Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Furkan

1 / 15

Furkân. 2

Furkân

Allah Teâlâ şerefli elçisine Kur'ân-ı Azîm'i indirdiğinden dolayı mukaddes zâtını övüyor. Başka bir âyet-i kerîme'de: «Hamd O Allah'a ki, kuluna dosdoğru kitabı indirdi ve onda hiç bir eğrilik koymadı. Ken­di katından şiddetli bir baskım haber vermek ve sâlih amel işleyen mü'-minlere güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için.» (Kehf, 1-2) bu­yururken burada da: «Kuluna Furkân'ı indiren ne yücedir.» buyurur. Âyetteki indirme anlamına gelen fiili, tekrar ve çokluk bildiren bir ölçüde getirilmiştir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Ey îmân edenler; Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce İndirdiği kitaba inanın.» (Nisa, 136) buyrulur. Zira önceki kltablar bir bütün halinde indirildi. Kur'an İse parça parça, mufassal olarak, âyetlerden sonra âyetler, hükümlerden sonra hükümler, sûreler­den sonra sûreler halinde inmiştir. Bu, daha şiddetli ve daha beliğdir. Kendisine indirildiği kimse ile daha çok ilgilenmedir. Nitekim bu sûre sırasında da şöyle buyurulmaktadzr: «O küfredenler dediler ki: Kur'an, ona bir kerede topluca İndirilmeli değil miydi? Halbuki Biz, onu senin kalbine İyice yerleştirmek için böyle azar azar indirir ve ağır ağır oku­ruz. Onlar sana bir misâl getirmeye görsünler, Biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana getirmişizdir.» (Furkân, 32-33). Bu sebeple bu­rada Kur'an'a Furkân adı vermiştir. Zîrâ o, hak ile bâtılı, hidâyet ile sapıklığı, azgınlıkla rüşdü, helâl ile haramı ayırmaktadır. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'de peygamberini kulluğu ile nitelemiştir. Bu sıfat bir övme sıfatıdır. Zîrâ onu kendisine kul olmakla nitelemiştir. Nitekim îsrâ gecesinde —ki onun hallerinin en şereflisidir— onu, yine kulluğu ile şöyle niteler: «Sânı yücedir. O Allah'ın ki, kulunu geceleyin Mescid-İ Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götürmüştür, (îsrâ, 1). Onu (insanları) kendisine davet makamında yine aynı sıfatla niteler ve: «Doğrusu, Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca; neredeyse çevresinde keçe gibi birbirlerine gireceklerdi. (Cinn, 19) buyurur. Ken­disine kitabın indirilmesi ve meleğin inmesi sırasında aynı şekildeki onu kulluğu ile niteler ve: Âlemleri uyarmak üzere kuluna Furkân'ı indiren ne yücedir.» buyurur.

«Ne önünden, ne arkasından kendisine bâtılın gelmediği, Hakîm ve Hamîd olan Allah katından indirilen...» (Fussilet, 42). Açık, mufassal ve muhkem olan; yüce bir Furkân kıldığı Kitâb-ı Azîm'i Allah Teâlâ Hz. Muhammed'e hâs kılmıştır, (tahsis etmiştir). Kur'an-ı ona, ancak gök kubbenin altıncta: ve yeryüzünde yer tutanlara onu peygamber olarak göndermek için tahsîs etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) bir hadîs-i şeriflerinde: Kırmızı ve siyah (deriliye) gönderildim, buyururken, diğer bir hadislerinde: Benden önce peygamberlerden hiç birisine verilmemiş olan beş şey bana verildi, buyurmuş ve bunlardan birisi olarak daha ön­ce peygamber sâdece kendi kavmine gönderilirken zâtının bütün insan­lara gönderilmiş olduğunu zikretmiştir. Allah Teâlâ buyurur ki: «De ki: Ey insanlar; ben gerçekten göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, O'ndan başka hiç bir tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Al­lah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.» (A'râf, 158). Yani beni peygamber olarak gönderen; göklerin ve yerin mâlikidir, bir şeye; ol, dediği zaman hemen oluverir. Diriltip öldüren O'dur. Aynı şekilde burada da: «O ki göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Çocuk edinmemiştlr, mülkte ortağı yoktur.» buyurarak, yüce zâtını çocuktan ve ortaktan ten-zîh etmiştir. Sonra O:

3 — O'nu bırakıp ta, bir şey yaratmayan; üstelik ken­dileri yaratılmış olan ve kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen birtakım ilâhlar edindiler.

Allah Teâlâ müşriklerin; her şeyin yaratıcısı olan, işlerin dizginine ve idaresine sahip olan, dilediği olan ve dilediği olmayan Allah'ın dışın­da ilâhlar edinmelerindeki bilgisizliklerini haber verir. Bütün bunlara rağmen onlar, bir sivri sinek kanadını yaratmaya gücü yetmeyen, ak­sine kendileri yaratılmış olan, kendileri için bir fayda ve zarara sahip olmayan putlara tapınmışlardır. Kendileri hakkında bu durumda olan putlar nasıl olacak da kendilerine tapmanlar için fayda veya zarara (bir fayda sağlamaya veya bir zararı defetmeye) mâlik olacaklardır? O'nu bırakıp da öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırma­ya gücü yetmeyen birtakım ilâhlar edindiler.» Bu isler (Öldürme,.dirilt­me ve ölümden sonra tekrar canlandırma) onların Allah ile beraber ta­pındıkları putlara âit değildir. Aksine bütün bunların dönüşü Allah'a­dır. O Allah ki diriltir ve öldürür, kıyamet günü ilkleri ve sonları ile ya­ratıkları tekrar canlandıracak olan da O'dur. «Sizin yaratılmanız da, yeniden dirîltümeniz de bir tek kişininki gibidir.» (Lokman, 28). «Ve Bizim emrimiz birdir, bir göz kırpması gibidir.» (Kamer, 50), «Doğrusu o bir tek çığlıkıtır. Ki o zaman hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.» (Nâ-ziât, 13-14). «Bu, sâdece bir tek çığlık(tan ibâret)tir. Ve btr de bakar­sınız ki onlar bakıp kalırlar.» (Sâffât, 19). «Sâdece bir tek çığlık olur ve bir de bakarsınız ki onlar hepsi birden huzurunuza getirilmişlerdir.» (Yasin, 53). O Allah ki O'nun dışında Uâh ve O'ndan başka Rab yoktur.

İbâdet ancak O'na yaraşır ve gerekir. Zîrâ O'nun dilediği olur, dileme­diği olmaz. O çocuğu, babası, dengi, benzeri, veziri olmayandır. Bilakis O Ahad, Samed olandır. Doğmamış ve doğrulmamıştır. Hiç kimse O'nun dengi değildir.2

İzâhı3

İzâhı

4 — Küfredenler dediler ki: Bu Kur'an, ancak onun uy­durduğu bir yalandır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir. Hiç şüphesiz onlar, zulüm ve iftira ile gel­diler.

5 — Ve dediler ki: Öncekilerin masallarıdır. Başkaları­na yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır.

6 — De ki: Onu göklerde ve yerdeki sırrı bilen indirmiş­tir. Şüphesiz ki O, Gafur ve Rahim olandır.

Kur'ana Uydurma Diyenler3

Kur'ana Uydurma Diyenler

Allah Teâlâ bilgisiz kâfirlerin Kur'an hakkında: «Bu Kur'an, ancak onun uydurduğu bir yalandır ve ona bu hususta (toplanmasında) bir başka topluluk yardım etmiştir.» demelerindeki beyinsizliklerini haber veriyor. Onlar zanlarında kendilerinin yalancı olduklarını, söyledikleri­nin bâtıl olduğunu bile bile iftira etmişler ve bâtıl bir söz söylemişler­dir. Allah Teâlâ:'«Hiç şüphesiz onlar, zulüm ve iftira ile geldiler.» bu­yurmuştur.

«Ve dediler ki: Öncekilerin masallarıdır. (Öncekilerin kitapların­dan istinsah etmiştir). Başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır.» Bu söz yalan, iftira ve boş bir söz olmasıyla birlikte herkes onun bâtıl olduğunu bilir. Tevatürle ve zarurî olarak bilinmek­tedir ki, Allah'ın elçisi Muhammed hiç bir şekilde ne ömrünün başında ve ne de sonunda yazı ile uğraşmış değildir. Doğumundan itibaren Al­lah kendisini peygamber olarak gönderinceye kadar yaklaşık kırk sene onların arasında gelişip büyümüştür. Onlar Hz. Muhammed'in girdiği çıktığı yerleri, doğruluğunu, iyiliğini, emîn oluşunu, yalan, günâh ve diğer rezîl huylardan uzak oluşunu çok iyi bilmektedirler. O kadar ki onlar küçüklüğünde onun doğruluğunu ve iyiliğini bildikleri için el-Emîn diye isimlendirmek zorunda kalmışlardır. Allah Teâlâ kendisine İkramda bulunduktan sonra, ona karşı düşmanlık bayrağını açmışlar, her akıllının onun uzak olduğunu bildiği sözlerle kendisine iftira etmiş­lerdir. Ona ne şekilde iftirada bulunacaklarında şaşkınlığa düşmüşler bazen ona sihirbaz, bir keresinde şâir, diğer bir keresinde deli, başka bir seferinde de yalancı diye iftirada bulunmuşlardır. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Bak, sana nasıl misâller veriyorlar? Bunun için dalâ­lete düşmüşlerdir. Ve bir daha yol bulamamaktadırlar.» (îsrâ, 48) bu­yururken, burada da onların inâdlaşma ve iftiralarına bir cevab olarak şöyle buyurur: «De ki: Onu (Kur'an'ı) göklerde ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir.» Evvelkilerin ve sonrakilerin habelerini geçmişi ve gelece­ği ile gerçek hayatta vuku bulana mutabık olarak hak ve doğru bir haber verme ile haberi içine alan bu Kur'an'ı göklerin ve yerin sırrını, bilin­mezliklerini bilen, açık olanları bildiği gibi gizlilikleri de bilen Allah indirmiştir.

«Şüphesiz ki O, Gafur ve Rahîm olandır.» âyetinde bütün insanlar tevbeye ve Allah'a dönmeye çağrılıyor. Haber veriliyor ki, O'nun rah­meti geniştir. Hilmi büyüktür, kim O'na tevbe ederse tevbesini kabul buyurur. Yalanlan, iftiraları, günahkârlıkları küfür ve inâdları, Allah Rasûlü ve Kur'an hakkında söylediklerine rağmen onları bile tevbeye, içinde bulundukları durumdan sıyrılıp İslâm'a ve hidâyete çağırmakta­dır. Nitekim Allah Teâlâ başka âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur: «Allah, gerçekten üçün üçüncüsüdür, diyenler andolsun ki; kâfir olmuşlardır. Halbuki hiç bir tanrı yoktur, ancak tek bir tanrı vardır. Söylediklerin­den vazgeçmezlerse onlardan kâfir olanlara acıklı bir azâb dokunacak­tır. Hâlâ Allah'a tevbe edip, O'ndan mağfiret dilemezler mi? Halbuki Al­lah, Gafur'dur, Rahîm'dir.» (Mâide, 73-74). «Şüphesiz ki, îmân eden erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye uğra­şanlar sonra da tevbe etmemiş olanlar, işte onlar için cehennem -azabı vardır. Ve can yakıcı azâb da onlaradır.» (Bürûc, 10). Hasan el-Basrî der ki: Şu şeref ve cömertliğe bakınız; onlar O'nun dostlarını öldürdüler O ise kendilerini tevbe ve rahmete çağırıyor.3

7 — Ve dediler ki: Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Onun beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilmeli değil miydi?

8 — Yahut kendisine bir hazîne verilmeli veya beslene­ceği bir bahçe olmalı değil miydi? O zâlimler dediler ki: Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsu­nuz.

9 — Bir bak; sana nasıl misâller getirip saptılar. Bir da­ha yol bulamazlar.

10 — Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altın­dan ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabi­len Allah ne yücedir.

11 — Fakat onlar, kıyamet saatini da yalanladılar. Biz,

o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş ha­zırladık ki.

12 — Bu, kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır.

13 — Elleri boyunlarına bağlı olarak onun en dar bir yerine atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler.

14 — Bugün bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.

Allah Teâlâ kâfirlerin azgınlık ve lnâdlarını, bir hüccet ve delille­ri olmaksızın hakkı yalanlamalarım haber veriyor. Onlar söyledikleri­ne sadece: «Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yiyor?» sözlerini delil getirebilmişlerdir. Diyorlardı ki, bizim yediğimiz gibi yiyor, bizim İhti­yâç duyduğumuz gibi o da İhtiyâç sahibidir. Sokaklarda geziyor. Ticâ­ret ve kazanç arzusuyla çarşılara gidip geliyor. «Ona beraberinde bu­lunup uyaran bir melek indirilmeli değil miydi?» Allah katından ona bir melek indirilmeli değil miydi? Onun iddia ettiğinin doğruluğuna şâhid olaydı ya. Nitekim Firavun da: «Ona altun bilezikler verilmeli ve­ya beraberinde kendisine yardım edecek melekler gelmeli değil miydi? (Zuhruf, 53) demişti. Böylece bunlar da, onun söylediklerinin aynısını söylemişlerdir. Zâten kalbleri de birbirine benzemektedir. Buı sebeple onlar: «Yahut kendisine bir (ilim) hazînesi verilmeli de, ondan har-camalı veya (onun gittiği -yere onunla birlikte giden) besleneceği bir bahçesi olmalı değil iniydi » demişlerdi. Bütün bunlar elbette Allah için son derece kolaydır. Fakat bunu terketmesinde hikmet ve en yüce hüc­cet elbette O'mındur. O zâlimler dediler ki: ((Siz, büyülenmiş bir adam­dan başkasına tâbi olmuyorsunuz.» Allah Teâlâ da şöyle buyurur: «Bir bak; sana nasıl misâller getirdiler?» Büyücüdür, büyülenmiştir, delidir, yalancıdır, şâirdir, demeleri ile bir bak sana nasıl iftira ediyorlar? Bü­tün bunlar elbette bâtıl sözlerdir. En aşağı derecede bir akıl ve anlayış sahibi olan herkes onların bu husustaki yalan ve iftiralarını çok iyi bi­lir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Onlar (hidâyet yolundan) saptılar. Bir daha yol bulamazlar.» buyurmuştur. Zîrâ kim haktan çıkmışsa ne­reye yönelirse yönelsin sapıtmıştır. Çünkü hak bir tektir, bir tek yoldur ve bazısı bazılarını doğrulayıp destekler.

Daha sonra Allah Teâlâ, dilemiş olsaydı peygamberine dünyada on­ların söylediklerinden daha üstün ve güzelini vereceğini haber verip şöyle buyurur: «Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altından ır­maklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah ne yücedir.» Mücâhid burada bunların, dünyada verileceğinin kasdedildiğini söyler ve şöyle ilâve eder: Kureyş, taştan inşâ edilen her eve büyük veya küçük olsun köşk adı verirdi.

Süfyân es-Sevrî'nln Habîb tbn Ebu Sâbit'ten, onun da Hayseme'-den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.)e: Dilersen senin için Allah ka­tında hazırlanmış olanlardan bir şey eksiltmeksizin senden önce hiç bir peygambere verilmemiş ve senden sonra hiç kimseye de verilmeyecek olan yeryüzünün hazînelerini ve anahtarlarını verelim, denilmişti. Bun­ları benim için âhlrette toplayınız, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu konuda: «Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altından ırmak­lar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah ne yücedir.» âye­tini indirdi.

«Fakat onlar, kıyamet saatini da yalanladılar.» Onlar bu sözlerini hakkı görmek ve olgunluğa, doğruya erişmek İçin değil sırf bir yalan­lama ve inad olarak söylemişlerdir. Hattâ onların kıyamet gününü ya­lanlamaları onları, söyledikleri bu tür sözlere sürüklemiştir. «Biz, o sa­atin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş, (cehennem ateşinde dayanılmaz sıcaklıkta öyle elîm bir azâb) hazırladık ki...» Sevrî'nin Se­leme tbn Küheyl'den, onun da Saîd İbn Cübeyr'den rivayetine göre cehennem irinlerinden akan bir vadidir.

«Cehennem onları (mahşer makamındalarken) uzak bir yerden gö­rünce —Süddî yüz yıllık yoldan, diyor— onun kendilerine olan öfke­sinden kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme Fde: «Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğul­tuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur.» (Mülk, 7-8) buyurur ki; Cehennem Allah'a küfredenlere olan öfkesinin şiddetinden neredeyse birbirinden ayrılıp kopacaktı. İbn Ebu Hâtim'in İdrîs tbn Ha­tim kanalıyla... Hâlid tbn Düreyk'ten, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nün ashabından birinden rivayetinde, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: Kim benim söylemediğim bir şeyi bana isnâd ederek söyler veya kendisini ana babasından bir başkasına nisbet eder veya efendilerinden bir baş­kasına kendisini yamamaya çalışırsa; cehennemden oturacağı yere ha­zırlansın. Başka bir rivayette: Cehennemin gözleri önündeki oturacağı yere hazırlansın, buyurulmuştur. Ey Allah'ın elçisi, onun gözleri var mı? denildi de; Allah Teâlâ'nın: «Bu kendilerine uzak bir yerden gözükün­ce...» buyurduğunu işitmediniz mi? dedi. Hadîsi îbn Cerîr de Muham-med tbn Hıdâş'tan, o İse Muhammed îbn Yezîd el-Vâsıtî'den rivayet et­miştir. Yine tbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Ebu Vâil'den rivaye­tinde o, şöyle anlatıyor: Abdullah tbn Mes'ûd ile beraber çıktık. Rebî' tbn Haysem de bizimle birlikteydi. Bir demirciye uğradık. Abdullah ateş­teki bir demire bakarak durdu. Rebî tbn Haysem de ona baktı ve düşe­cek gibi yana eğildi. Abdullah (daha sonra) Fırat nehri sahilinde büyük bir kireç ocağına uğradı. Ocağın ortasında alevlenen ateşi görünce Ab­dullah, «Bu, kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır.» âyetini okudu. Rebî1 tbn Haysem bayılıp yere düştü. Onu ailesine, evine taşıyıp götürdüler. Abdullah öğleye ka­dar başını bekledi, fakat'ayılmada. Allah ondan hoşnûd olsun. Yine Elbu Hatim der ki: Bize babamın... tbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle dedi: Şüphesiz kul ateşe sürüklenir de ateş katırın arpaya iç çekişi gibi bir iç çeker. Sonra öyle bir uğuldar ki korkmadık hiç kimse kalmaz, tbn Ab-bâs'ın bu sözünü tbn Ebu Hatim kısa olarak bu şekilde rivayet etmiştir. İmâm Ebu Ca'fer tbn Cerîr de şöyle rivayet eder: Bize Ahmed îbn tb-râhîm ed-Devrakî'nin... tbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Mu­hakkak bir kişi ateşe sürüklenecek. Ateş durulup dizilecek ve "birbirine girecek. Rahman ona: Sana ne oluyor? diye soracak da cehennem: O benden kurtulacak (benden kurtulmak istiyor) diyecek. Rahman: Ku­lumu salıveriniz buyuracak. Kişi cehenneme sürüklenecek ve: Rabbim, benim Senin hakkındaki zatınım bu değildi, diyecek. Rab Teâlâ: Senin zannın nasıldı? diye soracak, o: Rahmetinin beni kuşatacağını sanıyor­dum, diyecek. Allah Teâlâ: Kulumu salıverin, buyuracak. Bir başkası ateşe sürüklenecek de ateş ona katırın arpaya iç çekmesi gibi bir iç çe­kecek ve öyle bir uğuldayacak ki korkmadık kimse kalmayacak. Bu ha­berin isnadı sahihtir. Abdürrezzâk'ın Ma'mer kanalıyla... Ubeyd tbn Umeyr'den rivayetine göre o: «Onun kaynayışını ve uğultusunu duya­caklardır.» âyeti hakkında şöyle demiştir: Cehennem öyle bir kaynayıp uğuldayacak ki hiç bir melek ve peygamber kalmayıp sırtlanndaki et­ler seyrir halde yere kapanacak. Hattâ Hz. İbrahim (a.s.) dahi dizleri üzerine çöküp: Rabbım, bugün Senden ancak kendi nefsimi (n) kurta­rılmasını dilerim, diyecektir.

Katâde'nin Ebu Eyyûb'dan, onun da Abdullah İbn Amr'dan rivaye­tinde o, «Onun en dar bir yerine atıldıkları zaman...» âyeti hakkında şöyle diyor: Mızrağın alt demiri gibi dar bir yerden. Abdullah İbn Vehb'-in Nâfi' îbn Yezîd'den onun da Yahya İbn Esıd'den —Yahya hadîsi Al­lah Rasûlü (s.a.)ne ulaştırıyor— rivayetine göre ona «Elleri boyunları­na bağlı olarak onun en dar bir yerine atıldıkları zaman...» âyeti sorul­du. Şöyle buyurdu: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemîn olsun ki onlar, kazığın duvara zorla çakıldığı gibi ateşe zorla, istemeye istemeye İtileceklerdir. Ebu Salih, âyetteki kelimesini; elleri boyunla­rına bağlı olarak, şeklinde açıklar.

Yazıklar olsun diyerek, hasret ve hüsranla orada yok olup gitmeyi isterler. «Bugün; bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.» îmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Enes tbn Mâlik'den ri­vayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ateşten cübbe giydirileceklerin ilki İblîs'tir. Onu kaşlarının üzerine koyacak ve arka­sından çekip sürüyecektir. Zürriyeti de ondan sonradır. Ey yok olma ye­tiş, diye nida edecek. Peşinden gelen zürriyyeti de: Ey yok olma imdada yetiş, diyecekler. Nihayet gelip cehennemin başında dikilecekler. îblîs orada: Ey yok olma yetiş, diye bağıracak. Arkasındaki zürriyyeti de aynı şekilde: Ey yok olma imdada yetiş, diyecekler. Onlara: Bugün bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin, denilecek. Hadîsi Kütüb-i Sitte sahiplerinden hiç kimse tahrîc etmemiştir. Hadîs İbn Ebu Hatim tarafından Ahmed İbn -Sina'dan o da Affân'dan rivayet edilmiş­tir. İbn Cerîr de hadîsi Hammâd îbn Seleme kanalıyla rivayet eder. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî «Bugün bir kere yok olmayı değil birçok kere­ler yok olmayı isteyin.» âyeti hakkında şöyle der: Bugün bir tek hayıflanma İle duâ etmeyin, birçok hayıflanma ile dua edin. Dahhâk, âyet­teki kelimesini; helâle olma ile açıklar. Kuvvetli olan görüşe göre ise bu kelime hem helaki, hem zayıflanmayı, hem hüsranı ve hem de yok olmayı bir araya toplamaktadır. Nitekim Hz. Mûsâ da Firavun'a: «Ben doğrusu ey Fİr'avun, senin mahvolacağını sanıyorum,» (tsrâ, 102) demiştir. (Şâir) Abdullah îbn Zibarî şöyle diyor:

«Azgınlık yollarında şeytâna uymuştum; kim onun meylettiği yola meylederse helak olmuştur.»4

15 — De kî: Bu mu daha hayırlıdır, yoksa müttakîlere va'dolunan ebedî cennet mi? Ki bu, onlar için bir mükâfat ve son duraktır.

16 — Onlar için orada diledikleri her şey var. Ve te­melli kalırlar. Bu, Rabbının yerine getirilmesi istenen bir va'didir.

Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, sana anlatmış olduğumuz yüzleri üzeri cehenneme sürüklenen, kendilerini cehennemin abus bir yüzle öfke ve uğultu ile karşıladığı, cehennemin dar yerlerine elleri bo­yunlarına bağlı olarak atılan, mücâdeleye, kurtulmaya, içinde bulun­dukları durumdan kurtulmaya güç yetiremeyen şu mutsuzların hâli mi; yoksa Allah TeâlA'nın kendinden korkan kulları için hazırladığı, dünya­da itâatlanna mükafat olarak yarattığı ve onların varacağı yer kıldığı Allah'ın muttakt kullarına va'dolunan ebediyyet cennetleri mi daha ha­yırlıdır? Onlar için orada diledikleri yiyecek, içecek, giyecek, meskenler, binitler, manzaralar ve benzerini hiç bir gözün görmediği, hiç bir ku­lağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen lezzetler vardır. On­lar bu durumda ebedî, sermedi olacaklardır. Herhangi bir kesiklik, sona erme yoktur. Oradan ayrılmak da istemezler. İşte bu, Allah Teâlâ'nın onlara bir lutfu ve ihsanı olarak va'dettiklerindendir. Bu sebeple: «Bu, Rabbının yerine getirilmesi istenen bir va'didir.» buyurmuştur. Şüphe­siz bu, mutlaka meydana gelecektir. Ebu Ca'fer tbn Cerîr'in Arap dil bilginlerinden birisinden rivayetine göre kelimeleri; vâ-cib olan bir va'd anlanunadır. îbn Cüreyc'uı Atâ'dan, onun da Îbn Ab-bas'tan rivayetine göre «Bu, Rabbının yerine getirilmesi istenen bir va'didir.» âyetinde şöyle buyruluyor: Size va'detmiş olduğumu —size va1-detmiş olduğumuzu— isteyin ki va'dimizi yerine getirelim. Muhammed İbn Kâ'b ePKurazî'nin «Bu Rabbınm yerine getirilmesi istenen bir va'-dtdir.» âyeti hakkında söylediğine göre, bunu onlar için melekler iste­yecek ve: «Rabbımız, onları kendilerine va'dettiğin Adn cennetlerine koy,» (Ğâfir, 8) diyeceklerdir. Ebu Hâzim der ki: Kıyamet günü olduğu zaman mü'minler: Ey Rabbımız, bize emretmiş olduklarım Senin (ho§-nûdluığun) için işledik. Bize olan va'dini yerine getir diyeceklerdir, tşte Allah Teâlâ'run, bu sûrenin bu kısmında önce cehennemi zikredip sonra cennet ehlinin durumuna işaret etmesi, Sâf f ât süresindeki cennetliklerin halini, oradaki güzellik ve sevinçlerini zikretmesi gibidir. Allah Teâlâ orada cennet ehlinin durumunu zikrettikten sonra şöyle buyurmaktadır: «Konak yeri olarak bu mu hayırlıdır, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zâlimler için bir fitne yaptık. O, cehennemin dibinde yetişen bir ağaç-tir. Tomurcukları, şeytânların başları gibidir. Onlar muhakkak ki bun­dan yiyecekler ve karınlarını dolduracaklardır. Sonra onlar için üzerine kaynar su katılmış içkiler de vardır. Sonra muhakkak ki, onların dönü­şü cehennemedir. Doğrusu onlar babalarını sapıklar olarak bulmuşlardı. Yine de onların izlerinde kovalanırcasına koşuyorlardı.» (Sâffât, 62-70)5

17 — O gün Ra&bbm onları ve Allah'tan başka taptıkla­rını bir araya toplar ve: Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar? der.

18 — Onlar da derler ki: Tenzih ederiz, Seni bırakıp ta başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Ama Sen, onlara ve babalarına nimetler verdin de, Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.

19 — tşte sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezdiniz. Sizden zulmedenlere büyük bir azâb tattıracağız, denir.

Allah Teâlâ, kıyamet günü Allah'tan başka melekler ve başkalarına tapman kâfirlerin bu ibâdetleri konusunda nasıl azarlanacaklarını ha­ber verir ve şöyle buyurur: «O gün Rabbın, onları ve Allah'tan başka taptıklarını bir araya toplar.» Mücâhid, bu toplanacakların Hz. îsâ, Uzeyr ve melekler olduğunu söyler. «Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yok­sa kendileri mi yoldan saptılar? der.» Rab Teâlâ soracak: Bunları Benim dışımda size ibâdet etmeye siz mi davet ettiniz, yoksa onlar sizin bir dave­tiniz olmaksızın kendiliklerinden mi size ibâdet ettiler? Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Allah buyurmuştur ki: Ey Meryem Oğlu îsâ; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilâh edinin, dedin? Demişti ki: Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yaraşmaz. Eğer ben, onu söylemişsem; Sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zâtında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin, Sen. Ben; onlara Se­nin bana buyurduğundan başkasını söylemedim...» (Mâide, 116-117) buyururken, burada da kıyamet günü dünyada iken kendilerine tapı­nılanların şöyle cevab vereceklerini haber verir: «Onlar da derler ki: Tenzih ederiz, Seni bırakıp ta başka dostlar edinmek bize yaraşmaz.» Müfessirlerin ekserisi «Seni bırakıp ta başka dostlar edinmek bize ya­raşmaz.» âyetindeki kelimesini; «Bütün yaratıklara Senin dı­şında herhangi bir şeye ibâdet etmek yoktur. Ne biz ne de onlar buna lâyık değildir. Buna onları biz davet etmedik. Bilakis bizim emrimiz ve rızâmız olmaksızın onlar bunu kendiliklerinden söylediler. Biz, hem on­lardan hem de ibâdetlerinden uzağız», anlamında olmak üzere nûn har­finin fethası ile ve malûm sîgası İle okumuşlardır. Şu âyet-i kerîme'de de durum böyledir: «O gün, onların hepsini topladıktan sonra melekle­re: Bunlar mıydı, size tapmakta olanlar? der. Melekler: Tenzih ederiz Seni, bizim dosûımuz onlar değil Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyor­lardı, çokları da onlara inanmaktaydılar, diyecekler.» (Sebe', 40-41). Diğerleri ise: Hiç kimse için bize ibâdet etmek yaraşmaz. Zîrâ biz Senin kullarınız ve Sana muhtacız, anlamında olmak üzere nûn harfinin zam­mesi ile ve meçhul sîgası ile okumuşlardır. Bu kırâet anlam itibarıyla birincisine yakındır.

«Ama Sen, onlara ve babalarına nimetler verdin, (onların ömürleri uzun oldu) de sonunda Seni anmayı unuttular (elçilerinin dili ile onla­ra indirmiş olduğun tek ve ortağın olmaksızın yegâne Sana ibâdeti unut­tular.) Ve helaki hak eden birkavim oldular.» İbn Abbâs, âyetteki kelimesini; helak olmuş kimseler, anlamına alır. Hasan el-Basrî ve Mâlik'in Zührî'den rivayetlerine göre bu kelime: Onlarda hiç bir hayır yok­tur, anlamınadır. (...)

Allah Teâlâ şöyle buyuracak; «İşte sizi söylediklerinizde yalancı çı­kardılar. (Sizin dostlarınız olduğumu zannettiğiniz ve sizi Allah'a yakın­laştıracaklar umuduyla tapındıklarını» sizi yalancı çıkardılar.)» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevab veremeyecek olana, kendilerine yapılan dualardan habersiz bulunan şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? insanlar bir araya getirildikleri zaman bunlar, onlara düşman kesilir­ler ve onların tapınmalarını inkâr ederler.» (Ahkâf, 5-6)

«Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezsiniz.» Onlar azabı kendilerinden çevirmeye ve kendilerine yardıma güç yetiremeye-ceklerdtr. «Sizden zulmedenlere (Allah'a ortak koşanlara) büyük bir azâb tattıracağız, denir.»6

20 — Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi. Sabre­der misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbm Basîr olandır.

Peygamberlerin Beşeriyeti Mes'elesi6

Peygamberlerin Beşeriyeti Mes'elesi

Allah Teâlâ daha önce göndermiş olduğu bütün peygamberlerden haber vererek buyurur ki: Onlar yemek yerler ve yemekle beslenmeye ihtiyâç duyarlar, kazanç ve ticâret için sokaklarda (çarşılarda) gezinir­lerdi. Bu onların durum ve makamlarına elbette ters düşmez. Şüphesiz Allah Teâlâ onlar için güzel özellikler, güzel sıfatlar, faziletli sözler, kâ­mil ameller, parlak hârikalar, her bir akl-ı selîm ve dosdoğru basiret sahibi olanın, onlann Allah'tan getirmiş olduklarının doğruluğuna de­lil bulacakları deliller kılmıştır. Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu sözleri gibidir: «Senden önce gönderdiğimiz elçiler de ancak kasabalar halkından, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkeklerdi.» (Yûsuf, 109), «Biz onları yemek yemez bir ceset kılmadık ve onlar (dünyada) ebedî de değillerdi.» (Enbiyâ, 8).

«Sabreder misiniz diye sizi blrbirinizle deneriz.» Sizi birbirinizle deneyip kim itaat edecek kim de isyan edecek bilelim diye sizi birbiri­nizle tecrübe ettik. «Sabreder misiniz diye. Ve Rabbın Basîr olandır.» Kimin kendisine vahyolunmasına hak kazandığını hakkıyla görendir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Allah, risâletini ne­reye vereceğini en iyi bilendir.» (En'âm, 124). Allah Teâlâ gönderdiği rlsalete kimin ulaştırılmaya hak kazandığını, kimin buna müstahak ol­madığını en iyi bilendir.

«Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz.» âyeti hakkında Muhammed tbn İshâk der ki: Allah Teâlâ buyurur ki: Şayet dünyayı elçilerimle bile kılmayı, herkesin onlara muvafakat etmesini ve onlara muhalefet olunmamasını dilemiş olsaydım bunu yapardım. Fakat kul­lan onlarla denemek ve onları da kullarımla denemek istedim. Müslim'­in Sahîh'inde İyâz İbn Hammâr (?) dan, onun da Allah Rasûlü (s. a.)-nden rivayetine göre Allah Teâlâ şöyle buyurur: Şüphesiz Ben seni de­neyeceğim, onları da seninle deneyip imtihan edeceğim. Müsned'de Al­lah Rasûlü (s.a.)nden rivayet edildiğine göre şöyle buyruluyor: Şayet istemiş olsaydım Allah Teâlâ altun ve gümüş dağlan benimle beraber yürütürdü. Sahîh bir hadîste rivayet olunduğuna göre; Allah Rasûlü (s. a.), bir peygamber kral olmakla kul ve rasûl olmak arasında muhay­yer bırakılmıştı. Bir kul ve rasûl olmayı tercih etti.7

21 — Bize kavuşmayı ummayanlar: Bize melekler indi­rilmeli değil miydi veya Rabbımızı görmeli değil miydik? derler. Andolsun ki, kendi kendilerine büyüklenmişler ve büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlardır.

22 — Melekleri görecekleri gün; işte o gün günahkâr­lara iyi haberler yoktur. Melekler: Size iyi haber yasaktır, yasak, derler.

23 — Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz-duman ederiz.

24 - O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok daha iyi, dinlenecekleri yer; çok daha güzeldir.

Allah Teâlâ «Nasıl ki peygamberlere mesaj getiriyorlarsa melekler bize de mesaj getirmeli değil miydi?» sözlerinde kâfirlerin küfürlerin-deki azgınlığı ve bu sözlerindeki inâdlaşmalarını haber verir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de yine onlardan şöyle haber verir: «Onlara bir âyet geldiği zaman; derler ki: Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe asla îmân etmeyiz.» (En'âm, 124). Muhtemeldir ki onlar: «Bize melekler indirilmeli değümiydi?» sözleri ile şu anlamı kasdetmiş-lerdir: Böylece biz onları açıkça göreydik de, bize Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu haber verelerdi. Nitekim onlar: «Yahut Allah'ı ve melek­leri karşımıza getiresin.» (îsra, 92)de demişlerdir. Bunun tefsiri daha önce tsrâ sûresinde geçmişti. Yine onlar: «Veya Rabbımızı görmeli de­ğil miydik?» demişlerdir. Allah Teâlâ da: «Andolsun ki, kendi kendi­lerine büyüklenmişler ve büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlardır.» bu­yurur. Başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Eğer Biz, onlara ger­çekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe onlar yine de inanacak değil­lerdi. Fakat onların çoğu bilmediler.» (En'âm, 111).

«Melekleri görecekleri gün; işte o gün günahkârlara iyi haber yok­tur. Melekler: Size iyi haber yasaktır, yasak, derler.» Onlar, kendileri için hayırlı olan bir günde melekleri görebilecek değillerdir. Melekleri görecekleri günde ise onlar için müjde yoktur. Bur onların ölüm vak­tinde gerçekleşecektir, o zaman melekler onlara, Cebbar olan Allah'ın gazabını ve cehennemi müjdeleyeceklerdir. Melekler, ruhunun çıkışı sı­rasında kâfire şöyle diyecekler: Ey pis ceseddeki pis rûh çık; kaynar su­lara, yakıcı rüzgâra ve kapkara dumandan bir gölgeye çık. Rûh çık­maktan imtina' edecek ve bedende dağılacak da ona vuracaklar. Nite­kim Allah Teâlâ başk% &yet-i kerîme'lerde şöyle buyurur: «Bir görsey-din sen; hani melekler, küfredenlerin canlarını alırken yüzlerine ve ar­kalarına vuruyorlardı.» (Enfâl, 50), «Bir görseydin; o zâlimler can çe-kişirlerken, melekler de ellerini uzatmış: Can verip bugün Allah'a kar­şı haksiz yere söylediklerinizden ve O'nun âyetlerine büyüklük, tasla­manızdan ötürü horluk azâbıyla cezalandırılacaksınız, derken.» (En'âm, 93). Bu sebeple bu âyet-i kerîme'de de: «Melekleri görecekleri gün; işte o gün, günahkârlara iyi haber yoktur.» buyurulmaktadır. Bu, ruhlarını teslim etme vaktinde mü'minlerin durumunun tersidir. Onlar hayırlar­la, sevinçlerin husulü ile müjdeleneceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyu­rur: «Muhakkak ki Rabbımız Allah'tır, deyip sonra dosdoğru yolda yü­rüyenlerin üzerlerine melekler iner, onlara: Korkmayın, Üzülmeyin, size va'dolunan cennetle sevinin, derler. Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlannızız. Burada canlarınızın çektiği şeyler size de dir. Ve burada size umduğunuz her şey var. Gafur, Rahîm olanın ikramı olarak.» (Fussilet, 30-32). Berâ îbn Âzib'den rivayet edilen sahîh bir hadîste şöyle buyrulur: Melekler mü'min kulun ruhuna: Ey temiz ceseddeki te­miz ruh, sen bu temiz cesedi ma'mûr kılmaktaydın. Şimdi ise rahata, rahmete ve öfkeli olmayan bir Rabba çık, derler. Hadîs daha önce îb-râhîm sûresinde: «Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağ­lam bir söz üzerinde tutar. Zâlimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.» (tbrâhîm, 27) âyetinin tefsirinde geçmişti.

Diğerleri ise «Melekleri görecekleri gün»den maksadın kıyamet gü­nü olduğunu söylemişlerdir. Mücâhid, Dahhâk ve başkaları böyle söy­ler. Ancak bununla daha önce geçen görüş arasında bir tezâd yoktur. Zîrâ melekler bu iki günde; ölüm günü ve kıyamet günü mü'minlere ve kâfirlere tecellî edecek; mü'minlere rahmet ve hoşnûdluk müjdesi verirken, kâfirlere kayıp, hüsran haberi vereceklerdir. O gün günah­kârlar için elbette müjde yoktur.

Melekler kâfirlere: Size iyi haber yasaktır, yasak. (Bugün kurtu­luş, size haramdır, haram.)» diyecekler. (...)

Âyetteki fiilinin öznesi olan zamîr meleklere dönmekte­dir. Mücâhid, Ikrime, Dahhâk, Hasan, Katâde, Atıyye el-Avfî, Atâ el-Horasânî, Husayf ve birçokları bu görüşte olup İbn Cerîr de bunu ter-cîh etmiştir, tbn Ebu Hatim'in babası kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre; o, «Melekler: Size iyi haber yasaktır, yasak, derler.» âyeti hakkında şu açıklamayı yapar: Takva sahiplerinin müjdelendik-leri ile müjdelenmek size haramdır, haram.

îtoh Cerîr, tbn Cüreyc'in şöyle dediğini nakleder: Bu, müşriklerin sözündendir. Melekleri görecekleri gün, meleklerden sığınacak yer ara­yacaklar. Bu böyledir; zîrâ araplar içlerinden birine bir musibet veya zorluk isabet ettiğinde: öderler. Bu görüşün her ne ka­dar bir kaynağı ve açıklaması olsa bile âyetin akışına nisbetle uzaktır. Özellikle Cumhur, bunun tersine olan bir görüş belirtmiştir. Ancak îbn Ebu Necîh, Mücâhid'in âyetteki kelimelerini; sığınma ve sığınılacak yer olarak açıkladığını nakleder. Herhalde bununla yu­karda verdiğimiz îbn Cüreyc'in zikrettiği açıklamayı kasdetmiş olma­lıdır. Fakat İbn Ebu Hatim'in îbn Ebu Necîh'den, onun da Mücâhid'den rivayetine göre; «sığınma ve sığınacak yer yok,» sözünü melekler söy­leyecektir. En doğrusunu Allah bilir.

Allah Teâlâ: «Yaptıkları her işi ele alır ve onu tozduman ederiz.» buyurur ki; bu, kıyamet günü Allah Teâlâ'nın kulların işlemiş olduk­ları hayır ve şer amellerini hesaba çekeceği zamandır. Allah Teâlâ burada haber veriyor ki; bu, müşrikler, kendilerini kurtaracaklarını san­dıklan amellerinden hiç bir şey elde edemeyeceklerdir. Zîrâ amelde ih-lâslı olma veya Allah'ın kanuna uygunluktan ibaret olan şer'î şart, on­ların amellerinde yoktur. îhlâslı ve Allah'ın hoşnûd olduğu şeriat üzere olmayan her amel bâtıldır. Kâfirlerin amelleri, bu iki durumun birisin­den hâlî değildir. Bazan her ikisi de onlarda mevcûddur. İşte o zaman bunlar kabul edilmekten uzaktır. Bu sebeple Allah Teâlâ: «Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz-duman ederiz.» buyurmuştur. (...) Süfyân es-Sevrî'nin Ebu İshâk kanalıyla Hz. Ali (r.a.)den rivayetine göre o: «Ve onu toz-duman ederiz.)) âyeti hakkında şöyle demiş: Bir oyuğa girdiği zaman güneşin şuaları gibi toz-duman ederiz. Bu açıklama Hz. Ali'den başka şekillerde de rivayet edilmiştir. Bu açıklamanın bir benzeri tbn Abbas, Mücâhid, îkrime, Saîd îbn Cübeyr, Süddî, Dahhâk ve başkala­rından da rivayet edilir. Hasan, el-Basrî ise âyetteki «toz-duman»ı şöyle açıklar: O, onlardan birinin oyuğuna giren şuadır. Yakalamak üzere git­miş olsa elbette buna güç yetiremez. Ali tbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'-tan rivayetine göre; o, âyetteki toz-duman'ı; dökülmüş, saçılmış su ola­rak açıklamıştır. Ebu'l-Ahvas'ın Ebu İshâk kanalıyla Hz. Ali'den riva­yetine göre; o, âyetteki toz-dumanı; hayvanların yürürken çıkardığı tozla açıklar. Açıklamanın bir benzeri îbn Abbâs ve Dahhâk'tan da ri­vayet edilir. Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eşlem de böyle söylemiştir. «Onu toz-duman ederiz.» âyeti hakkında Katâde der ki: Rüzgâr salla­yıp sarstığında ağaçların nasıl kuruyup çıplak kaldığını görmedin mi? İşte o (bu ağaçlardan dökülen) yapraklardır. Abdullah îbn Vehb'in Asım îbn Hakîm kanalıyla... Ya'lâ îbn Ubeyd'den rivayetine göre; o, âyetteki kelimesini, kül ile tefsir eder.

Bütün bu açıklamaların özeti, âyetin içermiş olduğu mânâyı ten-bîh ve işaretten ibarettir. Özet olarak söylemek gerekirse; onlar, bir şey olduğunu sandıkları ve inandıkları ameller işlemişlerdir. Hiç kimseye asla zulmetmeyen, haksızlık yapmayan, adaletli, hakîm, hükümdar olan Allah'a arzoIunduklariiZaman bir de bakacaklar ki, yaptıkları bütünüy­le hiç bir şey değildir. Böylece onlann amelleri; sahibinin bütün bütüne hiç bir şeye kadir olamayacağı müteferrik, küçük, boş ve değersiz bir şeye benzetilmiş oluyor. Nitekim Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde şöyle buyuruyor: «Rablarına küfredenlerin hali; fırtınalı bir günde rüz­gârın şiddetle savurduğu küle benzer. Yaptıklarından hiç bir şey elde edemezler. İşte bu, uzak bir sapıklıktır.» (îbrâhîm, 18), «Ey îmân eden­ler; Allah'a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakma ve eziyet etmekle heder etmeyin. O gösteriş yapanın hâli, üzerinde toprak bulunan kayanınki gibidir. Şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde onu katı bin taş halinde bırakır. Onlar kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler.» (Bakara, 264), aO küfredenlere gelince; onların amelleri engin çöllerdeki serâb gibidir. Susayan kimse oriu su sanır. Fakat yanına vardığı zaman hiç bir şey bulamaz.» (Nûr, 39). Bunun tefsiri daha Önce geçmişti. Hamd ve minnet Allah'adır.

«O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok güzeldir. «Cehennem ashabı ile cennet ashabı bir değildir. Cennet ashabı; işte onlardır kurtuluşa erenler.» (Haşr, 20). Zîrâ cennetlikler; yüce derecelere, emniyyet içindeki odalara varacaklardır. Onlar emniy-yetli, güzel görünüşlü, kalınması hoş bir makamda olacaklardır. «Orada temelli kalırlar. Orası ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır.» (Fur-kân, 76). Cehennemlikler ise en aşağı derecelere, peşpeşe gelen hasret­lere, çeşitli azâb ve cezalara varacaklardır. «Muhakkak o, ne kötü bir karargah ve konaklama yeridir.» (Furkân, 66). Görünüş olarak ne kötü ev, dinlenmek için ne kötü makamdır orası. Bu sebeple Allah Teâlâ: «O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok gü­zeldir.» buyurmuştur. İşlemiş oldukları kabule şâyân amelleri karşılığı nail olduklarına nail olmuşlar, varacakları yere varmışlardır. Cehen­nemlikler bunların tersinedir. Zîrâ onlann, cennete gitmelerini ve ce­hennemden kurtulmalarını sağlayacak bir tek amelleri dahi yoktur. Al­lah Teâlâ mutluların durumu ile, mutsuzların haline tenbîhte bulunup onlarda bütünüyle hayır olmadığmı haber vermekte ve: «O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok güzeldir.» bu­yurmaktadır. İbn Abbâs'tan rivayetle Dahhâk der ki: Bu, kuşluk vakti olacaktır. Allah'ın dostları ailecek hurilerle öğle istirahatına çekilecek­ler; Allah'ın düşmanları ise şeytânlarla beraber ve elleri boyunlarına bağlı olarak bir öğle vakti geçireceklerdir. Saîd îbn Cübeyr şöyle diyor: Allah Teâlâ hesabı günün yansında bitirecek; cennetlikler cennette, ce­hennemlikler de cehennemde dinlenmeye çekileceklerdir. Allah Teâlâ: «O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok güzeldir.» buyurmuştur. İkrime der ki: Muhakkak cennetliklerin cen­nete ve cehennemliklerin cehenneme girecekleri saati çok iyi biliyorum. Bu saat, dünyada büyük kuşluğun yükselmesi sıra­sındaki saattir ki insanlar öğle istirahatı için ailelerine bu zamanda dö­nerler. Cehennemlikler cehenneme ayrılıp gider. Cennet yaranma ge­lince; onlar cennete götürülürler. Onların öğle istirahatları cennette olur. Orada kendilerine balık ciğeri (havyar olsa gerektir) yedirilir de hepsi doyurulur. îşte Allah Teâlâ'nın: «O gün cennet yaranının kalaca­ğı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok güzeldir.» kavli budur. Süfyân'ın Meysere kanalıyla... Abdullah îbn Mes'ud'dan rivayetine göre o: Gün henüz yanlanmışken bunlar ve onlar (cennet ve cehennem yaranı) dinlenmeye çekilir, demiş sonra: «O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok güzeldir.» âyeti ile «Sonra muhakkak ki onların dönüşü cehennemedir.» (Saffât, 68) âyetlerini okumuştur. «O gün cennet yaranırım kalacağı yer; çok iyi, dinlenecekleri yer; çok gü­zeldir.» âyeti hakkında Avfî'nin rivayetine göre, îbn Abbâs şöyle demiş­tir: Onlar cennetteki edalarda öğle istirahatına çekileceklerdir. Onla­rın hesaba çekilmeleri Rablanna bir defa arzedilmelerinden ibaret ola­caktır ki, bu da kolay bir hesâbtır. Bu, Allah Teâlâ'nın şu sözü gibidir: «(O vakit) kimin kitabı sağından verilirse, kolayca bir hesâb ile muha­sebe edilecektir. Ve ailesine de sevinçli dönecektir.» (înşikâk, 7-9).

Katâde, «O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok iyi, dinlenecek­leri yer; çok güzeldir.» âyetindeki kalacak yer ve dinlenecek yerleri; va­rılıp sığınılacak yer ve ev olarak açıkladıktan sonra der ki: Safvân İbn Muhriz (?) rivayet edip şöyle dedi: Kıyamet günü, birisi rengi kırmızı­ya ve beyaza çalar renkte olup dünyada iken kral olan iki kişi getiri­lecek, hesaba çekilecek, dünyada iken kral olana bakacaklar ki, meğer­se o köledir ve hiç bir hayır işlememiştir. Cehenneme götürülmesi em-rolunacak. Diğeri ise dünyada bir tek örtü sahibi imiş. Hesaba çekilecek de o: Rabbım, bana bir şey vermedin ki bana hesabını serasın, diyecek. Rab Teâlâ Kulum doğru söyledi. Onu bırakın, buyuracak ve cennete götürülmesi emrolunacak. Sonra Allah'ın dilediği kadar bırakılacaklar. Sonra cehenneme gönderilen çağrılacak. Bir de bakacaklar ki, kömür gibi simsiyah olmuş. Ona: Nasıl buldun? denilecek. Dinlenecek yerlerin en kötüsü, diyecek. Ona; yerine dön, denilecek. Sonra cennette olan çağ­rılacak. Bir de bakacaklar ki o, ayın ondördüncü gecesindeki ay misâli­dir. Ona: Nasıl buldun? diye sorulacak da: Rabbım, dinlenecek yerlerin en hayfrlısı, diye cevab verecek. Ona da; yerine dön, Duyurulacak. Ha­dîsin tamâmım îbn Ebu Hatim rivayet etmiştir. îbn Cerîr der ki: Bana Yûnus'un... Saîd es-Savvâftan rivayetine göre, kıyamet günü mü'mine kısa; o kadar ki, ikindi ile güneşin batışı arasındaki zaman kadar ola­cak. Onlar, insanların hesaba çekilmeleri bitirilinceye kadar cennet bah­çelerinde istirahat edecekler. îşte Allah Teâlâ'nın: «O gün cennet yâ-rânının kalacağı yer; çok daha iyi, dinlenecekleri yer; çok daha güzel­dir.» kavli budur.8

25 — Ve o gün; gök beyaz bulutlar halinde parçalana­cak, melekler bölük bölük indirileceklerdir.

26 — O günde gerçek mülk, Rahmân'mdır. Kâfirler için de pek yaman bir gündür.

27 - O gün; zâlim kimse iki ellerini ısırarak: Ne olurdu ben de peygamberle beraber bir yol tutsaydım, diyecektir.

28 — Vay başıma gelene: Keski falancayı dost edinme-seydim.

29 — Andolsun ki beni, bana gelen zikirden o saptırdı. Şeytân, insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.

O Gün. 9

O Gün

Allah Teâlâ kıyamet günü korkularını ve o günde olacak büyük durumları haber veriyor. Göğün yarılması ve beyaz bulutlar halinde açılması bunlardandır. Gök, gözleri kamaştıracak büyük nurdan göl­geler (bulutlar) haline gelecektir. O günde göklerin meleklerinin inme­si de bunlardandır. Mahşer yerinde bütün yaratıkları kuşatacaklar, sonra hüküm vermek, hükümleri ayırmak üzere Rab Teâlâ gelecektir. Mücâhid bu âyetin, Allah Teâlâ 'nın şu sözü gibi olduğumu söyler: «On­lar; Allah'ın buluttan gölgeler içinde, meleklerle birlikte kendilerine gelivermesini ve işlerini bitirivermesini mi bekliyorlar? Halbuki bütün işler Allah'a döndürülür.» (Bakara, 210). îbn Ebu Hâtim'in Muham-med tbn Ammâr tbn Haris kanalıyla... îbn Abbâs'tan rivayetine göre o: «Ve o gün; gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük indirileceklerdir.» âyetini okumuş ve şöyle demiştir: Allah Teâlâ kıyamet günü cirmi, insanı, hayvanları, yırtıcı hayvanları, kuşları ve bütün yaratıkları.bir düzlükte toplayacak, dünya semâsı yarılıp oranın ehli inecektir. Onlar cinn, insan ve bütün yaratıklardan çok olup cinn-leri, insanları ve bütün yaratıkları kuşatacaklar. Sonra ikinci gök ya­rılacak ve ikinci gök ehli inecek. Bunlar da dünya semâsı halkı ile cinn, insan ve bütün yaratıklardan daha çokturlar. Bunlar da; kendilerinden Önce inen melekleri, cinnleri, insanları ve bütün yaratıkları kuşatacak­lar. Sonra üçüncü kat gökyüzü yarılacak ve oranın ehli inecek. Bunlar da ikinci gök, dünya semâsı ile bütün yaratıklardan çokturlar. Bunlar kendilerinden ence inen melekleri, cinnleri, insanları ve bütün yaratık­ları kuşatacaklar. Her gök bu şekilde yarılacak ve nihayet yedinci kat gök yarılıp oranın halkı inecekler. Bunlar da kendilerinden önce inen gökler ahâlîsi ile cinnler, insanlar ve bütün yaratıklardan çok olup kendilerinden önce inen göklerin ahâlîsi olan melekleri, cinnleri, insanları ve bütün yaratıkları çepeçevre kuşatacaklar. Rab Teâlâ beyaz buluttan gölgeler içinde ve çevresinde Mukarrebûn melekleri olduğu halde ine­cek. Mukarrebûn melekleri; yedi kat gök ahâlîsinden, insanlardan, cinn-lerden ve bütün yaratıklardan daha çokturlar. Onların mızrak topuk­ları gibi boynuzlan vardır. Onlar Arş'in altında olup, yüksek sesle Allah'ı tesbîh, tehlîl ve takdis etmektedirler. Onlardan birinin ayağının ortası ile topuğu arasındaki mesafe beş yüz yıllık yol, topuğu ile dizi arası beş, yüz yıllık yol, dizi ile beli arası beş yüz yıllık yol, beli ile gerdanı arası beş yüz yıllık yol, gerdanı ile kulak memeleri arası beş yüz yıllık yol, ve bundan yukarısı da beş yüz yıllık yoldur ve cehennem yanlarındadır. tbn Abbâs'ın sözünü bu şekliyle İbn Bbu Hatim rivayet etmiştir, tbn Cerlr der ki: Bize Kâsım'ın... Ibn Abbis'tan rivayetinde o, şöyle anla­tıyor: Şu gök varıldığı zaman, oradan cinnler ve insanlardan daha çok olan melekler inerler. Bu buluşma günü; gök ve yer ehlinin karşılaş­tıkları gün olacaktır. Yer ahâlîsi: Rabbımız geldi mi? diyecekler. Gök ehli: Gelmedi, gelmek üzeredir, diyecekler. Sonra ikinci kat gök ve ye­dinci kat göğe varıncaya kadar göklerin ahâlîsi katlanarak (artarak) birer birer açılacaklar. Yedinci kat gökten, diğer göklerden inenlerin bütününden, cinnler ve insanlardan daha çok melek inecek. Bunları ta'kîben Mukarrebûn melekleri inecekler, sonra da sekizinci Arş'ı taşı­yan melekler içinde Rabbımız gelecektir. Her bir meleğin topuğu ile di­zi arasındaki mesafe yetmiş sene, uyluğu ile omuzu arası yetmiş sene­dir. Onlardan her bir melek yanınkinin yüzünü düşünmez, onlardan her bir melek başım önüne eğmiş: Melik, Kuddûs olan Allah'ı tesbîh ederim, diyecek. Onların başları üzerinde örtü gibi bir şey yayılmış ola­cak ve bunun da üzerinde Arş olacaktır. Haber mevkuftur ve Ali İbn Zeyd îbn Cüd'ân üzerinde dönüp dolaşmaktadır. O ise zayıf bir râvî-dir. Sevk ettiği hadîslerin lâfızlarında, çok kere şiddetli bir münkerlik bulunmaktadır. Meşhur sûr hadîsinde buna yakın ifâdeler vârid olmuş­tur ki en doğrusunu Adlan bilir. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «İşte o gün, olan olmuş (kıyamet kopmuş) tur. Gök de yarılmış ve o gün bitkin bir hâle gelmiştir. Melekler ise onun çevresindedirler. Ve o gün Habbınırt Arş'ını onların da üstünde sekiz tane (melek) yüklenir.» (Hakka, 15-17) buyurur. Şehr îbn Havşeb der ki: Arş'ı taşıyan melek­ler sekizdir. Onlardan dördü: Ey Allahım, Seni tesbîh ederiz, Sana hamd ederiz. İlminden sonra hilminden dolayı hamd Sana'dır, derler. Diğer dördü ise şöyle demektedir: Ey Allah'ım, Seni tesbîh eder, Sana hamd ederiz. Kudretinden sonra affından dolayı hamd Sana mahsûstur. Şehr îbn Havşeb'in bu sözünü ondan tbn Cerîr rivayet etmiştir. Ebu Bekr îbn Abdullah der ki: Yer ahâlisi tepelerinden, üzerlerinden inen Arş'a bak­tıkları zaman gözleri ona döner, bakakalırlar. Karınlarında böbrekleri titrer, kalbleri göğüslerindeki yerinden fırlayıp hançerelerine dayanır. İbn Cerîr'in Kasım kanalıyla... Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Teâlâ indiği zaman yaratıkları ile arasında yet­miş bin hicâb (örtü) vardır. Bunlardan kimisi nûr, kimisi zulmettir. O karanlıktaki şu öyle bir ses çıkarır ki kalbler sanki yerlerinden sökülür. Bu haber Abdullah İbn Amr'ın sözü olarak onun üzerinde mevkuftur. En doğrusunu Allah bilir.

Allah Teâlâ'nın: «O gün gerçek mülk, Rahmân'mdır. Kâfirler için de pek yaman gündür.» kavli şu âyet-i kerîme gibidir: «Kimindir bu­gün mülk? Vâhid, Kahhâr olan Allah'ındır.» (Ğâfir, 16). Sahih bir hadîste belirtildiğine göre, Allah Teâlâ sağ eliyle gökleri dürüp diğer eliyle yerleri tutacak (yakalayacak) sonra şöyle buyuracak: Ben Melik'-im, ben Deyyân'ım, yeryüzü kralları nerede? Nerede zâlimler? Nerede büyüklenenler?

«Kâfirler için de pek yaman bir gündür, (zor bir gündür. Zîrâ o gün adalet günüdür, hükümlerin verilip ayrılacağı gündür.)» Başka bir âyet-i kerîme'de: «îşte o gün, zorlu bir gündür. Kâfirler için hiç de kolay değildir.» (Müddessir, 9-10) buyurulur. O günde kâfirlerin durumu budur. Mü'minlere gelince; Allah Teâlâ'nın da buyurduğu üzere: «Ö en büyük korku bile onları tasalandırmaz. Melekler onları: Size söz veri­len gün, işte bu gündür, diye karşılarlar.» (Enbiyâ, 103). İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan îbn Musa'nın... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre: Ey Allah'ın elçisi, «Meleklerde, rûh da miktarı elli bin yıl olan bir günde o derecelere yükselip çıkarlar.» (Meâric, 4); o gün ne kadar uzun­dur, denilmişti. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Nefsim kudret elin­de olan (Allah) a yemîn olsun ki o gün mü'mine hafifletilecektir. O ka­dar ki dünyada iken kılmış olduğu bir farz namazdan ona daha hafif gelecektir.

«O gün; zâlim kimse iki ellerini ısırarak: Ne olurdu ben de pey­gamberle beraber bir yol tutsaydım, diyecektir.» âyetinde Allah Teâlâ, Rasûlullah'm yolundan ayrılan, onun Allah katından getirmiş olduğu apaçık, hiç bir şüphe olmayan hakdan ayrılan, Allah Rasûlü'nün yolun­dan başka bir yola giren zâlimlerin pişmanlığım haber veriyor. Kıya­met günü vuku bulduğunda, kendisine pişmanlığın fayda vermeyeceği bir yerde pişman olacak ve hasretle, esefle ellerini ısıracaktır. Bu âye­tin nüzul sebebi, Ukbe îbn Ebu Muayt veya mutsuzlardan bir başkası olsa da bu âyet her bir zâlim hakkında umûmîdir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «O gün yüzleri ateşte çevrilirken: Ne olurdu keski Allah'a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik, der­ler. Ve dediler ki: Rabbımız, biz büyüklerimize ve yöneticilerimize itaat etmiştik. Onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbımız, onlara azâbdan iki

kat ver. Ve onları büyük bir la'netle la'netle.» (Ahzâb, 66-68). Her zâ­lim kıyamet günü pişmanlığın en üst derecesinde pişman olacak ve el­lerini ısırarak şöyle diyecektir: «Ne olurdu ben de peygamberle bera­ber bir yol tutsaydım. Vay başıma gelene. Keski (beni hidâyetten ayı­ran ve sapıklık yoluna döndüren) falancayı dost edinmeseydim.» Âyet> Ümeyye İbn Halef veya kardeşi Übeyy tbn Halef veya bu ikisi dışında bir başkası hakkında da olsa durum aynıdır.

«Andolsun ki beni, bana gelen zikirden (bana ulaştıktan sonra) o saptırdı.» Allah Teâlâ da şöyle buyurur: «Şeytân, insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır. (Onu hakdan ayırıp ondan çevirir, ona bâtılı iş­letir ve bâtıla çağırır.)»9

30 — Ve Peygamber dedi ki: Ey Rabbım, doğrusu kav­mim bu Kur'an'ı terkedilmiş olarak bıraktı.

31 — İşte böylece Biz, her peygambere suçlulardan bir düşman kıldık. Hidâyete götüren ve yardımcı olarak Rab-bın yeter.

Hidâyete Götüren. 11

Hidâyete Götüren

Allah Teâlâ, elçisi ve peygamberi Muhammed —Allah'ın salâtı ve selâmı din gününe kadar dâima onun üzerine olsun— in şöyle dediğini haber verir: «Ey Rabbım, doğrusu kavmim bu Kur'an'ı terkedilmiş ola­rak bıraktı.» Zîrâ müşrikler, Kur'an'a kulak vermiyor ve onu dinlemi­yorlardı. Başka bir âyet-i kerîme'de: «Ve küfredenler dediler ki: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki bastırasınız.» (Fussi-let, 26) buyrulur ki, onlara Kur'ân okunduğu zaman gürültüyü çoğal­tıyor ve başka konularda konuşuyorlardı ki Kur'an'ı işitmesinler. İşte bu, Kur'an'ı terketme kabîlindendir. Ona îmânı ve onu tasdiki terk et­mek de ondan ayrılmaktı. Onu anlamayı ve üzerinde düşünmeyi terk etmek de ondan ayrılmaktır. Onunla ameli, emirlerine sarılmayı, ya­saklarından çekinmeyi terk etmek de onu bırakmaktandır. Onu bıra­kıp şiir, söz, şarkı, eğlence, bir söz veya başkasından alınmış herhangi bir yola sapmak da onu bırakmaktandır. Dilediğine güç yetirici olan, Kerîm, Mennân olan Allah'tan, O'nu kızdıracak şeylerden bizi kurtar­masını, kitabını koruma, anlama, gece ve gündüz sevdiği ve hoşnûd olduğu şekilde gereğini yerine getirmeden ibaret, hoşnûd olduğu şeyleri bize yaptırmasını dileriz. Şüphesiz O Kerîm'dir, Vehhâb'dır.

«îşte böylece Biz, her peygambere suçlulardan bir düşman kıldık.» Ey Muhammed, Kur'ân'ı bırakan kavmin hakkında senin için meydana gelenler gibisi geçmiş, ümmetler içinde de meydana geldi. Zîrâ Allah Te­âlâ, her bir peygambere suçlulardan bir düşman kılmıştır. Onlar insan­ları sapıklıklarına ve küfürlerine çağırırlardı. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cinn şeytânları­nı düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak. Bir de âhirete inanmayanların kalbleri ona meyletsin, ondan hoşlansınlar ve işleyeceklerini işlesinler diye.» (En'âm, 112-113) buyurulurken, burada da şöyle buyurmaktadır: «Hidâyete gö­türen ve yardımcı olarak Rabbın yeter. Rasûlüne tâbi olana; kitabına îmân edip doğrulayarak tâbi olana Allah Teâlâ dünyada ve âhirette doğruyu gösterecek ve yardımcı olacaktır. Allah Teâlâ: «Hidâyete götü­ren ve yardımcı olarak...» buyurmuştur. Zîrâ, hiç kimse hidâyete er­mesin ve kendi yollan Kur'an'ın yoluna üstün gelsin diye insanları Kur'an'a tâbi olmaktan çevirmeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «îşte böylece Biz, her peygambere suçlulardan bir düşman kıl­dık. Hidâyete götüren ve yardımcı olarak Rabbın yeter.» buyurmuştur.10

32 — O Küfredenler dediler ki: Kur'an, ona bir kerede topluca indirilmeli değil iniydi? Halbuki Biz, onu, senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.

33 — Onlar sana bir misâl getirmeye görsünler, Biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana getirmişizdir.

34 — Cehennemde yüzleri üstü toplanacak olanların; işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.

Allah Teâlâ kâfirlerin çok karşı çıktiklannı, inatlaştıklarını ve ken­dilerini ilgilendirmeyen konularda konuştuklarım haber verir. Onlar: «Kur'an, ona bir kerede topluca indirilmeli değil miydi?» demişlerdir. Yâni nasıl ki ondan önceki Tevrat, İncil, Zebur ve diğer ilahî kitablar bir kerede vahyolunmuşsa, bu kitâb da ona bir kerede nazil olmalı de­ğil iniydi? Allah Teâlâ onlara cevab olarak Kur'an'ın yirmi üç senede, meydana gelen olaylar ve ihtiyâç duyulan hükümler ölçüsünde inanan­ların kalblerine yerleştirmek üzere parça parça inzal buyurmuştur. Ni­tekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Bir de Kur'an'ı insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm ve gerektikçe indirdik.» (İsrâ, 106) buyu-rulurken, burada da yine aynı sebeple: «Senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.» buyurmuştur. Katade «Ağır ağır okuruz.» kısmını; beyân ederiz, Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eşlem de; tefsir edip açıklarız, anlamında anlamışlardır.

«Onlar sana bir misâl (bir hüccet ve şüphe) getirmeye görsünler (hakka karşı çıkacakları bir söz söylemeye görsünler); Biz onlara ce­vap olarak) onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını, (onların sözlerinden daha açık seçik ve fasîh olanım) sana getirmişizdir.» İbn Abbâs'tan ri­vayetle Saîd İbn Cübeyr âyeti şöyle anlıyor: Onlar Kur'an'ı ve Allah Ra-sûlünü ayıplamak üzere bir misâl getirmeye görsünler; Biz onun ger­çeğini, en iyi anlaşılanını sana getirmişizdir. Cibril Allah'tan onun ce­vabını indirmiştir. Burada Allah Rasûlü (s.a.)nün şerefine büyük bir itinâ gösterilmiştir. Öyle ki Kur'an Allah Teâlâ'dan vahiy olarak ona sabah-akşam, gece ve gündüz, seferde ve hazarda gelmiştir. Her seferin­de melek ona Kur'an'ı daha önce geçen kitablardan bir kitabın indiri-lişi gibi getirip indirmiştir. Bu makam en üstün, en büyük makamıdır. Kardeşleri olan diğer peygamberlere nisbetle derece itibarıyla en büyük derecedir. Allah'ın salâtı ve selâmı hepsinin üzerine olsun. Kur'an, Al­lah Teâlrâ'nın indimiş olduğu en şerefli kitabdır. Muhammed (s.a.), Allah Teâlâ'nın elçi olarak göndermiş olduğu en büyük peygamberdir. Allah Teâlâ Kur'an'a iKi nitelik vermiştir: Önce Mele-i A'lâ'daki Levh-i Mahfûz'dan dünya semasındaki Beyt el-İzzet'e bir defada inzal olun­muş, sonra meydana gelen olaylara göre yeryüzüne parça parça indi­rilmiştir. Ebu Abdurrahmân Neseî der ki: Bize Ahmed ibn Süleyman'­ın... İbn Abbâs'tan naklettiğine göre; o, şöyle demiştir: Kur'an, Kadir gecesinde dünya semâsına bir defada, bir bütün olarak indirilmiş, son­ra yirmi senede nazil olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Onlar sana bir misâl getirmeye görsünler, Biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana getirmişizdir.» «Bir de Kur'an'ı insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm ve gerektikçe indirdik.» (İsrâ, 106).

Allah Teâlâ, kıyamet günü Allah'a dönüşlerinde ve cehenneme toplanıp götürülmelerinde, hallerin en kötüsü ve sıfatlanıl en çirkinin­de kâfirlerin kötü durumlarını haber vererek şöyle buyurur: «Cehen­nemde yüzleri üstü toplanacak olanların; işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.» Enes'ten rivayet edilen sahîh bir hadîse göre birisi: Ey Allah'ın elçisi, kıyamet günü kâfir yüzüstü nasıl haşrolunup topla­nacak? diye sormuştu. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Şüphesiz onu iki ayağı üzerinde yürüten, kıyamet günü yüzüstü yürütmeye de kadirdir. Mücâhid, Hasan, Katâde ve müfessirlerden bir çoğu böyle söylemiştir.11

35 — Andolsun ki Biz, Musa'ya kitabı verdik. Kardeşi Harun'u da kendisine vezîr yaptık.

36 — Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin, dedik. Ne­ticede o kavmi yerle bir ettik.

37 — Nûh kavmini de peygamberlerini yalanladıkları vakit, suda bbğduk ve kendilerini insanlar için bir âyet yaptık. Zâlimlere elîm bir azâb hazırlamışızdır.

38 — Ad ve Semûd'u da, Ress ashabını ve bunların ara­sında birçok nesilleri de.

39 — Her birine misâller vermiştik. Ama hepsini kırdık geçirdik.

40 - Andolsun ki onlar, belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardır. Onu görmediler mi? Hayır, onlar tekrar dirileceklerini ummazlar.

Hz. Mûsâ ve Kardeşi12

Hz. Mûsâ ve Kardeşi

Allah Teâlâ elçisi Muhammed (s.a.)i yalanlayan kavminin müşrik­lerini, ona zıd gidenleri tehdîdle peygamberlerini yalanlayan geçmiş ümmetlerin başına gelen elim azâb ve cezasıyla onları uyarıyor. îşe Hz. Mûsâ (a.s.)yı zikretmekle başlıyor. Onu peygamber olarak gönder­miş, kardeşi Harun'u ona bir vezir, bir yardımcı, onu destekleyip yardım eden bir peygamber kılmıştır. Firavun ve ordusu, ikisini de yalanlamış; «Allah Teâlâ da onları yerle bir edip helak buyurmuştur. Onların başı­na gelenin bir misli aynı zamanda kâfirler içindir.» (Muhammed, 10) Allah Teâlâ, Hz. Nuh'u kavmi yalandığı zaman onlara da böylece yap­mış ve onları helak buyurmuştur. Kim ki bir peygamberi yalanlarsa bütün peygamberleri yalanlamış sayılır. Zîrâ peygamberler arasında hiç bir fark yoktur. Allah'ın onlara bütün peygamberleri göndermiş ol­duğu farzedilseydi bile şüphesiz onlar peygamberlerin hepsini yalanlar­lardı. Bu sebeple kendilerine sâdece Hz. Nuh gönderildiği halde Allah Teâlâ: «Nuh kavmini de peygamberlerini yalanladıkları vakit, suda boğ­duk.» buyurmuştur. Hz. Nûh 950 sene onları Allah'a çağırarak ve Al­lah'ın intikamından onları sakındırarak aralarında kalmış ve fakat çok azı dışında ona kimse îmân etmemişti. Bu sebeple Allah Teâlâ onların topunu suda boğmuş, gemiye binenlerin dışında Âdemoğullarından yer­yüzünde onlardan hiç kimse kalmamıştır

«Ve kendilerini insanlar için bir âyet, (ibret almaları için bir ibret) yaptık.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurmaktadır: «Gerçekten su taştığı zaman, sizi Biz taşıdık gemide. Bunu sizin için bir öğüt ve ibret yapalım ve anlayışlı kulaklar anlasın diye.» (Hakka, 11-12). Sizi boğulmaktan kurtarmasında ve sizleri Allah'a îmân eden ve emirlerini doğrulayan kimselerin zürriyyetinden kılmasında Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayıp anasınız için derin denizlerde binmekte olduğunuz gemileri o vakıanın bir anısı olarak bırakmıştır.

«Ad ve Semûd'u da helak ettik.» Âd ve Semûd kavminin kıssası hakkında A'râf sûresinde olduğu gibi başka sûrelerde de burada tek­rarına gerek bırakmayacak açıklamalar yapılmıştı.

Ress ashabına gelince; îbn Abbâs'tan rivayetle îbn Cüreyc bunla­rın, Semûd kasabalarından bir kasaba halkı olduğunu söyler. îbn Cü-reyc'in naklettiğine göre îkrime, ashâb-ı Ress'in Felec denilen yerdeki Yâ-Sîn ashabı olduğunu söyler. Katade, Felec'in Yemâme kasabaların­dan olduğunu belirtir. îbn Ebu Hâtîm'in Ahmed îbn Amr Îbn Ebu Âsim kanalıyla... îbn Abbâs'tan rivayetine göre; Ress, Azerbaycan'da bir kuyudur. Süfyân es-Sevrî'nin Ebu Bükeyr'den, onun da İkrime'den rivayetine göre Ress; onların peygamberlerini gömdükleri kuyudur.

Muhammed İbn îshâk'ın Muhammed İbn-Kâ'b'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle anlatmıştır: Kıyamet günü insanların cen­nete gireceklerinin ilki siyah bir köledir. Allah Teâlâ bir kasaba halkına bir peygamber göndermişti. Bu siyah köle dışında oranın ahâlîsinden kimse ona îmân etmedi. Sonra bu kasaba halkı peygamberin üzerine yürüyüp hücum ettiler, bir kuyu kazıp peygamberlerini içine attılar, sonra .kuyunun üzerini büyük bir taşla kapattılar. Bu köle gidip sırtına odun yüklenip gelir, bu odunu satar, onunla yiyecek ve içecek alır, bu yiyecek ve içeceği o kuyuya götürür, Allah'ın yardımıyla o kayayı kal­dırıp yiyecek ve içeceğini peygambere uzattıktan sonra kayayı eski ha­line getirirdi. Bu, Allah Teâlâ'nın dilediği kadar böylece devam etti. Sonra o köle bir gün, daha önce yaptığı gibi odun toplamaya gitti. Odunları topladı, denk halinde bağladı ve işini bitirdi. Odunları yük­lenmek istediğinde kendisine bir uyuşukluk geldi ve uzanıp uyudu. Al­lah Teâlâ ona yedi sene uyku verdi. Sonra uyandı, gerindi, diğer yanına döndü ve yattı. Allah Teâlâ onu diğer bir yedi sene daha uyuttu. Bu ikinci yedi seneden scnra uyandı, odun dengini yüklendi. O, gündüzün kısa bir bölümünde uyuduğunu sanıyordu. Kasabaya gelip odun den­gini sattı, daha önce yaptığı gibi yiyecek ve içecek satın aldı ve sonra kuyunun bulunduğu yere gitti, aradıysa da bulamadı. Kavmi ise daha sonra fikirlerini değiştirerek peygamberlerini çukurdan çıkarmış, ona îmân etmiş ve onu doğrulamışlardı. Peygamberleri onlara, o siyah kö­leyi sorar ve: O ne yaptı? dermiş. Onlar ise kendisine bilmiyoruz cevabı verMermiş. Nihayet Allah Teâlâ, peygamberinin ruhunu kabzedip bun­dan sonra o siyah köleyi uyandırmış. Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: İşte bu siyah köle cennete gireceklerin ilkidir... Hadîsi İbn Cerîr, İbn Humeyd kanalıyla... Muhammed İbn Kâ'b'dan mürsel olarak rivayet etmiştir. Hadîste garîblik ve münkerlik vardır. Herhalde râvî, kendisin­den de bazı şeyler katmıştır. En doğrusunu Allah bilir, tbn Cerîr der ki: Hadîste anlatılanların, Kur'an'da anılan ashâb-ı Ress olduğuna hamle-dilmesi caiz değildir. Zîrâ Allah Teâlâ, onları helak buyurduğunu haber vermiştir. Halbuki bunlar fikir değiştirerek peygamberlerine îmân et­mişlerdir. Uzak olmakla birlikte babalarının helakinden sonra onların zürriyyetinden gelen nesillerin o peygambere îmân etmiş olmaları ihti­mâl dahilindedir. En doğrusunu Allah bilir. İbn Cerîr ashabı Ress'in Bürûc sûresinde anılan ashâb-ı Uhdûd olduğu görüşünü tercih etmiştir. Ki en doğrusunu Allah bilir.

«Ve bunların arasında birçok nesilleri, (ümmetleri) de (helak et­tik). Her birine misâller vermiş (hüccetleri ve delilleri açıklamış)tık.» Katâde'nin de dediği gibi: Onların özürlerini izale edip kaldırmıştık. «Ama hepsini kırdık geçirdik (helak ettik).» Başka bir âyet-i kerîme'de Allah Tealâ şöyle buyurur: «Nuh'tan sonra nice nesilleri yok etmişizdir.» (Isrâ, 17)

Âyetteki kelimesi, «Bunların ardından başka bir nesil ya­rattık.» (Mü'nünûn, 31) âyetinde de plduğu gibi insanlardan bir ümmet aniaınınadır. Bazıları bunu yüz yirmi sene ile tahdîd ederken; bu sü­renin yüz sene, seksen sene ve kırk sene olduğu da söylenmiş başka sü­reler de ileri sürülmüştür. Kuvvetli olan görüşe göre kam, bir zamanda muasır olan ümmete verilen isimdir. Onlar gidip de diğer bir nesil on­ların peşinden geldiğinde onlar ikinci bir karn, ikinci nesildir. Buhârî ve Müslim'in hadîslerinde Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetle sabit oldu­ğuna göre o, şöyle buyurmuştur: Nesillerin en hayırlısı benim neslim, sonra onları ta'kîb edenlerdir.

«Aridolsun ki onlar, belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğ­ramışlardır.» âyetinde, Lût kavminin kasabası olan Sedam ve oraya bağlı kasabalar kasdedilmektedir. Allah Tdâlâ oraları ters çevirme ile ve balçıktan yapılmış taş yağmuruna tutarak helak etmişti. Nitekim baş­ka âyet-i kerîme'lerde şöyle buyrulur: «Üzerlerine de bir yağmur yağ­dırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür.» (Şuârâ, 173), «Doğrusu siz, sabahleyin onlara uğrar üzerlerinden geçersiniz. Geceleyin de... Hâlâ aklınızı başınıza almaz mısınız?)) (Sâffât, 137-138), «O yerler, işlek yol­lar üzerinde hâlâ durmaktadırlar.» (Hicr, 76), «Her ikisi de hâlâ işlek bir yol üzerindedir.» (Hicr, 79). Bu sebeple burada da şöyle buyurmak­tadır: Onu görmediler mi? Ki, Allah'ın elçisini yalanlamaları ve Allah'ın emirlerine karşı gelmeleri sebebiyle oralar ahâlîsinin başına gelen azâb ve cezadan ibret alsınlar.

«Hayır, (oradan geçen kâfirler ibret almamaktadırlar), onlar (kıya­met günü) tekrar dirileceklerini ummazlar.»12

41 — Seni gördükleri vakit: Bu mu Allah'ın gönderdi­ği elçi? diye alaya almaktan başka bir şey yapmazlar.

42 — Gerçekten tanrılarımız üzerinde direnmeseydik bizi az kalsın onlardan saptıracaktı, derler. Azabı gördük­leri vakit, kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.

43 — Hevâ ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine vekil sen mi olacaksın?

44 — Yoksa sen, onların çoğunun dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hattâ daha da sapıktırlar.

Heveslerini Tanrılaştıranlar13

Heveslerini Tanrılaştıranlar

Allah Teâlâ müşriklerin Hz. Peygamber (s.a.)i gördükleri zaman onunla alay ettiklerini haber veriyor. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de «O küfredenler seni gördüklerinde alaya almaktan başka bir şey yap­mazlar. Ve: Tanrılarınızı (ayıplayarak ve kötüleyerek) diline dolayan bu mudur? derler.» (Enbiyâ, 36) buyururken, burada da şöyle buyur­maktadır: «Seni gördükleri vakit: Bu mu Allah'ın gönderdiği elçi? diye alaya almaktan başka bir şey yapmazlar.» Onlar bu davranışlarıyla —Allah onları çirkinleştirsin— onu istihfafla küçük görmektedirler. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Anlolsun ki senden önce de nice peygamberlerle alay edilmişti. Küfredenleri önce te'hîr ettim, sonra cezalarını verdim. Cezalandırmam nasıldı?» (Ba'd, 32).

Onlar «Gerçekten tanrılarımız üzerinde direnmeseydik bizi az kal­sın onlardan saptıracaktı.» şeklindeki sözleriyle şöyle demek istemekte­dirler: Şayet putlara tapınmada devam edip metanet göstermeseydik, az kaldı bizi putlarımıza ibâdetten- çevirecekti. Allah Teâlâ ise onlan tehdîdle şöyle buyurur: «Azabı gördükleri vakit, kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.» Sonra Allah Teâlâ, kimin aleyhine mutsuzluk ve sapıklık yazmışsa, onu Allah'tan başka hiç kimsenin hidâyete erişti-remeyeceğine işaretle peygamberine hitaben şöyle buyurur: «Hevâ ve hevesini tanrı'edinen kimseyi gördün mü?» Kendi nefsinin arzusuna göre neyi güzel görmüşse, o şey o kimsenin dini ve mezhebi olmuştur. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Kötü işi kendisine süslendirilip de onu güzel gören, (gerçekten sâlih amel işleyenle) bir midir? Muhakkak ki Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de hidâyete erdirir. Öyleyse on­lara üzülerek kendini harâb etme.» (Fâtır, 8) buyururken burada da: «Şimdi onun üzerine sen mi vekîl olacaksın?» buyurmuştur. îbn Abbâs der ki: Câfoiliye devrinde kişi, bir süre beyaz bir taşa tapınır; bir baş­kasını ondan daha güzel gördüğü zaman birinciyi terkedip ikinciye ta-pınırdı.

«Yoksa sen onların çoğunun dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hattâ daha da sapıktırlar.» Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zîrâ onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve or­tağı olmayan Allah'a ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına ta­pınmakta ve aleyhlerine hüccet konulmuşken, kendilerine elçiler gön­derilmişken Allah'a ortak koşmaktadırlar.13

İzahı14

İzahı

45 — Görmedin mi Rabbm gölgeyi nasıl uzatmıştır. İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi ona delil kıldık.

46 — Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.

47 — O'dur size; geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan ve gündüzü çalışma zamanı yapan.

Allah Teâlâ buradan itibaren varlığına, birbirine zıd muhtelif şey­leri yaratmadaki en yüce kudretine delâlet edecek delilleri açıklamaya başlar ve buyurur ki; «Görmedin mi Rabbın gölgeyi nasıl uzatmıştır.» İbn Abbâs, îbn Ömer, Ebu Âliye, Ebu Mâlik, Mesrûk, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, îbrâhîm en-Nehaî, Dahhâk, Hasan el-Basrî, Katâde, Süddî ve başkaları derler ki: Bu, fecrin doğması ile güneşin doğması arasında­dır. «İsteseydi onu durdurur, (sona ermeyecek şekilde devamlı kılar) du.» Başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyuruluyor: «De ki: Şayet Allah, ge­ceyi kıyamete kadar üzerinize uzatsaydı; Allah'tan başka size ışık geti­recek tanrı kimdir?... De ki: Şayet Allah gündüzü kıyamet gününe ka­dar mütemadiyen uzatsaydı...» (Kasas, 71-72).

«Sonra Biz güneşi ona delil kıldık.» Şayet güneş doğmamış olsay­dı, bilinmezdi. Zîrâ eşyalar ancak zıdlan ile bilinirler. Katâde ve Süddî âyeti: Sonra Biz güneşi de onun peşinden gidip ona tâbi olan bir delil kıldık ki sonunda tamâmının (gölgenin bütününün) üzerine gelip onu yok eder, şeklinde anlamışlardır.

«Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.» âyetinde gölge kaydedilmektedir. Burada kasdedilenin, güneş olduğu da söylenmiştir. Âyetteki kelimesi, kolay anlamındadır. İbn Abbâs bu keli­meyi; sür'atli bir şekilde, anlamına alırken Mücâhid, gizlice anlamına kabul etmiştir. Süddî işe şeyle diyor: Onu gizli bir yakalamayla alıp kendimize çekmişizdir ki, sonunda bir çardak veya bir ağaç altında ola­nın dışında yeryüzünde hiç gölge kalmamıştır. Onların üzerinde olanı ise güneş gölgelemiştir. Eyyûb tbn Mûsâ âyetteki ifâ­desini azar azar, diye açıklamaktadır.

«O'dur size; geceyi (vücûdlarımz için onları kaplayan bir) örtü kı­lan.» Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyuruyor: «Andolsun onu örtüp bürüdüğünde geceye.» (Şems, 4). «O'dur uykuyu (bedenlerin rahatı için, hareketi kesmek suretiyle) rahatlık kılan.» Zî­râ organlar gündüzün maişet peşinde koşmakla çok hareketten yorgun düşerler. Gece olup sükûnet hâsıl olunca; hareketler durur, organlar dinlenir ve hem bedenin hem de ruhun birlikte istirahatı olan uyku meydana gelir. «O'dur gündüzü çalışma zamanı yapan.» Onda İnsan­lar yaşantıları, kazançları ve sarılacakları sebepleri için dağılırlar. Ni­tekim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: «O'nun rahmetindendir ki; dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü yaratmıştır. Tâ ki şükredesiniz.» (Kasas, 73).14

İzahı14

İzahı

48 — Ve O'dur rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderen. Ve Biz, gökten tertemiz bir su indirdik.

49 — Ki onunla ölü bir şehri canlandıralım ve yarattı­ğımız nice hayvan ve insanları sulayalım.

50 — Andolsun ki düşünüp ibret alsınlar diye onu ara­larında evirip çevirmekteyiz. Buna rağmen insanların ço­ğu nankörlükte direnmişlerdir.

Bu da Allah Teâlâ'nm tâm kudreti ve yüce hükümrânlığmdandir. Allah Teâlâ, peşinden bulutların gelişini müjdeleyici olarak rüzgârları gönderir. Rüzgârların müsahhar kılınma şekillerine göre çeşitleri var­dır. Onlardan kimisi bulutlan harekete geçirir, kimisi bulutları taşır, ki­misi bulutları sürer, kimisi bulutların önünden yağmur için müjdeci olur, kimisi bundan önce yeryüzünü süpürür, onlardan kimisi de yağ­mur yağdırması için bulutları aşılar. Bu sebepledir ki: «Ve Biz, gökten tertemiz bir su indirdik.» Duyuruluyor. (...) İbn Ebu Hatim der ki: Bi­ze babamın... Sabit el-Münânî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Yağmurlu bir günde Basra sokakları pisken Ebü" Âliye ile beraber (Bas­ra'ya) girdim. Ebu Âliye namaz kıldı. Ben ona, namaz kıldığı yerin te­miz olup olmadığını sordum da: «Ve Biz, gökten tertemiz bir su indir­dik.» âyetini okuyup: Onun temizliği yağmurdur, dedi. Yine îbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Saîd îbn Müseyyeb'den rivayetine göre; o, «Ve Biz, gökten tertemiz bir su indirdik.» âyeti hakkında,: Onu hiç bir şey pisletemez, kirletemez, demiştir. Ebu Saîd'den rivayete göre; o, şöy­le anlatıyor: Ey Allah'ın elçisi, Buza a kuyusundan abdest alalım mı? de­nilmişti. Buzâa kuyusu, çukur bir yerde olduğu için sel sularının pis şeyleri ve köpek leşlerini sürüklediği bir kuyu idi. Şöyle buyurdu: Şüp­hesiz su temizleyicidir, onu hiç bir şey kirletmez. Hadîsi Şafiî, Ahmed —ki İmâm Ahmed Sahih olduğunu söyler— Ebu Dâvûd, Tirmizî —ki hadîsin hasen olduğunu söylemiştir— ve Neseî rivayet etmişlerdir.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Seyyâr'dan onun da Hâlid İbn Yezîd'den rivayetine göre; o, Abdülmelik İbn Mervan'm yanında İken sudan bahsedilmiş de Hâlid İbn Yezîd şöyle demiş: Gökten olan (yağmur) ondandır. Ondan bir kısmı da vardır ki bulutlar onunla de­nizi sularlar, şimşek ve yıldırım onu tatlandırır. Bir de denizden olanı vardır ki bununla bitki bitmez. Bitki, ancak suyun gökten olamyla (yağ­murla) meydana gelir. îkrime'den rivayete göre şöyle demiştir: Allah Teâlâ'nın gökten indirmiş olduğu hiç bir damla yoktur ki, onunla yer­yüzünde bir ot veya denizde bir inci bitirmiş olmasın. Bir başkası da; karada buğday, denizde inci, diye tamâmlar.

«Ki onunla (uzun zaman yağmur beklemiş; üzerinde ne ot ne de benzeri bir şey olmayan) ölü bir şehri canlandıralım.» Böyle bir yere yağmur geldiğinde canlanır, tepeleri çeşitli çiçekler ve renklerle bezenir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurulur: «Ama Biz ona su İndirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir.» (Hacc, 5).

«Ve yarattığımız nice hayvanları ve insanları sulayalım.» Dört ayak­lı hayvanlarının sulanması ile, ekinleri ve meyveleri için ona son dere­cede muhtaç olan İnsanların içmesi için. Nitekim başka ayet-İ kerîme'-lerde söyle buyurulur: ((İnsanlar ümitlerini kestikten sonra, yağmuru indirmekte ve rahmetini yaymakta olan O'dur. övülmeye lâyık olan dost O'dur O.» (Şûra, 28), «Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir baksana. Toprağı, öldükten sonra nasıl diriltiyor? İşte O, bütün ölüleri de muhakkak diriltecek. O, her şeye kadirdir.» (Rûm, 50).

«Andolsun ki düşünüp ibret alsınlar diye onu aralarında evirip çe­virmekteyiz.» Bir yere yağdırıp başka bir yere yağdırmamaktayız. Biz bulutları süreriz de bir yere uğrar, fakat oraya bir damla su bile indir­meden başka bir yere geçer. Şüphesiz ki en yüce hüccet ve kesin hikmet Allah'ındır. îbn Mes'ûd ye tbn Abbâs: Bir sene yağmur bakımından di­ğer seneden daha fazla değildir. Fakat Allah Teâlâ, yağmuru dilediği şekilde evirip çevirmektedir, deyip sonra: «Andolsun ki düşünüp ibret alsınlar diye onu aralarında evirip çevirmekteyiz. Buna rağmen insan­ların çoğu nankörlükte direnmişlerdir.» âyetini okumuşlardır. Yani Al­lah'ın ölü yeryüzünü diriltmesine bakarak, O'nun ölüleri ve ufalanmış kemikleri diriltmeye kadir olduğunu anlasınlar. Veya bir kimseden yağ­mur alıkonulmuşsa, bunun kendisine işlemiş olduğu bir günâhtan dola­yı geldiğini anlasın ve böylece içinde bulunduğu durumdan sıyrılsın. Ğufre'nin kölesi Ömer anlatıyor: Cibril (a.s.), cenazelerin konulduğu yerdeydi. Hz. Peygamber (s.a.) ona: Ey Cibril, bulutların durumunu bil­mek istiyorum, dedi. Cibril: Ey Allah'ın pşygamberi, işte şu, bulutların meleğidir, ona sor, dedi de, bunun üzerine (bulutlarla görevli melek) şöyle konuştu: Filan filan ülkeyi şu şu kadar yağmurla sula, diye mü­hürlü ve yazılı emirler, bize gelir. Hadîsi îbn Ebu Hatim rivayet etmiştir ki bu, mürsel bir hadîstir.

İkrime'nin söylediğine göre, «Buna rağmen insanların çoğu nan­körlükte direnmişlerdir.» âyetinde: Bize filan ve filan yıldızın batması ve karşılığının doğması ile yağmur yağdırıldı, diyenler kasdedilmekte-dir. İkrime'nin bu açıklaması, Müslim'in Sahihinde tahrîc olunan sa­hih bir hadîste de geçmektedir. Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetle tah­rîc olunan bu hadîste Allah Rasûlü (s.a.), geceleyin yağan bir yağmurun peşinden ashabına: Rabbınızın ne buyurduğunu biliyor musunuz? diye sormuştu. Onlar: Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Allah Teâlâ buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı Bana îmân edici, bir kısmı da kâfir olarak sabahladı. Allah'ın lutfu ve rah­meti ile bize yağmur yağdırıldı, diyenler Bana inanmış, yıldızı inkâr etmiştir. Bize filan filan yıldızın batması ve karşılığı (olan başka bir yıldızın) doğması ile yağmur yağdırıldı, diyenler ise Beni inkâr etmiş, yıldıza inanmıştır.15

51 — Dileseydik her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik.

52 — Öyleyse sen, kâfirlere uyma ve onlara karşı olan­ca gücünle cihâd et.

53 — Ve O'dur, iki denizi salıp katan. Şu tatlı ve susuz­luğu giderici, bu ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına bir engel ve aşılamayan bir sınır koymuştur.

54 — O'dur insanı sudan yaratarak ona soy-sop veren. Ve Rabbın her şeye kadirdir.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Dileseydik her kasabaya (onları Allah'a çağıracak) bir uyarıcı gönderirdik. (Fakat ey Muhammed, bütün yeryü­zü halkına peygamber olarak gönderilmeyi sana hâs kıldık ve sana, bu Kur'an'ı insanlara ulaştırmanı emrettik.)» «Bu Kur'an; bana sizi de, ulaştığı kimseleri.de uyarmam için vahyolundu.» (En'âm, 19), «Her­hangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yer ateştir.» (Hûd, 17), «Şehirlerin anası ile çevresindekileri uyarasın diye sana indirdiğimiz işte bu kitâb mübarektir.» (En'âm, 93), «De ki: Ey insanlar; ben ger­çekten Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.» (A'râf, 158). Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerindeki bir hadîste: Ben, kırmızı ve siyah (derililere) gönderildim, buyrulnruştur. Yine Buhârî ve Müslim'in Sa­hîh'lerindeki bir hadîste şöyle buyrulur: (Benden önce) peygamber sâ­dece kendi kavmine gönderildi. Ben ise bütün insanlara gönderildim. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Öyleyse sen, kâfirlere uyma ve onlara karşı (bu Kur'an'la) olanca gücünle cihâd et.» buyurmuştur. Burada cihâdın Kur'an'la yapılacağı açıklaması; îbn Abbâs'ındır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Ey peygamber; kâfirler ve münafıklar İle cihâd et ve onlara karşı çetin ol.» (Tevbe, 73) buyurmuştur.

«Ve O'dur, iki denizi salıp katanı, şu tatlı ve susuzluğu giderici, bu ise tuzlu ve acıdır.» Biri tatlı, diğeri tuzlu iki suyu yaratan O'dur. Tatlı olanı; nehirler, kaynaklar ve kuyular gibi sulardır. Suyu tatlı ve serin­letici olan denizden maksad budur. Açıklama îbn Cüreyc'in olup, îbn Cerîr bu açıklamayı tercih eder. Şüphesiz vakıa da budur. Zîrâ suyu tat­lı ve serinletici ve sakin olan bir deniz mevcûd değildir. Allah Teâlâ, ni­metlerine şükretsinler diye kullarına mevcûd ve vâki' olanla tenbîhte bulunmuştur. Tatlı olan deniz, insanlar arasında akan sulardır ki Allah Teâlâ bunları ihtiyâçlarına, kendilerine ve arazîlerine yetecek ölçüde her'yerde kaynaklar ve nehirler halinde muhtaç olduklarından dolayı yaratıkları arasında dağıtmıştır.

«Ve O'dur, iki denizi salıp katan. Şu tatlı ve susuzluğu giderici, bu ise tuzlu ve acıdır.» buyurur. Bunun suyu acı ve tuzlu ölüp kolay içil­mez. Bunlar doğu ve batılarda bilinmekte olan Okyanus (Atlas Okyanu­su) ile buna bağlı olan Cebelitarık boğazı, Kalzem denizi, .Yemen deni­zi, Basra denizi, İran denizi, Çin ve Hind denizi, Rûm denizi, Hazar de­nizi ve durgun olup akmayan fakat şiddetli rüzgârda ve kışın dalgala­nan denizlerdir. Bunlardan bazılarında med ve cezir (gel-git olayı) var­dır. Her ayın basında med ve taşma olur. Ay eksilmeye başladığında çe­kilir ve nihayet en uzak yerine döner. Diğer ayın hilâli doğduğu zaman yeniden ondördüncü geceye kadar med başlar, sonra yine eksilir. Allah Teâlâ —ki tâm kudret O'nundur—nın âdeti bu konuda böyledir. Allah Teâlâ bu durgun denizleri, suyu taızlu olarak yaratmıştır ki onlar sebe­biyle hava kokuşup varlıklar bununla bozulmasın ve yeryüzü ölen can­lılar sebebiyle kokuşmasın. Suyu tuzlu olduğu için oraların havası sıh­hatli, ölüleri ise temizdir. Bu sebeple Allaıh Rasûlü (s.a.) ne deniz suyu sorulup: Onunla abdest alalım mı? denilmiş O da: Onun suyu temizle­yici, ölüsü helâldir, buyurmuştu. Hadîsi İmâm Mâlik, İmâm Şafiî,. İmâm Ahmed ve Sünen sahipleri ceyyid bir isnâdla rivayet etmişlerdir.

İkisinin (tatlı ve tuzlu olan denizlerin) arasına (karışmalarını ön­leyen) bir engel ve aşılmayan bir (kara parçasını) sınır olarak, birinin diğerine ulaşmasını engelleyici olarak koymuştur.» Nitekim başka âyet-i kerîme'lerde şöyle buyuruluyor: «İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirinin sınırını asamazlar. Rabbmızın nimetlerinden hangisini yalan sayabilirsiniz?» (Rahman, 19-21), «Yoksa yeri yaratıkların oturmasına elverişli kılan ve araların­da ırmaklar akıtan, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı? Hayır onların çoğu bilmezler.» (Nemi, 61).

«O'dur insanı sudan yaratarak ona soy-sop veren. Ve Rabbın, her şeye kadirdir.» İnsanı güçsüz bir nutfeden yaratmış, onu düzeltip; doğrultup tesviye etmiş, erkek veya dişi olarak dilediği şekilde yaratı­lışı mükemmel kılmıştır.» «O'dur O'na soy-sop veren.» O, başlangıçta nisbeti belli bir çocuktur. Sonra onun için hısımlar/akrabalar olur. İşte bütün bunlar azıcık bir sudandır. Bu sebeple Allah Teâlft: «Ve Rabbın, her şeye kadirdir.» buyurmuştur.16

55 — Allah'ı bırakıp kendilerine fayda veya zarar vere­meyen şeylere ibâdet ederler. Kâfir, Rabbına karşı duranın yardımcısıdır.

56 — Biz, seni sâdece bir müjdeci ve uyarıcı olarak gön­derdik.

57 — De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret değil, sâdece Rabbımâ doğru bir yol tutmak isteyen kimseler ol­manızı istiyorum.

58 — Sen, asla ölmeyen ve dâima diri olan'a tevekkül et ve O'nu hamd ile tesbîh et. Kullarının günâhlarından haberdâr olarak kendisi yeter.

59 — Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra da arş'a hükmeden Rahmân'dır. Bunu ha­berdâr olana sor.

60 — Onlara: Rahmân'a secde edin, denildiği zaman: Rahman da nedir? Senin bize emredegeldiğine mi secde edeceğiz? derler. Ve bu, onların nefretini arttırır.

Allah'ı Bırakıp Başka Şeylere Tapanlar16

Allah'ı Bırakıp Başka Şeylere Tapanlar

Allah Teâlâ, Allah'ın dışında hiç bir fayda ve zarar veremeyen put­lara kendilerini buna sevk eden bir delil, ona götüren bir hüccet ol­maksızın, aksine mücerred kendi görüşleri, arzuları ve hevâlan ile ta­pınmalarında müşriklerin bilgisizliklerini haber veriyor. Onlar bu put­lara dost olmakta, onların yolunda savaşmakta ve onlar hususunda Allah ve Rasûlüne düşmanlık etmektedirler. Bu sebepledir ki: «Kâfir Rabbı-na karşı duranın yardınıcısıdır. (Allah'ın taraftarlarına karşı, şeytânın yoluna yardımcıdır. Halbuki gâlib olanlar, ancak Allah'm taraftarları­dır.)» buyurmaktadır. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyru-lur: «Kendilerine yardımları dokunur diye Allah'tan başka ilâhlar edin­diler. Onlar kendilerine yardım edemezler. Sadece kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir.» (Yâ-Sîn, 74-75). Onların, Allah'ın dışında edin­miş oldukları tanrıları kendilerine yardıma mâlik değildir. Bu bilgisiz­ler ise, putları İçin yardıma hazır ordulardır, onlar için savaşır ve onla­rın sahasını korurlar. Fakat en güzel netice ve yardım hem dünyada, hem de âhirette Allah ve Rasûlünündür. Mücâhid, «Kâfir, Rabbına kar­şı duranın yardımçısıdır.» âyetinde der ki: Allah'a isyan olan konular­da şeytâna destek yardımcı olur. Saîd İbn Cübeyr de, «Kâfir Rabbına karşı duranın yardımçısıdır.» âyetinde şöyle buyrulduğunu söyler: Düş­manlık ve şirkle Rabbına karşı, şeytânın yardımçısıdır. Zeyd İbn Eklem ise, âyetteki kelimesini; Rabbına karşı duranın dostudur, an­lamına almıştır.

Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.)ne hitaben şöyle buyurur: «Biz seni, sâ­dece bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.» Allah'a itaat eden mü'-minlere cenneti müjdeleyici, Allah'ın emirlerine muhalefet eden kâfir­lere de şiddetli bir azâb ile uyarıcı olarak gönderdik. «De ki: Buna (teb­liğime ve bu uyarıma) karşılık ben siz (in mallarınız) den herhangi bir ücret istemiyorum. Bunu sâdece Allah'ın rızâsın* dileyerek yapıyorum. Bir de Rabbıma doğru (benim getirdiklerime uyacak) bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum.))

«Sen, asla ölmeyen ve dâima diri olan'a tevekkül et.» Bütün işlerin­de diri olan, asla ölmeyen Allah'a güven. «O; İlktir, Sondur, Zâhir'dir, Bâtındır, her şeyi bilendir. (Hadîd, 3), Ebedî olan Bakî'dir. Diridir, Kay-yûmdur, her şeyin Rabbı ve hükümdarıdır. O'nu azığın ve sığınacak yerin kıl. O'dur kendisine güvenilecek ve sığınılacak. Şüphesiz O sana ye­ter. Sana yardım edicidir, seni destekleyici ve muzaffer kılıcıdır. Nite­kim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurmaktadır: «Ey peygamber; Rabbmdan sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan; O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah; seni insanlardan korur.» (Mâide, 67). Ibn Ebu Hatim'in Ebu Zür'a kanalıyla... Şehr İbn Havşeb'den ri­vayetinde o, şöyle anlatıyor: Selmân, Allah Rasûlü (s.a.)ne Medine so­kaklarından birisinde rastlayıp secde etmişti. Allah Rasûlü şöyle bu­yurdu: Ey Selmân, bana secde etme, ölümsüz, diri olan Allah'a secde et. Bu mürsel, hasen bir hadîstir.

Allah Teâlâ, «Ve O'nu hamd ile teşbih et. (O'na hamd etmenle tes-bîhini birlikte yap.)» buyurur ki; Allah Rasûlü (s.a.), (duasında) şöyle dermiş: Allah'ım, Rabbımız, Seni tesbîh eder ve Sana hamd ederiz. Bu­rada Allah Rasûlüne, ibâdetle tevekkülü sâdece Allah'a hâs kılması em-rolunmaktadır. Nitekim başka âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: «Do­ğunun ve batının Rabbıdır. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O'nu ve-kîl edin.» (Müzemmil, 9), «Öyleyse O'na ibâdet et ve O'na tevekkül et.» (Hûd, 123), «De ki: O, Rahmân'dır. Biz O'na inandık ve O'na dayanıp güvendik.» (Mülk, 29).

Kendisine hiç bir gizlinin gizli kalmadığı, zerre ağırlığı hiçbir şe­yin O'na gizli olmadığı tâm ilmi sebebiyle kullarının günâhlarından ha­berdâr olarak kendisi yeter. «Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde yaratan, (ölümsüz, Diri olan Allah'tır. O, her şeyi yaratan, her şeyin Rabbı ve hükümdarıdır. Kudreti ve hükümranlığı ile yükseklik ve genişliğinde yedi kat göğü, alçaklığı ve kesafeti ile yedi kat yeryüzünü altı günde yaratan), sonra da Arş'a hükmeden, (işleri idare edip gerçeğe hükmeden, hükmedenlerin en hayırlısı olan) Rahmân'dır.»

«Sonra da Arş'a hükmeden Rahman'dır. Bunu haberdâr olana sor.» Onu bilen ve ondan haberdâr olandan bilgi edin ,ona uy. Gayet iyi bi­linir ki Allah'ı* Allah'ın kulu ve Rasûlü olan Muhammed'den daha iyi bilen ve ondan daha iyi haber verebilecek hiç kimse yoktur. Allah'ın sa-lâtı ve selâmı; kesin olarak dünyada ve âhirette Âdemoğlu'nun efendisi olan, kendi hevâ ve hevesi İle konuşmayan, konuştuğu ancak kendisine vahyedilen vahiyden ibaret olan Muhammed'in üzerine olsun. Onun söylediği ancak gerçektir. Onun haber verdiği mutlaka doğrudur. İn­sanlar bir konuda çekiştiklerinde çekişmelerin kendisine iletilmesi ve döndürülmesi vâcib olan hüküm verici, en sağlam imâm O'dur. Onun sözlerine ve fiillerine uyan gerçektir. Onun söz ve fiillerine uymayan ise, kim olursa olsun söyleyenine ve yapanına geri döndürülmüştür. Al­lah. Teâlâ şöyle buyurur: «Eğer bir şeyde çekişirseniz onun hallini Al­lah'a ve Rasûlüne bırakın.» (Nisa, 59), «İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsûstur.» (Şûra, 10), «Rabbının sö­zü; doğruluk ve adalet yönünden tam kemâlindedir.» (En'âm, 115). Rab­bının kelimeleri doğru, emir ve yasaklarında mutlak adalettir. Bu se­beple o: «Bunu, haberdâr olana sor.» buyurmuştur. Mücâhid, «Bunu, haberdâr olana sor.» âyetinde: Sana ne haber vermişsem o, mutlaka sa­na haber verdiğim gibidir, buyrulduğunu söyler. İbn Cüreyc de böyle söyler. Şimr tbn Atiyye de, «Bunu haberdâr olana sor.» âyeti hakkında: tşte şu Kur'an, ondan haberdârdır, der.

Allah Teâlâ, Allah'ın dışında putlara ve O'na denk gördüklerine secde eden müşrikleri reddederek buyurur ki: «Onlara: Rahmân'a sec­de edin, denildiği zaman: Rahman da nedir? Biz Rahmân'ı bilmeyiz, derler.» Onlar Allah'ın Rahman adıyla adlandırılmasını inkâr ederler­di. Nitekim Hudeybiye günü Hz. Peygamber (s.a.) kâtibe: «Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlarım.» yaz, buyurduğunda; onlar bunu kabul etmeyerek: Biz ne Ralunân'ı ne de Rahîm'i bilmeyiz. Fakat daha önce yazdığın gibi «Bismike Allahümme» şeklinde yaz, demişlerdi. Bu sebeple Allah Teâlâ: «De ki: îster Allah deyin, ister Rahman deyin. Han­gisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nun içindir.» (Isrâ, 110) âyeti­ni indirmiştir, o Allah'tır. O Rahmân'dır. Bu âyet-i kerîme'de ise şöyle buyurmaktadır: «Onlara: Rahmân'a secde edin, denildiği zaman; Rah­man da nedir? Biz (onu bilmez ve kabul de etmeyiz. Mücerred senin sözünle) senin emredegeldiğine mi secde edeceğiz? derler. Ve bu, onla­rın nefretini artırır.» Mü'minlere gelince; onlar, Rahman ve Rahîm olan Allah'a ibâdet eder, ulûhiyete sâdece O'nu lâyık görüp O'na secde eder­ler. Âlimler, Furkân süresindeki bu secde sırasında hem okuyana ve hem de işitene secdenin meşru' olduğunda ittifak etmişlerdir. Nitekim bu, yerinde anlatılmıştır. En doğrusunu Allah bilir.17

61 — Gökte burçlar vâreden, orada bir çerâğ ve aydın­latan ayı vâreden ne yücedir.

62 — îbret almak veya şükretmek isteyen kimseler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.

Gökteki Burçlar18

Gökteki Burçlar

Allah Teâlâ burada zâtını yüceltip gökte burçlar yaratmasındaki ihsanı üzere zâtını ta'zîm etmektedir. Gökte yaratmış olduğu burçlar; Mücâhİd, Saîd tbn Cübeyr.Ebu Salih, Hasan ve Katâde'nin söylediğine göre, büyük yıldızlardır. Bunların gökte koruyucular için (hazırlanmış) köşkler olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama Hz. Ali, îbn Abbâs, Mu-hammed îbn Kâ'b, îbrâhîm en-Nehaî, Süleyman İbn Mihrân el-A'meş'-den rivayet edilmektedir. Ebu Salih'ten gelen rivayetlerden birisi de böyledir. Kuvvetli olan görüş ise birincisidir. Ancak uzak bir ihtimâl olarak büyük yıldızların, gökteki koruyucuların köşkleri olması da, ih­timâl dahilindedir. Bu durumda iki görüş aynı noktada birleşmiş olu­yor. Nitekim ba|ka bir âyet-i kerîme'de: «Andolsun ki Biz, yere en ya­kın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytânların taşlanmasını sağla­dık.» (Mülk, 5) buyurulurken, burada da: «Gökte burçlar var eden, ora­da (varlıklar içinde) bir çerâğ (mesabesinde olan, ışık saçan güneşi) ve aydınlatan ayı var eden Allah ne yücedir.» buyurmuştur. Başka bir âyet-i kerîme'de de: «Pınl pırıl parlayan bir kandil 'astık.» (Neb'e, 13) buyrulmaktadır.

«Aydınlatan başka bir nûr, başka bir çeşit ışık saçan parlak ayı vâreden Allah yücelerin yücesidir...» Başka bir âyet-i kerîme'de: «Gü­neşi ışık, ayı nûr yapan O'dur.» (Yûnus, 5) buyurulurken Hz. Nuh (a.s.) un kavmine şöyle dediği haber verilir: «Görmediniz mi Allah'ın göğü yedi kat olarak nasıl yarattığını? Aralarında aya aydınlık vermiş, gü­neşi de bir kandil yapmıştır.» (Nuh, 15-16).

«Gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» Biri diğerinin he­men peşinden gelir, hiç ara vermezler. Biri gidince diğeri gelir, biri ge­lince diğeri gider. Nitekim şöyle buyruluyor: «Devamlı olarak yörünge­lerinde yürüyen güneşi ve ayı size müsahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de size tahsis etti.» (İbrahim, 33), «Gündüzü; durmadan kovalayan gece ile bürür. Güneş ,ay ve yıldızlar O'nun emri ile müsahhar kılınmışlar­dır.» (A'râf, 54), «Güneşe aya ulaşmak düşmez. Gece de, gündüzü ge­çecek değildir. Her birisi bir yörüngede yüzerler.» (Yâ-Sîn, 40).

«İbret almak veya şükretmek isteyen kimseler için...» onların bir­birleri peşinden gelir kılınmaları kullarının O'na ibâdet edecekleri va­kitleri belirtmek içindir. Kim gecenin amelini kaçırırsa, bunu gündüz telâfi eder. Gündüz amelini kaçıran ise bunu gece telâfi eder. Sahih bir hadîste şöyle buyrulur: Şüphesiz Allah Teâlâ gündüzün günahkârları­nın tevbe etmeleri için geceleyin, gecenin günahkârlarının tevbe etme­si için de gündüzün ellerini yayar, açar. Ebu Dâvûd et-Tayâlîsi der ki: Bize Ebu Hurre'nin Hasan'dan rivayetine göre (bir gün) Hz. Ömer îbn Hattâb kuşluk namazını uzatmış da kendisine; Bugün daha önce yap­madığın bir şeyi yaptın denilmiş. O: Benim duamdan bir kısmı kalmış­tı, onu tamamlamak veya kaza etmek istedim deyip, «Gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» âyetini okumuş. Ali İbn Etou Talha'-nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre, «Gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» âyetinde şöyle buyruluyör: Kim geceleyin yapagelmekte olduğu bir ameli kaçırırsa bunu gündüzün, gündüzün yapageldiği bir ameli kaçırırsa geceleyin telâfi eder. İkrime, Saîd İbn Cübeyr ve Hasan da böyle söylemiştir. Mücâhid ve Katâde, âyetteki kelimesini şöyle anlıyorlar: Birisi siyahlığı, diğeri ise beyazlığı ile birbirinden fark­lıdır.18

İzâhı18

İzâhı

Burçlar, gökyüzünü süsleyen ve bizden çok uzak mesafelerde bu­lunmalarına rağmen değişmez şekiller içerisinde görünen yıldız küme­lerinden meydana gelmiş bir çelenk gibidir. Dünyamız bu çelengin önün­den yılda bir defa geçer. Eskiler burçlardan çeşitli anlamlar çıkarmaya çalışmışlar ve onlara değişik şekiller çizmişlerdir. Her burcun ayrı bir hikâyesi ve değişik bir efsânesi vardır. Zodyak takım yıldızları denen bu takım yıldızlar gök küresinde gök ekvatoru ile 23.5 derecelik açı ya­pan bir çemberin iki yanında, bir kuşak teşkil edecek şekilde bulunur­lar. 360 derecelik kuşak üzerinde eşit aralıklarla serpiştirilmiş 12 yıldız takımıdır. Ve her takım yıldız 30 derecelik bir kuşak parçasını doldurur.

Astronomik olarak ilkbaharın başlangıcını teşkil eden 21 mart ta­rihinde güneş, koç burcunun başında bulunur. Bu durumda güneşin koç burcuna gireceği söylenir. Bundan bir ay sonra güneş, öküz burcuna ge­çer ve böylece on iki burcu dolaşır. Burçlar sırasıyla: Koç, öküz, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, nişancı, oğlak, saka ve balık adlarını taşır. Koç burcuna bu adın verilmesi, bu burçta güneşten geten. ıâının sür'atle fazlalaşmasındandır. Tıpkı ilkbahar aylarında koçlarîn da hız­lıca gelişip semizlenmesi gibi. Koç burcuna bu adı verenler ve onu göz­leyenler çobanlardır. Bilindiği gibi çobanlar eski zamanda koçları kud-sal sayarlardı. İkinci burç, öküz burcudur ve eski zamanda çobanlar koç­tan sonra öküze önem ve değer verirlerdi. Güneşin öküzler burcuna gir­mesi ile eski zaman çobanlarına göre üreme ve birleşme kasdölunurdu. Canlılar ve varlıkların hâmile kaldığı ve hayvanların cenininin ana rah­mine düştüğü zaman sayılırdı. Yengeç burcu ise ikizlerin doğusunda kalır, yengeç burcunda parlak bir yıldız yoktur. Fakat bu burcun mer­kezi, çok sönük bir nokta halinde görülür. Ancak büyük teleskoplarla yengeç burcundaki birkaç yıldızın gözlemlenmesi mümkün olur. Fakat daha gelişmiş elektronik teleskoplarla bakıldığında, bu noktanın içeri­sinde binlerce yıldızın yer aldığı ve uçsuz bucaksız fezanın derinliğinde kendi başına bir galaksi gibi durduğu görülür. Güneş, aslan burcuna gelince; su arkları kurumuş olur ve aslan da ininden çıkarak su arama­ya çıkar. Böylece yeryüzünde korku başlar. Bazılarına göre aslan kuv-,.yetin temsilcisidir. Aslan burcunda güneş ışınları yeryüzüne dik olarak iner ve fazla sıcaklık verir.

Güneşin yengeç burcuna girmesi her halükârda havanın bir ay bo­yunca ısınacağına delâlet ederdi. Görüldüğü gibi burçlara ilkin bu ad­ları verenler çobanlardır. Sonra çiftçilerdir. Bunun garipsenecek bir ya­nı yoktur. Çünkü medeniyet, çobanlık ve çiftçilikle başlamıştır. Yılın muhtelif zamanlarında güneşin ısısı, yağmurun yağışı ve rüzgârın esişi değişiklik arzedeceğinden burçlar da bu, değişikliklere göre özellik taşı­yorlardı. Eski zamanda çobanlar, bilgili ve bilge kişilerdi. Aralarından pek çok peygamber çıkmıştır. Hattâ çobanlık yapmamış hiç bir peygam­berin bulunmadığı rivayet olunur. Ve çobanlıkla gökyüzünü gözlemek, Allah'ın âyetlerini düşünmek, topluma liderlik yapmak fırsatım kullan­mak ve hayvanları idare ederek ferdleri yönetmenin yollarım bulmak mümkün olurdu.

Güneş Başak burcuna girdiğinde, artık yazın yorucu sıcaklıkların­dan ürünlerin elde etme zamanının geldiği anlaşılır. Terazi burcu ise gece ile gündüzün dünyanın etrafında eşit olduğunu dile getirir. Ekin­ler solar, ağaçların yaprağı düşer ve güneş güneye doğru eğilmeye baş­lar. Terazi burcundan sonra akrep burcu gelir ki, akrep sokarak insan­ları zehirler ve ölümüne Sebep olur. Akrep burcu da, bitkilerin ölümünün işaretidir. Nasıl akrep sokar sokmaz kaçarsa, bu burçta da güneş güneye doğru hızlıca kaçar. Nişancı burcu av mevsimidir. Oğlak burcu ise yeni bir doğuşun müjdesini dile getirir ve bu burçla birlikte güneşin yüksel­diği ve günlerin uzamaya başladığının müjdesi kulaklara gelir. Saka burcu, yağmur mevsimine işarettir. Balık ise, deniz avının başladığının delilidir. Yalnız kışın yağmurun çok yağdığı bölge, dünyamızda Orta Akdeniz havzasıdır. Dünyanın pek çok bölgelerinde yağmur yazın yağar. Sudan'da da temmuzdan başlayıp ağustos sonlarına kadar güneyden gelen ve Hint Okyanusunun sularını buhârlaştırarak taşıyan rüzgârlar binlerce mil yolu kat'ederek Sudan'a yağış bırakırlar. Orta Akdeniz hav­zasında yağmurların sâdece kışa münhasır olmasının sebebi, btf havza­nın genellikle yılın büyük bir kısmında sıcak rüzgârların etki alanında bulunmasındandır. Fakat kışın rüzgârların dönüş sahası güneye yöne­lir. Ve böylece Orta Akdeniz havzası, Avrupa üzerinden gelen Batı rüz­gârlarının etki alanlarına girer. Bu demektir ki, yağmur yüklü Batı rüzgârlarının Orta Akdeniz üzerine gelmesi ile kış başlar ve bu esnada atmosfer tabakasındaki alçak basınç alanları meydana çıkar. Özellikle Kıtarıs adasındaki alçak basınç alanı Arap ülkelerine kış aylarında bol yağmur getirir. Alçak basınç alanlarından dağılan soğuk hava, Sudan'­ın kuzeyine ulaşınca çöl mıntıkasında büyük kum fırtınalarının kopmasına sebep olur. Buna göre yağmurlu mevsime Saka burcu adını ve­renler muhakkak ki Orta Akdeniz havzasının sakinleridir. Çünkü Saka burcunda güneş, yavaş yavaş yükselmeye başlarsa da kış şiddetini göste­rir. Kışın fırtınalı ve yağmurlu havasından sonra denizde balık avı baş­lar. Bugün denizcilikte deniz fırtınaları ve dalgalan1 balıkçılar için hâlâ büyük bir problemdir. Çünkü dalgalar avlanmayı engeller. Orta Akde­niz'de kışın rüzgârların yönü güneyden kuzeye doğru değişir, bununla birlikte ısı derecesi de değişir. Güneyden esen rüzgârlar sıcaktır. Kuzey­den esen rüzgârlar soğuktur. Özellikle Rusya steplerinden Sibirya'dan kalkarak Balkanlar'dan gelen soğuk hava kütleleri kış aylarında ısının derecesini Doğu Arabistan'da sıfırın altma kadar düşürür. Birinci ka­dirden yıldızlar ihtiva eden burçlar; Öküz, İkizler, Aslan, Başak ve Ak­rep burçlarıdır. Orion takım yıldızlarının güneyinde Büyükayı yıldız topluluğu bulunur. Büyükköpek takım yıldızları içerisinde Sirius yıldı­zı semâmızın en parlak yıldızlarındandır. Eski Mısırlılar'a göre bu yıl­dız gökyüzünün bekçisi idi. Onun için bu yıldızlara Büyükköpek adı ve­rilmiştir. Eski Mısırlılar, Sirius yıldızım sabahleyin fecir doğmazdan ön­ce parlak olarak gördükleri zaman, Nil nehrinin taşacağını ve çevresi­ni suyun basacağını kabul ederlerdi. Nitekim yapılan ma'bedlerin yük­sekliği geçmişteki taşmaların zamanına göre ayarlanmıştır. Grekler ve Romalılar da Sirius yıldızıyla yazın sıcaklığı arasında bir bağlantı kur­muşlardır. Ve bu yıldızın ışınlarının; tarlaları yaktığını, anları Öldürdü­ğünü kabul ederek ona köpek adını takmışlardı. Bununla yılın en sı­cak aylannı kasdediyorlardı. Küçükköpek yıldız takımının en büyük yıldızı Alfa Procyn yıldızıdır. Grekler bu yıldızı, bağ budama ve şarap mevsiminin müjdecisi sayarlardı. Araplar ise hem Sirioıs yıldızını, hem de bu yıldızı gözlemişler ve birincisini kara ve deniz, seferlerinde kendi­leri için işaret saymışlardır. Birisi güneydoğuda bulunurken, diğeri ku­zeybatıda görünürdü. Bilindiği gibi arap kafileleri güneyden kuzeye ve kuzeyden güneye bu iki yıldızın işaretinden faydalanarak seferler ya­parlardı.

Aslan burcunda belli başlı yıldızlar, ters bir soru işaretini andırır­lar. Burcun bu şekliyle tanınması gayet kolaydır. Nitekim Aslan burcu­nun kuzeydoğusuna yakın bölümde, Brynice'nin Saçları adını alan ta­kım yıldızlan bulunur. Brynice, bir efsâneye göre es£i Mısır Firavun'-larından birisinin kansıdır. Ve kendisini tehlikeye atmış, maceralara kapılmış kocasının dönüşü konusuyla aklını yitirmiş bir kraliçe idi. Ko­cası savaştan sağ-sâlim dönerse saçını (ki güzelliğinin, tacı idi) tann-lara adayacağına and içmişti. Bir süre sonra kocası dönmüş ve Bryni­ce'nin de saçını kesip tanrılara adamıştı. Fakat kısa bir süre sonra kra­liçenin saçı ma'bedden çalınmıştı. Kral, bu konunun iyice araştmlma-sını emretmişti. Şans eseri olarak astronomi ile uğraşan Mısırlı bir kâhin, kraliçenin ma'beddeki saçını tanrıların gökyüzüne çektiğini bildir­di. Ve saç demetine benzeyen bir yıldız takımlarını ona delil olarak gös­terdi. O zamana kadar bu takım yıldızların adı belli değildi

Güneye doğru gidildiğinde Başak burcu yer alır. Bu burç;-kanatlan açılmış,"sol elinde bir.buğday başağı tutan bir melek, bakire biçiminde^ dir. Efsâneye göre bu bakire, yeryüzünü terkeden. yaratıkların sonun­cusu imiş. Akrep burcu ise kolaylıkla tanınır. Akrebe hayat veren, ak­rebin kalbi adını alan bu yıldız birinci kadirdendir. Akrebin başı ise de­ğişik kadirden üç yıldızdan oluşur.19

63 — Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde müte-vâzi olarak yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman, selâm, derler.

64 — Onlar ki; Rabları için secdeye vararak ve kıyama durarak gecelerler. '

65 — Ve Onlar ki: Rabbımız, bizden cehennem azabını uzaklaştır. E)oğrusu cehennemin azabı sürekli ve acıdır, derler.

66 — Muhakkak o, ne kötü bir karargâh ve konaklama yeridir.

67 — Onlar ki; infâk ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.

Rahmân'ın Kullarının Nitelikleri20

Rahmân'ın Kullarının Nitelikleri

Bunlar, Allah'ın inanan kullarının nitelikleridir: «Yeryüzünde mü-tevâzi olarak (kibirsiz, gurursuz olarak, sekînet ve vakarla) yürürler.» Başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyruluyor: «Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz ki sen, ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ula* şabillrsln.» (Isrâ, 37). Allah'ın İnanan kulları ise kibirsiz, kendini be-ğenmeksizin yürürler. Burada onların yapmacıktan ve riyakârane ola­rak hastalar gibi yürüdükleri kasdedilmemektedir. Âdemoğlunun efen­disi (s.a.) yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi ve yeryü­zü onun için dürülüyormuş gibi yürürdü. Seleften bazıları, yapmacıklı ve zayıf görünerek yürümeyi mekruh kabul etmişlerdi. Hattâ Hz. Ömer'­den rivayete göre; o, yavaş yavaş yürüyen bir genç görmüş ve: Sana ne ölüyor? Hasta mısın? diye sormuş. Onun; hayır ey mü'mirilerin emîri, cevabı üzerine kamçısıyla üzerine yürüyüp güçlü yürümesini emretmiş. Burada mütevâzi şekilde yürümekten maksad; sekînet içinde, vakarlı olarak yürümektir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur; Na­maza geldiğiniz zaman ona koşarak gelmeyin, üzerinizde bir sekînet ol­duğu halde namaza gelin. Ondan yetiştiğiniz kadarını kılın, kaçırdığını­zı da tamamlayın. Abdullah tbn Mübârek'in Ma'mer'den, onun Yahya îbn Muhtâr'dan, onun da Hasan el-Basrî'den «Rahmân'ın kullan onlar­dır ki, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler.» âyeti hakkında rivayetine göre ;o, şöyle demiştir: Şüphesiz inananlar uysal bir topluluktur. Allah'a yemîn ederim ki onların kulakları, gözleri ve organları hakka baş eğ­miştir. O kadar ki, onlarda bir hastalık olmadığı ve sıhhatli oldukları halde sen onları hasta sanırsın. Fakat onlardan bir başkasının kalbine girmemiş olan (Allah) korkusu onlara girmiştir. Âhireti bilmeleri, onları dünyadan alıkoymuştur. Onlar: Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hanıd-olsun, derler. Allah'a yemîn ederim ki insanların üzüntüsü onları hü-zünlendirmez. Kendisiyle cenneti isteyecekleri her şey onlara ağır gel­mez. Cehennem korkusu onları ağlatır. Şüphesiz kim Allah'ın izzeti ile izzet bulmamışsa, dünyaya karşı hasret ve hayıflanmalar onun gönlünü parça parça eder. Her kim de, Allah'ın nimetini sâdece bir yiyecekte ve­ya bir içecekte görürse; şüphesiz onun ilmi az, azabı da yanıbaşmda ha­zır olmuştur.

«Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman; selâm, derler.» Bilgisiz­ler kendilerine kötülükle takılıp tecâvüz ettiği zaman, onlara bunun bir misliyle mukabele etmezler, aksine onları affedip bağışlarlar, sâdece ha­yır söylerler. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) ne karşı bilgisizliğin şiddeti sâ­dece onun hilmini arttırırdı. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyet-i ke-rîme'de şöyle buyurur: «Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirir­diler. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm olsun size, biz cahilleri aramayız, derler.» (Kasas, 55).

İmâm Ahmed'in Esved îbn Âmir kanalıyla... Nu'mân Îbn Mukar-rin el-Müzenî'den rivayetine göre, birisi bir başkasına Allah Rasûlü (s.a.) nün yanında sataşmış, kendisine sataşılan: Selâm sana, demeye başlamış. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurmuş: Şüphesiz aranızda bulunan bir melek seni koruyor. Onun sana her sataşmasında me­lek ona: Aksine sen, buna daha lâyıksın, demiştir. Sen ona: Selâm sana dediğinde ise melek: Hayır» aksine selâm senin üzerine olsun. Sen buna daha lâyıksın, demiştir. Hadîsin isnadı hasen olup tahrîc etmemişlerdir. Mücâhid «Selâm derler.» âyetinde onların doğruluk, (doğru olun) de­diklerinin kasdedildiğini söyler, Saîd îbn Cübeyr ise onların; iyi, güzel sözle cevab verdiklerini belirtir. Hasan el-Basrî, ((Selâm derler.» âyetin­de der ki: Onlar hilim sahibi kimseler olup bilgisizler değildir. Onlara birisi, bilgisizce takıldığında onlar hilimleriyle mukabele ederler. Gün­düzlerini sizin de işittiğiniz gibi Allah'ın kullarıyla beraber olarak ge­çirirler. Sonra Hasan el-Basrî onların gecelerinin gecelerin en hayırlısı olduğunu zikretmiştir.

Burada: «Onlar ki; Rabları için secdeye vararak ve kıyama dura­rak (Allah'a ibâdet ve itâatla) gecelerler.» buyurulurken, Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde şöyle buyurmaktadır: «Onlar gecenin az bir kısmında uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.» (Zâriyât, 17-18), «Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Korku ve ümit ile Rablarma yalvarırlar. Verdiğimiz nzıklardan da infâk ederler.» (Secde, 16), «Yoksa o, geceleyin secde ederek, kıyamda durarak itaat eden, âhi-retten korkan ve Rabbımn rahmetini dileyen kimse gibi midir?» (Zü-mer, 9). Bu sebeple burada da şöyle buyuruluyor: «Ve onlar ki: Rabbı-mız, bizden cehennem azabını uzaklaştır. Doğrusu, cehennemin azabı sürekli ve acıdır.» âyeti hakkında Hasan el-Basrî der ki: Âdemoğlunun başına gelip te ondan zail olan her bir şey sürekli değildir. Sürekli ve acı olan ise gökler ve yeryüzü devam ettiği sürece ona yapışandır. Sü­leyman et-Teymî de böyle söylemiştir. Muhammed îbn Kâ'b ise «Doğ­rusu, cehennemin azabı sürekli ve acıdır.» âyetinde şöyle denmek isten­diğini belirtir: Bu, onlara dünyada iken verilen, nimetlere karşılıktır. Allah Teâlâ kâfirlere (vermiş olduğu) nimeti soracak da, onlar kendi­sine cevab veremeyecekler. Allah Teâlâ da onlan borçlu çıkarıp cehen­neme koyacaktır.

«Muhakkak o, ne kötü bir karargâh (görünüşü kötü bir yer) ve (oturup kalacak yer olarak ne kötü bir) konaklama yeridir.» «Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır.» âyetinde Îbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Mâlik îbn Hârîs'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Kişi cehenneme atıldığında düşmeye başlar. Onun kapılarından birisine ulaştığı zaman ona: Yerinde dur ki sana ikramda bulunulsun, denilir. Karayılan ve akreplerin zehirinden bir bardak içilir. Derisi, kılları, si­nirleri ve damarları birbirinden ayrılır. Yine îbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Ubeyd İbn Umeyr'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Cehen­nemde öyle kuyular vardır ki; içlerinde Horasan develeri misâli yılanlar, siyah katırlar gibi akrepler vardır. Cehennemlikler cehenneme atıl­dığı zaman, bunlar yerlerinden ayrılıp onlara doğru çıkarlar, dudakları­nı, derilerini, saçlarını tutup yakalarlar da etleri soyulup ayaklarına dü­şer. Bunlar cehennemin sıcaklığını hissettikleri zaman geri dönerler. İmam Ahmed der ki: Bize Hasan İbn Musa'nın... Enes îbn Mâlik (r.a.) den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre o, şöyle buyur­muştur: Şüphesiz kul, cehennemde bin sene ey Hannân, ey Mennân, di­ye nida edecek. Allah Teâlâ Cibril'e: Git ve şu kulumu Bana getir bu­yuracak. Cibril gidip cehennemliklerin yüzüstü kapanmış, ağladıklarını görecek ve Rabbına dönüp bunu haber verecek de Allah Teâlâ: Bana onu getir. Filân filân yerdedir, buyuracak. Cibril onu getirip Rabbmm huzuruna dikecek de, Allah Teâlâ ona: Ey kulum, yerini ve durağını na­sıl buldun? diye soracak. Kul: Rabbım, yerlerin en kötüsü ve durakların en kötüsü, diye ceyab verecek. Allah Teâlâ: Kulumu geri çevirin, buyur racak. Kul: Rabbım, beni oradan çıkardığında oraya geri döndüreceği­ni hiç ummamıştım, diyecek de Allah Teâlâ: Kulumu bırakın, buyura­cak.

«Onlar ki; infâk ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik. îkisi arasında orta bir yol tutarlar.» Onlar, ihtiyâcın üzerinde sarf ede­cek kadar harcamalarında müsrif, ailelerinin haklarında kısıntı yapıp, onlara yeterli olanını vermeyecek kadar da cimri değildirler. Bilakis adaletle, orta yolu ta'kîb eden hayırlı kimselerdir. İşlerin en hayırlısı ise orta halli olanıdır; ne biri (israf hali) ne de öteki (cimrilik hali) değildir. İşte onlar «İkisi arasında orta bir yol tutarlar.» Nitekim baş­ka bir âyette şöyle buyruluyor: «Ve elini boynuna bağlı kılma, onu büs­bütün de açıp durma. Yoksa kaybedenlerden ve kınananiardan olursun.» (Isrâ, 29) İmâm Ahmed der ki: Bize İsâm İbn Hâlid'in... Ebu Derdâ'-dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetinde o: Geçiminde rıfk ile davranması kişinin bilgili, anlayışlı olmasındandır, buyurmuştur. Hadîsi tahrîc etmemişlerdir. Yine İmâm Ahmed'in Ebu Ubeyde el-Had-dâd kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.): İktisat eden fakîr olmaz, fakirliğe düşmez, buyurmuş olup; bu hadîsi de tahrîc etmemişlerdir. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Ahmed İbn Yahya'nın... Huzeyfe'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Zenginlikte orta yolu tutmak, fakirlikte orta yolu tutmak, ibâdette orta yolu tutmak ne güzeldir. Hadîsi rivayetten son­ra Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bu hadîsi sâdece Huzeyfe (r.a.)den rivayetle biliyoruz, lyâz İbn Muâviye der ki: Allah'ın emrini tecâvüz ettiğin, geçtiğin şey israftır. Bir başkası israfın; Allah'a isyan olan ko­nulardaki harcama, olduğunu söylemiştir. Hasan el-Basrî de: Allah yo­luna yapılan harcama israf değildir, demiştir.20

68 — Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tanrıya tap­mazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymaz­lar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, cezaya çarpar.

69 — Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçal-tılarak temelli bırakılır.

70 — Ancak tevbe eden, inanıp sâlih amel işleyenlerin-, Allah, işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah Gafur ve Rahîm olandır.

71 — Kimde tevbe edip sâlih amel işlerse; şüphesiz ki o, Allah'a tevbesi kabul edilmiş olarak döner.

îmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin... Abdullah îbn Mes'-ûd'dan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.)ne: Hangi günâh en büyük­tür? diye sorulmuştu. Seni yaratmış olduğu halde Allah'a denk koşman-dır, buyurdu. Sonra hangisi? dediler, seninle beraber yemek yiyeceği korkusu ile çocuğunu öldürmendir, buyurdu. Sonra hangisi? denildi, komşunun hanımı ile zina etmendir, buyurdu. Abdullah der ki: Allah Teâlâ bunun tasdiki olarak: «Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tan­rıya tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zi­na etmezler. Kim de bunları yaparsa, cezaya çarpar.» âyetini indirdi. Hadîsi Neseî de Hennâd İbn es-Sırrî'den, o ise Ebu Muâviye'den rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim, hadîsi A'meş ve Mansûr kanalıyla tahrîc et­mişlerdir. Buharı bunlara Vasıl'ı da ilâve eder ki, bu üçü, Ebu Vâil, Şa-kîk îbn Seleme'den... İbn Mes'ûd'dan hadîsi rivayet etmişlerdir. En doğrusunu Allah bilir. Buhârî ve Müslim'in îbn Mes'ûd'dan rivayetleri­nin lafzı şöyledir: Ben: Ey Allah'ın elçisi, hangi günâh en büyüktür? dedim... ve râvî hadîsin kalanını rivayet etmiştir. îbn Cerîr der ki: Bize Ahmed İbn îshâk el-Ahvâzî'nin... Abdullah îbn Mes'ûd'dan rivayetine göre;.o, şöyle demiştir: Bir gün Allah Rasûlü (s.a.) çıktı, ben de peşinden gittim. Yüksek bir yere oturdu. Ben ondan biraz daha aşağıya otur­dum. Yüzüm, onun dizleri hizâsındaydı. Yalnızlığını ganimet bilip: Anam babam sana feda olsun, ey Allah'ın elçisi, günâhların hangisi en büyüktür? diye sordum. Seni yaratmış olduğu halde Allah'a denk koş-mandır, buyurdu. Ben: Sonra nedir (bundan sonra günâhların en bü­yüğü nedir?) diye sordum, seninle beraber yemesinden hoşlanmayarak çocuğunu öldürmendir, buyurdu. Sonra nedir? diye sordum, komşunun hanımı ile zina etmendir, buyurup sonra da: «Onlar ki; Allah ile bera­ber başka bir tanrıya tapmazlar...» âyetini tilâvet buyurdu, Neseî der ki: Bize Kuteybe îbn Saîd'in... Seleme tbn Kays'dan rivayetinde o, şöy­le demiştir: Veda haccmda Allah Rasûlü (s.a.)nün (en büyük günâh­lar) dörttür, buyurduğunu işittim. Allah Rasûlü (s.a.)nden işittiğimden beri onları muhafazada çok hırslı ve dikkatli olmuşumdur. Şöyle buyur­muştu: Allah'a hiç bir şeyle ortak koşmayın. Allah'ın haram kıldığı ca­na bir hak karşılığında olması dışında kıymayın, zina etmeyin, hırsızlık yapmayın. îmânı Ahmed'in İbn el-Medînî —Allah ona rahmet eylesin— kanalıyla... Mikdâd îbn Esved (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle anla­tıyor: Allah Rasûlü (s.a.) ashabına: Zina hakkında ne dersiniz? diye sordu. Onlar: Onu Allah ve Rasûlü haram kılmıştır. O, kıyamet günü­ne kadar haramdır, dediler. Allah Rasûlü (s.a.) ashabına: Kişinin on kadınla zina etmiş olması komşusunun hanımıyla zina etmiş olmasından daha kolaydır, (günâh bakımından daha hafiftir) buyurup: Hırsızlık hakkında ne dersiniz? diye sordu. Onlar: Onu Allah ve Rasûlü haram kılmıştır, o haramdır, dediler. Buyurdu ki: Kişinin on evden hırsızlık yapması, komşusunun evinden hırsızlık yapmasından daha hafiftir. Ebu Bekr îbn Dünya'nın. Ammâr tbn Nasr kanalıyla... Heysem tbn Mâ­lik et-Tâî'den onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuş: Allah'a şirk koşmaktan sonra Allah katında kişinin kendisi­ne helâl olmayan bir rahime koymuş olduğu nutfeden daha büyük bir günâh yoktur. îbn Cüreyc'in Ya'lâ'dan, onun Saîd îbn Cübeyr'den ri­vayetine göre; o, îbn Abbâs'ı şöyle anlatırken işitmiş: Müşriklerden ba­zıları çok cana kıymış, çok zina etmiş sonra da Hz. Muhammed (s.a.) e gelip: Bizim yapmış olduklarımıza keffâreti bize haber verecek olursan, şüphesiz senin söyleyip davet ettiğin şey güzeldir, demişlerdi. Bunun üzerine şu âyetler nazil oldu: «Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tan­rıya tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zi­na etmezler...» «De ki: Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günâhları yarlığâr.» (Zümer, 53). tbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Ebu Fâhite'den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) bir adama şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah Teâlâ, yaratıcıyı bırakıp ta yaratılmışa ibâdet etmeni, köpeğini besleyip çocuğunu öldürmeni, komşunun hanımı ile zina etmeni sana yasaklamıştır. Süfyân der ki: Bu, Allah Teâlâ'nın ; «Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmazlar. Allah'ın ha­ram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler.» kavlidir.

Abdullah tbn Anar'dan rivayete göre, «Kim de bunları yaparsa, (gü­nâha girmiş olur) cezaya çarpar.» âyetindeki kelimesi; cehen­nemde bir vadinin adıdır. îkrime der ki: Cehennemde zina edenlerin azâb olunacağı vadilerdir. Saîd îbn Cübeyr ve Mücâhid'den de böyle ri­vayet edilmiştir. Katade kelimeyi ceza ile açıklayıp: Bize onun cehen­nemde bir vâdî olduğu rivayet edilirdi, demiştir. Bize anlatıldığına göre Lokman şöyle dermiş: Ey oğullarım, zinadan sakının; zîrâ onun başlan­gıcı korku, sonu ise pişmanlıktır. îbn Cerîr ve başkalarının Ebu Umâme el-Bahilî'den mevkuf ve merfû" olarak rivayet ettikleri bir hadîste be­lirtildiğine göre; Ğayyâ ve Esâm, cehennem çukurunda iki kuyudur... Allah Teâlâ ihsanı ve keremi ile onlardan bizi korusun, kurtarsın. Süd-dî, kelimenin ceza anlamına geldiğini söylemiştir. Bu, âyetin zahirine daha çok benzemektedir. Zîrâ kendisinden sonra gelen «Kıyamet günü azabı kat kat olur.» kısmı burayı açıklamaktadır ki, azâb onun üzerine tekrarlanıp ağırlaştırılır ve «Orada alçaltılarak (hakîr ve zelîl bir hal­de) temelli bırakılır.»

«Ancak tevbe eden, inanıp sâlih amel işleyenler bundan müstesna­dır. Bu çirkin işleri işleyenlerin cezası, yukarıda anılan cezadır. Ancak dünyada iken bütün bunlardan Allah'a tevbe edenin tevbesini şüphe­siz Allah Teâlâ kabul buyurur. Bu âyet katilin tevbesinin sahîh olduğu­na delildir. Bu âyet-i kerîme İle Nisa süresindeki: «Kim de bir mü'mini kasden öldürürse, onun cezası; içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş ve büyük bir azâb hazırlamıştır.» (Nisa, 93) âyeti arasında bir tezâd yoktur. Nisa süresindeki âyet, her ne kadar Medine'­de nazil olmuşsa da mutlaktır. Tevbe etmeyene hamledilir. Buradaki âyet ise tevbe ile,kayıdlanmıştır. Sonra Allah Teâlâ başka bir âyet-i ke­rîme 'de: «Allah, kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar.» (Nisa, 48) buyurmuştur. Ayrıca katilin tevbesinin sahîh olduğuna dâir Allah Rasûlü (s.a.)nden sahîh hadîsler vârid ol­muştur. Nitekim birisinin yüz kişiyi öldürdükten sonra tevbe ettiği ve tevbesinin kabul olunduğuna dâir kıssada bu anlatılıp kabul edilmiştir. Ve bu konuda başka hadîsler de vardır.

«Allah, işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah Gafur, Rahîm olandır.» âyetindeki «Onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.» kısmırun< açıklamasında iki görüş vardır:

«İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.» âyetini, onlar kötü amelleri yerine iyi ameller işler, amellerini bu şekilde değiştirirler. Aİ'İ îbn Ebu Talha'nın, «Allah, işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.» âyeti hakkında îbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle dömiş-tir: Bunlar mü'minlerdir. Onlar îmânlarından önce kötülük. üzere idi­ler. Allah Teâlâ onları bundan nefret ettirdi ve iyiliklere çevirdi. Kötü­lükler yerine onları iyiliklere yöneltti. (...) Atâ îbn Ebu Rebâh der ki: Bu, dünyadadır. Kişi (önce) çirkin bir durumda olur, sonra Allah Te­âlâ onun bu durumunu hayra çevirir. Saîd Îbn Cübeyr de şöyle diyor: Allah Teâlâ onların putlara ibââetini Allah'a ibâdete, müslümanlarla savaşmalarını müslümanlarla birlikte müşriklere karşı savaşmaya, müş­rik kadınları nikahlamalarını da inanmış, kadınlarla nikâhlanmaya çevi­rir. Hasan el-Basrî der ki: Allah Teâlâ onlan kötü amelden sâlih amele, şirkden ihlâsa, zinadan namuslu olmaya, küfürden İslâm'a çevirir. Bu; Ebu Âliye, Katâde ve diğer bir topluluğun açıklamasıdır.

Bu konudaki ikinci görüş şudur: Bu geçmiş kötülükler tevbe-i na-suh ile iyiliklere dönüşür. Zîrâ kul, geçmiş olanları her hatırlayışında pişman olur, Allah'a döner ve istiğfarda bulunur. Bu itibârla günâh Al­lah'a itâata dönüşür. Kıyamet gününde ise her ne kadar kul bunları kendi aleyhine yazılmış olarak bulursa bile bunlar kendisine zarar ver­mez ve sahifesinde iyiliklere dönüşür. Nitekim bu konuda sünnet ve se­lef'den rivayet edilen sıhhatli haberler mevcûddur. Bu, ayrıca bir hadîs­te de belirtilmiş olup İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin Ebu Zerr (r.a.)den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ben cehennemliklerden cehennemden en son çıkacak olanı ve cennet ehlin­den cennete en son gireceği bilirim. Birisi getirilecek ve: Günâhlarının büyüklerini bir kıyıda bırakın ve ona günâhlarının küçüklerini sorun, buyrulacak. Ona: Filan gün şu şu amelleri, falan ve falan gün şu amel­leri isledin mi? denilecek.O; evet, deyip bunlardan herhangi birisini in­kâr edemeyecek. Her bir kötülüğe mukabil senin için bir iyilik vardır, denilecek. Rabbım, ben daha birtakım şeyler işlemiştim ki onları bura­da göremiyorum, diyecek. Allah Rasûlü (s.a.) o kadar güldüler ki azı dişleri göründü. Hadîsi,-sâdece Müslim rivayet etmiştir. Hafız Ebü'l-Ka­sım et-Taberânî der ki: Bize Hâşim Îbn Yezîd'İn... Ebu Mâlik el-Bş'arî'-den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Âdemoğlu uyuduğu zaman melek, şeytâna: Sahifeni bana ver, der. Şeytân sahîfe-sini ona verir de, kendi sahifesinde bulduğu her bir iyilikle şeytânın sa­hifesinde olan on kötülüğü siler ve onları İyilikler olarak yazar. Sizden birisi uyumak istediği zaman otuz üç kere tekbîr getirsin, otuz dört ke­re Allah'a hamd etsin, otuz üç kere tesbîh etsin. Böylece yüze ulaşır. Îbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Selmân'dan rivayetinde o, şöyle demişe tir: Kıyamet günü kişiye sayfası verilir de üst kısmını okur. Bir de ba­kar ki bunlar kötülükleridir. Neredeyse sû-izannda bulunacakken sayfa­nın alt tarafına bakar, iyiliklerini görür. Sonra sayfanın üst kısmına bakar ve görür ki orada yazılı kötülükler iyiliklere çevrilmiş. Yine îbn Ebu Hatim der ki: Bize taftamın... Ebu Hüreyre'den rivayetinde o, şöy­le diyor: Kıyamet günü Allah Teâlâ, kendilerinin çok kötülük işlemiş olduklarını sanan kimseleri getirecektir. Ey Ebu Hüreyre, bunlar kim­lerdir? denildi de o: Bunlar; Allah Teâlâ'nın kötülüklerini iyiliklere çe­vireceği kimselerdir, dedi. Yine îbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Ebu Dayf —Bu zât, Muâz tbn Cebelin ashâbındandır— dan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Cennetlikler, cennete dört sınıf halinde girecek­lerdir. Bunlar; muttakîler, sonra şükredenler, sonra korkanlar, sonra da ashâb-ı yemîn'dir. Ben: Onlara niçin ashâb-ı yemîn adı verilmiştir? diye sordum da, şöyle dedi: Çünkü onlar iyilikler ve kötülükler işlemiş­lerdi. Kitapları sağ taraflarından verildi. Kötülüklerini harf harf oku­yup: Rabbımız, bunlar kötülüklerimiz, iyiliklerimiz nerede? dediler. İş­te o zaman Allah Teâlâ, onların kötülüklerini silip onları iyilikler kıl­dı. O zaman da onlar: «Alın işte okuyun kitabımı.» (Hakka, 19) diye çeklerdir ve bunlar cennetliklerin en çoğudur. Ali îbn Huseyn Zeynel Abidîn, bu çevirmenin âhirette olacağını söylemiştir. Mekfaûl ise: Bun­ları onlar için bağışlayıp iyilikler kılacaktır, demiştir. Zeyhel Âbidîn ile Mekhûl'ün sözlerini îbn Ebu Hatim rivayet ediyor. Bu açıklamaların bir benzerini îbn Cerîr de Saîd Îbn Müseyyeb'den rivayet etmiştir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın...Mekhûl'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Kaşları gözlerinin üzerine düşmüş çok yaşlı birisi gelip: Ey Allah'ın elçisi; bir adam ki haksızlık etmiş, günâhlar işlemiş, hiç bir ihtiyâcını bırakmayıp eliyle almış, hatâları yeryüzü halkı arasına tak­sim olunsa onları helak ederdi. Acaba onun için tevbe var mı? diye sor­muştu. Allah Rasûlü (s.a.) ona: Müslüman oldun mu? diye sordu. Şüp­hesiz ben, tek ve ortağı olmaksızın Allah'tan başka ilâh olmadığına, Mu-hammed'İn O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim, dedi. Hz. Pey­gamber (s.a.): Bu durumda olduğun sürece, şüphesiz Allah Teâlâ seni bağışlayıcıdır, kötülüklerini iyiliklere çevirecektir, buyurdu. İhtiyar: Ey Allah'ın elçisi, haksızlıklarım ve günâhlarım ne olacak? Onları da ba­ğışlayacak mı? dedi de, Hz. Peygamber: Haksızlıklarını ve günâhlarını da, buyurdu ve adam tahlil ve tekbîr getirerek arkasını dönüp gitti. Tâ-berânî'nin Ebu Muğîre kanalıyla... Ebu Ferve Şatb'dan rivayetine gö­re; o, Allah Rasûlü (s.a.)ne gelmiş ve: Bütün günâhları İşlemiş, hiç bir İhtiyâcını bırakmayıp elde etmiş birisi hakkında ne dersin? Onun tev-besi var midir? diye sormuştu. Hz. Peygamber: Müslüman oldun mu? diye sordu. Onun; evet, demesi üzerine: Hayırları işle, kötülükleri terket. Allah Teâlâ onları, bütünüyle senin için iyilikler kılacaktır, buyurdu. O: haksızlıklarımı ve günâhlarımı da mı? diye sordu da, Allah Rasûlü; evet, buyurdu. Gözden kayboluncaya kadar tekbîr getirmekte devam et­ti. Hadîsi Tâberânî de Ebu Ferve er-Ruhavî kanalıyla... Seleme Îbn Nüfeyl'den merfû' olarak rivayet etmiştir. Yine Tâberânî der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Bana bir kadın gelip: Ben zina ettim, zinadan çocuk doğurdum ve onu öldürdüm. Benim için tevbe var mı? diye sormuştu. Ben gözün aydın olmasın, sana şeref de yok, dedim. Hasretle çağırarak kalktı. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte sabah namazını kıldım, kadının söylediğini ve benim kadına söylediğimi ona anlattım. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurdu: Ne kötü söyledin. «Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmazlar... Ancak tevbe eden, inanıp sâlih amel işleyenlerin; Allah iş­te onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah Gafur, Rahîm olan­dır.» âyetlerini okumuyor musun? buyurdu. Bu âyetleri kadına okudum da, secdeye kapanıp: Benim için birçok çıkış yolu kılan Allah'a hamdol-sun, dedi. Bu kanaldan rivayetinde bu ğarîb bir hadîstir, tsnâd zincirin­deki râvîler arasında bilinmeyen birisi vardır ki, en doğrusunu Allah bilir. Hadîsi îbn Cerîr de îbrâhîm tbn el-Münzîr kanalıyla ve kendi Is-nâdıyla yukardakine benzer şekilde rivayet etmektedir. Onun rivaye­tinde şu kısım vardır: Kadın hasretle çağırarak çıktı... O: Ne kadar kö­tü; Şu güzellik cehennem İçin mi yaratılmış? diyordu. Yine Îbn Cerîr rivayetine göre Ebu Hüreyre Allah Rasûlü (s.a.) nün yanından döndü­ğünde, Medine'nin bütün mahallelerinde kadını arayıp bulamamış. Bir sonraki gece olduğunda kadın ona gelmiş de Allah Rasûlü (s.a.)nün kendisine söylediklerini kadına aktarmış ve kadın secdeye kapanıp: Be­nim için bir çıkış yeri ve yaptıklarımdan tevbe bahşeden Allah'a hamd olsun, deyip yanında bulunan bir câriye ve o cariyenin kızını âzâd etmiş.

Sonra Allah Teâlâ, rahmetinin bütün kulları hakkında genel oldu­ğunu, önemli veya önemsiz, küçük veya büyük hangi günâhtan olursa olsun kendisine tevbe edenin tevbesini kabul buyuracağım haber verip şöyle buyurur: «Kim de tevbe edip sâlih amel işlerse; şüphesiz ki o, Al­lah'a tevbes- kabul edilmiş olarak döner. (Ve şüphesiz Allah Teâlâ onun tevbesini kabul buyurur.)» Nitekim başka âyet-i kerîmelerde şöyle bu-yurulmaktadır: «Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse; Allah'ın Gafur ve Rahîm olduğunu görür.» , (Nisa, 110), «Bilmezler mi ki: Allah, muhakkak kullarından tevbeyi ka­bul edecek ve sadakaları alacak olan'm kendisidir. Ve muhakkak ki Al­lah, Tevvâb ve Rahîm'dir.» (Tevbe, 104), «De ki: Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günâhları yarlığar. Çünkü O, kendisine tev­be edenlere karşı Gafûr'dur, Rahîm'dir.» (Zümer, 53).21

72 — Onlar ki; yalan yere şehâdet etmezler. Boş ve kötü lakırdıya rastladıkları zaman, yüz çevirip vakarla geçer­ler.

73 — Onlar ki; kendilerine Rablarının âyetleri hatırla­tıldığı vakit, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

74 — Onlar ki; Rabbımız, eşlerimiz ve çocuklarımız hu­susunda gözümüzü aydın kıl, bizi müttakilere imâm yap, derler.

Bunlar da Rahmân'ın kullarının sıfatlarındandır. Onlar: «Yalan yere şehâdet etmezler.» âyette zikredilen yalan yere şahadetin; Allah'a şirk koşana ve patlara tapınma olduğu söylenmiştir. Ayrıca bunun ya­lan, risk, boş söz ve bâtıl olduğu da söylenir. Muhammed tbn Hanefiyye buradaki yalan şahadetin; oyun, eğlence ve şarkı olduğunu söyler. Ebu Âliye, Tâvûs, Muhammed İbn Şîrîn, Dahhâk, Rebî' İbn Enes ve başka­ları bunun; müşriklerin bayramları olduğunu söylemişlerdir. Amr îbn Kays da der ki: Bunlar, edepsizce sözlerin konuşulduğu kötü meclisler­dir. Zührî'den rivayetle Mâlik der ki: Bu; içki içmektir ki, onlar.böyle bir yerde 'hazır bulunmayacakları gibi ona istek de duymazlar. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulur: Allah'a ve âhiret gününe îmân eden kimse, üzerinde içicilerin dolastınldığı sofraya oturmasın. «Onlar ki; yalan ye­re şahadet etmezler.» âyetinde; yalancı şâhidllğin ve bir başkasına kar­şı kasden yalan söylemenin kasdedildiği de söylenmiştir. Nitekim Buhâ-rî ve MüslmVü^Sahîhlerinde Ebu Bekre'den rivayet edilen bir hadîse göre Allah Rasûlü (s.a.) üç kere: Size büyük günâhların en büyüğünü haber vereyim mi? diye sormuştu. Biz: Evet, haber ver ey Allah'ın elçi­si, dedik. Allah'a şirk koşmak ve ana-babaya âsî gelmektir, buyurdu. Yaslanmış bir halde idi, oturdu ve: Dikkat ediniz, uyanık olunuz, yalan söz, uyanık olunuz yalan yere şahidliktir, buyurdu. Bunu o kadar tekrar­lamaya devam etti ki sonunda biz: Keşke sussaydı, dedik. Ayetin akışın­dan açık olarak anlaşıldığına göre maksad, onların yalan söz söylenilen veya yalan şâhidlik yapılan yerde hazır bulunmamalarıdır. Bu sebebledir ki: «Boş ve kötü lakırdıya rastladıkları zaman, yüz çevirip vakarla ge­çerler. (Kötü lakırdıların edildiği yerde bulunmazlar. Böyle bir yerden tesadüfen geçecek olurlarsa, buna ^ulaşmazlar ve vakarla geçerler.)» buyurulmuştur. îbn Ebu Hâtim'in Ebu Saîd el-Eşecc kanalıyla... İbrâ-hîm tbn Meysere'den rivayetine göre; îbn Mes'ûd, (bir keresinde) boş ve kötü lâkırdı konuşulan bir yerden yüz çevirerek geçmişti. Hz. Pey­gamber (s.a.): Sabahleyin îbn Mes'ûd idi, akşam kerîm oldu, buyurdu­lar. Yine îbn Ebu Hatim der ki: Bize Hasan îbn Muhammed îbn Sele­me en-Nahvîftin... Meysere'den rivayetine göre İbn Mes'ûd, boş söz ko­nuşulan bir yerden yüz çevirerek geçmiş ve durmamıştı. Allah Rasûlü (s.a.): îbn Mes'ûd idi, şimdi kerîm oldu, buyurdular. 'Sonra îbrâhîm îbn Meysere, «Boş ve kötü lakırdıya rastladıkları zaman, yüz çevirip vakar­la geçerler.» ayetini okumuştur.

«Onlar ki; kendilerine Rablannm âyetleri hatırlatıldığı vakit, on­lara karşı kör ve sağır davranmazlar.» Bu da, «Allah anıldığı zaman kalbleri ürperen, Allah'm âyetleri kendilerine okunduğu zaman imân­ları artan ve Rablarma tevekkül eden.» (Enfâl, 2) mü'minlerin sıfatla-rındandır. Onların durumu kâfirinkinin tersinedir. Kâfir Allah'ın se­lâmını işittiği zaman bu, onda hiç bir te'sîr bırakmaz ve içinde olduğu durumu bırakıp ondan vazgeçmez aksine küfrü, azgınlığı, bilgisizliği ve sapkınlığında devam ederek kalır. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurmaktadır: «Bir sûre indirilince; onlardan kimi: Bu, hanginizin îmânını artırdı? der. îmân etmiş olanlara gelince; on­ların îmânını artırmıştır. Ve onlar, birbirleri ile müjdelenirler. Kalble-rinde hastalık bulunanların ise murdarlıklarına murdarlık katmıştır.» Tevbe, 124-125).

Rabbının âyetleri kendisine anıldığı halde sanki hiç işitmemiş gibi kör ve sağır halde içinde bulunduğu durumda devam eden kâfirin ter-.sine «Onlar, Rablannın âyetlerine karşı kör ve sağır davranmazlar.» Mücâhid, bu âyet-i kerîme'yi şöyle anlıyor: Onlara Rablannın âyetleri hatırlatıldığı vakit onlara karşı hiç işitmemiş, görmemiş ve hiç bir şey anlamamış gibi kör ve sağır davranmazlar. Hasan el-Basrî de der ki: Niceleri vardır ki, AHah'ın âyetlerini okudukları halde onlara karşı kör ve sağırdırlar. «Onlar ki; kendilerine Rablannm âyetleri hatırlatıldığı vakit, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.» âyetinde Katâde der ki: Onlar, hakka karşı sağır ve kör değildirler. Allah'a yemîn olsun ki onlar; Allah'tan geleni anlayan, Allah'ın kitabında işittiklerinden fay­dalanıp istifâde eden bir topluluktur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Esîd îbn Âsım'ın... İbn Avn'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Şa'bî'ye sorup: Bir kavmi secde ederlerken görüp neye secde ettiklerini işitme­yen bir adam hakkında ne dersin, onlarla beraber secde eder mi? de­dim. «Onlar ki, kendilerine ,Rablannın âyetleri hatırlatıldığı vakit, on­lara karşı kör ve sağır davranmazlar.» âyetini okudu. Demek istedi ki onlarla birlikte secde etmez, Zîrâ o, secde âyetini düşünerek (secde etmlş olmayacaktır). Mii'müıin kör taklîdçi olması ona yaraşmaz. Aksine Mü'min, işi hakkında bir basiret, kesin ve apaçık bilgi sahibidir.

«Onlar ki; Rabbımız, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın kıl, derler.» âyetinde Allah'tan, kendi sulb ve zürriyetlerinden Al­lah'a itaat eden, tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdet edenler çıkarma­sını isteyenlere kasdedilmektedir. tbn Abbâs der ki: Onlar; zürriyetlerin­den Allah'a itaat olan işleri işleyecekleri kasdedilmektedir. Böylece hem dünyada, hem de âhirette gözleri aydın olacaktır. İkrime şöyle diyor: Bununla yüz güzelliğini kasdetmemektedirler. Fakat onlar, sulblerinden çıkarılacakların Allah'a itaat eder kimseler olmasını istemişlerdir. Bu âyet kendisine sorulan Hasan el-Basrî şöyle diyor: Bu; müslüman kula zevcesinin, kardeşinin ve dostlarının Allah'a itaatinin Allah tarafından gösterilmesidir. Allah'a yemîn olsun ki, çocuğu veya çocuğunun çocuğu veya kardeşi veya dostunun Allah'a itaat eder olduğunu görmesinden müslümanın gözünü daha aydın eden başka bir şey daha yoktur. «On­lar ki; Rabbımız, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın kıl, derler.» âyeti hakkında îbn Cüreyc der ki: Sana ibâdet edip sana yaptıkları ibâdetlerini güzelleştirsinler ve bize karşı cinayetler işleme­sinler. Abdurrahmân tbn Zeyd îbn Eşlem de şöyle diyor: Onlar bununla Allah'tan, eşlerine ve çocuklarına İslâm hidâyeti bahşetmesini isterler.

imâm Ahmed der ki: Bize Ya'mur tbn Bİşr'in... Cübeyr tbn Nü-feyr'den rivayetine göre; o, söyle anlatıyor: Bir gün Mikdâd tbn Esved1-in yanında oturmuştuk. Ona birisi uğrayıp: Allah Rasûlü (s.a.)nü gör­müş olan şu iki göze ne mutlu. Senin gördüğünü biz de görmeyi, senin şâhid olduğuna şâhid olmayı ne kadar isterdik, dedi. Mikdâd buna çok kızdı. Ben şaşırdım ve kendi kendime; o, hayırdan başka bir şey söyle­memişti ki, dedim. Mikdâd ona yöneldi ve kişiyi Allah Teâlâ'nın kendi­sini hazır bulundurmadığı bir yerde hazır bulunmayı temenni etmeye sevk eden nedir? Şayet orada hazır bulunmuş olsaydı, orada nasıl olaca­ğını bilmiyordu ki. Allah'a yemîn olsun ki birtakım kavimler Allah Ra­sûlü (s.a.) nün zamanında bulunmuşlar ve fakat Allah Teâlâ onları te­peleri üstü cehenneme atmıştır. Zîrâ onlar, onun davetine icabet etme­miş ve onu doğrulamamışlardı. Peygamberimizin getirdiklerini doğrula­yarak ve Rabbımızdan başkasını bilmez olduğunuz halde Allah'ın sizi çıkarmış (dünyaya getirmiş) olduğuna hâlâ hamd etmeyecek misiniz? Halbuki bu belâ (İslâm'ın başlangıcında karşılaşılan belâlar) sizden başkalarına verilmiştir. Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.)ni, peygamber­lerden hiç birisinin gönderilmemiş olduğu çok zor bir durumda peygam­ber olarak göndermiştir. Allah onu câhiliyye devrinin bir fetret devre­sinde göndermiştir. Onlar, putlara tapınmaktan daha üstün bir din ol­duğunu sanmıyorlardı. Hz. Peygamber Pûrkân'ı getirdi de, onunla hak ve batılı, baba ile oğulu birbirinden ayırdı. O kadar ki Allah'ın, kalbinin kilidini imânla açmış olduğu kişi, babasını ve oğlunu veya karde­şini kâfir olarak görür ve bilirdi ki onlar öldüklerinde cehenneme gire­ceklerdir. Sevdiğinin ateşte olduğunu bile bile onun gözü nasıl aydın olsun ki? İşte Allah Teâlâ'nın: «Onlar ki; Rabbımız, eşlerimiz ve ço­cuklarımız hususunda gözümüzü aydın kıl, derler.» buyurdukları bun­lardır. Bu haberin isnadı sahih olmakla birlikte tahrîc etmemişlerdir. «Bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara Önder yap, derler.» âye­ti hakkında İbn Abbâs, Hasan (el-Basrî), Katâde, Süddî ve Rebi' îbn Enes şöyle derler: Bizi öyle önderler yap ki bize uyulsun. Başkaları bu­rayı şöyle açıklıyor: Hayra erişenler ve hayra eriştirenler kıl bizi, de­mek istemişlerdir. Böylece kendi ibâdetlerinin, çocuklarının ve nesilleri­nin ibadetiyle bitişik olmasını, hidâyetlerinin faydasının kendilerinden başkalarına geçmesini sevip istemişlerdir. Zîrâ bunun sevabı daha çok, âkibeti daha güzeldir. Bu sebepledir ki Müslim'in Sahîh'inde Ebu Hürey-re (r.a.)den rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyur­muştur:

İnsan öldüğü zaman şu üçü dışında onun ameli kesilip sona erer: Sadaka-i Câriye veya kendisinden sonra faydalanılacak ilim veya ken­disi için duâ eden sâlih bir çocuk.22

75 — îşte onlar, sabrettiklerinden dolayı cennetin en yüksek dereceleri ile mükâfatlandırılırlar ve orada sîağhk ve selâmla karşılanırlar.

76 — Orada temelli kalırlar. Orası ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır.

77 — De ki: Duanız olmasaydı, Rabbım size değer verir miydi? Gerçekten yalanladınız. O halde azâb yakanızı bı­rakmayacaktır.

Allan Teâlâ inanan kullarının niteliklerini, anılan güzel sıfatları­nı, güzel söz ve fiillerini zikrettikte'n sonra buyurur ki: «İşte bu sıfat­larla nitelenmiş olanlar kıyamet günü cennetin en yüksek dereceleri ile mükâfatlandırılırlar.» Ebu Ca'fer el-Bâkır, Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk ve Süddî .buradaki ( İi^l ) kelimesinin, cennet anlamına oluşunu şöyle açıklarlar: Yüceliğinden dolayı ona bu isim verilmiştir.

Kendilerine emrolunanlan yerine getirmede sabrettiklerinden do­layı cennetin en yüksek dereceleriyle mükafatlandırılırlar. Ve orada sağ­lık ve selâmla karşılanırlar. Orada melekler kendilerine selam ve ikram­la koşarlar. Onları ta'zîm ve hürmetle karşılarlar. Selam onlarındır ve onların üzerinedir selâm. Melekler her bir kapıdan onların yanına gi­rer ve: Sabrettiğinize mukabil selâm size. Burası dünyanın-ne güzel so­nucudur, derler.

«Orada temelli kalırlar. (Oradan ayrılmazlar, ölmezler, sona erip zail olmazlar, oradan ayrılmak da istemezler.)» Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur : «Bahtiyar olanlar ise cennet­tedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbının dilediği başka. Bu, ardı arası kesilmeyen bir vergidir.» (Hûd, 108).

«Orası ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır.» Görünüşü ne ka­dar güzel, oturup kalkacak yer olarak ne kadar hoştur.» De ki: Duanız olmasaydı, Rabbım size değer verir miydi?» Siz O'na ibâdet etmemiş ol­saydınız hiç size aldırış eder miydi? Elbette aldırış edip önem vermezdi. O, yaratıkları ancak kendisine ibâdet etsinler, zâtım birlesinler, sabah-akşam tesbîh etsinler diye yaratmıştır. Mücâhid ve Anar İbn Şuayb, «Rabbım size değer verir miydi?» âyetini şöyle anlıyorlar: Rabbun sizi ne yapsın, tbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha, «De ki: Duanız olmasaydı, Rabbım size değer verir miydi?» âyetinde şöyle buyrulduğu-nu söyler: Şayet îmânınız olmasaydı, Rabbım size değer verir miydi? Allah Teâlâ burada kâfirlere, inananlar olarak yaratmadığına göre on­lara ihtiyâcının olmadığını haber vermiştir. Şayet onlara ihtiyâcı olsay­dı, inananlara imânı sevdirdiği gibi onlara da sevdirirdi. -

«(Ey kâfirler), gerçekten yalanladınız. O halde (sizin yalanlama­nız) azâb olarak yakanızı bırakmayacaktır.» yakalayacaktır, Sizin yalan­lamanız helakinize, azabınıza, dünya ve ahirette yok olmanıza müncer olacaktır. Bedir günü de bu hükmün içine girer. Nitekim Abdullah tbn Mes'ûd, Übeyy İbn Kâ'b, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazi, Mücâhid, Dah­hâk, Katade, Süddî ve başkaları da, âyeti böyle açıklamışlardır. Hasan el-Basrî ise, azabın onların yakasını bırakmaması kıyamet gününde ola­caktır, der. Bununla biraz önce geçen açıklama arasında bir tezâd yok­tur. En doğrusunu Allah bilir.23