu tahkir edip «Tad bakalım, hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin.» âyetini inzal buyurdu.

«İşte bu, doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «O gün cehennem ateşine itildikçe itil­dikleri gün, onlara işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur. Bu bir bü­yü müdür, yoksa hâlâ görmüyor musunuz?» (Tür, 13-15). Bu sebeple­dir ki burada da: «İşte bu, doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.» bu­yurmuştur.7

51 — Müttakîler ise, muhakkak ki emin bir makamda­dırlar.

52 — Bahçelerde ve pınar başlarında.

53 — İnce ipekten ve parlak atlastan giyerler, karşılıklı otururlar.

54 — îşte böyle. Onları iri siyah gözlülerle evlendiririz.

55 — Orada emniyet içerisinde her meyveyi isteyebi­lirler.

56 — Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve onları cehennem azabından korumuştur.

57 — Rabbın-dan bir lütuf olarak. îşte bu, büyük kurtu­luşun kendisidir.

58 — Biz onu, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.

59 — Öyle ise bekle, onlar da beklemektedirler.

Ve Müttakıler11

Ve Müttakıler

Allah Teâlâ mutsuzların durumunu zikrettikten sonra hemen pesinden mutluların durumunu zikrediyor. Bu sebepledir ki Kur'ân'a «ikişerli» diye isim verilmiştir. Allah Teâlâ buyurur ki: «Müttakîler (dünyada iken Allah'tan korkanlar) ise, muhakkak âhirette emîn bir makamda (cennette) dırlar.» Orada ölümden, cennetten çıkarılmadan her türlü üzüntü, korku, keder, yorgunluk, zahmet, şeytân ve şeytânın hilelerinden, diğer âfet ve musibetlerden emniyyet içindedirler. «Bah­çelerde ve pınar başlarındadırlar.» Müttaküerin bu durumu, zakkum ağacından yeyip kaynar sudan içen diğerlerinin durumunun tâm tersi­nedir.

«İnce ipekten (gömlek ve benzeri şeyler) ve parlak atlastan (üstleri­ne elbiseler) giyerler, (tahtlar üzerinde) karşılıklı otururlar.» Onlardan hiç birisi bir diğerine sırtını dönmüş vaziyette oturmaz. «İşte böyle. On­ları iri, siyah gözlülerle evlendiririz.» Bütün verdiğimiz bu nimet ve ih­sanlar yanında onlara, son derece güzel, iri ve siyah gözlü eşler veririz. O eşler ki; «Daha önce ne bir insan, ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır. Onlar, yâkût ve mercan gibidirler. İyiliğin karşılığı, iyilik­ten başka bir şey midir?» (Rahman, 56, 58, 60) İbn Ebu Hâtim'in baba­sı kanalıyla... Enes'den —Râvî Nûh İbn Hubeyb hadîsi merfû' olarak naklediyor— rivayetine göre o, şöyle demiştir: Şayet bir huri büyük bir denize tükürmüş olsaydı, o denizin suyu tükrüğünün tatlılığından tatlanırdı.

«Orada emniyet içerisinde her meyveyi isteyebilirler.» Meyve çeşit­lerinden neyi isteyecek olsalar kendilerine hemen hazır edilir. Nimetle­rin kesintiye uğramasından veya gelmemesinden endîşe etmezler. Ak­sine her ne zaman isteseler hemen kendilerine hazır edilir. «Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.» Onlar orada bir daha asla ölümü tatmayacaklardır. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ölüm, boz renkli (tüylü) bir koç şeklinde getirilir, cennet ve cehennem arasında durdurulup boğazlanır, sonra da: Ey cennetlikler ebedîlik var, ölüm yok, ey cehennemlikler ebedîlik var ölüm yok, denilir. Hadîs daha ön­ce Meryem sûresinde geçmişti. Abdürrezzâk'ın Süfyân es-Sevrî kana­lıyla Ebu Saîd ve Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennetliklere:

Şüphesiz sizin için sıhhatli olmak var, ebediyyen hasta olmaya­caksınız. Sizin için yaşamak var, ebediyyen ölmeyeceksiniz. Sizin için genç olmak var, ebediyyen kocamayacaksınız. Sizin için dâima nimet içinde olmak var, ebediyyen yoksullaşmayacaksmız, denilir. Hadîsi Müs­lim, İshâk İbn Rahûyeh ve Abd İbn Humeyd'den, bu ikisi de Abdürrez-zâk'dan rivayet etmişlerdir. (...)

Ebu Bekr İbn Ebu Dâvûd es-Sicistânî der ki: Bize Ahmed İbn Hafs'-ın... Ebu-Hüreyre (r.a.)den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim, Allah'tan korkarsa; cennete girer. Orada nimet-lendirilir, yoksul düşmez. Orada yaşar, ölmez. Elbiseleri eskimez ve gençliği sona ermez. Ebu Kasım et-Taberânî'nin Ahmed İbn Yahya ka­nalıyla... Câbir İbn Abdullah (r.a.)dan rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.)e : Cennetlikler uyur mu? diye sorulmuş da şöyle buyurmuştur: Uyku, ölümün kardeşidir, cennetlikler uyumazlar. Hadîsi Ebu Bekr İbn Merdûyeh de tefsirinde Ahmed İbn Kasım İbn Sadaka kanalıyla... Câ­bir İbn Abdullah'dan rivayet etmiştir ki, bu hadîste Allah Rasûlü (s.a.): Uyku; ölümün kardeşidir ve cennetlikler uyumazlar, buyurmuştur. Ebu Bekr el-Bezzâr Müsned'inde der ki: Bize Fazl İbn Ya'kûb'un... Câbir'-den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ey Allah'ın elçisi, cennetlikler uyur mu? denilmişti, Efendimiz: Hayır, uyku ölümün kardeşidir, bu­yurdu. Bu hadîsi rivayet ettikten sonra Bezzâr der ki: Bunu sadece Sevrî, İbn Münkedir'den, o da Câbir'den; Sevrî'den de sadece Firyâbî rivayet etmişlerdir. Bezzâr'ın böyle söylemesine karşılık daha önce ha-disîn başka kanallardan bu şekli ile müsned olarak rivayeti geçmişti. En doğrusunu Allah bilir.

«Ve onları cehennem azabından korumuştur.» Bu büyük ve de­vamlı nimetlerle beraber Allah Teâlâ onları korumuş, kurtarmış, neca­ta erdirmiş, cehennemin en alt derekelerindeki elîm azâbdan onları uzak-laştırmıştır. Böylece onları arzuladıklarına kavuşturmuş, korktukla­rından emîn kılmış kurtarmıştır. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Rab-bından bir lütuf olarak. İşte bu büyük kurtuluşun kendisidir,» Bütün bunlar, Allah'ın onlara lutfu ve ihsanı ile olmuştur. Nitekim sahîh bir hadîste rivayet olunduğuna göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: Çalışın, doğru olun, birbirinize yaklaşın. Bilin ki hiç kimseyi ame­li cennete koymayacaktır. Sen de mi ey Allah'ın elçisi? dediler de şöyle buyurdu: Ben de öyle. Ancak Allah'ın, katından bir rahmeti ve lutfu ile günâhlarımı örtmesi müstesna.

«Biz onu, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anla­şılmasını sağladık.» Biz apaçık ve kolayca indirdiğimiz şu Kur'ân-ı; dil­lerin en fasihi, en tatlısı ve en yücesi olan senin dilinle indirerek ko­laylaştırdık ki böylece belki öğüt alırlar, anlamaya ve gereğince amel etmeye çalışırlar. Kur'ân'm bütün bu açıklığına rağmen insanlardar hâlâ küfreden, karşı gelen ve inâdlaşanlar olduğu için Allah Teâlâ el çişini teselli ile ona zafer va'dedip onu yalanlayanları helak etmekl tehdîd ederek şöyle buyurur: «Öyle ise bekle, onlar da beklemektedirler.

Çok yakında yardımın, zaferin ve üstünlüğün dünyada ve âhirette ki­min olacağını bileceklerdir. Ey Muhammed, şüphesiz ki bunlar sana, kardeşlerin olan peygamberler ve rasûllere, size uyan müminleredir. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyurur: «Allah; Ben ve peygamberlerim elbette gâlib geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz ki Al­lah Kavî'dir, Azîz'dir.» (Mücâdile, 21), «Şüphesiz ki Biz, peygamberleri­mize ve îmân etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şâhidlerin şehâdet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz. O gün mazeretleri zâ­limlere fayda vermez. La'net onların, yurdun kötüsü de onlarındır.» (Ğâfir, 51-52).8