Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Hicr
Bu Kitab. 2
Bu Kitab
Sûrelerin baharındaki hurûf-ı mukattaa ile ilgili bilgi daha önce geçmişti. Allah Teâlâ, «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» buyurup, onların içinde bulundukları küfürden dolayı pişman olacaklarım ve dünya yurdunda müslümanlarla beraber olmuş olmayı temenni edeceklerini haber verir. Süddî'nin tefsirinde meşhur isnadı ile tbn Abbâs, îbn Mes'ûd ve diğer bazı Sahabe'den naklettiğine göre; kâfirler, ateşe arzolundukları zaman müslümanlar olmayi temenni edeceklerdir. Burada maksadın: Her kâfirin ölüm anında keşke mü'min olaydım, diye hayıflanacağıdır, da denilmiştir. Başka bir görüşe göre bu, kıyamet gününden bir haber vermedir. Nitekim Allah Teâlâ'nın şu kavli de böyledir : «Bir görsen; ateşin başında durdukları : KeşM geri döndürülseydik ve Rabbımızm âyetlerini yalan saymasaydık da mü'minlerden olsaydık, dedikleri zaman...» (En'âm, 27). Süfyân es-Sevrfnin Seleme İbn KüheyPden, onun Ebu Za'râ'dan, onun da Abdullah (İbn Mes'ûd) dan rivayetine göre; o, «Kâfirler bir zaman müslüman olmayı isteyeceklerdir,)) âyeti hakkında şöyle demiştir : Bu; cehennemlikler hakkındadır. Zîrâ onlar (günahkâr mü'min-lerin) ateşten çıktıklarını göreceklerdir. İbn Cerîr der ki: Bana Mü-sennâ'nın... İbn Abbâs ve Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre; onlar, «Kâfirler bir zaman müslüman olmayı isteyeceklerdir.)) âyetini şöyle te'vîl ederlermiş : Allah Teâlâ müslümanların günahkârlarını (hatâ işleyenlerini) müşriklerle beraber ateşte hapsettiği gün müşrikler onlara : Dünyada iken yapagelmekte olduğunuz ibâdetler, size hiç bir fayda vermedi, diyecekler. Allah Teâlâ onlara gazablamp rahmetiyle hatalı müslümanları ateşten çıkaracak. «Kâfirler bir zaman gelecek ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» âyetinde anlatılan işte budur.
Abdürrezzâk'ın Sevrî kanalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre; cehennemlikler, Allah'ı birleyenlere : îmânınız size fayda vermedi mi? diyecekler. Onlar böyle söylediği zaman Allah Teâlâ ; Kalbinde zerre ağırlığı îmân olanı (ateşten) çıkarın, buyuracak. İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli bu zamana işaret etmektedir. Dahhâk, Katâde, Ebu'l-Âliye ve başkalarından da böylece rivayet edilmiştir. Bu konuda merfû' hadîsler de vârid' olmuştur.
1- Hafız Ebu'l-Kâsım et-Taberânî'nin Muhammed İbn Abbâs kanalıyla... Enes tbn Mâlik (r.a.) den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Lâ İlahe İllallah diyenlerden bazı kimseler günâhları sebebiyle ateşe girecekler. Lât ve Uzzâ'ya tapanlar onlara: Lâ İlahe İllallah demeniz size hiç bir fayda vermedi mi ki siz de ateşte bizimle birliktesiniz? diyecekler. Allah Teâlâ onlara kızıp, «Lâ İlahe İllallah» diyenleri çıkaracak, onları hayat nehrine atacak ve ayın, tutulmasından ayrılıp sıyrıldığı gibi yanıklarından kurtulup iyileşecekler ve cennete girecekler. Onlara orada «Cehennemlikler» ismi verilecek. Bir adam:Ey Enes, sen bunu Allah Rasûlü (s.a.) nden işittin mi? dedi de Enes: Allah Rasûlü (s.a.) nü : Kim kasden benim hakkımda yalan uydurursa; cehennemdeki yerine hazırlansın, buyurduğunu işittim. Evet, ben Allah Rasûlü (s.a.) nü böyle söylerken işittim, dedi. Taberânî'nin ifâdesine göre Cehbez hadîsi rivayette tek kalmıştır.
2- Taberânî der ki: Bize Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel?in... Ebu Mûsâ (r.a.) dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cehennemlikler ateşte toplandığı zaman yanlarında kıble ehlinden Allah'ın diledikleri de olacak. Kâfirler müslümanlara: Sizler müslümanlar değil mi idiniz? diye soracaklar, onlar: Evet müslüman-lar idik, diyecekler. Kâfirler : Müslüman olmak size fayda sağlamadı da bizimle beraber ateşte kaldınız, diyecekler. Müslümanlar: Bizim günâhlarımız vardı da bu yüzden azaba dûçâr kaldık, diyecekler. Allah Teâlâ onların söylediklerini işitecek ve kıble ehlinden ateşte olanların çıkarılmalarını emredecek. Geride kalan kâfirler bunu gördüklerinde : Keşke biz de müslümanlar olaydık ve onların çıktığı gibi biz de çıkayaık, diyecekler. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) : Tardolunmuş şeytânın şerrinden Allah'a sığınırım : «Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve Kur'an-ı Mübîn'in âyetleridir., Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» âyetlerini okudu. Hadîsi İbn Ebu Hatim de Hâlid İbn Nâfi' kanalıyla rivayet etmiş olup, onun rivayetinde Eûzü yerine Besmele vardır.
3- Taberânî'nin Mûsâ İbn Hârûn kanalıyla... Salih İbn Ebu Tâ-lib'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ebu Saîd el-Hudrî'ye sordum ve : Allah Rasûlü (s.a.) nün «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.)) âyeti hakkında bir şey söylediğini işittin mi? dedim. O, evet dedi ve şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işittim : Allah Teâlâ mü'minlerden bir grubu, kendilerinden intikamını aldıktan sonra ateşten çıkaracaktır. Allah Teâlâ onları müşriklerle beraber ateşe koyduğunda; müşrikler onlara: Siz dünyada iken Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyordunuz. Size ne oluyor da bizimle beraber ateştesiniz? diyecekler. Allah Teâlâ onların bu sözlerini işittiği zaman, mü'minler hakkında şefâata izin verecek de; melekler, peygamberler ve mü'minler şefaat edecekler ve nihayet onlar Allah'ın izniyle ateşten çıkacaklar. İşte müşrikler bunu gördükleri zaman: Keşke biz de onlar gibi olsaydık da, bize şefaat ulaşıp onlarla beraber çıkaydık, diyecekler. İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli budur. Onlara, cennette yüzlerindeki karalık yüzünden «Cehennemlikler» adı verilecek. Onlar : Ey Rabbımız, bizden bu ismi gider, diyecekler ve Allah Teâlâ emredecek de, cennet nehrinde yıkanacaklar ve bu isim onlardan kaldırılacak. Hadîsi Ebu Üsâme'ye naklettim de evet böyledir, dedi.
4- İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Muhammed îbn Ali'den, onun babasından, onun da dedesinden rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ateş onlardan kimini dizlerine kadar, kimini beline kadar, kimini boğazına kadar olmak üzere günâhları ve amelleri miktarmca yakalayacaktır. Onlardan kimisi bir ay orada kalacak,.sonra çıkacak. Kimisi bir sene kalacak, SQnra çıkacak. Onlardan ateşte en uzun kalacak olanın süresi, dünyanın yaratıldığı günden son bulmasına kadar geçen süredir. Allah Teâlâ onların da ateşten çıkmalarım dilediği zaman yahûdîler, hırıstiyaniar ve ateşte olan diğer din sâlikleri ile putperestler; tevhîd ehlinden ateşte olanlara : Allah'a, kitablarına ve elçilerine îmân ettiniz. Bugün biz ve siz ateşte eşit durumdayız, diyecekler. Allah Teâlâ onlara öyle bir öfkelenecek ki daha önce hiç bir şeye o kadar öfkelenmemiştir. Onları ateşten çıkarıp cennette bir kaynağa sokacak. İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli budur.
Allah Teâlâ'nın: «Bırak onları; yesinler, eğlensinler.» âyeti onlar için şiddetli, kuvvetli ve sert bir tehdîdtir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurmaktadır: «Yaşayın bakalım. Varacağınız yer; şüphesiz ateş olacaktır, de.» (İbrahim, 30), «Yeyin ve biraz zevklenin. Doğrusu sizler, suçlularsınız.» (Mürselât, 46). Bu sebebledir ki burada şöyle buyurmuştur: «Ve kendilerini emel, (tevbe ve Allah'a dönüşten) oyalayadursun. Sonra (onlar işlerinin sonucunu) öğreneceklerdir.»1
4 — Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik.
5 — Hiç bir ümmet, kendi süresini öne alamaz, geciktiremez de.
Kasabaların Yazısı3
Kasabaların Yazısı
Allah Teâlâ: Hiç bir kasabayı aleyhlerinde delil konulmadan ve süreleri, bitmeden helak edecek değilim. Helak olunmaları zamanı gelen hiç bir ümmetin va'dolunan bu vakti geciktirilmez, sürelerini öne de alamazlar, buyurur ki bu; Mekke halkına bir tenbîh ve helake müs-tehak oldukları şirk, inâd ve inkârlarını bırakmaya bir davetten, yol göstermeden ibarettir.2
6 — Dediler ki: Ey kendisine kitab indirilen kişi; sen mutlaka delisin.
7 — Doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirmeli değil misin?
8 — Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.
9 — Muhakkak ki Kur'ân'ı Biz indirdik Biz. Onun koruyucusu da elbet Biziz.
Allah Teâlâ, onların: «Ey kendisine kitab indirilen kişi...» sözlerindeki küfür, inâd ve haddi aşmalarını haber veriyor. Onlar demişlerdi ki: Ey kendisine kitab indirildiğini iddia eden kişi; bizleri kendine uymaya, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyleri terketmeye çağırmanda sen mutlaka delisin. Doğru söyleyenlerden isen senin getirdiklerinin sıhhatma şehâdet etmeleri için bize melekleri getirmeli değil misin? Nitekim Firavun da şöyle demişti: «Ona altın bilezikler verilmeli veya beraberinde kendisine yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?» (Zuhruf, 53) Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Bizimle karşılaşmayı ummayanlar : Bize melekler indirilmeli değil miydi veya Rabbımızı görmeli değil miydik? derler. Andolsun ki, kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok aşın gitmişlerdir. Melekleri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara hiç iyi haber yoktur. Melekler : İyi haber size yasaktır yasak, derler.» (Furkân, 21-22). Burada ise Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.)» Mücâhid, «Biz, melekleri ancak hak ile indiririz.» âyetini şöyle açıklar : Biz melekleri ancak risâlet ve azâb ile göndeririz.
Sonra Allah Teâlâ zikri yani Kur'ân'ı indirenin kendisi olduğunu, onu değişiklikten koruyacak olanın da kendisi olduğunu anlatıyor. Bazıları. kısmındaki zamiri Hz. Peygamber (s.a.) e döndürürler. Nitekim, «Allah; seni insanlardan korur.» (Mâİde, 67) âyetinde de durum böyledir. Ancak birinci mânâ daha evlâ olup, âyetin akışından açıkça anlaşılan da odur.3
10 — Andolsun ki; senden önce çeşitli milletler içinde de peygamberler göndermiştik.
11 — Onlara gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
12 — Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.
13 — Kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar.
Allah Teâlâ Kureyş kâfirlerinden Allah Rasûlünü yalanlayanların yalanlamasına karşı Rasûlünü teselli ederek, ondan önce geçmiş ümmetler içinde de peygamberler gönderdiğini, hangi ümmete peygamber gelmişse; onlann bu peygamberi yalanlayıp onunla alay ettiklerini, hidâyete tâbi olmaktan büyüklenen, inâdlaşan mücrimlerin kalb-lerine yalanlamayı koyanın kendisi olduğunu haber verir. Enes ve Hasan el-Basrî: «Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.» âyetinde, şirkin kasdedildiğini söylerler. Allah Teâlâ: «Kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar.» buyurur ki; Allah Teâlâ'nın, elçilerini yalanlayan kimseleri nasıl helak ettiği, yok ettiği, Allah'ın peygamberleri ile dünyada ve âhirette onlara uyanları nasıl kurtardığı bilinmektedir.4
14 — Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya ko-yulsalardı.
15 — Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik, derlerdi.
Gökten Bir Kapı Açsak. 4
Gökten Bir Kapı Açsak
Allah Teâlâ, onların inkârlarının ve hak ile inâdlaşmalarının ne kadar güçlü olduğunu haber yeriyor. Şayet onlar için gökten bir kapı açılsa da ondan yukarı çıkmaya, yükselmeye başlasalar yine de bunu doğrulamazlar, aksine : «Gözlerimiz döndü.» derler. Âyetteki kısmını Mücâhid, İbn Kesîr ve Dahhâk : Gözlerimiz kapandı, şeklinde; İbn Abbâs'tan rivayetle Katâde : Gözlerimiz alındı, şeklinde; İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî: Bize benzetildi (karıştırıldı), biz ancak büyülendik, şeklinde; Kelbî: Gözlerimiz kör oldu, şeklinde açıklarlar. İbn Zeyd de, «Gözlerimiz döndü.» kısmını: Aklı ermeyen sarhoşlar gibi olduk, şeklinde açıklamıştır.5
16 — Andolsun ki Biz, gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık.
17 — Ve onları, kovulmuş her şeytândan koruduk.
18 — Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa; apaçık görülen bir ateş onu kovalar.
19 — Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar yerleştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.
20 — Orada hem sizin için, hem de rızıklarını te'mîn edemeyecekleriniz için geçimlikler meydana getirdik.
Allah Teâlâ, düşünenler ve ibret gözüyle bakanlar için, bütün yüceliği ile gökyüzünü ve onu süsleyen parlak yıldızlan yarattığını zikreder. Düşünen ve ibret alan; onda gariplikler, bakışım hayrete düşürecek parlak âyetler görür. Mücâhid ve Katâde; bu âyette zikredilen burçların, yıldızlar olduğunu söyler. Ben de derim ki: Bu âyet Allah Teâlâ'nın,' «Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı var eden Allah, yücelerin yücesidir.» (Furkân, 61) âyeti gibidir. Bazıları da; buradaki burçların, güneş ve ayın duraklan olduğunu söylemişlerdir. Atıyye el-Avfî buradaki burçların, koruyucuların sarayları olduğunu söyler. Allah Teâîâ, mütscâyiz şeytânların Mele-i A'lâ'da olanları işitmemeleri için delici, yakıcı alevleri onlara korucu-lar^ kılmıştır. Onlardan herhangi birisi kulak hırsızlığı yapmaya kalkışırsa; üzerine yakıcı, delici bir ateş gelir ve onu yok eder. Ancak bazı kere bu kulak hırsızlığı yapan, işitmiş olduğu kelimeyi yakıcı ateş kendisine yetişmeden önce bir altındakine ulaştırmış, bir alttaki onu almış ve dostuna götürmüş olabilir. Nitekim sahîh bir hadîste bu husus açıkça belirtilmiştir. Buhârî, bu âyetin tefsirinde der ki: Bize Ali İbn Abdullah'ın... Ebu Hüreyre'den —Ebu Hüreyre hadîsi Uz. Peygamber (s.a.) e ulaştırmıştır— rivayetine göre o, şöyle demiştir : Allah Te-âlâ gökte bir işe hükmettiği zaman melekler, Allah Teâlâ'nm sözüne boyunlarını eğerek kanatlarını çırparlar. O (Allah'ın hükmü) cilâlı düz bir taş üzerindeki zincir gibidir. —Ali böyle söylemiştir. Başkaları ise : Cilâlı düz taş, onları bundan (Allah'ın hükmüne muttali' olmaktan) geri bırakır, demişlerdir— Onların kalblerinden korku giderilince : Rabbınız ne dedi? derler. Onlar: Rabbımızın söylemiş olduğu ancak gerçektir. Muhakkak O yücedir, büyüktür, derler. Bunu kulak hırsızlığı yapanlar işitir. Kulak hırsızlığı yapanlar biribirlerinin üzerinde şu şekildedirler. —Süfyân durumu eliyle anlatıp sağ elinin parmaklarım açtı ve bazısını bazısından yukarıda tuttu— Bazan olur ki işittiğini arkadaşına açmadan önce yakıcı alev ona ulaşıp yakar. Bazan da olur ki yetişemez de, o işittiğini kendisinden aşağıda olan kendini ta'kîb edene atar. O da yeryüzüne ulaştırır. —Herhalde Süfyân şöyle de demişti:— Nihayet (kulak hırsızlığı yapanların işittikleri) yeryüzüne ulaşır da, bir sihirbazın ağzına —veya bir kâhinin ağzına— konulur. Onunla birlikte yüz yalan da o uydurur ve gökten işitilen kelime için : Falan falan gün şu şu şekilde olacak diye bize haber verilmedi mi? derler.
Sonra Allah Teâlâ yeryüzünü yarattığını, yeryüzünü yayıp genişlettiğini, orada sabit dağlar, vâdîler, arazîler, kumsallar var ettiğini, orada ekinler ve birbiriyle ahenkli meyveler bitirdiğini zikreder. İbn Abbâs, âyetteki kelimesini; crBilinen» şeklinde açıklar. Saîd İbn Cübeyr, İkrime, Ebu Mâlik, Mücâhid, Hakem İbn Uteybe, Hasan îbn Muhammed, Ebu Salih ve Katâde de böyle söylemişlerdir. Onlardan : Bir ölçü ile ölçülmüş, şeklinde açıklayanlar da vardır. İbn Zeyd : Her şeyden, ölçülen ve bir ölçü ile takdir edilen, açıklamasını getirir. Yine İbn Zeyd : Çarşı esnafının tarttığı gibi, demiştir.
Allah Teali : «Orada hem sizin için, hem de nzıklannı te'mîn edemeyecekleriniz için geçimlikler meydana getirdik.» buyurarak anları, yeryüzünde çeşitli sebeblere sarılmaya ve geçimlikler peşinde koşmaya salıverdiğini zikreder. Mücâhid'in söylediğine göre; «Rızıklarını te'mîn edemeyecekleriniz», hayvanlardır. İbn Cerîr ise bunların; köleler, cariyeler ve hayvanlar olduğunu söyler. Buradan maksad şudur ki Allah Teâlâ kazanç yollarım, çeşitli sebebler ve çeşitli geçimlikleri kolaylaştırmak suretiyle onlara nimetler bahşetmiş oluyor. Belki de binecekleri ve yiyecekleri hayvanları, hizmetlerinde kullanacakları köle ve cariyeleri onların emrine vermiştir. Bunların nzıkları onlar üzerine değil, yaratıcıları üzerinedir. Bunlar kullan için menfaatlardır, nzıklan verecek olan ise ancak Allah Tealâdır.6
İzahı5
İzahı
«Andolsun ki Biz, gökte burçlar var ettik.» Burçlar; güneşin seyri esnasında konakladığı mahallerdir. Tekili burçtur. Feleğin on iki tane burcu vardır. Bunlar koç, boğa, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve balık burçlarıdır. Bu burçlar yirmi sekiz durağa ayrılmışlardır. Her burcun İki durağı ve üç menzili vardır. Yûnus sûresinde ayın duraklan zikredilmişti. Burçlar 360 dereceye bölünür. Her burcun otuz derecesi vardır. Güneş her dereceyi senede bir kere geçer ve böylece feleğin dönümü tamamlanmış olur. Ay ise her burcu yirmi sekiz günde tamamlar, tbn Abbâs, bu âyetin tefsirinde şöyle der : Güneşin ve ayın burçları ile, konakladıkları yerler kaydedilmektedir, îbn Atiyye İse; burçların, gökyüzündeki köşkler olduğunu ve üzerinde bekçiler bulunduğunu bildirir. Hasan, Mücâhid ve Katâde; burçların, büyük yıldızlar olduklannı söylerler. Ebu îshâk der ,ki: Bununla burç-lardaki yıldızlar kasdedümiştir. Bu yıldızlar, tasvir edildikleri biçimde yer alırlar. Ve isimleri de bu şekillerden alınmıştır... Bilginler, şeytân ların Rasûlullah (s.a.) m peygamber olarak gönderilmesinden önce yıldızlarla kovulup kovulmadığı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu konuda iki ayn görüş vardır. Birinci görüş; Hz. Peygamberin, peygamber olarak gönderilmesinden önce şeytânlann yıldızlarla kovulmadıklannı belirtir. Bu hususun Hz. Peygamberin bi'setiyle başladığını söyler. Ve bunun da Hz. Peygamberin nübüvvetinin esâsı olduğunu belirtir. Abdullah tbn Abbâs'tan nakledilen şu hadîs bu görüşün doğruluğuna delâlet eder: Hz. Peygamber ashabından bir grupla beraber Ukâz çarşısına doğru yürüdüler. O sırada şeytânlarla gökyüzünün haberi arasına bir engel girdirümişti ve onların peşine şihâblar takılmıştı. Bu hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsin zahirinden anlaşılıyor ki, şihâblarla şeytânların kovulması, Hz. Peygamberin gönderilmesinden önce yoktu. Bilâhare bu husus meydana geldi. Ya'kûb İbn Muğîre İbn Ahnes İbn Şüreyk'in rivayet ettiği şu söz bu görüşü destekler : Yıldızlarla kovulan ilk kavim, Sakîf kabilesinden şu mahalledir. Onlar, Amr İbn Ümeyye adı verilen ve araplarca gözü en keskin olarak bilinen bir adama gelip dediler ki: Yıldızların kaydırılması konusunda gökte cereyan eden olayı gördün mü? O; evet, dedi. Ama bakınız eğer kara ve denizde yol bulunan yıldızlardan insanların geçimlerini sağlamak için yaz kış gittikleri yönleri kendileriyle bildikleri yıldızlar kaydırılıyorsa; Allah'a andolsun ki bu, dünyanın dürülüşü ve içinde bulunan mahlûkâtın yok oluşuna işarettir. Ama kayan yıldızlar başka yıldızlar ise ve kendileriyle yol bulunan o işaret yıldızları sabit duruyorlarsa bu, Allah Teâlâ'nın halk arasından murâd ettiği bir emri gerçekleştirmesine delâlettir. Zeccâc der ki: Bu da gösteriyor ki; hâdise peygamberin doğumundan sonra olmuştur. Çünkü yıldırımı ve hızlı giden eşyayı şiirlerine konu eden veya şiirlerinde onlardan bahseden Arap şâirleri kayan yıldızlardan hiç söz etmezler. Ancak Hz. Peygamberin doğumundan sonra şâirler bu konuyu şiirlerinde bahsetmişlerdir. Nitekim Zu'r-Rûmme şöyle der : Sanki o ifriyyenin izinde bir yıldızdır, Gecenin karanlığında belirlenmiş ve ok gibi gitmiştir. İkinci görüşe göre; peygamberin gönderilmesinden önce de yıldızların şeytânı kovalaması mevcûd idi. Fakat Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderilince, bu husus pekiştirilip şiddetli davranıldı. Ma'-mer der ki: Ben, Zührî'ye câhiliyyet devrinde yıldızlar fırlatılır mıydı? diye sordum. O; evet, dedi. Ben; «her ne kadar önceleri orada kulak verecek yerlerde oturur isek de» kavlini görüyor musun? dedim. O; evet, ağırlaştırıldı ve Hz. Peygamberin gönderilmesinden sonra konu şiddetlendi, dedi. Bu görüşün sıhhatına delâlet etmek üzere îbn Ab-bâstan nakledilir ki o, şöyle demiş : Peygamberin ashabı olan Ansâr'-dan bir adam bana haber verdi ki; onlar, bir gece Hz. Peygamberle birlikte oturuyorlarmış. O sırada bir yıldız parlayarak fırlamış. Rasûlul-lah (s.a.) orada bulunanlara demiş ki: Câhiliyyet döneminde böyle bir fırlatma olunca siz ne derdiniz? Onlar; bu gece büyük bir adam doğdu veya büyük bir adam öldü, derdik, demişler. Rasûluliah (s.a.) buyurmuş ki: Şüphesiz ki yıldız, bir kimsenin ölmesi veya yaşaması için fırlatılmaz. Fakat Rabbımız Tebâreke ve Teâlâ bir konuda karar verince, Arş/ı yüklenen melekler tesbîh ederler. Sonra onların gerisinde bulunan gök ehli tesbîh ederler ve nihayet tesbîh bütün gök halkına ya-yüır. Sonra Arş/ı taşıyan meleklerin gerisinde bulunanlar onlara derler ki: Rabbınız size ne dedi? Onlar da Rablarının söylediklerini haber verirler, Gök ehli birbirinden haber alarak nihayet bu haber dünya göğüne kadar ulaşır. Cinler, o habere kulak kesilirler ve onu alıp kendi dostlarına ulaştırırlar. Ordan olduğu gibi getirdikleri haberler doğrudur. Ancak bazan onu getirirken içine ilâveler yaparlar. Müslim de bu hadisi tahrîc etmiştir. îbn Kuteybe der ki: Hz. Peygamberin gönderilmesinden önce de şeytânlar, yıldızlar tarafından kovalaniyor-du. Ancak Peygamberin gönderilişinden sonra bu, çok daha şiddetlenmiştir. Buna göre eski şâirlerin şiirinde, bu hususu belirten mısralar da vardır. Nitekim câhiliyye şâiri olan İbn Ebu Hâzim der ki:
Kervanın çıkardığı sesler ve merkep yavrularının sesleri,
Onun arkasında yıldızın kayışı gibi kayıyordu...
Bu iki görüşün arasını şöylece birleştirmek mümkündür. Hz. Peygamberden önce de, yıldızların şeytânları kovalaması mevcûd idi. Peygamber gönderildikten sonra bu husus pekiştirildi ve gaybdan gelen haberlerin sesinin korunması için gökyüzü muhafaza altına alındı.
«Yeri de döşeyip yaydık.» Yani onu suyun yüzüne yaydık. Söylendiği gibi o, Kâ'be'nin alt tarafından yuvarlanmaya başlamış, sonra yayılmıştır. Bu, tefsîr ehlinin görüşüdür. Hey'et erbabı ( astronomi bilginleri) yeryüzünün büyük bir küre biçiminde olduğunu ,bir kısmının suyun içinde, bir kısmının suyun dışında bulunduğunu ve su dışında bulunan kısmın ma'mûr olan kısım olduğunu söylemişlerdir. Allah Te-âlâ'nm «Yeri de döşeyip yaydık» kavline şu şekilde izah getirmişlerdir. Bir küre büyük olunca, onun her bir bölümü büyük bîr yüzey gibi olur. Böylece yeryüzünün yayvan ve küre biçiminde olduğu sabit olur. Tefsîr ehli bu görüşü reddederek; Allah Teâlâ kitabında yeryüzünün serilmiş ve yayılmış olduğunu bildiriyor. Eğer küre biçiminde olmuş olsaydı bunu da haber verirdi, derler. Kendi murâdını ve yeryüzünü nasıl yaydığım en iyi bilen Allah'tır.
«Oraya sabit dağlar yerleştirdik.» Oynamayan dağlar. Allah Teâlâ yeryüzünü suyun üzerinde yarattığı zaman dünya oynadı ve titredi. Bunun üzerine Allah, dağlar koyarak yeryüzünü tesbît etti. «Orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik.» Yeryüzünde her bitkiden yetiştirdik. Çünkü yararlanılan her türlü bitki yeryüzünde yetişir. «Orada» derken zamirin dağlara râci' olduğu da söylenmiştir. Çünkü dağlar kelimesi daha yalandır. Ayrıca «bir Ölçüye göre» ifâdesi de bunu destekler. Çünkü ancak dağlarda meydana gelen madenler ölçülüp tartüabilir. îbn Abbâs ve Saîd îbn Cübeyr ölçünün; bilinen anlama geldiğini söylemişlerdir. Mücâhid ve îkrime ise, takdîr edilen anlamına geldiğini söylerler. Bu takdirde anlam; Allah Teâlâ katında bilinen bir takdire göre, şeklinde olacaktir. Çünkü Allah Teâlâ, kendi katında insanların geçimleri ve nzıklan için ne kadara muhtaç olduklarını bilir. Binâenaleyh miktar için «ölçü» ta'bırinin kullanılması mecazîdir. Çünkü insanlar eşyanın miktarını ancak tartarak bilirler. Hasan, îkrime ve İbn Zeyd ise bununla altın, gümüş, demir, kurşun gibi tartılan şeyle-. rin kasdedildiğini ve bunların ise madenlerden elde edildiğini söylerler. Bütün bunların tartıldığını bildirirler. 'Bazıları da şekil, durum ve güzellik bakımından mütenâsib anlamına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim araplar falancanın hareketleri ölçülü ve tartılıdır, dedikleri zaman; güzel ve ahenkli hareketler yaptığım kasdederler. Söz de güzel ve yanılgıdan uzak olunca; mevzun kelâm adını alır. Denildi ki; yeryüzünde ve dağlarda biten her şey iki türlüdür. Bir kısmı madenlerden çıkarılır ki bunların hepsi tartılır ve mevzundur. İkincisi bitkilerdir ki bir kısmı tartıyla, bir kısmı ölçüyle bilinir. Ölçü, tartıya dayalıdır çünkü Sâ ve Müdd gibi ölçü miktarları tartıya göre ayarlanmıştır.7
«Andolsun ki Biz, gökte burçlar meydana getirdik.» Gözlem ve deneylerin gösterdiğine göre, göğün genişliğine uygun özellikleri ve farklı şekilleri bulunan on iki burç meydana getirdik. Ve onu ibretle bakanlar İçin parlak şekillerle süsledik. Ondan yaratıcısının kudretini ve yapıcısının birliğini çıkarmaya çalışanlar için. Ve onlan kovulmuş her şeytândan koruduk. Artık şeytânlar oraya çıkıp halkına vesvese vermeye, islerine tasarruf etmeye, durumlarına muttali' olmaya güç yetire-mezler. «Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa.» Bu ifâde, »her şeytân» ifâdesinden bedeldir. Kulak hırsızlığı; gizlice çalmaktır. Bu, şeytânların gökyüzünde hızlıca hareket etmelerine benzetilmiştir. Çünkü cevher bakımından aralarında ilişki vardır. Ya da delil yoluyla benzetilmiştir, çünkü yıldızların durumları ve hareketleriyle bir yaratıcının varlığına ve birliğine delil getirilir. Nitekim îbn Abbâs'tan nakledildiğine göre şeytânlar, önceleri gökyüzüne çıkmaktan alıkonulmazlardı. îsâ Aleyhisselâm doğunca, göğün üçte biri onlara yasaklandı. Muham-med Aleyhisselâm doğunca şihâblarla şeytânlar göğün her tarafından kovuldular. Hz. Peygamber doğmazdan önce orda bulunmalarından dolayı reddedilmiş olamazlar. Çünkü bunun başka sebepleri de olabilir. Bazıları bu istisnanın münkatı' olduğunu söylemişlerdir. Yani ancak kulak hırsızlığı yapanlar müstesnadır, şeklinde mânâ vermişlerdir. Kulak hırsızlığı yapan olursa; görülebilen apaçık bir ateş onu kovalar. Pesine düşer ve onu yakalar. Bu ateş sizin gibi göz sahibi olanlar tarafından görülür. Ateş anlamına kullanılan şi'hâb kelimesi parlak şule demektir. Parlak oldukları için yıldız ve mızrağa da bu ta'bîr kullanılmıştır.8
21 — Hiç bir şey yoktur ki; hazinesi Bizim katımızda olmasın. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.
22 — Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizi suladık. Yoksa siz onu biriktire-mezdiniz.
23 — Doğrusu Biz, hem diriltiriz, hem de öldürürüz. Hepsine vâris de Biziz.
24 — Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.
25 — Şüphe yok ki Rabbın, onları toplayacaktır. Gerçekten O, Hakİm'dir, Alîm'dir.
Aşılayıcı Rüzgârlar6
Aşılayıcı Rüzgârlar
Allah Teâlâ her şeyin mâliki olduğunu, her şeyin O'na kolay, katında son derece basit olduğunu, her sınıftan eşyanın hazînelerinin katında olduğunu haber veriyor. «Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.» buyurur ki dilediği gibi ve istediği şekilde indirir. Bunda O'nun için yüce hikmet ve kullarına rahmet vardır. Değilse bu, O'nun ürerine vâcib değildir. Aksine O, kendine rahmeti yazmıştır. Yezîd Ibn Ebu Ziyad'ın Ebu Cühayfe'den, onun da Abdullah (îbn Mes'ûd) dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Hiç bir sene diğerinden daha çok yağmurlu değildir. Fakat Allah Teâlâ yağmuru dilediği yere ve dilediğine bölüştürür. Bir yıl buraya, bir yıl başka bir yere. Daha sonra Abdullah îbn Mes'ûd, «Hiç bir şey yoktur ki; hazînesi Bizim katımızda olmasın. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.» âyetini okumuştur. Abdullah'ın bu sözünü îbn Cerîr rivayet eder. Yine İbn Cerîr'in Kasım kanalıyla... Hakem İbn Uteybe'den rivayetine göre; o, «Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Hiç bir sene diğer bir seneden yağmur bakımından daha fazla veya daha az değildir. Fakat bir kavme yağmur verilirken, diğerleri mahrum bırakılır. Bazan da yağmur denize yağar. Bize ulaştığına göre yğmurla beraber İblîs çocuklarının ve Âdem çocuklarının sayısından daha fazla melek de iner ve her damlanın nereye düşeceğini, ne bitireceğini sayar, hesaplarlar. Bezzâr'ın Dâvûd İbn Bekr et-Tüs-terî kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre, Allah Rasû-lü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Allah'ın hazîneleri, kelâmıdır. O, bir şeyi murâd buyurduğu zaman; ona «ol» der, o da oluverir. Sonra Bezzâr der ki: Hadîsi sâdece hadîsin isnadında bulunan Ağleb İbn Temîm rivayet etmiştir ki o da kuvvetli bir râvî değildir. Mütekaddimîn'den bir çoğundan rivayette bulunmuş fakat ondan sâdece oğlu rivayet etmiştir. Allah Teâlâ : «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» buyurur ki, rüzgârlar bulutları aşılar da onlardan su sağılır. Ağaçlan aşılar da yaprakları ve salkımları açılır. Burada «rüzgârlar» kelimesi, semereli ve kendisinden bir fayda hâsıl olduğu için çoğul vezninde getirilmiştir. Kısır rüzgârda durum bunun tersinedir ki o da tekil olarak getirilmiş ve kısırlık sıfatıyla nitelendirilmiştir ki bu; meyvesizlik, semeresizlik-tir. Meyve verme (doğurma), ancak iki şey ve daha fazlasından meydana gelir.
A'meş'in Minhâl İbn Amr kanalıyla ...Abdullah İbn Mes'ûd'dan «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» âyeti hakkındaki rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Su yüklü rüzgârlar gönderilir de sonra bulutlan sıvazlar ki yeni doğurmuş devenin sütü çokça aktığı gibi o da suyunu çokça indirsin. İbn Abbâs, İbrâhîm en-Nehaî ve Katâde de böyle söylemişlerdir. Dahhâk da şöyle der ; Allah Teâlâ rüzgârları bulutlar üzerine gönderir de, bulutlar onlan aşılar ve su ile dolarlar. Ubeyd İbn Umeyr el-Leysî der ki: Allah Teâlâ müjdeci rüzgârları gönderir de bunlar yeryüzünü süpürürler. Sörira Allah Teâlâ bulutlan hareket et? tiren rüzgârları gönderir ve onlar bulutlan hareket ettirirler. Sonra Allah Teâlâ, birleştirici rüzgârlar gönderir ve onlar da bulutlan birleştirirler. Daha sonra da Allah Teâlâ aşılayıcı rüzgârları gönderir ve bunlar ^ağaçları aşılarlar. Daha sonra Ubeyd îbn Umeyr, «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» âyetini okumuştur.
îbn Cerîr'İn Ubeys îbn Meymûn kanalıyla... Ebu HüreyTe'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre o, şöyle buyurmuştur : Güney rüzgârı cennettendir ve aşılayıcı rüzgâr odur. Allah Teâlâ'-nın kitabında anmış olduğu rüzgâr da budur ve bunda insanlar için bir çok faydalar vardır. Bu hadîsin isnadı zayıftır. İmâm Ebu Bekr Abdullah İbn Zübeyr el- HumeydTnin Müsned'inde Süfyân kanalıyla... Ebu Zerr'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki Allah Teâlâ rüzgârdan yedi sene sonra cennette başka bir rüzgâr daha yaratmıştır. Onun önünde kapalı bir kapı vardır. Size rüzgâr aneaK o kapıdan gelir. Şayet açılmış olsaydı, gökle yer arasında hiç bir şey bırakmaz uçururdu. O Allah katında «Ezyeb» denilen güney yelidir. Sizin aranızdaki ise, Cenub denilen güney yelidir.
Allah Teâlâ : «Onunla sizi suladık.» Ondan içebilmeniz için onu size tatlı olarak indirdik. Dıleseydik onu tuzlu kılardık, buyurur. Nitekim Allah Teâlâ şu âyetlerde de buna işaret etmektedir : «Söyleyin Bana şimdi, içmekte olduğunuz suyu, buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa Biz miyiz indirenler? İsteseydik onu tuzlu bir su yapardık. Öyleyse şükretmeli değil misiniz.» (Vakıa, 68-70), «O'dur size semâdan su indiren, ondan içersiniz ve hayvanları otlattığınız bitki de onunla biter.» (Nahl, 10).
Allah Teâlâ : «Yoksa siz onu biriktiremezdiniz.» buyurur. Süfyân es-Sevri, âyetteki kelimesini: Yoksa siz onu engelleyemezdiniz, şeklinde açıklar. Burada maksadın şöyle olması da mümkündür : Yoksa siz onu koruyamazdınız. Aksine onu Biz indiriyoruz, sizin için koruyoruz, yeryüzünde onu akarsu ve kaynaklar kılıyoruz. Şayet Allah Teâlâ dileseydi onu sür'atle akıtır, giderirdi. Ancak rahmetinden dolayı onu size indirmiş, tatlı kılmış, bütün bir sene boyunca pınarlar, kuyular," nehirler ve başka şekillerde sizin için kalsın; içesiniz, hayvanlarınızı, ekinlerinizi ve ağaçlarınızı sulayasanız diye onu muhafaza etmiştir.
Allah Teâlâ : «Doğrusu Biz, hem diriltiriz, hem de öldürürüz.» buyurarak ilk yaratmaya ve yaratmayı tekrar etmeye kadir olduğunu haber verir. Muhakkak yaratıkları yoktan dirilten, sonra onları öldüren, sonra da onları toplanma günü için bütünüyle yeniden dirilten O'dur. Allah Teâlâ yeryüzüne ve yeryüzü üzerinde olanlara vâris olduğunu, hepsinin kendine döneceğini haber verir. Daha sonra ilkleri ve sonla-rıyla hepsini en mükemmel bir şekilde bildiğini haber verir ve : «Andolsun ki; sizden önce geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» buyurur. İbn Abbâs (r.a.) der ki: Önce geçenler; Âdem (a.s.) den beri helak olan, yok olan herkestir. Geri kalanlar ise, hâlen diri olanlar ile kıyamet gününe kadar gelecek olanlardır. Bu açıklamanın bir benzeri İkrime, Mücâhid, Dahhâk, Katâde, Muhammed îbn Kâ'b, Şa'bî ve başkalarından da rivayet edilmiş olup îbn Cerîr —Allah rahmet eylesin— bu görüşü tercih etmiştir.
İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Abd'ül-A'lâ'nın... Mervân îbn Hakem'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Bazı kimseler kadınlar yüzünden saflarda geri kalırlardı. Allah Teâlâ bunun üzerine: «An-dolsun ki; sizden önce geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyetini indirdi. Bu konuda gerçekten garîb bir hadis de rivayet edilir. Şöyle ki: îbn Cerîr'in Muhammed îbn Mûsâ el-Hareşî kanalıyla... îbn Abbâs (r.a.) tan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Allah Ra-sûlü (s.a.) nün arkasmda bir kadm namaz kılardı. —İbn Abbâs der ki: Hayır, Allah'a yemîn olsun ki, onun bir benzerini asla görmedim— Müslümanlardan bazısı namaz kıldıklarında o kadını görmemek için ileri geçerler, bazıları da geri kalırlardı. Secde ettikleri zaman bacaklarının arasından ona bakarlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Andol-sun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyetini indirdi. Bu hadîsi İmâm Ahmed, îbn Ebu Hatim, Sünen'inin tefsir bölümünde Tirmizî, Neseî ve îbn Mâce muhtelif kanallardan olmak üzere Nuh İbn Kays el-Huddânfden rivayet etmişlerdir. İmâm Ahmed,. Ebu Dâvûd ve başkaları bunun güvenilir bir râvî olduğunu belirtirler. İbn MaSn'den onun, bu râvîyi zayıf gördüğü rivayet edilir. Müslim ve Sünen sahipleri onun hadîslerini tahrîc etmişlerdir. Bu hadîs münkerdir. Hadîsi Abdürrezzâk da Ca'fer îbn Süleyman kanalıyla... Ebu'l-Cevzâ'dan rivayet eder ki o, «Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyetinde: Namazdaki saflarda, açıklamasını getirmiştir. Anlaşıldığına göre bu sözler, Ebu'l-Cevzâ'nın sözlerinden olup burada îbn Abbâs'ın adı geçmemektedir. Tirmizî de : Bu, Nûh îbn Kays'ın rivayetinden doğruya daha yakındır, der ki en doğrusunu Allah bilir. İbn Cerîr'in Muhammed İbn Ebu Ma'şer'den, onun da babasından rivayetine göre Avn İbn Abdullah ile Muhammed İbn Kâ'b, «Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyeti ile bunun namazın saflarında olup olmadığı konusunda müzâkerede bulunuyorlarmış. Muhammed îbn Kâ*b: Bu, böyle değildir. «Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz.» kısmında kasdedilen; ölüler ve öldürülenlerdir. «Geri kalanları da Biz biliriz.» kısmında kasdedilenler ise, henüz yaratılmayanlardır. «Şüphe yok ki Rabbın, onları toplayacaktır. Gerçekten O, Hakîm'dir, Alîm'dir.» dedi. Bunun üzerine Avn İbn Abdullah : Allah seni muvaffak kılsın, seni hayırla mükâfatlandırsın, dedi.9
26 — Andolsun ki Biz, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
27 — Daha önce de cinleri alevli ateşten yarattık.
İnsan ve Cinin Yaratılışı8
İnsan ve Cinin Yaratılışı
İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, âyetteki kelimesinin burada kuru toprak anlamında olduğunu söylerler. Açık olan odur ki bu; Allah Teâlâ'nın : «O, insanı pişmiş çamur gibi (bir) balçıktan yaratmıştır. Cinleri de yalın bir alevden yaratmıştır.» (Rahman, 14-15) âyeti gibidir. Mücâhid'den rivayete göre ise bu kelime, kokmuş (kokuşmuş) anlammadır. Ancak âyetin, diğer bir âyetle tefsiri daha evlâdır. Allah Teâlâ : «Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattık.» buyurur ki, buradakikelimesi çamur; kelimesi ise pürüzsüz anlamındadır.(...) Bu sebepledir ki İbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet edilir : O, yaş topraktır. Yine İbn Abbâs, Mücâhid ve Dahhâk*dan rivayete göre kokuşmuş anlamındadır. kelimesinden burada akışkanlığın kasdedildiği de söylenmiştir.
Allah Teâlâ buyurur ki: «İnsandan önce de cinleri alevli ateşten yarattık.» İbn Abbâs buradaki kelimesinin, öldürücü sam yeli olduğunu söyler. Bazıları semûm'un; gece ve gündüz esen sıcak yel olduğunu söylerken, bazıları da semûm'un; gece esene, harûr'un da gündüz esen rüzgâra ad olarak verildiğini söylemişlerdir. Ebu Dâ-vûd et-Tayâlisî'nin Şu'be'den, onun Ebu îshâk'tan rivayetine göre; o, şöyle anlatmıştır : Hasta iken ziyarete gittiğim Amr el-Esamm'ın yanına girdim. Abdullah İbn Mes'ûd'dan işitmiş olduğum bir hadîsi sana rivayet edeyim mi? O, şöyle derdi: Şu sam yeli, cinlerin yaratılmış olduğu sıcak yelin yetmiş parçasından bir parçadır, deyip sonra :
«Daha önce de cinleri alevli ateşten yarattık.» âyetini okudu. İbn Ab-bâs'tan rivayete göre; cinler, ateş alevinden (yalazından) yaratılmıştır. Bir rivayette ise onların, en güzel ateşten yaratıldığı söylenir. Amr İbn Dinar'dan rivayete göre ise onlar, güneşin ateşinden yaratılmışlardır. Sahih bir hadîste vârid olduğuna göre; melekler nurdan, cinler dumansız ateşten, âdemoğulları da size bu âyette anlatılandan yaratılmışlardır. Âyetten maksad; Âdem (a.s.) in şerefine, unsur ve aslının temizliğine dikkati çekmektir.10
28 — Hani Rabbın meleklere demişti ki: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.
29 — Onu yapıp ruhumdan üflediğimde; siz derhâl onun için secdeye kapanın.
30 — Bunun üzerine meleklerin hepsi bütünüyle secde etti.
31 — Ancak İblîs secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı.
32 — Buyurdu ki: Ey îblis, sen neden secde edenlerle beraber değildin?
33 — Ben, dedi: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem.
Allah Teâlâ, Âdem'i yaratmazdan önce melekler içinde Âdem'in -adını yücelttiğini, meleklerin ona secde etmesini emretmek suretiyle onu şereflendirdiğini zikreder. Ayrıca Allah'ın düşmanı İblîs'in diğer melekler arasında hased, küfür, inâd, büyüklerime ve bâtıl ile iftihar etmek suretiyle ona secde etmekten geri kaldığını da zikreder. îblîs :
«Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem.» demişti. Başka âyetlerde de İblîs'in şöyle dediği zikredilir : «Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.» (A'râf, 12), «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar te'hîr edersen; pek azı müstesna, onun soyunu emrim altına alırım.» (İsrâ, 62). Burada İbn Cerîr gerçekten garîb, acâib bir hadîs rivayet eder. İbn Cerîr'in Şebîb îbn Bişr kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiş : Allah Teâlâ melekleri yarattığında: Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu yaptığımda ona secde edin, buyurmuş. Onlar: Yapmayız, demişler de Allah Teâlâ onların üzerine bir ateş gönderip onları yakmış. Sonra başka melekler yaratmış ve onlara yukardakinin bir benzerini söylemiş de onlar: Yapmayız, demişler, onların üzerine de bir ateş göndermiş ve ateş onları yakmış. Sonra diğer birtakım melekler yaratmış ve : Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu yarattığım zaman ona secde edin, buyurmuş; onlar kabul etmemişler de Allah Teâlâ üzerlerine bir ateş göndermiş ve ateş onları yakmış. Sonra (başka) melekler yaratmış ve : Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Ben onu yarattığım zaman ona secde edin, buyurmuş. Onlar : İşittik ve itaat ettik, demişler. Sâdece İblis, kâfirlerin ilki olmuş. Bu hadîsin İbn Abbâs'tan rivayetle sabit olması uzaktır. Açık olan odur ki bu, isrâiliyyâttandır. En doğrusunu Allah bilir.11
İzahı9
İzahı
«Onu yapıp ruhumdan üflediğimde; ona secdeye varın.» Ruhumun etkisi onun organlarındaki boşluklarda cereyan etmeye başlayınca, o dirilir. Üfürmenin aslı, bir başka cismin boşluğuna rüzgâr akıtmaktır. Rûh, öncelikle kalbden boşalan latîf bir buharla alâkalı olduğundan ve canlılık gücünün boşanması sonucu, damarların içerisinde onu taşıyarak bedenin derinliklerine sirayet ettirmesi nedeniyle ruhun bedene ilişmesi üfürme olarak belirtilmiştir. Ruhun nefse izafeti ise Nisa sûresinde geçtiği gibidir.12
34 — Buyurdu ki: Öyleyse çık oradan. Sen artık kovulmuş birisin.
35 — Muhakkak ki ceza gününe kadar la'net sanadır.
36 — Dedi ki: Rabbım-, beni hiç olmazsa tekrar dirilecekleri güne kadar ertele,
37 — Buyurdu ki: Şüphesiz sen ertelenenlerdensin.
38 — Bilinen gün gelene kadar.
Allah Teâlâ îblîs'e, muhalefet edilemeyen, engel olunamayan kev-nî bir emirle içinde bulunduğu Mele-i A'lâ makamından çıkmayı emrettiğini, onun «kovulmuş, taşlanmış.» olduğunu haber verir. Şüphesiz Allah Teâlâ onun peşine öyle bir la'net takmıştır ki dâima ona yapışacak, kıyamet gününe kadar onun üzerine devamlı yağacaktır. Sa-îd îbn Cübeyr'den rivayete göre; o, şöyle demiştir: Allah Teâlâ İblîs'e la'net ettiği zaman sureti meleklerin suretlerinden değişti ve yüksek sesle ağladı. Kıyamet gününe kadar dünyada olan her bir yüksek sesle ağlama bundandır. Saîd îbn Cübeyr'in bu sözünü îbn Ebu Hatim rivayet eder. îblîs Allah Teâlâ'nın dayanılmaz ve önünde durulmaz Öfkesini anlayınca, Hz. Âdem ve zürriyetine karşı aşırı çekememezliğin-den kıyamet gününe, yeniden diriltilme gününe kadar kendisine mühlet verilmesini istedi. Onun küfrünü derece derece artırmak ve ona mühlet vermek kabilinden olarak kendisinin bu isteğine icabet olundu, îblîs —Allah onu çirkinleştirsin— mühlet verildiğini bilince dedi ki:13
39 — Dedi ki: Rabbım; beni azdırdığın için, anclolsun ki ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım.
40 — Ancak içlerinden ihlâs verilen kulların müstesna.
41 — Buyurdu ki: İşte, Benini taahhüd ettiğim dosdoğru yol budur.
42 — Muhakkak ki kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesna.
43 — Şüphesiz onların hepsine va'dolunan yer, cehennemdir.
44 — Onun yedi kapısı vardır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.
Allah Teâlâ İblîs'den, onun isyan, inâd ve haddi aşmasından haber verir ki o Rab Teâlâ'ya : «Rabbım; beni azdırdığın için...» demiştir. Bazıları İblîs'in : Allah Teâlâ'nın onu azdırması adına yemîn ettiğini, söylerler. Ben de derim ki: Beni azdırman ve saptırman sebebiyle... anlamında olması da mümkündür. «Andolsun ki ben de (Âdem (a.s.) in zürriyetine) yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim.» Beni azdırdığın, bana azgınlığı takdir buyurduğun gibi onlara günâhları sevdireceğim, onları teşvîk ve tahrik edeceğim, onları ta'cîz edeceğim. «Ancak içlerinden ihlâs verilen kulların müstesna.» Nitekim başka bir âyette belirtildiği üzere o, şöyle de demiştir: «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar te'hîr edersen pek azı müstesna, onun soyunu emrim altına alırım.» (İsrâ, 62). Allah Teâlâ onu tehdîd ve korkutarak şöyle buyurmuştur: «İşte, Benim taahhüd ettiğim dosdoğru yol budur.» Hepinizin dönüşü Ba-na'dır. Sizi amellerinizle cezalandıracağım; amelleriniz hayır ise hayırla, şer ise şer ile. Allah Teâlâ başka bir âyette : «Çünkü Rabbın hep gözetlemekteydi.» (Fecr, 14), buyurur. Hak yolun dönüşü Allah Teâ-lâ'yadır ve O'nda son bulur, da denilmiştir. Bu söz Mücâhid, Hasan ve Katâde'nindir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir.» (Nahl, 9). Kays İbn Ubâd, Muhammed İbn Şîrîn ve Katâde, bu âyeti, «O, nezdimizdeki ana kitabdadır. Sânı yücedir, hikmet doludur.» (Zuhruf, 4) âyetinde de olduğu üzere: İşte dosdoğru ve yüce yol budur, anlamında olmak üzere şeklinde okumuşlardır ki birinci kırâet meşhur olan kırâettir.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Muhakkak ki (haklarında hidâyeti tak-dîr etmiş olduğum) kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz.» Senin onların aleyhine bir yol bulman ve onlara ulaşman mümkün değildir. «Ancak sana uyan sapıklar müstesna.»
Burada İbn Cerîr, Abdullah İbn Mübarek kanalıyla... Yezîd İbn Kuseyyat'dan bir hadîs rivayet eder ki bu hadîste şöyle denilmektedir : Peygamberlerin kasabaları dışında bir mescidleri olurdu. Rabbın-dan herhangi bir şey hakkında bilgi almak istediği zaman mescidine çıkar ve orada Allah'ın kendisine farz kıldığı kadar namaz kılar, sonra istediğini sorardı. Bir peygamber mescidinde iken birden Allah düşmanı İblîs ona çıkageldi, kıble ile arasına oturdu. Peygamber : Kovulmuş şeytândan Allah'a sığınırım, dedi. Allah düşmanı: Kendisinden Allah'a sığındığın hakkında ne dersin? İşte o karşında duruyor, dedi Peygamber yine : Kovulmuş şeytândan Allah'a sığınırım, dedi. Bunu üç kere tekrarladı. Allah düşmanı: Benden ne ile kurtulacağını bana haber verir misin? dedi. Peygamber iki kere : Bilakis sen bana, Âdemoğ-luna ne ile üstün geleceğini haber ver, dedi. Her bireri diğerinden {sorulanı söyleyeceğine dâir) söz aldı. Peygamber : Muhakkak ki Allah Teâlâ : «Muhakkak ki kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesna.» buyuruyor, dedi. Allah düşmanı : Bunu sen doğmazdan önce ben işittim, dedi. Peygamber : Allah Teâlâ : «Şeytân seni dürtecek olursa; hemen Allah'a sığın. Çünkü O, gerçekten Semî'dir, Alîm'dir.» (A'râf, 200) buyuruyor. Allah'a yemin olsun ki ben seni hissedip te senden Allah'a sığınmadığım vâki' değildir, dedi. Allah düşmanı: Doğru söyledin, ancak bununla benden kurtulabilirsin, dedi. Peygamber : Bana, Âdemoğluna ne ile üstün geldiğini haber ver, dedi de İblîs : Onu öfkeli ve arzulu olduğu anda yakalarım, dedi.
Allah Teâlâ : «Şüphesiz onların hepsine va'dolunan yer, cehennemdir.» buyurur ki; cehennem, İblîs'e uyan herkese va'dolunan yerdir. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'dan bahisle şöyle buyurur: «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yeri ateştir.» (Hûd, 17).
Daha sonra Allah Teâlâ cehennemin yedi kapısı olduğunu haber verip: «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» buyurur. Ondaki her bir kapıya İblîs'e uyanlardan hangi kısmın gireceği yazılmıştır. Onlar bundan asla kurtulamayacaklardır. —Allah bizi ondan kurtarsın— Her bireri amelleri ölçüşünce bir kapıdan girecek ve yapmış olduklarının ölçüşünce cehennemin derecelerinden birisinde kalacaklardır. İsmâîl İbn Uleyye ve Şu'be'nin Ebu Hârûn el-Ğanevî'den, onun Hittân İbn Abdullah'tan rivayetine göre; o, Hz. Ali İbn Ebu Tâlib'i hutbe okurken işitmiş, o şöyle demiş : Muhakkak cehennemin kapılan şöyle şöyledir. Ebu Hârûn der ki: Onlar; kat kat olup birbirleri üzerindedirler. İsrail'in Ebu İshâk kanalıyla... Hz. Ali (r.a.) den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Cehennem kapıları yedi tanedir ve birbiri üzerindedirler. Önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü dolacak. Tâ ki tamâmı doluncaya kadar. İkrime de buradaki yedi kapının, yedi kat olduğunu söyler. İbn Güreye der ki: Yedi kapının ilki cehennem, sonraki lezâ, soraki hutame, sonraki saîr, sonraki sekar, sonraki cahîm, sonraki hâviye'dir. Dahhâk, İbn Âbbâs'-tan bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Aynı şekilde bunun bir benzeri A'meş'den de rivayet edilir. Katâde der ki: Onun yedi kapısı vardır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır. Allah'a yemîn olsun ki bunlar, amelleri karşılığı onların duraklarıdır. Bu açıklamaların hepsini İbn Cerîr nakleder.
Cüveybir'in Dahhâk'dan rivayetine göre; o, «Onun yedi kapısı vardır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bir kapı yahûdîler, bir kapı hıristiyanlar, bir kapı yıldıza tapanlar, bir kapı mecûsîler, bir kapı Allah'a şirk koşan arap kâfirleri, bir kapı münafıklar, bir kapı da tevhîd ehli içindir. Tevhîd ehlinin (buradan kurtulacakları) umulur. Diğerleri için asla böyle bir umut yoktur. Tirmizî'nin Abd İbn Humeyd kanalıyla... İbn Ömer'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur : Cehennemin yedi kapısı vardır. Bunlardan bir kapı ümmetime karşı —veya Muhammed ümmetine karşı demiştir— kılıç çekenler içindir. Tirmizî, bu hadîsi sâdece Mâlik îbn Miğvel kanalından rivayetle bildiklerini söyler.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Semure İbn Cündeb'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den «Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki cehennem halkından ateş kimisini topuklarına, kimisini beline, kimisini boynuna kadar yakalamıştır. Durakları, amelleri karşılığıdır. İşte Allah Teâlâ'nın: «Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» kavli budur.14
45 — Müttakîler ise; muhakkak ki cennetler ve pınarlar içindedirler.
46 — Selâmetle ve güven içinde girin oraya.
47 — Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.
48 — Onlara orada hiç bir yorgunluk ve zahmet değmez. Oradan çıkarılacak da değillerdir.
49 — Kullarıma bildir ki : Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahim olan.
50 — Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır.
Müttakîler11
Müttakîler
Allah Teâlâ cehennem halkının durumunu zikrettikten sonra peşinden cennet halkını zikreder, onların cennetlerde, pınarlarda olacaklarını haber verir. Allah Taâlâ buyurur ki: Âfetlerden kurtulmuş ve size selâm verilir halde, her türlü korkudan emîn olarak girin oraya. Oradan çıkarılmaktan, kesintiye uğramasından ve son bulmasından korkmayın.
«Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» Kâsım'ın Ebu Ümâme'-den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Cennetlikler cennete dünyada iken göğüslerinde (içlerinde) olan kin, düşmanlık ve hınçları ile girerler. Nihayet hepsi girip karşılıklı durdukları zaman Allah Teâlâ, onların dünyada iken içlerinde olan kinlerini çıkarır. Sonra Ebu Ümâ-me, «Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık.» âyetini okumuştur. Ebu Ünıâme'den rivayetinde Kasım İbn Abdurrahmân zayıftır. Sü-neyd'in Tefsîr'inde İbn Fudâle'den, onun Lokmân'dan, onun da Ebu Ümâme'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Mü'min cennete girer girmez Allah Teâlâ, onların gönüllerindeki kini çıkarır. O kadar ki onların gönüllerinden kini avlanma öğretilmiş vahşî hayvandan kin ve düşmanlığın çıkarılarak ehlîleştirildiği gibi çıkarı verir. Bu açıklama Katâde kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet edilen sahîh bir hadîse de uygun düşmektedir. Bu hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur :
Mü'minler ateşten kurtulur ve cennetle cehennem arasındaki bir köprüde hapsedilirler. Dünyada- iken aralarında meydana gelmiş haksızlıklardan dolayı aralarında kısas yapılır. Nihayet süslenip temizlendikleri zaman cennete girmelerine izin verilir.
İbn Cerîr der ki: Bize Hasan'ın... Muhammed İbn Sîrîn'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : Ester, Hz. Ali (r.a.) nin yanma girmek için izin istedi. Hz. Ali'nin yanında Talha'nın bir oğlu vardı. Eşter'e (önce) girme izni vermedi, sonra izin verdi de Ester girdiği zaman : Öyle sanıyorum ki şunun yüzünden beni içeri almadın, dedi. Hz. Ali; evet, dedi. Ester : Öyle sanıyorum ki yanında Osman'ın bir oğlu olsaydı beni yine içeri almayacaktın, deyince; Hz. Ali evet, dedi. Muhakkak ben ve Osman'ın Allah Teâlâ'mn : «Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» buyurduklarından olacağımızı umuyorum.
Yine İbn Cerîr'in Hasan kanalıyla ...Talha'nın bir kölesi olan Ebu Habîbe'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Hz. Ali (r.a.) Cemel ashabının işini bitirdikten sonra İmran İbn Talha onun yanına girmişti. Hz. Ali ona' merhaba dedikten sonra : Allah Teâlâ'nm beni ve babanı haklarında : «Biz onların gönüll erindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» buyurduklarından kılacağını umarım, dedi. İki kişi serginin bir kenarında oturuyorlardı. Allah Teâlâ- senin bu söylediğinden daha adaletlidir. Dün onları öldürdün şimdi de kardeşler mi olacaksınız? dediler. Hz. Ali (r.a.) : Kalkın ve benden uzaklasın. Ben ve Talha kardeş olmayacak isek o halde kim olur? dedi. Râvî Ebu Muâviye hadîsi uzunca rivayet etmiştir.
Vekr1 de Ebân İbn Abdullah el-Becelî kanalıyla ...Hz. Ali'den yukarıdaki haberin bir benzerini rivayet etmiştir. Onda şu kısım da vardır : Hemdân kabilesinden birisi kalktı ve : Ey Mü'minlerin emîri, Allah Teâlâ bundan (bunu yapmaktan) daha Âdil'dir, dedi. Hz. Ali, öyle bir bağırdı ki köşkün sallandığını sandım. Sonra : Eğer biz olmaya-caksak ya kim olacak? dedi. Saîd İbn Mesrûk da Ebu Talha'dan rivayetle aynı olayı anlatmıştır. Onda da şu kısım vardır: Haris el-A'ver böyle söyleyince, Hz. Ali (r.a.) üzerine yürüyüp elinde olan bir şeyle başına vurdu ve : Eğer biz olmayacaksak kim olacak ey şaşı? dedi, Süfyân es-Sevrî'nin Mansûr'dan, onun da İbrahim'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Zübeyr'in katili tbn Cürmûz gelip Hz. Ali (r.a.) nin yanma girmek üzere izin istedi. Hz. Ali uzun süre onu kabul etmedi, sonra izin verdi. İbn Cürmûz: Belâ ehlinin kökünü kuruttun, dedi. Hz. Ali: Ağzına toprak dolsun; muhakkak ben; Talha'nın ve Zübeyr'in benim Allah Teâlâ'nm haklarında : «Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» buyurduklarından olacağımızı umuyorum, dedi. Sevrî de Ca'fer İbn Muhammed kanalıyla... Hz. Ali'den yukardaki olaym bir benzerini rivayet etmiştir. Süfyân îbn Uyeyne'nin îsrâîl kanalıyla... Hasan el-Basrî'den rivayetine göre, Hz. Ali: Allah'a yemîn olsun ki, «Biz onların gönüllerindeki kini çıkardık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyeti, biz Bedir ehli hakkında nazil olmuştur.
Kesir en-Nevvâ şöyle anlatıyor : Ebu Ca'fer Muhammed İbn Ali'nin yanma girdim ve : Benim dostum sizin dostunuzdur, benim barışta olduğum sizin de barışta olduğunuzdur, benim düşmanım sizin de düşmanmızdır, benim harb halinde olduğum sizin de harb halinde olduğunuz kimselerdir. Allah için bana söyle : Ebubekir ve Ömer'den be-rî misin? dedim. O zaman ben, sapıklığa düşmüşüm ve ben hidâyete erenlerden değilim. Ey Kesîr, o ikisini sev. Sana ulaşan şey var ya işte o, benim şu omuzumdadır. Daha sonra : «Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyetini okudu ve şöyle dedi: Onlar, Ebubekir, Ömer ve Ali'dir. Allah hepsinden hoşnûd olsun.
Sevrî'nin bir adamdan, cnun da Ebu Salih'ten rivayetine göre; o, «Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Onlar on kişidir : Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Tâlha, Zübeyr, Abdurrahmân İbn Avı, Sa'd İbn Ebu Vakkâs, Saîd îbn Zeyd, Abdullah İbn Mes'ûd. Allah cümlesinden hoşnûd olsun.
«Karşılıklı otururlar.» âyeti hakkında Mücâhid der ki: Birbirlerinin enselerine bakmazlar. Bu konuda merfû' bir hadîs de vardır, şöyle ki: İbn Ebu Hâtim'in Yahya İbn Abdek el-Kazvînî kanalıyla... Zeyd İbn Ebu Evfâ'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) bizim yanımıza çıktı ve : «Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyetini okudu ve : Allah için birbirlerine bakarlar, buyurdu.
Allah Teâlâ : Onlara orada hiç bir yorgunluk ve zahmet değmez, buyurur ki; burada meşakkat ve eziyet kaydedilmektedir. Nitekim Bu-hârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edilen bir hadîste şöyle buy-rulur: Allah Teâlâ bana emretti ki, Hatice'ye cennette inciden oyulmuş bir evi müjdeleyeyim. Orada gürültü patırtı, meşakkat ve yorgunluk yoktur.
Allah Teâlâ : «Oradan çıkarılacak da değillerdir.» buyurur. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulur : Ey cennet halkı; muhakkak sizin için sıhhatli olmak vardır, asla, ebediyen hasta olmayacaksınız. Muhakkak sizin için yaşamak vardır ve siz ebediyyen ölmeyeceksiniz. Muhakkak sizin için genç kalmak vardır ve siz, ebediyyen ihtiyarlamayacaksınız. Muhakkak siz ikâmet edip kalacaksınız ve ebediyyen ayrılmayacaksınız, denilir. Allah Teâlâ : «Orada temelli kalırlar ve hiç ayrılmak istemezler.» (Kehf, 108) buyurmuştur.
Allah Teâlâ buyurur ki: «(Ey Muhammed,) kullanma bildir ki muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahim olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır. (Muhakkak Ben, rahmet ve elem verici bir azabın sahibiyim.)» Daha önce de bu âyet-i kerîme'nin bir benzeri zikredilmişti. Bu; ümit ve korku makâmlanna delâlet eder. Bu âyetin nüzul sebebinde Mûsâ İbn Ubeyde'den, onun Mus'ab İbn Sâbit'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) ashabından gülmekte olan bir gruba rastladı. Cenneti hatırlayın, ateşi hatırlayın, buyurdu. Akabinde «Kullarıma bildir ki: Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahîm olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır.» âyeti nazil oldu. Hadîs İbn Ebu Hatim tarafından rivayet edilmiş olup mürseldir. İbn Cerîr'in Müsennâ kanalıyla... İbn Ebu Rebâh'tan, onun da Hz. Peygamber (s.a.) in ashabından birisinden rivayetine göre; o, şöyle anlatmış : Allah Rasûlü (s.a.) Şeybe oğullarının girmiş olduğu kapıdan bize göründü ve : Bana ne oluyor ki sizi gülerken görüyorum? buyurdu, sonra arkasını dönüp gitti. Hicr'in 15 yanma varınca gerisin geriye bize dönüp : Muhakkak ki ben yanınızdan ayrıldığımda Cibril bana geldi ve : Ey Muhammed, Muhakkak Allah Teâlâ : Kullarım niçin Benden ümit kesiyor? «Kullarıma bildir ki: Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahîm olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır.» buyuruyor, dedi.
Saîd'in Katâde'den rivayetine göre; o, «Kullarıma bildir ki muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahim olan.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bize ulaştığına göre Allah Rasûlü (s.a.) : Şayet kul, Allah Teâlâ'nm affının miktarını bilmiş olsaydı; haramdan sakınmaz; Allah'ın azabının miktarını da bilmiş olsaydı, tasadan kahrolurdu, buyurmuştur.16
51 — Hem onlara İbrahim'in konuklarından da haber ver.
52 — Onun yanına girip: Selâm demişlerdi. O da: Doğrusu biz, sizden endîşe ediyoruz, demişti.
53 — Demişlerdi ki: Korkma, biz sana bilgin bir" oğlun olacağını müjdelemeye geldik.
54 — Ben kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjdeliyorsunuz? dedi.
55 -- Dediler ki; Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyleyse ümidini kesenlerden olma.
56 — Dedi ki: Sapıklardan başka Rabbmın rahmetinden kim ümidini keser?
İbrahim'in Konukları12
İbrahim'in Konukları
Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, onlara İbrahim'in konuklarından, onun yanına nasıl girip «selâm» dediklerinden ve İbrahim'in : Doğrusu biz, sizden endîşe ediyoruz, demesinden haber ver. Anlatılır ki Hz. İbrahim, onların, ikram etmiş olduğu kızartılmış semiz buzağıya ellerini uzatmadıklarını gördüğü zaman onlardan korkmuştur. Onlar demişlerdi ki: «Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik.» Bu, daha önce Hûd sûresinde geçtiği üzere İshâk (a.s.) dır. Sonra Hz. İbrahim, kendisinin ve hanımının yaşlılığına şaşırmış, va'din gerçek olup olmadığını anlamak üzere : «Ben kocanınken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjdeliyorsunuz?» demişti. Onlar müjdelerini te'kîd eden bir müjde ile ona cevap verip demişler ki: «Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyleyse ümidini kesenlerden olma.» Bunun üzerine Hz. İbrahim onlara ümîd kesmediğini, kendisinin ve hanımının yaşlı olmasına rağmen Allah'tan çocuk umduğunu söyleyerek cevab vermiştir. Zîrâ o, Allah Teâlâ'nın kudret ve rahmetinden, bundan daha yüce olanını biliyordu.17
57 — Ey elçiler, gerçek işiniz nedir? dedi.
58 — Dediler ki: Biz, günahkâr bir kavme gönderildik.
59 — Şu kadar var ki Lût ailesi bunların dışındadır. Biz, onların hepsini behemehal kurtaracağız.
60 — Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar arasında bulunmasını takdir ettik.
Allah Teâlâ Hz. İbrahim (a.s.) den haber veriyor ki korkusu geçip ona müjde gelince, kendisine niçin geldiklerini sormaya başlamış. Onlar Lût (a.s.) un kavmini kasdederek : «Biz, günahkâr bir kavme gönderildik.» demişler ve onların arasından Hz. Lût'un karısı dışında ailesini kurtaracaklarını, karısının ise helak edilecekler içinde olduğunu haber vermişlerdir. Bu sebepledir ki: Karısı müstesna. Karısının geride kalan ve helak olunacaklar arasında bulunması takdir olundu, demişlerdir.18
61 — Elçiler Lût ailesine varınca,
62 — Lût: Doğrusu siz tanınmamış kimselersiniz, dedi.
63 — Onlar da: Biz sana sâdece onların şüphe edip durdukları azabı getirdik.
64 — Gerçekle geldik sana. Biz şüphesiz doğru söyleyenleriz, dediler.
Allah Teâlâ, Hz. Lût'tan haber veriyor ki melekler ona yüzleri güzel gençler suretinde gelip yanına, evine girdikleri zaman : «Doğrusu siz tanınmamış kimselersiniz.» demiştir. Onlar da Lût kavminin kendileri hakkında vuku bulacağında ve kendi sahalarına ineceğinde şüphe edegeldikleri azâb, helak ve yok olmalarını kasdederek : «Biz, sana sâdece onların şüphe edip durdukları azabı getirdik. Gerçekle geldik sana.» demişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Biz melekleri ancak hak ile indiririz.» (Hicr, 8). Allah Teâlâ: «Biz, şüphesiz doğru söyleyenleriz, dediler.» buyurur ki; bu, onun kurtarılması ve kavminin helakine dâir meleklerin vermiş olduğu haberleri te'yîd içindir.19
65 — O halde geceleyin bir ara, aileni yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiç biriniz arkaya bakmasın ve emro-lunduğunuz yere doğru yürüyün, demişlerdi.
66 — Böylece ona bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahı edeceklerini bildirdik.
Allah Teâlâ haber veriyor ki; melekler, Hz. Lût'a ailesini gecenin bir kısmı geçtikten sonra geceleyin yürütmesini, onlar için daha emniyetli olsun diye kendisinin de arkalarından yürümesini emrettiler. Allah Rasûlü (s.a.) de gazvelerde artçılarla birlikte yürürdü. Zayıfları lutf ile yürütür, yürümekten kesilenleri taşırdı.
«Hiç biriniz arkaya bakmasın.» Kavmin başına gelen haykırışı işittiğiniz zaman onlara dönüp bakmayın. Onları başlarına gelen azâb ve ceza içinde bırakın. «Ve emrolunduğunuz yere doğru yürüyün.» Buradan onların yanında kendilerine yol gösteren birisinin olduğu anlaşılıyor.
Böylece ona bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahı edeceklerini önceden bildirdik. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyette şöyle buyurmuştur : «Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?» (Hûd, 81).20
67 — Şehir halkı sevinerek geldiler.
68 — Dedi ki: Bunlar benim konuklarımdır, onlara karşı beni mahcûb etmeyin.
69 — Allah'tan korkun da beni rezîl etmeyin.
70 — Dediler ki: Biz seni âlemlerden men'etmemiş miydik?
71 — Dedi ki: Alacaksanız işte bunlar, benim kızlarım.
72 — Senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.
Allah Teâlâ Lût kavminin, Hz. Lût'un müsâfirleri olduğunu ve onların parlak yüzlü kimseler olduğunu, bilir bilmez hemen sevinerek, ve birbirlerine müjdeler vererek ona geldiklerini haber verir. Hz. Lût: «Bunlar banim konuklarımdır, onlara karşı beni mahcûb etmeyin. Allah'tan korkun da beni rezîl etmeyin.» demiştir. Hz. Lût, Hûd süresindeki âyetin gelişinde de olduğu üzere bu sözleri kavmine, meleklerin Allah'ın elçileri olduğunu bilmeden önce söylemiştir. Burada ise önce meleklerin Allah'ın elçileri olduğu zikredilmiş, daha sonra kavminin gelişi ve onunla münâkaşası bunun üzerine atfedilmiştir. Fakat aradaki bağlaç olan vâv harfi, birbirine bağladığı cümlslar arasında zaman itibarıyla tertibi gerektirmez. Özellikle bunun tersine bir delil mevcûd olduğu bir durumda. Onlar Hz. Lût'a cevap vererek : «Biz seni âlemlerden men'etmemiş miydik?» Herhangi birini müsâfir etmekten seni men'etmedik mi? demişler. Hz. Lût da onlara kadınlarını, Allah Teâlâ'nın onlarda kendileri için yaratmış olduğu mübâh yerlerini göstermiş, buna irşâd etmiştir. Daha önce, bu konuyu tekrar etmeye gerek bırakmayacak kadar bilgi verilmişti. Evet, onlar böyle yapmışlardır ama kendileri hakkında takdir olunanı, onları kuşatmış olan musibeti, sabahleyin başlarına geleceği kesinleşmiş azabı bilmiyor, ondan gafil durumda bulunuyorlardı. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ peygamberi (s.a.) ne : «Senin ömrüne andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.» buyurmuş ve Peygamberi (s.a.) nin hayatı üzerine yemîn buyurmuştur. Burada onun için büyük bir şereflendirme, yüce bir makam, geniş bir mevki vardır. Amr îbn Mâlik en-Nükrî'nin Ebu'l-Cevzâ'dan, onun da îbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir : Allah Teâlâ kendi katında Muhammed (s.a.) den daha soylu, daha şerefli bir nefis yaratmamıştır. Allah Teâlâ'nın onun dışında herhangi birinin hayatı üzerine yemîn buyurduğunu işitmedim. Allah Teâlâ: «Senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.» buyurur. Îbn Abbâs'm bu sözünü İön Cerîr rivayet eder. Katâde âyetteki «Sarhoşlukları» kısmını; onların sapıklıkları ile, kelimesini de; oynamakta, oyalanmakta idiler, şeklinde açıklamıştır. İbn Abbâs'tan rivayetle AH İbn Efcu Talha, âyeti şeyle açıklar : Senin ömrüne, hayatına andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak şaşkın bir halde idiler.21
73 — Tan yeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi.
74 — Ülkelerinin üstünü altına getirdi. Üzerlerine sert taş yağdırdık.
75 — Bunda görebilenler için âyetler vardır.
76 — O yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadırlar.
77 — Muhakkak ki bunda inananlar için âyetler vardır.
Allah Teâlâ : «Onları çığlık yakalayıverdi.» buyurur ki bu, güneş doğarken onlara gelen şiddetli bir sestir. Bu sesle birlikte ülkeleri gökyüzüne kaldırılmış, sonra ters çevrilerek üstü altına getirilmiş, üzerlerine sert taşlar yağdırılmıştır. Sert anlamına gelen kelimesi hakkında Hûd sûresinde yeterli ma'lûmât verilmiş lir. «Bunda görebilenler için âyetler vardır.» Bu azâbların izleri o ülkeler üzerinde; bunlar hakkında düşünebilen, gözüyle ve basireti ile görebilenler için açıkça durmaktadır. Mücâhid, âyetteki kelimesini «düşünce ve firâset sahibi kimseler» diye açıklar. İbn Abbâs ve Dahhâk*-tan rivayete göre; bu kelime, «bakanlar» anlamınadır. Katâde ise bu kelimeyi «İbret alanlar» diye açıklar. Mâlik'in, Medine halkından bazısından rivayetine göre ise bu kelime; «düşünenler» anlamınadır. îbn Ebu Hâtim'in Hasan İbn Araf e kanalıyla... Ebu Saîd'den rivayetine göre Allah Rasûlü : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ o, Allah'ın nuru ile bakar, buyurmuş, sonra : «Bunda görebilenler için âyetler vardır.» âyetini tilâvet buyurmuştur. Hadîsi Tirmizî ve İbn Cerîr, Amr İbn Kays kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hadîsi sâdece bu kanaldan rivâyetiyle bildiklerini söyler. Yine İbn Cerîr der ki : Bana Ah-rned İbn Muhammed et-Tûsî'nin... İbn Ömer'den rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ mü'min, Allah'ın nuru ile bakar, buyurmuştur. İbn Cerîr'in Ebu Şurahbil el-Hımsî kanalıyla... Sevbân'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ o, Allah'ın nuru ile bakar ve Allah'ın tevfîki ile konuşur. Yine İbn Cerîr'in Abd'ül-A'lâ İbn Vâsıl kanalıyla... Enes İbn Mâlik'den rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.) : Muhakkak Allah'ın öyle kulları vardır ki insanları firâsetle tanırlar, buyurmuştur. Aynı hadîsi Hafız Ebu Bekr el-Bezz&r da Seni İbn Bahr kanalıyla... Enes'den rivayet etmiştir.
Allah Teâlâ : «O yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadırlar.» buyurur ki zahirî ve ma'nevî bakımdan altını üstüne getirmenin taşa tutulmanın isabet ettiği ve sonunda pis, kokuşmuş bir göl haline gelen Sedom kasabası; giriş çıkışları açık olup, bugüne kadar işleyen bir yol güzergâhı üzerindedir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Doğrusu siz, sabahleyin onlara uğrar üzerlerinden geçersiniz. Geceleyin de... Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?» (Sâffat, 137-138). Mücâhid ve Dahhâk, âyetteki kelimesini «bellikli, bilinen» şeklinde açıklarlar. Katâde, buranın; apaçık bir yol güzergâhında olduğunu söylemiştir. Yine Katâde'nin söylediğine göre burası, yeryüzünden bir / bölgededir. Katâde'nin her iki açıklaması da aslında birdir. Süddî buraların «açık bir kitabda» olduğunu söyleyerek bunun: «Biz, her şeyi apaçık bir kitabda yazıp saymışızdır.» (Yâsîn, 12) âyeti gibi olduğunu sanmıştır. Fakat buradaki anlam, onun söylediği gibi değildir. En doğrusunu Allah bilir.
Allah Teâlâ buyurur ki: Lût kavmine yapmış olduğumuz helak, yoketme ile Lût ve ailesini kurtarmamızda Allah'a ve peygamberlerine «inananlar için apaçık (delâletler,) âyetler vardır.»22
78 — Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zâlim kimselerdi.
79 — Bunun için onlardan öc aldık. Her ikisi de hâlâ işlek bir yol üzerindedir.
Ormanlık Yerde Oturanlar14
Ormanlık Yerde Oturanlar
Âyette zikredilen Eyke ashabı, Şuayb (a.s.) in kavmidir. Dahhâk, Ka-tâde ve başkaları; âyetteki ( iîG^I ) kelimesinin, sık ağaçlık anlamına geldiğini söylerler. Onların zâlim oluşları Allah'a şirk koşmaları, yol kesmeleri, ölçüyü ve tartıyı eksik tutmaları iledir. Allah Teâlâ onlardan çığlık, yer sarsıntısı ve zulle günü azabı ile intikam almıştır. Onlar Lût kavmine yakın, zaman itibarıyla onlardan sonra, yer itibarıyla onların karşısında (yerleri karşılıklı, birbirine bakar) idi. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ : «Her ikisi de hâlâ (işlek) açık bir yol üzerindedir.» buyurmuştur. İbn Abbâs, Mücâhid ve Dahhâk onların; görünen bir yol üzerinde, olduklarını söylemişlerdir. Bu sebepledir ki Şuayb (a.s.), kavmini tehdîd ettiği zaman onlara : «Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.» (Hûd, 89) demişti.23
80 — Andolsun ki Hicr ahâlîsi de peygamberlerini yalanlamışlardı.
81 — Onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde yüz çevirmişlerdi.
82 — Onlar dağlardan emîn evler yontup oyarlardı.
83 — Sabaha karşı çığlık onları da yakalayıverdi.
84 — Binâenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fayda sağlamadı.
Hicr ahâlîsi, peygamberleri Salih'i yalanlamış olan Semûd kavmidir. Bir peygamberi yalanlamış olan, bütün peygamberleri yalanlamıştır. Bu sebebledir ki onların, peygamberleri yalanladığı belirtilmiştir. Allah Teâlâ Salih (a.s.) in getirdiğinin doğruluğuna delâlet eden mucizelerin onlara geldiğini zikreder. Allah Teâlâ'nın Hz. Salih (a.s.) in duası ile düz bir kayadan çıkarmış olduğu deve de bu mucizelerdendir. Deve, onların ülkelerinde dolaşırdı ve onlara bir gün, deveye bir gün olmak üzere su içmeleri için belli günler vardı. Onlar haddi aşıp deveyi boğazladıkları zaman Salih (a.s.) onlara : «Yurdunuzda üç gün daha kalın. Bu; yalanlanmayacak bir sözdür.» (Hûd, 65) demişti. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmuştur : «Semûd kavmine gelince; onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.» (Fussilet, 17).
Allah Teâlâ onların : «Dağlardan emin evler yontup oyduklarını» zikreder. Onlar bu evleri, korku ve onlara ihtiyâç duyduklarından değil aksine azgınlık ve taşkınlıklarından, abes olarak yapmışlardır. Hicr vadisindeki evlerinde bu işlerin izleri hâlen görülmekte, müşahede edilmektedir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) Tebük'e giderken oraya uğramış, elbisesiyle başını Örtüp binitini hızlandırmış, ashabına : Azaba uğratılmış kavmin evlerine ancak ağlayarak girin. Şayet ağlamaz iseniz, onların başına gelenin sizin de başınıza gelmesi korkusuyla ağlar görünün, buyurmuştur.
Dördüncü günün sabahına karşı çığlık onları da yakalayıverdi. Binâenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fayda sağlamadı. Yani kaldırmış oldukları ekinler ve meyveler onlara hiç bir fayda sağlamadı. Ülkenin suyunu deveden esirgemişler, sularını azaltmaması için onu bo-ğazlamışlardı. Fakat bu mallar, Allah'ın emri geldiği zaman onlara hiç bir fayda sağlamamış ve bu azabı onlardan engellememiştir.24
85 — Gökleri, yeri ve aralarmdakini ancak hak ile yarattık. Kıyamet günü muhakkak gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran.
86 — Muhakkak ki senin Rabbin, yaratan ve bilendir.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Gökleri, yeri ve aralarmdakini ancak hak ile, (adalet ile) yarattık." Başka âyetlerde ise şöyle buyurmuştur:
«Kötülük edenleri yaptıklarının karşılığını vermesi, güzel hareket edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.» (Necm, 31), «Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu, küfretmiş olanların zannıdır. Vay o küfretmiş olanlara cehennem ateşinden.» (Sâd, 27), «Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize hiç döndürülmeyeeeğinizi mi sandınız? Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. Ve O, yüce Arş'ın Rabbıdır.» (Mü'-minûn, 115-116).
Sonra Allah Teâlâ peygamberine kıyametin kopacağını, şüphesiz meydana geleceğini haber verip kendisine eziyetlerine ve getirmiş olduğunu yalanlamalarına mukabil müşriklere yumuşak ve iyi davranmasını emretmiştir. Nitekim başka bir âyette şöyle buyurur: «Sen on-lan geç ve: Selâm de. Yakında bileceklerdir.» (Zuhruf, 89). Mücâhid, Katâde ve başkaları bunun, kıtal emrinden önce olduğunu söylerler. Bu husus, onların söylediği gibidir. Çünkü bu âyet, Mekke'de nazil olmuştur. Kıtal (savaş) ise, ancak hicretten sonra meşru' kılınmıştır.
Allah Teâlâ'nın: ((Muhakkak ki, senin Rabbın yaratan ve bilendir.» kavli Allah'a dönüşü ve kıyameti anlatmaktan, zihinlere yerleştirmekten ibarettir. Muhakkak ki Allah Teâlâ kıyameti koparmaya kadirdir. Dilediğini yaratmaktan âciz olmayan yaratıcıdır. Parçalanan, yeryüzünün muhtelif yerlerine dağılan cesedleri en iyi bilen O'dur. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır ; «Gökleri ve yeri yaratmış olan, kendileri gibisini yaratmaya Kadir olmaz mı? Elbette O, yaratandır, Alîm'dir. O'nun emri bir şeyi murâd ettiği zaman, sâdece ona «ol» demektir. O da oluverir. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah'ı tesbîh ederiz. Ve siz O'na döndürülürsünüz.» (Yasin, 81-83).25
87 — Doğrusu sana, Biz tekrarlanan yediyi ve şu Kur'ân'ı verdik.
88 — Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözlerini dikme ve üzülme, inananları kanatların altına al.
Allah TeâHLpeygamberine şöyle buyurmaktadır : Sana nasıl Kur'-ân-x Azîm'i vermişsek sen de dünyaya, dünyanın süslerine, dünya ehline geçimlik olarak verdiğimiz, onları imtihan için bahşettiğimiz fâni güzelliklere gözlerini dikme, onların içinde bulundukları nimete gıbta etme. Seni yalanlıyorlar, senin dinine zıd gidiyorlar diye üzüntüden kendini harâb etme. Sana tâbi olan inananları kanatların altına al. Onlara yumuşak davran. Başka bir âyette Allah Teâlâ, Rasûlünü şöyle tavsif eder : «Andolsun ki; size kendinizden bir peygamber gelmiştir. Sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir. Sizin üzerinize düşkündür, mü'minlere raûf ve rahimdir.» (Tevbe, 128).
nin ne olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbn Mes'ûd, İbn Ömer, İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk ve bir çokları bunların «yedi uzun sûre» olduğunu söyleyip bununla Bakara, AI-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûrelerini kasdederler. İbn Abbâs ve Saîd îbn Cübeyr, bunu kesin olarak belirtmişlerdir. Saîd der ki: Onlarda farzları, cezaları, kıssaları ve hükümleri beyân etmiştir, îbn Abbâs da: Emsali (misâlleri), haberleri ve ibretleri beyân buyurmuştur, der. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın İbn Ebu Ömer'den rivayetine göre Süfyân şöyle demiştir : Tekrarlanan (yedi sûre); Bakara, Al-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf sûreleri ile bir sûre sayılan Enfâl ve Berâe sûreleridir.
İbn Abbâs der ki: Bunlar; Hz. Peygamber (s.a.) dışında hiç kimseye verilmemiştir. Musa'ya onlardan (sâdece) ikisi verilmiştir. İbn Abbâs'ın bu sözünü Hüşeym, Haccâc kanalıyla... Saîd İbn Cübeyr'den rivayet etmiştir. A'meş'in Müslim el-Batîn kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir : Hz. Peygamber (s.a.) e, tekrarlanan yedi uzun (sûre) verilmiştir. Hz. Mûsâ (a.s.) ya ise altı verilmişti. Üzerinde Tevrat nüshalan yazılı levhaları attığında bunların ikisi kaldırıldı, dördü kaldı. Mücâhid, bunların; yedi uzun sûre olduğunu söyler. Bunların, Kur'ân-ı Azîm olduğu da söylenir. Husayf'ın Ziyâd İbn Ebu Meryem'den rivayetinde o, «Tekrarlanan yedi sûre» hakkında şöyle demiştir : Sana yedi kısım verdim : Emrederim, yasaklarım, müjdelerim, sakındırırım, misâller veririm, nimetleri sayarım ve Kur'an'm haberlerini sana bildiririm. Bunu İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim rivayet ederler.
İkinci görüş ise, es^Seb'ul-Mesânî'nin Fatiha sûresi olduğudur. Zî-râ Fatiha sûresi yedi âyettir. Bu görüş; Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs'tan rivâyst edilir. İbn Abbâs der ki: Besmele, yedinci âyettir. Allah Teâlâ bu yedi'yi size hâs kılmıştır. İbrâhîm en-Nehaî, Abdullah İbn Ubeyd îbn Umeyr, îbn Ebu Müleyke, Şehr İbn Havşeb,Hasan el-Basrî ve Mücâhid de böyle söylemişlerdir. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre; es-Seb'ul-Mesânî, Fâtihat'ül-Kitâb'dır. Bunlar her okumada —Bir rivayete göre ise farz veya nafile olan her rek'atta— tekrarlanır. İbn Cerîr* bu görüşü tercih etmiş ve bu hususta vârid olan hadîsleri de delil getirmiştir. Biz bunları tefsirimizin başında Fatiha sûresinin faziletleri bölümünde takdim etmiştik. Hamd, Allah'a mahsûstur. Ancak burada Buhârî —Allah ona rahmet eylesin— nin zikretmiş olduğu iki hadîsi almadan geçemeyeceğiz :
Buhârî der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr'm... Ebu Saîd İbn Muallâ'dan rivayetinde o, şöyle anlatıyor : Ben namaz kılarken Hz. Peygamber (s.a.) bana uğramış, beni çağırmıştı. Namaz kılmcaya kadar ona gitmedim, sonra yanına vardım da bana : Yanıma gelmekten seni alıkoyan nedir? buyurdu. Ben: Namaz kılıyordum, dedim. Allah Teâlâ : «Ey îmân edenler; sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman; Allah'a ve Rasûlüne icabet edin.» (Enfâl, 24) buyurmamış mı? Mes-cidden çıkmadan önce Kur'an'daki en yüce sûreyi sana öğretmeyeyim mi? buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.) mescidden çıkmak üzere giderken ona hatırlattım da şöyle buyurdu : Hamd, âlemlerin Rabbı Allah'a mahsûstur. O, es-Seb'ul-Mesânî'dir ve bana verilmiş olan Kur'ân-ı Azîm'-dir.
Yine Buhârî'nin Adem kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Ümmü'l-Kur'ân (Kur'-ân'ın anası), es-Seb'ul-Mesânî ve Kur'ân-ı Azîm'dir.
Bu; Fâtiha'nm es-Seb'ul-Mesânî ve Kur'ân-ı Azîm olduğuna delâlet eden nassdır. Fakat yedi uzun sûrenin de bu sıfatla nitelenmesine —ki onlarda da bu sıfat vardır— engel değildir. Ayrıca bütün Kur'an'-ın bu sıfatla nitelenmesine de engel olmaz. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette: «Allah sözün en güzelini ahenkli, ikişerli bir kitab halinde indirmiştir.» (Zümer, 23) buyurmuştur ki o, bir yönüyle tekrarlanan, diğer bir yönüyle da müteşâbihtir ve o, aynı zamanda Kur'ân-ı Azîm'dir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) takva üzerine kurulmuş mes-cid sorulduğu zaman, Mescid-i Nebevî'ye işaret buyurmuş ve âyet Ku-bâ mescidi hakkında nazil olmuştur. Ancak burada bir zıdlık söz konusu değildir.. Çünkü niteliklerinde müşterek oldukları takdirde bir şeyin anılması, onun dışındakilerin de anılmasını, zikredilmesini engellemez. En doğrusunu Allah bilir.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözünü dikme ve üzülme.» Onların içinde bulundukları geçimlik ve fânî güzelliklerden sana Allah'ın vermiş olduğu Kur'ân-ı Azîm ile müstağni ol. Buradan hareketle îbn Uyeyne, sahîh olan : Kur’an'da teğannî yapmayan bizden değildir, hadîsini Kur'an ile, Kur'an dışındakilerden müstağni olunması gerektiği ile tefsir etmiştir. Evet bu, doğru bir açıklamadır. Fakat hadîsten maksad, bu değildir. Nitekim sûrenin başında bu konu geçmişti.
İbn Ebu Hatim der ki: Vekî' İbn Cerrâh'tan nakledildiğine göre... Hz. Peygamber (s.a.) in arkadaşı Ebu Raf i' şöyle anlatıyor : Hz. Peygamber (s.a.) e bir müsâ-fir gelmişti. Hz. Peygamber (s.a.) in yanında ona yarar (onu ağırlayabileceği) bir şey yoktu. Yahudilerden birisine haber gönderip : Allah'ın elçisi Muhammed sana diyor ki : Receb hilâline (Receb ayının başına) kadar bana bir miktar un ödünç ver, dedirtti. Yahûdî: Rehinsiz olmaz, cevabım verdi. Hz. Peygamber (s.a.) e gittim ve bunu haber verdim. O : Allah'a yemîn olsun ki ben, gökte-kilerin eminiyim, yeryüzündekilerin eminiyim, şayet bana borç verir veya satarsa muhakkak ona ödeyeceğim, buyurdu. Onun yanından çıktığımda âyetin sonuna kadar «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözlerini dikme...» âyeti nazil oldu da, sanki Allah Teâ-lâ bununla onu dünyaya karşı sabra teşvik etti. Avfî'nin rivayetine göre İbn Abbâs, «Gözlerini dikme.» âyeti hakkında : Kişiyi, arkadaşının malı hakkında temennide bulunmaktan men'etmiştir, der. Mücâhid de, «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz, geçimliğe...» âyetinde, zenginlerin kasdedildiğini söyler.26
89 — De ki: Ben, apaçık bir uyarıcıyım.
90 — Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gibi.
91 — Onlar ki, Kur'ân'ı parçalara ayırmışlardı.
92 — Rabbına andolsun ki, onların hepsine birden mutlaka soracağız;
93 — Yapmakta oldukları şeyleri.
Apaçık Uyarıcı17
Apaçık Uyarıcı
Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.) ne, insanlara kendisinin apaçık bir uyarıcı olduğunu söylemesini emrediyor. O, insanların kendisini yalanlamaları yüzünden başlarına gelecek elîm bir azâbdan uyarıcı ve sakmdırıcıdır. Nitekim kendilerinden önce peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin de başlarına elem verici bir azâb gelmiş, Allah Teâlâ onların üzerine azâb ve intikamını indirmiştir. Âyet-i kerîme'deki «bö-lüşenler» kelimesinden maksad; birbirleri arasında yemînleşenlerdir. Yani onlar peygamberleri yalanlama, onlara eziyet etme ve zıd gitme hususunda birbirlerine yeminler etmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ, Salih (a.s.) in kavminin şöyle dediklerini haber verir : «Aralarında Allah'a yemîn ederek : Gece biz ona ve ailesine baskın verelim.» (Nemi, 49) Yani onlar, Salih ve ailesini geceleyin öldürme hususunda birbirlerine yeminler etmişlerdi. Mücâhid, âyetteki kelimesini; anlaştılar, yemînleştiler, şeklinde açıklamıştır. Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurmaktadır : «Onlar : Ölen kimseyi Allah diriltmez, diye olanca güçleriyle yemîn ettiler.» (Nahl, 38), «Siz daha önce de sonunuzun gelmeyeceğine yemîn etmemiş miydiniz?» (İbrahim, 44), «Bunlar mıydı ki; kendilerini Allah'ın rahmetine erdirmeyeceğine yemîn etmiştiniz.» (A'râf, 49). Sanki onlar neyi yalanlamışlarsa hemen onun üzerine yemîn etmişler ve bu sebeple onlara bu isim verilmiştir. Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eşlem der ki: Âyette zikredilen «bölüşen-ler», Salih (a.s.) in onu ve ailesini geceleyin öldürmeye yemîn etmiş olan kavmidir.
Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur : Benim ve Allah'ın benimle göndermiş olduğunun misâli şudur: Bir adam kavmine gelir de: Ey kavmim, ben (düşman) ordusunu gözlerimle gördüm. Muhakkak ben apaçık uyarıcıyım. Kaçın, kaçın ki kurtulun, der. Kavminden bir grup itaat edip geceleyin yola çıkar, hemen yola koyulurlar da kurtulurlar. Onlardan bir grup da onu yalanlar ve yerlerinde sabahlarlar. Sabahleyin ordu onların üzerine gelir, helak eder ve köklerini kazır. İşte bana itaat edip benim getirdiklerime tâbi olanla, bana isyan edip getirdiğim gerçeği yalanlayanların misâli budur.
Allah Teâlâ : «Onlar ki, Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.» buyurur ki kendilerine indirilen kitabları parçalara bölmüşler; bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmişlerdir. Buhârî der ki: Bize Ya'kûb İbn İb-râhîm... îbn Abbâs'tan rivayet eder ki o, «Onlar ki Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Onlar, kitab ehlidir; kitabı parçalara ayırmışlar, bir kısmına inanmışlar, bir kısmım inkâr etmişlerdir.(...) Yine Buhârî'nin UbeyduIIah İbn Mûsâ kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gibi.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bir kısmına inandılar, bir kısmım inkâr ettiler. Bunlar; yahûdi ve hıristiyanlardır. İbn Ebu Hâtim'in söylediğine göre; Mücâhid, İlerime, Saîd İbn Cübeyr, Hasan ve Dah-hâk'dan bu görüşün bir benzeri rivayet edilmiştir. Hakem İbn Ebân'ın İkrime'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre c, «Onlar ki, Kur'-an'ı parçalara ayırmışlardı.» âyetinde sihrin kasdedildiğini söyler. İk-rime, kelimesinin; Kureyş dilinde «sihir» anlamına geldiğini söyler. Nitekim onlar, sihirbaz için kelimesini kullanırlar. Mücâhid şöyle demiştir : Onu parçalara ayırdılar : Sihirdir dediler, kehânettir dediler, öncekilerin masallarıdır dediler. Atâ ise şöyle der : Bazıları sihirbaz, bazıları deli, bazıları kâhindir, dediler. İşte parçalara ayıranlar bunlardır. Dahhâk ve başkalarından da bu açıklama rivayet edilmiştir.
Muhammed İbn İshâk'ın Muhammed İbn Ebu Muhammed kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre, Kureyş'ten bir grup Velîd îbn el-Muğîre'nin yanında toplanmışlardı. Velîd, onlar arasında şeref sahibi bir kimse idi. Hac mevsimi gelmişti. Onlara : Ey Kureyş topluluğu, muhakkak ki hac mevsimi geldi. Arab heybetleri bu mevsimde sû&e gelecekler. Onlar muhakkak sizin şu arkadaşınızın durumunu işitmiş-lerdir. Onun hakkında bir görüşte birleşin de ayrılığa düşüp birbirinizi yalanlamayın, birinizin sözü diğerini yalan çıkarmasın, dedi. Onlar : Ey Abd Şems, sen söyle. Bizim için bir görüş ortaya koy biz de onu söyleyelim, dediler. O : Bilakis siz söyleyin ki dinleyeyim, dedi. Onlar : Kâhindir deriz, dediler. O, bir kâhin değildir, dedi. Delidir deriz, dediler. O, bir deli değildir dedi. O, Şâirdir deriz dediler. O, bir şâir değildir dedi. Sihirbazdır deriz, dediler. O, bir sihirbaz değildir, dedi. O halde ne diyelim? dediler de, şöyle dedi: Allah'a ye-mîn. olsun ki; onun sözünde bir tatlılık var. Siz, bunlardan hangisini söylerseniz söyleyin, sözünüzün bâtıl olduğu hemen bilinir. Sözlerin söylenmeye en uygunu; o sihirbazdır, demenizdir. Bunu duyunca, onun etrafından dağılırlar, dedi de Allah Teâlâ onlar hakkında : Onlar ki, Kur'an'ı parçalara (sınıflara) ayırmışlardı. Rabbına andolsun ki (onlara, Allah'ın elçisi hakkında bunu söyleyen gruba (işte onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyetini indirdi.
Atıyye el-Avfî'nin İbn Ömer'den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki, onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Lâ İlahe İllallah deyip demediklerini soracağız. Abdürrezzâk'ın es-Sevrî kanalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre; o, «Andolsun ki, onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyeti hakkında şeyle demiştir : Lâ İlahe İllallah sözünden sorulacaktır. Tirmizî, Ebu Ya'lâ el-Mavsılî, İbn Cerîr ve îbn Ebu Hâtim'in Şerîk eUKâdî kanalıyla... Enes'den, onun Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki; onların topuna mutlaka, soracağız.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: La İlahe İllallah (sözünden). Hadîsi İbn îdrîs de... Enes'den mevkuf olarak rivayet etmiştir.
İbn Cerîr der ki: Bize Ahmed... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayet eder ki o, şöyle demiştir : Kendinden başka ilâh olmayan (Allah) a yemîn olsun ki, sizin her bireriniz kıyamet günü nasıl ki sizden biri ayın ondördü gecesi ayı sâdece o görüyormuş gibi hisseder ve onunla yalnız kalırsa Allah o kimseyle yalnız kalacak ve : Ey Âdemoğlu, Bana karşı seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu bildiklerinle ne amel yaptın? Ey Âdemoğlu peygamberlere ne cevab verdin? buyuracaktır. Ebu Ca'fer'in Rebî'den, onun Ebu'l-Âliye'den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki; onların topuna soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyeti hakkında şeyle demiştir: Bütün kullar, kıyamet günü iki huydan sorulacaktır : Yaptıkları ibâdetlerden ve peygamberlere ne cevab verdiklerinden. İbn Uyeyne : Amelinden ve malından sorulacaksın, demiştir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Muâz İbn Cebel'den rivayet etti ki o, şöyle anlatmış : Allah Rasûlü (s.a.) bana şöyle buyurdu : Ey Muâz, muhakkak mü'min kıyamet günü iki gözündeki sürmeye, parmağın-daki basit bir yüzüğe (?) varıncaya kadar bütün amelinden sorulacaktır. Kıyamet günü, Allah'ın kendisine verdikleri ile başka birisinin senden daha mutlu olduğu halde sana kavuşmayayım.
îbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha der ki: Allah Teâlâ önce : «Rabbına andolsun ki; onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» buyurmuş sonra da : «İşte o gün insana da cinne de günâhından sorulmaya hacet kalmaz.» (Rahman, 39) demiştir. Onlara : Şunu şunu yaptınız mı? diye sormayacaktır. Zîrâ O, bunları onlardan daha iyi bilmektedir. Fakat: Niçin şunu şunu yaptınız? diye soracaktır.27
94 — Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müş riklere aldırış etme.
95 — O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz.
96 — Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edinirler. Onlar yakında bileceklerdir.
97 — Andolsun, onların söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz.
98 — Sen hemen Rabbını hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol.
99 _ Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.
Yakîn Gelinceye Kadar İbâdet18
Yakîn Gelinceye Kadar İbâdet
Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.) ne kendisiyle gönderdiğini tebliğ etmesini, enirini yerine getirmesini, müşriklere karşı aşikâre söylenmesini emrediyor. İbn Abbâs, âyetteki ( *ju*| ) kelimesini; yerine getir, infaz et, şeklinde açıklar. Ondan gelen bir rivayette ise buranın anlamı : Sana emredileni yap, şeklindedir. Mücâhid : O, namazda Kur'an'ı açıktan, okumaktır, der. Ebu Ubeyde'nin Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetle söylediğine göre; Hz. Peygamber (s.a.), «Sana emrolunduğun şeyi açıktan söyle.)) âyeti nazil oluncaya kadar namazı gizlice kılardı. Bu âyet nazil olunca, o va ashabı meydana çıktılar ve namazı aşikâre kıldılar. Allah Teâlâ buyurur ki: «Müşriklere aldırış etme. O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz.» Rabbindan sana indirileni tebliğ et ve seni Allah'ın âyetlerinden çevirmek isteyen müşriklere iltifat etme. «Onlar; sen yumuşak davranasm da, kendileri de yumuşaklık göstersinler isterler.» (Kalem, 9), Onlardan korkma. Onlara karşı Allah sana yeter ve seni onlardan koruyacaktır. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Ey peygamber; Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan; O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah; seni insanlardan korur.» (Mâide, 67).
Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Yahya İbn Muhammed tbn Seken'in... Enes'den rivayetinde o, «O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz. Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edinirler.» âyeti hakkında şöyle dermiş : Allah Rasûlü (s.a.) geçti de bazıları kaş-göz hareketleriyle ona işaret ettiler (onunla alay ettiler.). Cibril geldi —Öyle sanıyorum ki şöyle de demiştir:— Onlara kaş-göz işareti yaptı ve bu onların cesedlerinde bir darbe te'sîri yaptı, bununla öldüler.
Muhammed İbn İshâk der ki: Bana Yezîd İbn Rûmân'm Urve İbn Zübeyr'den rivayet ettiği gibi (Allah Rasûlü) ile alay edenlerin elebaşıları beş kişiydiler. Bunlar, kavimleri içinde yaşlı ve şerefli kimselerdi. Bu kimseler şunlardır : Esed İbn Abdüluzzâ, İbn Kusayy oğullarından Esved İbn Muttalib Ebu Zem'a. Bana ulaştığına göre, Allah Ra-sûiü (s.a.) ile alay etmesi ve ona eziyyeti arttığında Allah Rasûlü (s.a.) ona beddua etmiş ve : Ey Allah'ım, gözünü kör et ve çocukları ölümünü görsünler, demiş. Zühre oğullarından Esved İbn Abd Yağûs İbn Vehb İbn Abd Menâf İbn Zühre. Mahzûm oğullarından Velîd İbn Mu-ğîre İbn Abdullah İbn Ömer İbn Mahzûm. Sehm İbn Amr İbn Hüsays İbn Kâ'b İbn Lüey oğullarından As İbn Vâil İbn Hişâm İbn Süayd İbn Sa'd. Huzâa (kabilesinden) Haris îbn Tulâtıla İbn Amr İbn Haris İbn Abd Amr İbn Milkân. Bunlar kötülükte devam edip Allah Rasûlü (s.a.) ile alayı artırdıklarında Allah Teâlâ, «Onlar yakında bileceklerdir.» âyetine kadar olmak üzere «Sana emrolunduğun şeyi açıkça söyle. Ve müşriklere aldırış etme. O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz.» âyetlerini indirdi.
İbn İshâk der ki: Bana Yezîd İbn Rûmân'ın Urv3 İbn Zübeyr'den veya başka âlimlerin rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) Kâ'be'yi tavaf ederken Cibril ona geldi, dikildi ve Allah Rasûlü (s.a.) de yanına durdu. Yanına Esved İbn Muttalib uğradı. (Cibril veya Hz. Peygamber) yüzüne yeşil bir yaprak attı da kör oldu. Ona Esved İbn Abd Yağûs uğradı. Onun karnına işaret buyurdu da karnı su topladı (istis-kâ hastalığına tutuldu) ve karnı şişerek öldü. Ona Velîd İbn Muğîre uğradı da ayak topuğunun altındaki bir yaraya işaret buyurdu. Muğîre bundan iki sene önce yaralanmıştı ve elbisesini yerde sürüyerek yürürdü. Huzâa kabilesinden kendisine ok yapan birisine uğramış ve oklarından birisi onun elbisesine takılarak ayağındaki bu yarayı açmıştı. Aslında önemli bir yara değildi. İşte bu yarası yeniden nüksetti ve ölümüne sebeb oldu. Ona Âs İbn Vâil uğradı. Onun da ayak ayasının ortasına işaret buyurdu. Âs merkebi üzerinde Taife doğru yola çıktı. Bir eyle dikeni üzerine çöktü ve bir diken ayağının ayasına battı ve onu öldürdü. Ona Haris İbn Tulâtıla uğradı. Onun da başına işaret buyurdu ve burnundan irin boşanarak öldü. Muhammed îbn İshâk der ki: Bana Muhammed İbn Ebu Muhammed... îbn Abbâs'tan rivayet etti ki o, şöyle demiş : Onların elebaşısı Velîd İbn Muğîre olup, onları toplayan odur. Yukardaki îbn İshâk'ın ifâdelerine benzer şekilde Saîd îbn Cübeyr, İkrime, Yezîd ve Urve'den de bu şekilde uzunca rivayet edilmiştir. Ancak Saîd; Haris İbn Ğaytala, İkrime ise, Haris İbn Kays, demişlerdir. Zührî der ki: İkisi de doğru söylemiştir. Zîrâ o, Haris İbn Kays olup annesi Ğaytala'dır. Mücâhid, Miksem, Katâde ve bir çoklarından rivayete göre, onlar beş kişiydiler. Şa'bî bunların, yedi kişi olduğunu söyler ki birincisi daha meşhurdur.
Allah Teâlâ'nın «Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edinirler. Onlar yakında bileceklerdir.» kavli Allah ile birlikte başka bir ma'bûd tanıyanlar için ağır bir tehdîddir. Allah Teâlâ buyurur ki: «Andolsun, onların söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz. Sen hemen Rabbmı bamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol.» Ey Muhammed, onların sana eziyetlerinden ötürü içinin daraldığını Biz iyi biliyoruz. Bunlar seni üzmesin ve Allah'ın risâletini tebliğden alıkoymasın. Sen, Allah'a tevekkül et. Muhakkak O, sana yeter ve onlara karşı sana yardım edicidir. Allah'ı zikirle, hamd ile, teşbihle ve namaz ile, O'na ibâdetle meşgul ol. Burada zikredilen hamd ve teşbihten maksad; namazdır. Bu sebepledir "ki Allah Teâlâ : «Ve secde edenlerden ol.» buyurmuştur. Nitekim İmâm Ahmed'in Abdurrahmân İbn Mehdî kanalıyla... Nuaym İbn Hemmâr'dan rivayet ettiği bir hadîste o, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işitmiş : Allah Teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu günün başında dört rek'attan âciz olma ki günün sonu için sana yeteyim. Hadîsi buna benzer şekilde Ebu Dâvûd da Mekhûl kanalıyla Kesîr İbn Mürre'den rivayet etmiştir. Yine bu sebepledir ki Allah Rasûlü (s.a.), kendisine herhangi bir iş sıkıntı verdiği zaman namaz kılardı.
Allah Teâlâ : «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» buyurmuştur. Buhârî'nin ifâdesine göre; Salim, âyetteki «yakîn» i .ölümle tefsir etmiştir. Bu Salim; Salim îbn Abdullah İbn Ömer'dir. Nitekim îbn Cerir'in Muhammed İbn Beşşâr kanalıyla... Salim İbn Abdullah'tan rivayetinde o, «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» âyetindeki «yakîn» in, ölüm olduğunu söylemiştir. Mücâhid, Hasan, Katâde, Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ve başkaları da böyle söylemişlerdir. Buna delilleri, Allah Teâlâ'nın da haber verdiği üzere cehennem halkının şöyle demiş olmalarıdır : «Biz, namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. Bâtıla dalanlarla birlikte dalardık. Ve biz din gününü yalanlardık. Sonunda ölüm bize gelip çattı.» (Müddessir, 43-47).
Zührî'nin Hârice İbn Zeyd İbn Sâbit'den, onun Ansâr'dan bir kadın olan Ümnıü Alâ'dan rivayet etmiş olduğu sahîh bir hadîse göre; o, Allah Rasûlü (s.a.) Osman İbn Maz'ûn'un cenazesi yanına girdiğinde, olanları şöyle anlatmış : Ben : Ey Ebu Saîd Allah sana rahmet eylesin. Benim senin hakkındaki şehâdetim odur ki Allah Teâlâ sana mutlaka ikramda bulunmuştur, dedim. Allah Rasûlü (s.a.) : Allah'ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun? buyurdu. Ben; Ey Allah'ın elçisi, anam babam sana feda olsun, ya kim (e ikram edecek) ? dedim de, şöyle buyurdu : Ona gelince; muhakkak ki ona yakîn (Ölüm) gelmiştir. Muhakkak ben onun için hayır umana
Namaz ve benzeri ibâdetlerin insana, aklı başında olduğu sürece vâcib olduğuna, «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» âyeti delil getirilir. însan, durumu ölçüşünce ve aklı başında olduğu sürece namazını kılar. Nitekim Buhârî'nin Sahîh'inde İmrân İbn Hu-sayn (r.a.) dan rivayetle sabit olan bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) : Ayakta durarak namaz kıl. Güç yetiremez isen oturarak, buna da güç yetiremezsen yanın üzere, buyurmuştur. Yakînden maksadın, ma'rifet olduğunu ileri süren mülhidlerin de hatalı olduklarına bu âyet delil getirilir. Onlara göre, bir kimse ma'rifete ulaştığı zaman; ondan teklîf düşer. Muhakkak ki bu; bir küfür, bir sapıklık ve bilgisizliktir. Zîrâ peygamberler ve onların ashabı; insanlar içinde Allah'ı en iyi bilen, Allah'ın haklarını ve sıfatlarını, O'nun müstehak olduğu ta'zîmi en iyi bilen kimselerdi. Bununla birlikte onlar insanların en çok ibâdet edenleri, ölümlerine kadar hayır işlerine en fazla devam edenleridir. O halde burada yakînden maksad, yukarda söylediğimiz gibi ancak ölüm olabilir. Hamd ve minnet Allah'adır. Hidâyet bahşettiği için Allah'a hamdederiz. O'ndan yardım diler ve O*na tevekkül ederiz. Durumların en mükemmeli ve güzeli üzere bizi öldürmesi de elbette O'ndan istenilir.28