Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Hud
Bu Kitab. 2
Bu Kitab
Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize Halef İbn Hişam el-Bezzâr'm... Ebube-kir'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.) ne sordum ; Seni ihtiyarlatan nedir? Şöyle buyurdu : Beni Hûd, Vakıa, Amme Yetesâelûn ve Veize'ş-şemsü Küvvirat sûreleri ihtiyarlattı. Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Ebu Küreyb Muhammed İbn el-A'lâ'nın... İbn Ab-bâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Ebubekir : Ey Allah'ın elçisi, ihtiyarladın, demişti. Allah Rasûlü: Beni Hûd, Vakıa, Mürselât, Amme Yetesâelûn, Veize'ş-şemsü Küvvirat (sûreleri) ve kardeşleri, ihtiyarlattı, buyurdu. Bir rivayette ise : Hûd (sûresi) ve kardeşleri, buyurmuştur. Taberânî der ki: Bize Abdan İbn Ahmed'in Sehl İbn Sa'd' dan rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Beni Hûd ile kardeşleri Vakıa, Hakka, Veize'ş-şemsü Küvvirat (sûreleri) ihtiyarlattı. Başka bir rivayette ise: Hûd sûresi ve kardeşleri, buyurmuştur. Hafız Ebu'l-Kâsım Süleyman İbn Ahmed et-Taberânî'nin el-Mu'cem el-Kebîr'inde Muhammed îbn Osman îbn Ebu Şeybe kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.) dan rivayetine göre Ebubekir : Ey Allah'ın elçisi, seni ihtiyarlatan nedir? demişti. Allah Rasûlü: Hûd ve Vakıa sûreleri buyurdu. Hadîsin isnâd zincirinde bulunan Amr İbn Sabit metruk bir râvî olup, Ebu İshâk da İbn Mes'ûd'a yetişmemiştir. En doğrusunu Allah bilir.1
Râhmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
1 — Elif, Lam, Râ. Bu kitab, âyetleri kesinleştirilmiş, sonra da Hakim ve Habîr olan Allah tarafından uzun uza-dıya açıklanmıştır.
2 — Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben, size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.
3 — Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her lütuf sahibine lutfunu versin. Eğer yüz çevirirseniz; o zaman ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.
4 — Dönüşünüz ancak Allah'adır. Ve O, her şeye Kadir'dir.
Sûrenin başındaki hece harfleri hakkında Bakara sûresinin başlangıcında bilgi vermiştik ki burada tekrarına gerek görmüyoruz. Tev-fîk Allah'tandır.
Allah Teâlâ : «Âyetleri kesinleştirilmiş, sonra da uzun uzadıya açıklanmıştır.» buyurur ki âyetler lafızlarında muhkem, mânâlarında uzun uzadıya açıklanmış, mufassaldır. Böylece o, hem şekil ve hem de mânâ itibarıyla mükemmeldir. Bu açıklama; Mücâhid ve Katâde'den rivayet edilmiş olup İbn Cerîr'in tercîh ettiği görüştür.
Allah Teâlâ: «Hakîm ve Habîr olan Allah tarafından...» buyurur ki; O, sözlerinde, hükümlerinde hikmet sahibi, işlerin âkibetlerinden bihakkın haberdâr olan Allah katmdandır.
«Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.» Bu muhkem ve uzun uzadıya açıklanmış olan Kur'an, tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdet için inmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurur : «Senden önce gönderdiğimiz her peygambere : Benden başka Tanrı yoktur, Bana kulluk edin, diye vahyetmişizdir.» (Enbiyâ, 25), «An-dolsun ki, her ümmete : Allah'a ibâdet edin ve putlardan kaçının, diye peygamber göndermişizdir.» (Nahl, 36).
«Muhakkak ki ben, size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.» Muhakkak ki ben, O'na muhalefet ettiğiniz takdirde azâb ile uyarıcı, O'na itaat ettiğinizde ise sevabı müjdeleyiciyim. Nitekim Sahih bir hadîste rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) Mekke'de Safa tepesine çıkmış (en yakınlarından başlayarak Kureyş'ten olan akrabalarını) çağırmış ve Kureyş toplanınca.
Sizin üzerinize sabah veya akşam düşmanın ansızın gelmekte olduğunu size haber versem ne dersiniz, beni doğrular mıydınız? diye sormuş, onlar da; evet, demişlerdi. Şöyle buyurdu : Muhakkak ki ben, sizi şiddetli bir azabın önünde uyarıcıyım.
«Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin.» Geleceğiniz hususunda geçmiş günâhlarınızdan Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunmanızı ve bu hal üzere devam etmenizi size emrediyorum. Eğer böyle yaparsanız belli bir süreye kadar dünyada sizi güzelce geçindirir. Her fazilet sahibine de âhiret yurdunda hak ettiğini verir. Geçimin dünyada, fazilet sahibine hak ettiğinin verilmesinin de âhiret yurdunda olduğu şeklindeki açıklama Katâde'ye aittir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Kadın olsun, erkek olsun her kim inanmış olarak iyi amel işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Mükâfatlarını yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.» (Nahl, 97). Sahîh bir hadîste rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) Sa'd'a şöyle buyurmuştur :
Hanımının ağzına koyduğun lokma ve yiyeceğe varıncaya kadar Allah'ın rızâsını dileyerek vermiş olduğun her bir nafaka ile muhakkak ki sen ecre nail olacaksın.
İbn Cerîr'in Müseyyeb İbn Şerîk kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, «Her lütuf sahibine lutfunu versin.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Kim bir kötülük işlerse; bu, onun aleyhine bir kötülük olarak yazılır. Kim de bir iyilik işlerse; bu, onun lehine on iyilik olarak yazılır. Şayet işlemiş olduğu kötülüğün cezasını dünyada iken görürse onun için on iyiliği kalmış olur.
Eğer bununla dünyada cezalandırılmaz ise, (âhirette) on iyiliğinden birisi alınır ve dokuz iyilik ona kalır. Sonra İbn Mes'ûd şöyle der : Birleri onlarına gâlib gelen kişi helak olmuştur.
Allah Teâlâ : «Eğer yüz çevirirseniz; o zaman ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.» buyurur ki; bu, Allah'ın emirlerinden yüzçeviren, elçilerini yalanlayan kimseler için şiddetli bir tehdîddir. Allah'a döndüğü günde muhakkak azâb onu yakalayacaktır. «Dönüşünüz ancak Allah'adır.» Kıyamet günü dönüşünüz ve varacağınız yer Allah'tır. «Ve O, her şeye Kâdir'dir.» O, dostlarına dilediği ihsanda bulunmaya, düşmanlarından intikam almaya ve kıyamet günü yaratıkları (kendine) döndürmeye elbette güç yetiricidir. Burası korkutma makamıdır. Daha önce geçen kısım ise teşvik makamı idi.2
izahı3
izahı
5 — Dikkat edin, onlar peygambere düşmanlıklarını gizlemek için iki büklüm olurlar. Elbiselerine büründük-leri zaman da dikkat edin. Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, göğüslerde olanı bilendir.
İbn Abbâs der ki: Cinsî temas halinde avret yerlerinin göğe dönmesinden hoşlanmazlardı da Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Hadîsi Buhârî, İbn Cüreyc kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayet eder. Bu rivayete göre İbn Abbâs : «Dikkat edin, onlar iki büklüm olurlar.» âyetini okumuştur. Ey Ebu Abbâs, iki büklüm olmaları da nedir? diye sordum. Şöyle cevabladı: Kişi, hanımı ile temasta bulunduğunda veya abdest bozmaya çıktığında utanırdı da, «Dikkat edin, onlar iki büklüm olurlar.» âyeti nazil oldu. Yine Buhârî'nin bir rivayetinin lafzı şöyledir : İbn Abbâs dedi ki: Bir takım kimseler abdest bozmaya çıktıklarında avret yerlerinin göğe dönük açık olmasından ve kadınlarıyla temasta bulunduklarında yine avret yerlerinin göğe dönmüş olmasından utanırlardı da bu onlar hakkında nazil oldu. Sonra Buhârî der ki: Bize Humeydî'nin... Amr'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: îbn Abbâs, «Dikkat edin, onlar iki büklüm olurlar. Elbiselerine büründükle-ri zaman da dikkat edin.» âyetini okudu. Buhârî ve başkaları; ibn
Abbâs'tan rivayetle ( Oyu^j ) kelimesini «Başlarını örterler.» şeklinde açıklamışlardır.
Bu âyetin tefsîrindeki diğer bir rivayette ise İbn Abbâs şöyle der : Bununla Allah hakkındaki şüphe ve kötü amel kasdedilmektedir. Bu açıklama Mücâhid, Hasan ve başkalarından da rivayet edilmiştir ki; onlar, bir şey yaptıklarında veya söylediklerinde bunu Allah'tan gizle-yebileceklerini sanarak iki büklüm olurlardı. Allah Teâlâ da onlara bildirdi ki; onlar, uykularında gecenin karanlığında elbiselerine bü-ründükleri zaman onların gizledikleri sözü ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir. Onların kalblerinin gizlemiş olduğu niyyetleri ve gizlilikleri iyi bilir. Züheyr İbn Ebu Sülmâ meşhur muallâkasında ne güzel söylemiş :
«İçinizdekileri, gizli kalsın için Allah'tan sakın gizlemeyin. Zîrâ Allah'tan ne gizlenirse onu mutlaka bilir.»
«Geciktirilir ve bir kitaba konulur. Bir hesâb günü için biriktirilir veya çabuklaştırılır da intikam alınır.»
Bu câhiliye devri şâiri bu sözleriyle bir yaratıcının varlığını, cüz'-iyyâtı bildiğini, ona dönüş ve cezayı, kıyamet günü için amellerin sayfalarda yazılmasını itiraf etmiştir.
Abdullah İbn Şeddâd der ki: Onlardan birisi Allah Rasûlü (s.a.) ne uğradığı zaman, iki büklüm olur ve başını örterdi de Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. «Ona gizli kalsın için...» kısmındaki zamirin Allah'a döndürülmesi daha uygundur. Zîrâ hemen peşinden «Elbiselerine büründükleri zaman da dikkat edin. Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.» buyurmaktadır.3
6 — Yeryüzünde yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini de O bilir. Hepsi apaçık kitabdadır.
Allah Teâlâ, yaratıkların büyüğü ve küçüğü ile, yeryüzündeki, denizdeki ve karadaki diğer hayvanların rızıklarına kefîl olduğunu haber veriyor. O, onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini de bilir. Onların yeryüzünde yürümeleriyle varacakları, sığınacakları yuvalarını da en iyi bilir. Ali İbn Ebu Talha ve başkalarının İbn Abbâs'-tan rivayetlerine göre âyetteki «Durup dinlenecek yerleri)); sığınacakları yer, «Saklanacak yerleri» ise; ölecekleri yerdir. Mücâhid'den rivayete göre; «Durup dinlenecekleri» yer, rahimde; «Saklanacak yerleri» ise sulblerdedir. Nitekim bu husus hayvanlarda da böyledir. Bu açıklama İbn Abbâs, Dahhâk ve bir cemaattan da rivayet edilmiştir. İbn Ebu Hatim burada müfessirlerin sözlerini zikretmiştir. Ayrıca En'âm sûresinin doksan sekizinci âyetinde de bunları zikreder ki, en doğrusunu Allah bilir. Bütün bunlar, Allah Teâlâ'nın katında bir kitabda, bunların tamâmını açıklar mâhiyette yazılıdır. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurur : «Yerde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki; onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitabda hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar Rablarına toplanırlar.» (En'âm, 38}, «Gaybın anahtarları O'nun ka-tındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki, onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitabdadır.)) (En'âm, 59).4
7 — Hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için; gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Zâten Arş'ı su üstünde idi. Andolsun ki; ölümden sonra muhakkak siz yine diriltileceksiniz, desen; küfredenler mutlaka : Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdir.
8 — Sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak mutlaka: Bunu alıkoyan da ne? derler. Dikkat edin, o geldiği gün onlardan asla dönmeyecek, alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.
Gökleri ve Yeri Yaratan. 4
Gökleri ve Yeri Yaratan
Allah Teâlâ her şeye Kadir olduğunu, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, bundan önce Arş'ının su üzerinde olduğunu haber veriyor. Nitekim İmânı Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin... İnırân İbn Husayn'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Ey Temim oğullan, müjdeyi kabul ediniz, buyurmuştu. Onlar : Bize müjdeledin, o halde bize müjdelediğini ver, dediler. Ey Yemen ehli, müjdeyi kabul ediniz, buyurdu, onlar : Biz kabul ettik, bu işin (başlangıcının) nasıl olduğunu bize haber ver, dediler. Her şeyden önce Allah vardı. Arş'ı su üzerindeydi. Levh-i mahfûz'da her şeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı, buyurdu. İmrân İbn Husayn devamla şöyle anlatır : Birisi bana gelip : Ey İmrân, deven bağından boşandı, dedi, peşinden çıktım ve bilmiyorum benden sonra neler oldu? Bu hadîs Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde değişik lafızlarla tahrîc olunmuştur. Onlardan birinin lafzı şöyledir :
Onlar : Bu işin başlangıcını sana sormak üzere geldik, dediler de : Allah vardı ve O'ndan önce hiç bir şey yoktu. —Bir rivayette «O'ndan önce» lafzı yerine «O'ndan başka», diğer rivayette ise «O'nunla beraber» ifâdeleri vardır. —Arş'ı su üzerindeydi. Zikir'de her şeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı, buyurdu. Müslim'in Sahîh'inde Abdullah İbn Amr İbn el-Âs-'dan rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur :
«Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce yaratıkların kaderlerini takdir etti, yazdı. Arş'ı su üzerindeydi.» Bu âyetin tefsirinde Buharı der ki: Bize Ebu Yemmâm'm... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Allah Teâlâ buyurur ki: İnfâkda bulun ki sana infâk olunsun. Ve şöyle buyurdu : Allah'ın eli doludur, harcama onu eksiltmez. Gece ve gündüz devamlı verir. Yeri ve göğü yarattığından bu yana ne infâk ettiğini görür müsünüz? Elinde olanı hiç eksiltmemiştir. Arş'ı su üzerindeydi ve bir elinde terazi olup alçalıp yükseliyordu.
İmâm Ahmed der ki: Bize Yezîd İbn Harun'un... Ebu Razîn Lakît İbn Âmir İbn Müntefik el-Ukaylî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatır : Ey Allah'ın elçisi Rabbımız yaratıklarını yaratmazdan önce nerede idi? diye sorduk, şöyle buyurdu. Bir bulutun üstündeydi. Altında hava, üstünde hava vardı. Bundan sonra Arş'ı yarattı. Hadîsi tefsirde Tirmizî; Sünnet'te İbn Mâce, Yezîd İbn Hârûn kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen olduğunu söyler.
Mücâhid, «Arş'ı su üstünde idi.» âyeti hakkında; hiç bir şey yaratmazdan önce açıklamasını getirir. Vehb İbn Münebbih ve Damre İbn Habîb de böyle söylemişlerdi. Katâde, İbn Cerîr ve bir çokları da bu görüştedirler.
«Arş'ı su üstünde idi.» âyeti hakkında Katâde der ki: Gökleri ve yeri yaratmazdan önce yaratmaya başlamasının nasıl olduğunu size haber veriyor. Rebî' İbn Enes de: «Arş'ı su üstünde idi.» Gökleri ve yeri yarattığında bu suyu ikiye böldü; yarısını Arş'ın altına koydu ki doldurulmuş deniz işte odur, demiştir. İbn Abbâs : Arş'a Arş isminin verilmesi onun yüceliğindendir, demiştir. İsmâîl İbn Ebu Hâlid'in Sa'd et-Tâî'den işittiğine göre; o, Arş'ın kırmızı yakuttan olduğunu söylemiş.
Muhamed İbn İshâk, «Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Zâten Arş'ı su üstünde idi.» âyeti hakkında der ki: «o, yüce nefsini nitelediği gibi idi. O zaman da sudan başka hiç bir şey yoktu ve suyun üzerinde Arş'ı, Arş'ın üzerinde de celâl ve ikram sahibi, izzet, saltanat, mülk, kudret, hilim, ilim, rahmet ve nimet sahibi, dilediğini işleyen Allah vardır. A'meş'in... Saîd İbn Cübeyr'den rivayetine göre, İbn Abbâs'a «Arş'ı su üstünde idi.» âyeti sorulmuş. Ve : Su neyin üstündeydi? denilmişti. Şöyle cevabladı: Rüzgârın sırtı üstündeydi.
Allah Teâlâ : «Hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için...» buyurur ki O, gökleri ve yeri tek ve ortağı olmadığı halde kendisine ibâdet etsinler diye yarattığı kullarının faydalanması için yaratmıştır. O, bunları boş yere yaratmamıştır. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurur : «Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu, küfretmiş olanların zannı-dır. Vay o küfretmiş olanlara cehennem ateşinden.» (Sa'd, 27), «Sizi boşuna yarattığımızı ve bize hiç döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur ve O, yüce Arş'm Rabbıdır.» (Mü'minûn, 115, 116), «Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.» (Zâriyât, 56).
Allah Teâlâ : «Hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için...» buyurmuş, «Hanginizin daha çok ameli olduğunu denemek için...» buyurmamış. Zîrâ amel, sırf Allah için olmadıkça, Allah Ra-sûlü (s.a.) nün şeriatı üzere olmadıkça güzel olmaz. Ne zaman bir amelde bu iki şarttan birisi bulunmazsa o amel bâtıldır ve boşa gitmiştir.
«Andolsun ki; ölümden sonra muhakkak siz yine diriltileceksiniz, desen; küfredenler mutlaka : Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdir.» âyetinde Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muham-med, sen bu müşriklere Allah'ın kendilerini nasıl ilk defa yaratmışsa aynen onun gibi ölümlerinden sonra dirilteceğini haber versen, gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu bildikleri halde kıyameti ve ba'su ba'del mevti yine de inkâr edeceklerdir. Allah Teâlâ bu hususu şu âyetlerde dile getirmektedir : «Andolsun ki; onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan; Allah diyeceklerdir.» (Zuhrûf, 87), «Andolsun ki, onlara : Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir? diye sorsan; şüphesiz «Allah'tır.» diyecekler.» (Ankebût, 61), Bütün bunlara rağmen, onlar, ilk defa yaratmadan daha kolay olmakla birlikte, kıyamet günü diriltilme ve O'na döndürülmeyi inkâr ederler. Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur : «Önce yaratan, sonra onu tekrar eden O'dur. Bu, O'nun için daha kolaydır.» (Rûm, 27), «Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir.» (Lokman, 28). Onlar: Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdir. Bu sözlerini sırf küfür ve inâdlarından söylerler ve derler ki: Diriltilmenin vuku bulacağına dâir haberini doğrulamayız, tasdik etmeyiz. Bunu ancak büyülediğin kimse kabullenir ki, ancak o senin söylediğine tâbi olur.
«Sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak: Bunu alıkoyan da ne? derler.» âyetinde Allah Teâlâ buyurur ki: Bu müşriklerin azabını ve cezalandırılmasını mahdûd bir süreyle, sayılı bir müddete kadar te'hîr edip konulmuş, belli edilmiş bir müddete kadar bununla onları tehdîd etmiş olsak, onlar yalanlama ve çabuklaştırılmasını isteme sadedinde olmak üzere : Bu azabı bizden alıkoyup geciktiren de nedir? diyeceklerdir. Zîrâ onların seciye ve tabiatları yalanlama ve şüpheye alışmıştır. Yalanlama ve şüpheden kaçacak bir yerleri yoktur.
«Ümmet» kelimesi, Kur'an ve sünnette müteaddit mânâlarda kullanılır. Ondan, «bir süre» kasdedilir. Nitekim Allah Teâlâ bu âyette : ((Sayılı bir müddete kadar.» buyurmuştur. Hz. Yûsuf hakkında da: «O ikiden kurtulmuş olan nice zaman sonra hatırladı da dedi ki...» (Yûsuf, 45) buyurmuştur. Bu kelime, uyulacak önder hakkında da kullanılır. Nitekim şu âyette böyledir. «Muhakkak ki İbrahim, başlı başına bir ümmet idi. Allah'a itaat ederdi ve bir muvahhiddi. Hiç bir zaman için müşriklerden olmamıştır.» (Nahl, 120). Din mânâsında kullanılır. Nitekim Allah Teâlâ müşriklerin şöyle dediklerini haber verir : «Doğrusu biz, babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve onların izlerinde gitmekteyiz.» (Zuhrûf, 23). Cemâat, grup hakkında kullanılır. Nitekim şu âyetlerde bu anlamdadır: «Medyen suyuna varınca davarlarını sulayan bir insan topluluğu gördü.» (Kasas, 23), «Andol-sun ki; her ümmete : Allah'a ibâdet edin ve putlardan kaçının, diye peygamberler göndermişizdir.» (Nahl, 36), «Her ümmetin bir rasûlü vardır. Onların Rasûlleri gelince aralarında adaletle hükmedilir ve asla zulme uğratılmazlar.» (Yûnus, 47). Buradaki ümmetten maksad ise mü'mini ve kâfiri ile kendilerine peygamber gönderilenlerdir. Nitekim Müslim'in Sahîh'inde rivayet edilen bir hadîste şöyle buyuru-lur : Nefsim kudret elinde olana yemîn olsun ki; bu ümmetten yahû-dî ve hıristiyan beni işitip de bana îmân etmeyen hiç kimse yoktur ki cehenneme girmesin. Tâbi olan ümmete gelince; onlar peygamberleri tasdik edip doğrulayanlardır. Nitekim Allah Teâlâ : «Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.» (Âl-i İmrân, 110) buyururken sahîh bir hadîste şöyle buyurulur : Ben : Ümmetim, ümmetim, diyeceğim. Ümmet kelimesi, fırka ve grup anlamında da kullanılır. Nitekim Allah Teâlâ şu âyetlerde buyurur ki: «Musa'nın kavminden bir topluluk da vardır ki; hakk'a irşâd ederler ve onunla hükmederler.» (A'râf, 159), «Kitab ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır.» (Âl-i İmrân, 113).5
İzahı5
İzahı
Hangimizin daha güzel ameli olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Zâten Arş'ı su üstünde idi. Yani gökleri ve yeri yaratmazdan önce Arş'ı su üstünde idi. Kâ'b el-Ahbâr der ki: Allah Teâlâ yeşil bir yakut yarattı. Sonra ona heybet nazarıyla baktı ve o titreşen su haline döndü. Sonra rüzgârı yarattı ve suyu onun üzerine koydu. Sonra Arş'ı suyun üzerine koydu.
Samure der ki: Allah Sübhânehu'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Kalemi yarattı ve yarattığı şeyleri onunla yazdı. Kıyamet gününe kadar yarattığı ve yaptığı her şeyi de onunla yazdı. Sonra o yazı, bin yıl Allah'a hamd ile tesbîh etti. Henüz Allah, yaratıklarından hiç birini yaratmamıştı.
Saîd İbn Cübeyr dedi ki: İbn Abbâs'a Allah Teâlâ'nın «Ve Arş'ı su üzerinde idi» kavli sorulup su, neyin üzerindeydi? denildi. İbn Ab-bâs; rüzgârın üzerindeydi, dedi.
Vehb İbn Münebbih der ki: Gökleri ve yeryüzünü yaratmasından önce Allah'ın Arş'ı vardı. Sonra Allah Teâlâ suyun süzmesinden bir avuç aldı. Sonra avucunu açtı, bir duman yükseldi. Sonra bundan iki günde yedi göğü yarattı. Bilâhare sudan bir çamur aldı ve onu Bey-tullah'ın olduğu yere koydu. Sonra ondan yeryüzünü yuvarladı. Sonra iki günde rızıkları yarattı. Gökleri iki günde, yeryüzünü de iki günde yarattı. Yedinci günde son yaratma işini bitirdi.
Bazı bilginler dediler ki: Bütün eşyanın yaratılıp suyun üzerinde konulmasında, Allah'ın kudretinin mükemmelliğinin delilleri vardır. Çünkü zayıf bina katı ve sağlam bir temel üzerine kurulmazsa ayakta duramaz. Öyleyse en büyük yaratık olan şu Arş gökler ve yeryüzü suyun üzerinde nasıl durur? Bu iş de Allah'ın kudretinin mükemmelliğini gösterir.
îmrân îbn Hüsayn (r.a.) der ki: Hz. Peygamberin yanına vardım ve kapıda devemi bağladım. O sırada Temîm oğullan kabilesinden bir topluluk geldi. Hz. Peygamber dedi ki: Ey Temîm oğullan müjdelerle geldiniz. Onlar da; bizi muştuladın, öyleyse bize iki defa ver, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah'ın yüzü değişti. Sonra Yemen'den bir topluluk yanma geldi. Onlara; Temîm oğulları kabul etmediğine göre ey Yemen halkı, siz muştuyu alın, buyurdu. Onlar: Kabul ettik ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Sonra; biz din konusunda senden bilgi almak ve bu dünyanın başlangıcının nasıl olduğunu sana sormak için geldik, dediler. Hz. Peygamber buyurdu ki: Allah vardı ve onunla beraber daha önce hiç bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Ve her şeyi zikirde kaydetti. İmrân İbn Hu-sayn der ki: Sonra bir adam geldi ve bana dedi ki: Ey İmrân, koş ve deveni tut. Çünkü kaçtı. Ben kalktım, devemi aradım. Bir de baktım ki önüne çit engel olmuş duruyor. Allah'a yemin ederim ki; devem kaçmamış olsaydı da ben oradan kalkmamış olsaydım. Bunu çok arzu ederdim.
Ebu Rezîn el-Akîlî: Ey Allah'ın Rasûlü, yaratıkları yaratmazdan önce Rabbımız neredeydi? dedi. Rasûlullah buyurdu ki: O, amâ'da idi. Onun üstü hava, altı hava idi. Arş/mı suyun üzerinde yaratmıştı. Tirmizî bu hadîsi tahrîc eder. Ahmed İbn Hanbel ise der ki: Amâ'dan maksad; O'nunla beraber hiç bir şey yoktu, demektir. Ebu Bekr el-Beyhâkî, el-Esmâ ve's-Sıfât isimli eserinde; Hz. Peygamberin, Allah vardı ve O'ndan önce hiç bir şey yoktu, sözü ile ilgili olarak şöyle der : Ne su vardı, ne Arş vardı, ne de bu ikisinin dışında bir şey. Arş'ı suyun üzerindeydi, kavli ile de suyu yarattı ve suyun üzerine Arş'ı koydu, demek istediğini söyler. Sonra her şeyi zikire kaydetti. Ben Amâ kelimesini medli olarak harekelenmiş biçimde kitapta gördüm. Aslında memdûd olarak amâ diye yazılır ve mânâsı ince bulut demektir. Hz. Peygamber (tama» kavli ile bulutun üzerinde onu yönetiyor ve onun üzerinde bulunuyordu, demek istemiştir.1.. Üzerinde hava yoktu. Yani bulutun üzerinde hava yoktu. Altında hava yoktu, sözü de bulutun altında hava yoktu, demektir. Denildi ki: Bu amâ kelimesi maksûr olarak yazılır. Ve böyle yazılınca da sabit hiç bir şey yoktu, anlamına gelir. Çünkü yaratılışdan kör edilmiş mânâsını taşır. Yaratılıştan görülmeyen şey olmadığı için görülmez. Sanki Allah'ın Rasûlü cevabında şöyle buyurmuştur : Allah yaratıklarını yaratmazdan önce vardı ve O'ndan başka hiç bir şey yoktu. Üzerinde de hava yoktu, altında da hava yoktu sözünden maksad, amâ'mn üzeridir. Yani hiç bir şey olan amâ'mn üzerinde hava yoktu, altında da hava yoktu, demektir. Çünkü bir şey olmayınca onun üzerinde veya altında hava durmaz. Allah en iyisini bilendir.
İbn el-Esîr der ki: Lugatta amâ; ince buluttur. Kesîf buluttur dendiği de olmuştur. Denildi ki: Bu; kabarcık anlamına gelir:.. Bazılarından nakledilir ki maksûr elifle yazılan amâ zekânın kavrayamadığı her şey demektir.6
9 — Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra onu geri alırsak; andolsun ki o, pek ümitsiz, pek nankör olur.
10 — Şayet başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak: Kötülükler başımdan gitti, der, şıma-rır ve öğünür.
11 — Sâdece sabredip de güzel ameller işleyenlere; işte onlara mağfiret ve büyük ecîr vardır.
İnsan Psikolojisi6
İnsan Psikolojisi
Allah Teâlâ, Allah'ın merhamet buyurduğu inanan kulları müstesna olmak üzere insanı ve ondaki zemmedilmiş, kötü sıfatları haber veriyor. Bir nimetten sonra ona bir zorluk dokunduğu zaman geleceğe nisbetle hayırdan ümit kesme, geçmiş haline nisbetle ise bir küfür ve inkâr meydana gelir. Sanki o, hiç bir hayır görmemiş ve bundan sonra da hiç bir açıklık, ferahlık ummaz haldedir. Aynı şekilde bir musibetten sonra ona bir nimet ulaştığında : «Kötülükler başımdan gitti, der.» Bundan sonra bana ulaşacak hiç bir eziyyet ve kötülük kalmadı, der. O, elindekilerle şımarmış, başkalarına karşı şımarık ve övüngen olmuştur. Allah Teâlâ buyurur ki: «Sâdece (zorluklara, musibetlere) sabredip de (afiyet ve bolluk halinde) güzel ameller işleyenler; işte onlara (kendilerine dokunan sıkıntıya mukabil bir) mağfiret ve (bolluk zamanlarında işlemiş olduklarına karşılık da) büyük bir ecîr vardır.» Nitekim bir hadîste şöyle buyurulur : Nefsim kudret elinde olana yemîn ederim ki kendisine batan bir dikene varıncaya kadar mü'min kişinin başına bir üzüntü, bir keder, bir dert ve hastalık, bir hüzün gelmez ki Allah Teâlâ onlarla onun hatâlarından bir kısmım bağışlamış olmasın. Buhârî ve Müslim'de bulunan bir hadîste ise şöyle buyurulur:
Mü'minin işine şaşılır. Onun bütün işleri hayırdır ve bu özellik sâdece mü'mine mahsûstur. Şayet ona bir ferahlık gelirse; şükreder ve bu onun için hayır olur. Şayet kendisine bir sıkıntı dokunursa; sabreder de bu da onun için hayır olur. Bu, mü'min dışında kimse için değildir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur: «Asr'a andolsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak îmân edenler ve sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.» (Asr, 1-3), «Gerçekten insan, hırsına düşkü» yaratılmıştır. Başına bir fenalık gelince, feryadı basandır. Kendisine hayır dokununca da çok cimridir. Ancak namaz kılanlar müstesna.» (Meâric, 19-22).7
12 — Belki de sen; ona bir hazîne indirilmeli veya yanında bir melek gelmeli değil miydi? demelerinden ötürü sana vahyolunanların bir kısmını terkedecek olursun. Sen, ancak bir uyarıcısın. Ve Allah, her şeye Vekil' dir.
13 — Yoksa: «Onu kendisi uydurdu» mu? diyorlar. De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, haydi onun sûrelerine benzer uydurma on sûre meydana getirin, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.
14 — Size cevab veremezlerse bilin ki; o, ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh yoktur. Hâlâ müslüman olmuyor musunuz?
Allah Teâlâ'nın da haber verdiği üzere O, peygamberi hakkında müşriklerin söylemiş oldukları sözler ve inâdlaşmalan hususunda elçisi (s.a.) ni teselli buyuruyor. Allah Teâlâ bir âyette müşriklerin Hz. Peygamber hakkında şöyle dediklerini haber verir: «Bu nasıl peygamberdir ki; yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya. Yahut kendisine bir hazîne verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya. O zâlimler dediler ki: Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.» (Furkân, 7-8). Allah Teâlâ elçisi (s.a.) ne emredip onlann söyledikleri bu sözlerden dolayı kalbinin daralmamasını, bundan dolayı üzülmemesini, bunların kendisini gece ve gündüz Allah'a götüren dayanaklardan caydırmamasını tavsiye ediyor. Nitekim başka bir âyette : «Andolsun ki, onlann söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz. Sen hemen Rabbını hamd ile tesbîh et. Ve secde edenlerden ol. Ve sana yakın gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» (Hicr, 97-99) buyururken, burada da şöyle buyurur: Bu sözleri söylemelerinden senin kalbin daralır ve sana vah-yolunan şeylerin bir kısmını terkedecek olursun. Sen ancak bir uyarıcısın. Senden önceki peygamber kardeşlerin sana bir Örnektir. Onlar da yalanlandılar ve eziyyet edildiler. Onlar, kendilerine Allah'ın yardımı gelinceye kadar sabrettiler.
Sonra Allah Teâlâ, Kur'an'ın i'câzına işaret buyurur. Beşer hiç bir şekilde onun bir benzerini, onun sûreleri gibi on sûreyi, onunki gibi bir sûreyi getirmeye güç yetiremez. Zîrâ Rabbın sözü; yaratıkların sözüne benzemez. Nitekim sıfatlan sonradan olanların sıfatlarına benzemediği gibi, O'nun zâtına da hiç bir şey benzemez. Yücedir, Mukaddestir, Münezzehtir, O'ndan başka ilâh ve O'nun dışında Rab yoktur.
«Size cevab veremezlerse, sizin çağırmış olduğunuz muârazaya güç yetiremez ve karşı duramazlarsa; biliniz ki onlar, bundan âcizdirler. Muhakkak ki bu kelâm, Allah katında O'nun ilmini, emir ve yasakla-nnı içerir halde indirilmiştir.» O'ndan başka ilâh yoktur. Hâlâ müslüman olmuyor musunuz?8
15 — Kim, dünya hayatını ve onun süsünü isterse; onlara amellerinin karşılığım burada tamamen öderiz. Onlar bu hususta hiç bir zarara da uğratılmazlar.
16 — Onlar, öyle kimselerdir ki; âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri ameller boşa gitmiştir. Yapageldikleri zâten bâtıldır.
Bu âyet hakkında îbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: Muhakkak ki riyakârlar, iyiliklerinin karşılığını bu dünyada alırlar. Şüphesiz onlar, zerre miktar haksızlığa uğratılmazlar.
O, buyurur ki: Kim oruç, namaz veya geceleyin teheccüd namazı gibi sâlih ameller işler ve bunu yegâne dünyayı isteyerek yaparsa Allah Teâlâ : Dünyada onun istemiş olduğu sevabı, karşılığı ona tam olarak veririm, buyurur. Dünyayı isteyerek yapmış olduğu ameli böylece boşa gitmiştir. O, âhirette hüsrana uğrayanlardandır. Mücâhid, Dah-hâk ve bir çoklarından da böyle rivayet edilmiştir. Enes İbn Mâlik, âyetin Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olduğunu söylerken, Mücâhid ve başkaları da riyakârlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Katâde der ki: Kimin düşüncesi, üzüntüsü, düşkünlüğü, isteği ve niy-yeti dünya olursa; Allah Teâlâ, onun iyiliklerinin karşılığını dünyada verir. Sonra karşılığı verilecek bir iyiliği olmadığı halde âhirete götürülür. Mü'mine gelince; iyiliklerinin karşılığını dünyada görür, bunlara karşı âhirette de sevaba nâü olur. Bu husus, yukandakine benzer şekilde merfû' bir hadîste de belirtilmiştir.
Allah Teâlâ, başka âyetlerde de şöyle buyurur: «Kim, geçici dünyayı isterse; onun için oradan dilediğimiz kadar dilediğimiz kimseye hemen veririz. Sonra onun için cehennemi hazırlarız. O, kötülenmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Kim de âhireti isterse ve onun için inanmış olarak gerekli çabayı gösterirse; işte onların çabalan şükre değerdir. Her birine, bunlara da onlara da Rabbının nimetinden ulaştırırız. Rabbının nimeti kimseye engellenmiş değildir. Bak nasıl onları birbirine üstün kıldık. Elbette ki âhiret, dereceler bakımından da büyüktür, üstünlük bakımından da.» (İsrâ, 18-21).
«Kim, âhiret kazancını isterse; onun kazancım artırırız. Kim de, dünya kârını isterse; ona da bundan veririz. Âhirette ise onun (başkaca) hiç bir nasibi yoktur.» (Şûra, 20).9
med (s.a.) Allah'ın risâletini tebliğ etmişlerdir. Cibril Muhammed'e, Muhammed de ümmetine tebliğ etmişlerdir.
Burada kasdedilenin Hz. Ali olduğu da söylenmişse de bu, zayıf bir görüş olup söyleyeni dahi belli değildir. Birinci ve ikinci açıklama doğru olandır. Zâten mü'minin fıtratı, icmâlî olarak şeriata şâhiddir. Tafsilâtı, uzun uzadıya açıklanması ise şeriattan alınır ve fıtrat onu doğrulayıp îmân eder. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Rabbmdan açık bir delili bulunan, ardınca da Rabbı tarafından bir şâhid gelen...» buyurmuştur ki; bu, Kur'an olup Cibril onu Hz. Peygamber (s.a.) e, peygamber Muhammed de ümmetine tebliğ edip ulaştırmıştır.
Sonra Allah Teâlâ: «Ondan önce de Musa'nın rehber ve rahmet olan kitabını tasdik eden...» buyurur ki, Kur'an'dan önce Musa'nın kitabı vardır ve o da Tevrat'tır. Allah Teâlâ Tevrat'ı o ümmete kendisine uyulacak bir önder, bir rehber ve Allah katından onlara bir rahmet olarak indirmiştir. Kim ki ona gerçekten îmân ederse; o kimseyi Kur'an'a îmân etmeye götürür. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «İşte onlar, Kur'an'a inanırlar.» buyurmuştur. Daha sonra Allah Teâlâ, Kur' an'ı veya onun bir kısmını inkâr edenleri tehdîdle şöyle buyurur : «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yer ateştir.» Müşrik olsun, kitab ehli olsun, başkaları olsun renkleri, şekilleri, cinsleri değişik olmakla beraber diğer bütün âdemoğulları cemiyetlerinden, Kur' an'ın kendisine ulaşıp da Kur'an'ı inkâr edenin varacağı yer ateştir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde: «Bu Kur'an; bana sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu.» (En'âm, 19), «De ki: Ey insanlar; ben gerçekten Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.» (A'râf, 158) buyururken burada da: «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yeri ateştir.» buyurmuştur.
Müslim'in Sahîh'inde Şu'be kanalıyla... Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) den rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemin olsun ki yahûdî veya hıristi-yan olsun, bu ümmetten bir kimse beni işitir de sonra bana îmân etmezse ateşe girer.
Eyyûb esHSahtiyânî, Saîd İbn Cübeyr'in şöyle dediğini nakleder: Gerektiği şekilde Allah Rasûlü (s.a.) nün hiç bir hadîsini işitmemişim-dir ki onun bir isbâtım —veya tasdikini demiştir— bir delilini Kur' an'da bulmuş olmayayım. Bana ulaştığına göre Allah Rasûlü (s.a.) : Yahûdî veya hıristiyan olsun, bu ümmetten beni işitip de bana îmân etmeyen mutlaka ateşe girer, buyurmuş. (Kendi kendime) : Bunun Allah'ın kitabında isbâtı, delili nerededir? diye konuşmaya başladım. Allah Rasûlü (s.a.) nden işitip de tasdikini Kur'an'da bulamadığım hemen hemen yok gibidir. Nihayet şu âyeti buldum : «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yeri ateştir.» Burada kasdedilen güruh, diğer bütün dinlerden olanlardır.
Allah Teâlâ: «Senin de bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rab-bm tarafından gelen bir gerçektir.» buyurur ki; Kur'an, Allah katından gelen bir gerçektir, onda hiç bir şek ve şüphe yoktur. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurur: «Elif, Lâm, Mîm. Şüphe götürmeyen kitabın indirilmesi âlemlerin Rabbmdandır.» (Secde, 1-2), «Elif, Lâm, Mîm. İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur.» (Bakara, 1-2). Allah Teâlâ burada : «Ama insanların bir çoğu inanmazlar.» buyurur ki; başka âyetlerde de şöyle buyurmuştur : «Sen ne kadar hırs göstersen de yine insanların çoğu inanmazlar.» (Yûsuf, 103), «Eğer sen, yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyarsan; seni Allah'ın yolundan saptırırlar.» (En'âm, 116), «Andolsun ki, İblîs, onlar hakkındaki zarınım gerçekleştirmiş ve mü'minlerden bir topluluk hâriç ona tâbi olmuşlardı.» (Sebe, 20).10
18 — Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim vardır? Bunlar Rablarmm huzuruna götürülürler ve şâ-hidler: Rablarına yalan uyduranlar bunlardır, derler. Bilin ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerinedir.
19 — Onlar ki Allah yolundan alıkorlar. Ve o yolu eğriltmeye çalışırlar. Ve âhireti inkâr edenler de onlardır.
20 — Bunlar yeryüzünde âciz bırakacak olanlar değillerdir. Allah'a karşı duracak yardımcıları da yoktur.
Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar, işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi de.
21 — Kendilerini kayba uğratanlar, işte bunlardır. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiştir.
22 — Şüphesiz âhirette büsbütün kayba uğrayanlar da bunlardır.
Allah'ın Yolundan Alıkoyanlar8
Allah'ın Yolundan Alıkoyanlar
Allah Teâlâ burada Zâtına karşı yalan uyduranların âhiret yurdunda melekler, peygamberler, diğer beşer ve cinlerin huzurunda rüs-vây olacaklarını beyân buyurur. Nitekim İmâm Ahmed der ki: Bize Behz ve Affân'ın... Safvân İbn Mihrez'den rivayetlerine göre; o, şöyle anlatmıştır: İbn Ömer'in elini tutmuştum. Birden karşısına bir adam çıktı ve : Kıyamet günü necvâ (Rabb ile kulun gizlice konuşması) hakkında Allah Rasûlü (s.a.) nün nasıl buyurduğunu işitmiştin? diye sordu. İbn Ömer şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.) nün şöyle buyurduğunu işittim:
Allah Teâlâ Mü'mini yaklaştırır ve onun üzerine affını, bağışlamasını koyar. Ona günâhlarını ikrar ettirip der ki : Şu günâhı biliyor musun? Palan günâhı biliyor musun? Falan günâhı biliyor musun? Kul iki defa : Biliyorum Rabbım, biliyorum Rabbım, der. İşte o zaman Allah Teâlâ : Muhakkak ki Ben, bunları dünyada gizlemiştim. Bu gün ise onları sana bağışlıyorum, buyurur, sonra iyiliklerinin kitabı durulur. Diğerlerine veya kâfirler gelince; bütün yaratıkların huzurunda : Rablanna yalan uyduranlar bunlardır, diye nida olunur. Hadîsi, Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde Katâde'den tahrîc etmişlerdir.
Allah Teâlâ: «Onlar ki Allah yolundan alıkorlar. Ve o yolu eğriltmeye çalışırlar.» buyurur ki; onlar, insanları Allah'a ulaştıran hidâyet yoluna girmekten, hakka tâbi olmaktan alıkoyup çevirirler. Onları cennetten uzaklaştırırlar. «Ve o yolu eğriltmeye çalışırlar.» Yolların eğri büğrü olmasını, i'tidâl üzere ve doğru olmamasını isterler. «Ve âhi-reti, âhiretin meydana geleceğini, olacağını inkâr edenler de onlardır. Bunlar yeryüzünde âciz bırakacak olanlar değillerdir. Allah'a karşı duracak yardımcıları da yoktur.» Bilakis onlar; Allah'ın kahrı, galebesi, kabzası ve hükümranlığı altındadırlar. O, âhiretten önce dünya yurdunda onlardan intikam almaya güç yetiricidir. «Sâdece gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları te'hîr etmektedir.» (İbrâhîm, 42). Buharı ve Müslim'de bulunan hadîste :
Muhakkak ki Allah Teâlâ zâlime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığında asla kurtulmaz, buyurulmuştur. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ : «Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar, işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi.» buyurmuştur ki; onlara kulaklar, gözler ve kalbler vermiştir. Ama kulakları, gözleri ve kalbleri onlara hiç bir fayda sağlamamış, aksine onlar hakkı işitmekten sağır, hakka tâbi olmaktan kör olmuşlardır. Nitekim Allah Teâlâ, onlann ateşe girerken şöyle diyeceklerini haber verir : «Eğer kulak vermiş veya düşünmüş olsaydık, bu çılgın cehennemlikler arasında bulunmazdık.» (Mülk, 10). Başka bir âyette ise şöyle buyurur : «Küfredip Allah yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yaptıklarından dolayı azâb üstüne azâb artırırız.» (Nahl, 88). Yine bu sebepledir ki onlar, terketmiş oldukları her bir emir ve işlemiş oldukları her bir yasaktan dolayı azaba dûçâr kalacaklardır. Görüşlerin en sıhhatlisine göre; onlar, âhiret yurduna nisbetle emir ve yasaklanyla şeriatların fürûu ile de mükelleftirler.
Allah Teâlâ : «Kendilerini kayba uğratanlar, işte bunlardır. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiştir.» buyurur ki, onlar, gerçekten kendilerine yazık etmişlerdir. Zîrâ onlar; yakıcı, kızgın bir ateşe girmişlerdir. Orada azâb edilecekler, göz açıp kapayıncaya kadar bile cehennem azabı onlardan çekilmeyecektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur; «O ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız.» (îsrft, 97).
«Allah'ın dışında uydurmuş oldukları eşler ve putlar da kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.» Onlara bir fayda vermemiş, aksine onları büsbütün zarara uğratmışlardır. Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur: «İnsanlar bir araya getirildikleri zaman bunlar, onlara düşman kesilirler. Ve onlann tapınmalarım inkâr ederler.» (Ahkâf, 6), <(Onlar, kendilerine güç kazandırsın diye Allah'ı bırakarak tanrılar edindiler. Hayır, aleyhlerine döneceklerdir.» (Meryem, 82-83). İbrâhîm Halîl de kavmine şöyle demişti: «Dünya hayatında Allah'ı bırakıp aranızda putları dostluk vesilesi kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize küfreder ve karşılıklı la'net okursunuz. Varacağınız yer ateştir, yardımcılarınız da yoktur.» (Ankebût, 25). Allah. Teâlâ başka bir âyette de şöyle buyurur : «O zaman uyulanlar, uyanlardan uzaklaşmış ve azabı görmüş oldular. Aralarındaki bütün bağlar kopmuştu.» (Bakara, 166) Bu ve başka âyetler onların hüsranda olduklarına, büsbütün kaybedeceklerine ve helak olacaklarına delâlet etmektedir. Bu sebepledir ki burada da : «Şüphesiz âhirette büsbütün kayba uğrayanlar da bunlardır.» buyurmuş ve onların durumlarını açıklamıştır. Onlar, âhi-ret yurdundaki alış-verişte insanların en fazla kayba uğrayanlarıdır. Zîrâ onlar yüce dereceleri bırakmış, alçak dereceleri almışlardır. Cennet nimetleri yerine kaynak suyu, misk kokulu, ağzı kapalı saf bir içecek yerine insanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su ile kara bir dumanın gölgesini; huri iyn yerine kanlı irinden bir' yiyeceği, yüce köşkler yerine cehennem çukurunu, Rahmân'a yakınlık ve O'nu görme yerine Deyyân olan Allah'ın öfkesi ve azabını bedel olarak almışlardır. Hiç şüphe yok ki âhirette en fazla zarar gören, kayıpta olanlar bunlardır.11
(en-Nazar îlallâh) içermektedir. Onlar; bu durumda ebedî kalacaklar, ölmeyecekler, ihtiyarlamayacaklar, hastalanıp uyumayacaklar, büyük abdeste çıkmayacaklar, tükrük ve sümükleri olmayacaktır. Bunlar sâdece misk kokan bir ter olarak kendilerinden çıkacaktır.
Sonra Allah Teâlâ, kâfirlerle inananlara bir misâl verir ve buyurur ki: Bu iki zümre; Allah Teâlâ'nın mutsuzlukla nitelendirdiği kimselerle, mutlu kişiler olan mü'minlerin durumu şöyledir: Birincileri kör ve sağır, ikincileri ise gören ve işiten gibidir. Kâfir, dünyada gerçek hakkı görmekten kördür. Âhirette ise hayra yol bulamaz ve onu bilemez. Hüccetleri işitmekten sağırdır, faydalanacağı şeyi işitemez. «Şayet Allah, onlarda bir hayır görseydi; onlara işittirirdi. Eğer işittirmiş olsaydı; yine de yüz çevirenler olarak arkalarını dönerlerdi.» (Enfâl, 23). Mü'mine gelince : Zekî, anlayışlı, akıllı, hakkı görendir. Hak ile bâtılı birbirinden ayırır ve hayra tâbi olup şerri terkeder. Hüccet işitendir. Onunla şüpheyi birbirinden ayırır ve bâtıla rağbet etmez. Hiç bu ve diğeri birbirine eşit olur mu?
«Hâlâ ibret almıyor musunuz?» İbret alıp bunlarla diğerlerini birbirinden ayıramıyor musunuz? Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur : «Cehennem ashabı ile cennet ashabı bir değildir. Cennet ashabı; işte onlardır kurtuluşa erenler.» (Haşr, 20). «Kör ile gören bir değildir. Karanlıklarla aydınlık da (bir değildir). Gölgelik ile sıcaklık da bir değildir. Diriler ile ölüler de bir değildir. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. Sen, ancak bir uyarıcısın. Muhakkak ki Biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, ona uyarıcı gelmiş olmasın.» (Fatır. 19-24).12
25 — Gerçekten Nuh'u da kavmine göndermiştik. Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
26 — Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin. Doğrusu ben, hakkınızda acıklı bir günün azabından korkuyorum.
27 — Bunun üzerine kavminden küfredenlerin ele basıları dediler ki : Biz, senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İçimizde sâdece ayak takımının, başlangıçta düşünmeden sana uydukları gözümüzün önündedir. Sizin bize üstün bir meziyyetinizi görmüyoruz. Aksine Biz sizi yalancılar sanıyoruz.
Hz. Nûh ve Kavmi10
Hz. Nûh ve Kavmi
Allah Teâlâ, Nûh (a.s.) dan haber veriyor. O, Allah Teâlâ'nm yeryüzü halkından putlara tapan müşriklere göndermiş olduğu ilk elçidir. O, kavmine : Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Eğer Allah'tan başkasına tapınacak olursanız; sizi başınıza gelecek Allah'ın azabı hususunda uyarıyorum. Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin. Doğrusu ben, hakkınızda acıklı bir günün azabından korkuyorum. Eğer içinde bulunduğunuz halde devam edecek olursanız, azâblandırılmanızdan korkuyorum, demişti. Bunun üzerine kavminden küfredenlerin elebaşları ve reisleri dediler ki: Biz, senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Sen bir melek değilsin. Fakat bir beşersin. Nasıl oluyor da bizim dışımızda sana vahyolunuyor? Sonra görüyoruz ki sana içimizde sâdece terziler, alış-veriş yapanlar —sokaktaki değersiz kimseleri kasdediyorlar— ve benzerleri tâbi oluyor. Eşraf ve ileri gelenler sana tâbi olmuyorlar. Sonra sana tâbi olanlar düşünüp, taşınıp, görüp öyle tâbi olmuş değiller. Aksine mücerred senin davetin ile sana icabet edip tâbi olmuşlardır. Onların, başlangıçta düşünmeden sana uydukları gözümüzün önündedir. Bu dininize girdiğinizden bu yana yaratılış, ahlâk, nzık ve durumca sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmedik. Biz kendiniz için iddia etmiş olduğunuz iyilik, salâh, ibâdet ve şayet varacak olursanız âhiret yurdunda mutluluk iddianızda sizi yalancı sanıyoruz.
Bunlar, kâfirlerin Nûh (a.s.) ve ona tâbi olanlara itirazlarıdır. Bunlar onların 'bilgisizliklerine, ilim ve akıllarının azlığına delâlet eder. Zîrâ Hakk'a tâbi olanların aşağı tabakadan olmaları, hak için bir âr ve ayıp değildir. Muhakkak ki tâbi olanları eşraftan veya ayak takımından olsun hak, hadd-i zâtında sıhhatli ve doğrudur. Onların iddialarının aksine hakkında hiç bir şek ve şüphe olmayan hakka tâbi olanlar; işte onlar, fakîr dâhi olsalar şereflilerin ta kendileridir. Zengin dâhi olsalar ona tâbi olmamakta ayak direyenler; işte onlar rezîl, pespaye kimselerdir. Sonra çok kere vuku bulan, insanların zayıflarının hakka tâbi olmasıdır. Şerefli ve büyük kimseler hakkında çok kere vuku bulan da hakka muhalefettir. Nitekim Allah Teâlâ, bir âyet-i kerî-me'de şöyle buyurur : «Senden önce de herhangi bir kasabaya bir uyarıcı gönderdiğimiz vakit; o kasabanın varlıklıları sâdece dediler ki: Doğrusu biz, babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve onların izlerinde gitmekteyiz.» (Zuhruf, 23). Rûm kralı Hirakl, Ebu Süfyân Sahr İbn Harb'e Hz. Peygamber (s.a.) in sıfatlarından sorduğunda : Ona tâbi olanlar insanların şereflileri mi yoksa zayıfları mı? diye sormuştu. Ebu Süfyân'ın : Bilâkis zayıfları, cevabı üzerine de : Fakirler, rasûl-lerin tabiileridir, demiştir.
Onların : «Başlangıçta düşünmeden sana uydukları gözümüzün önündedir.» demeleri de bir ayıp değildir. Zîrâ hak, bedîhî olduğ 'ndan düşünmeye gerek ve mahal kalmaz. Bilakis her temiz ve zekî kişiye düşen, hemen hakka tâbi olmakdır. Burada ancak beceriksiz, âciz ve ahmaklar düşünürler. Bütün peygamberler —Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun— son derece açık bir iş getirmişlerdir. Bir hadîste rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kimi İslâm'a davet etmişsem, onun bir tereddüdü oldu. Ancak Ebube-kir müstesna. Zîrâ o, ne tereddüd etti ve ne de düşündü. Çünkü o, son derece açık ve büyük bir işi görmüş ve sür'atle ona koşmuştur.
Allah Teâlâ : «Sizin bize üstün bir meziyyetinizi görmüyoruz.» dediklerini haber verir. Evet, onlar bunu görmüyorlardı. Zîrâ hakka karşı kör olup, onu işitmiyor ve görmüyorlardı. Aksine onlar, şüpheleri içinde gidip geliyor, bilgisizlik karanlıklarında bocalıyorlardı. Onlar; müfteriler, yalancılar, nasîbsizler ve alçak kimselerdi. Âhirette ise, en ziyâde kayıpta olanlar onlardır.13
28 — Nuh dedi ki: Ey kavmim, eğer Rabbım tarafından bir delilim bulunur ve O, katından bana ihsan eder de bunlar sizden gizli kalırsa; onu istemediğiniz halde size zorla mı kabul ettireceğiz?
Allah Teâlâ, Nuh'un kavmine şöyle cevab verdiğini haber veriyor : Ey kavmim, eğer Rabbım tarafından bir delilim bulunur ve ben kesin bilgi, apaçık bir iş, gerçek ve doğru bir peygamberlik —ki o, hem Nûh ve hem de onlara Allah'ın büyük bir rahmetidir— üzere olursam ve bunlar da size gizli kalır, ona ulaşamaz, onun kadrim bilmez, aksine onu yalanlamaya ve reddetmeye koşarsanız; onu istemediğiniz halde, size zorla mı kabul ettireceğiz?14
29 — Ey kavmim; buna karşılık olarak sizden hiç bir mal istemiyorum. Benim ücretim yalnız Allah'a aittir. îna-nanları da kovacak değilim. Çünkü onlar, Rablarına kavuşacaklardır. Ne var ki ben, sizi câhil bir kavim olarak görüyorum.
30 — Ey kavmim; ben onları kovarsam beni Allah'a karşı kim savunur? Hâlâ düşünmüyor musunuz?
Hz. Nûh (a.s:) kavmine şöyle diyor: Size olan nasîhatıma karşılık sizden bir mal, bir ücret istemiyorum. Ben ecrimi ancak Allah'tan diliyorum. İnananları da kovacak değilim. Sanki onlar, Hz. Nûh(a.s.) dan inananları yanından kovmasını istemişlerdi. Onlarla beraber oturmayı soyluluk ve ihtişamları ile bağdaştıramıyorlardı. Nitekim onların benzerleri de, rasûllerin sonuncusu (s.a.) ndan yanında bulunan zayıf kimseler topluluğunu yanlarından uzaklaştırmasını ve kendileriyle özel bir mecliste oturmasını istemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyetleri indirmişti: «Sabah akşam Rabblarına, rızasını dileyerek dua edenleri kovma.» (En'âm, 52), «Sabah akşam Rablannm nzâsını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini onlardan ayırma.» (Kehf, 28). Allah Teâlâ başka bir âyette de şöyle buyurur: «Biz, böylece onların bir kısmını bir kısmıyla denedik ki: Aramızdan Allah bunlara mı lütfetti? desinler. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil midir?» (En'âm, 53).15
31 — Ben size : Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Meleğim de demiyorum. Hor gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir de demiyorum. İçlerinde olanı en iyi bilen Allah'tır. Yoksa ben de zâlimlerden olurum.
Hz. Nûh onlara, Allah'ın izni ile kendilerini tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdete çağıran Allah'ın bir elçisi olduğunu haber veriyor. Bundan dolayı onlardan bir ücret de istemiyor. Bilakis o, şerefli olsun, değersiz olsun kime rastlarsa Hakk'a davet ediyor. O'na icabet eden kurtulmuştur. Sonra onlara haber veriyor ki, Allah'ın hazîneleri üzerinde tasarrufa gücü yoktur. Allah'ın muttali kılmış oldukları dışında gaybı da bilmemektedir. O meleklerden bir melek de değildir. Aksine risâletle gönderilmiş, mucizelerle desteklenmiş bir beşerdir. O diyor ki: Şu sizin küçümseyip hor gördükleriniz var ya; işte îmânları sebebiyle Allah katında onların bir sevabı yoktur da demiyorum. Zîrâ onların içlerinde-kini en iyi bilen Allah'tır. Eğer dış durumlarında olduğu gibi içlerinden de îmân etmiş iseler onlar için en güzel karşılık, mükâfat vardır. Onlar îmân ettikten sonra her kim, onlara bir kötülük ederse; zâlim ve hakkında bilgisi olmadığı bir sözü söylemiş olur.16
32 — Onlar dediler ki : Ey Nûh; bizimle tartıştın, çok uğraştın, doğru sözlü isen haydi tehdîd ettiğin şeyi getir.
33 — Dedi ki : Onu size dilediği takdirde ancak Allah getirir. Ve siz, O'nu asla âciz bırakamazsınız.
34 — Allah sizi azdırmak isterse; ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz, Rabbınız O'dur. O'na döndürüleceksiniz.
Allah Teâlâ, Hz. Nuh'un kavminin Allah'ın intikamına, azabını ve öfkesinin acele olarak gelmesini istediklerini haber veriyor. Belâ ve musibet ise konuşmaya bağlıdır. Onlar dediler ki: Ey Nuh; bizimle tartıştın, çok uğraştın. Biz sana tâbi olmayacağız. Eğer doğru sözlü isen haydi bakalım bizi tehdîd etmiş olduğun azâb ve intikamı getir. Bizim için dilediğin bedduada bulun, bize va'detmiş olduğunu getir. Dedi ki: Onu size dilediği takdirde ancak Allah getirir. Ve siz, O'nu asla âciz bırakamazsınız. Sizi cezalandıracak ve azabı hemen getirecek olan sizin kendisini hiç bir şeyle âciz bırakamayacağınız Allah'tır. «Allah sizi azdırmak isterse; ben, size öğüt vermek istesem de faydası olmaz.» Şayet Allah Teâlâ sizi azdırmak ve helak etmek istemişse; size dini teb-lîğ etmem, sizi sakındırmam ve size nasihat etmem ne fayda getirecek? «Rabbınız O'dur. O'na döndürüleceksiniz.» İşlerin dizgini O'nun elindedir. O, asla zulmetmeyen adaletli hâkim ve tasarruf sahibidir. Yaratma ve işler O'nundur. İlk defa yaratan yoktan varedip açığa çıkaran ve sizleri kendine döndürecek olan O'dur. Dünya ve âhiretin mâlikidir.17
35 — Yoksa; «onu kendiliğinden uydurdu» mu derler? De ki : Ben bunu uydurduysam vebali banadır. Oysa ben, sizin işlediğiniz günâhlardan tamamen uzağım.
Burası bu kıssanın ortasında bir ara cümlesi ve sözüdür. Bu, kıssayı te'kîd ve gönüllere yerleştirmek üzere getirilmiştir. Allah Teâlâ Muhammed (s.a.) e şöyle buyurur: Bu inkâr eden kâfirler, yoksa bunu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? «De ki: Ben bunu uydurduysam vebali banadır. (Bunun günâhı benim üzerimedir.) Oysa ben, sizin işlediğiniz günâhlardan uzağım.» Bunlar, uydurulmuş değildir. Zî-râ ben, Allah'a karşı yalan söyleyenler hakkında Allah katındaki azabı en iyi bilenim.18
36 — Nuh'a vahyolundu ki : Senin kavminden îmân edenlerden başkası asla inanmayacaktır. Bunun için onların işlediklerine üzülme.
37 — Gözetimimiz altında sana bildirdiğimiz gemiyi yap. Zulmedenler için Bana bir şey söyleme. Çünkü onlar, suda boğulacaklardır.
38 — Gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla eğlenirlerdi. O da dedi ki: Bizimle alay ediyorsunuz, ama sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.
39 — Rüsvây edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kime ineceğini göreceksiniz.
Gemi Yapılıyor12
Gemi Yapılıyor
Allah .Teâlâ haber veriyor ki; Nuh'un kavmi, Allah'ın intikamı ve onlara azabının çarçabuk gelmesini istediklerinde, Allah Teâlâ ona vahyetti. Nûh (a.s.) onlara Allah Teâlâ'nın : «Rabbım, kâfirlerden yeryüzünde yurt tutan hiç bir kimse bırakma.» (Nûh, 26), «O da Rabbı-na yalvarmış : Ben yenildim, bana yardım et, demişti.» (Kamer, 10) âyetlerinde haber vermiş olduğu bedduasını etti. İşte o zaman Allah Teâlâ, kendisine şöyle vahyetti: «Senin kavminden îmân edenlerden başkası inanmayacaktır. Bunun için onların işlediklerine üzülme. Gözetimimiz altında sana bildirdiğimiz ve ne yapacağını öğrettiğimiz şekilde gemiyi yap. Zulmedenler için Bana bir şey söyleme. Çünkü onlar, suda boğulacaklardır.»
Seleften birisi der ki: Allah Teâlâ Hz. Nuh'a ağaçlan parça parça kesmesini ve kurutmasını emretti. Bunlar, yüz senede oldu. Diğer bir yüz senede de yontup düzeltti. Bunun kırk senede olduğu da söylenmiştir ki en doğrusunu Allah bilir. Muhammed İbn îshâk'm naklen zikrettiğine göre : Allah Teâlâ Hz. Nuh'a gemiyi sac ağacı (siyah, sert mo bilyalık kereste) den yapmasını, uzunluğunu 80 kulaç, genişliğini de 50 kulaç yapmasını, iç ve dışını ziftlemesini, suyu yarması için ona meyilli bir göğüs yapmasını emretti. Katâde geminin uzunluğunun 300, genişliğinin de 50 kulaç olduğunu söyler. Hasan'dan rivayete göre, geminin uzunluğu 600 kulaç, genişliği de 300 kulaçtı.
Yine Hasan ve İbn Abbâs'dan rivayete göre geminin uzunluğu 1.200 kulaç, genişliği de 600 kulaç idi. Geminin uzunluğunun 1.000 kulaç, genişliğinin de 100 kulaç olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. Yukardakilerin hepsi şöyle demiştir: Geminin göğe doğru yüksekliği 30 kulaçtı, 3 katlı idi. Her kat on kulaç idi. En alt kat hayvanlar ve vahşî hayvanlar için, orta kat insanlar için, üst kat da kuşlar içindi. Kapısı yan tarafmdaydı ve üzerini örten bir örtü vardı.
İmâm Ebü Ca'fer İbn Cerîr garîb bir haber zikreder : Ali İbn Zeyd İbn Ced'ân kanalıyla... Abdullah İbn Abbâs'dan rivayet edilen bir hadîste o, şöyle demişti: Havariler, îsâ İbn Meryem'e : Gemide bulunan birisini bizim için diriltseydin de, bize ondan bahsetseydi, dediler. Onları alıp götürdü ve bir toprak tepeciğine vardı. Avucuyla topraktan bir avuç alıp : Biliyor musunuz bu nedir? diye sordu. Onlar : Allah ve Ra-sûlü en iyi bilendir, dediler. O : Bu, Hâm İbn Nuh'un topuğudur, dedi. Ve tepeciğe asası ile vurarak : Allah'ın izni ile kalk, dedi. Bir de gördüler ki; o, kalkmış başından toprağı silkeliyor ve ihtiyarlamış. îsâ (a.s.) ona : Bu şekilde mi helak oldun? diye sordu. O; hayır, dedi. Genç iken öldüm. Fakat ben sandım ki o tûfân kıyamettir. İşte bunun için ihtiyarladım. Hz. îsâ : Bize Nuh'un gemisinden bahset, dedi. Dedi ki: Uzunluğu 1.200 kulaç, genişliği 600 kulaç idi. 3 kat idi. Ondaki bir kat hayvanlar ve vahşîler için, bir kat insanlar için, bir kat da kuşlar içindi. Hayvanların pislikleri çoğaldığında Allah Teâlâ Nûh (a.s.) a vahyetti ki, filin kuyruğunu sık. O da filin kuyruğunu sıktı ve ondan bir erkek bir de dişi domuz düştü. Pisliğe yöneldiler. Geminin levhaları arasında fareler meydana gelip geminin omurgasını ve iplerini kemirmeğe başladıklarında, Allah Teâlâ Nuh'a aslanın iki gözü arasına vurmasını vahyetti. Nûh vurdu da onun burun deliğinden bir erkek, bir de dişi kedi çıktı ve farelere yöneldiler. îsâ (a.s.) ona : Bütün ülkelerin battığını Nûh nasıl bildi? diye sordu. Şöyle dedi: Kendisine bir haber getirmesi için kargayı gönderdi. Bir leş buldu da üzerine indi. Hz. Nûh ona korkması için bedduada bulundu. İşte bu sebeple evcilleşmez. Sonra güvercini gönderdi. Güvercin, gagasında bir zeytin yaprağı ve ayaklarıyla çamur getirdi. Nûh bununla ülkelerin batmış olduğunu anladı.
Nuh onu da boynundaki yeşillikle taçlandırdı. Ünsiyet ve emniyet içinde olması için ona dua etti. İşte bu sebepledir ki evlere alışır, dedi. Biz dedik ki: Ey Allah'ın elçisi, onu ailelerimize götürsek de bizimle beraber otursa ve bizimle konuşsa. Rızkı olmayan nasıl bize tâbi olur? dedi ve ona : Allah'ın*izni ile dön, dedi de tekrar toprak oldu.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla eğlenir alay eder, onun va'detmiş olduğu suda boğulmayı yalanlarlardı. O da dedi ki: Bizimle alay ediyorsunuz, ama sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.» Bu, şiddetli bir vaîd ve kuvvetli bir tehdîddir. «(Dünyada) rüsvây edici azâ-bın kime ineceğini göreceksiniz.»19
40 — Nihayet buyruğumuz gelip sular kaynamaya başlayınca : Her cinsten birer çifti ve hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye al, dedik. Zâten onunla beraber pek az kimse inanmıştı.
Sular Kaynamaya Başlayınca. 12
Sular Kaynamaya Başlayınca
Hiç kesilmeyen, aralıksız, devamlı yağmurlardan ibaret Allah'ın emri geldiğinde; bu, Allah Teâlâ'nm Nûh (a.s.) a bir va'didir. Bu öyle bir yağmurdur ki, Allah Teâlâ bu hususta başka bir âyette şöyle buyurur : «Bunun üzerine Biz de gök kapılarını boşanan sularla açmıştık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık da su belirtilen bir ölçüye göre birleşiverdi. Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindirdik. Nankörlük edilmiş olan mükâfat olmak üzere bizim gözetimimizle yüzüyordu.» (Kamer, 11-14), âyette geçen kelimesi hakkında İbn Abbâs'tan rivayete göre; bu kelime, yeryüzü anlamındadır. Sanki yer yüzü, kaynayan -su kaynaklan haline gelmiş ve nihayet ateş yeri olan fırınlardan su kaynamıştı. Bu; selefin cumhuru ile halef âlimlerinin görüşüdür. Ali İbn Ebu Tâlib (r.a.) den rivayete göre ise; bu kelime sabahın açılması, şafağın sökmesidir ki, sabahın ve fecrin ışığı ve aydınlatmasıdır. Ancak birinci açıklama daha kuvvetlidir. Mücâhid ve Şa'bî derler ki: Bu fırın Kûfe'de idi. İbn Abbâs'tan rivayete göre; Ten-nûr, Hindistan'da bir kaynaktır. Katâde'den rivayete göre ise; adına Ayn el-Verde denilen Cezîre'de bir kaynaktır. Bu sözler de garîbdir.
İşte o zaman Allah Teâlâ Nûh (a.s.) a kendisiyle beraber her cinsten birer çifti gemiye yüklemesini emretti. Ruh taşıyan her bir yaratık cinslerinden birer çifti yanma alacaktı. Erkek ve dişi olmak üzere nebatlardan da ikişer tane almakla emrolunduğu söylenir. Yine söylendiğine göre; onun ilk koyduğu kuş, dere ( Ojjj| ) kuşu olup sonuncu olarak koyduğu hayvan da merkebdir. İbÜs de merkebin kuyruğuna yapışmış olarak girmişti. Merkeb ayağını gemiye bastı ve doğrulmaya çalıştı. Ancak kuyruğuna yapışmış olan İblîs onu ağırlaştırmıştı. Nûh ona : Sana ne oluyor? Yazıklar olsun, girsene, demeye başladı. Merkeb doğrulmaya çalıştıysa da başaramadı. Bunun üzerine Hz. Nûh : Seninle beraber İblîs olsa dahi gir, dedi ve ikisi birden gemiye girdiler.
Ebu Ubeyde İbn Abdullah İbn Mes'ûd'un anlattığına göre; onlar, Hummaya tutuluncaya kadar arslanı beraberlerine alıp gemiye yük-leyememişler. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Zeyd İbn Es-lem'den, onun da babasından rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş : Nûh gemiye her bir cinsten birer çift yüklediğinde ashabı : Yanlarında aslan varken hayvanlar nasıl sükûnet içinde olacaklar? diye sormuşlar. Allah Teâlâ da aslana hummayı musallat kılmış. İşte bu, yeryüzüne inen ilk humma olmuş. Sonra fareden şikâyet ederek : Şu küçük hayvancık bizim yiyeceklerimizi ve eşyalarımızı bozuyor, demişler. Allah Teâlâ aslana vahyetmiş ve hapşırmış ve bu hapşır-masıyla kedi çıkmış. Bunun üzerine fare kediden gizlenmiş.
Allah Teâlâ : «Hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye al.» buyurur ki; hakkında hüküm verilmiş olanlar, Allah'a îmân etmemiş olanlardır. Yalnız başına bir tarafa çekilmiş olan oğlu Yâm ile Nuh'un karısı onlardandı. Nuh'un karısı Allah'ı ve O'nun elçisini inkâr etmişti. Allah Teâlâ: «Kavminden inananları gemiye al.» buyurmuştur. «Zâten onunla beraber pek az kimse inanmıştı.» Hz. Nûh, onların arasında dokuz yüz elli sene yani uzun bir müddet kalmasına rağmen onlardan çok azı kendisine îmân etmişti. İbn Abbâs'tan rivayete göre; onlar, kadınları da dâhil olmak üzere seksen kişiydiler. Kâ'b el-Ahbâr'dan rivayet edildiğine göre ise; onlar, yetmiş iki kişiydiler. Sayılarının on olduğu da söylenmiştir. Başka bir rivayete göre ise; bunlar, sâdece Nûh ile üç oğlu Sâm, Hâm, Yâ-fes ve bu üçünün hanımları ile Yâm'ın karısı olmak üzere dört gelininden ibarettir. Nuh'un karısının da, onlarla beraber gemide olduğu söylenmişse de şüphelidir. Aksine zahir olan, Nuh'un karısının helak olduğudur. Zîrâ o, kavminin dini üzere idi ve onların başına gelenler onun da başına gelmiştir. Nitekim -Lût (a.s.) un karısının başına da onun kavminin basma gelenler gelmiştir. En doğrusunu Allah bilir ve O, hüküm verenlerin en yücesidir.20
İzahı13
İzahı
41 — Nûh dedi ki : Ona binin, onun akıp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır. Rabbım muhakkak Gafur ve Rahîm'dir.
42 — Dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken
Nûh bir kenarda ayrı kalmış oğluna : Bizimle beraber gel, küfredenlerle birlikte olma, diye seslendi.
43 — O : Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır, deyince; Nûh : Bu gün Allah'ın rahmetine erişenden başkası için Allah'ın buyruğundan kurtuluş yoktur, dedi. Ve aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlardan oldu.
Binin Gemiye. 13
Binin Gemiye
Allah Teâlâ, Hz. Nûh (a.s.) un gemide beraberinde taşımakla em-rolunduğu kimselere şöyle dediğini haber verir: «Ona binin. Onun yürümesi de durması da Allah'ın adıyladır.» Suyun üzerinde yürümesi de, yürümesinin sona ermesi de yanaşması da Allah'ın adıyladır. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince : Bizi zâlim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun, de. Ve sen indirenlerin en hayırlısısm.» (Mü'minûn, 28-29). Bu sebeple her işin başında, gemiye, hayvana vs. binerken besmele çekilmesi müs-tehabdır. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur: «O, bütün çiftleri yaratmıştır. Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar varetmiş-tir. Ta ki, bunların üzerlerine oturunca Rabbınızm nimetini anarak : Bunları buyruğumuza veren ne yücedir, diyesiniz. Yoksa biz bunlan zaptedemezdik ve biz şüphesiz Rabbımıza döneceğiz.» (Zuhruf, 12-14). İlerde inşâallah Zuhruf sûresinde de geleceği üzere işlerin başında besmele çekmeye teşvik eden hadîsler vârid olmuştur. Güvenimiz Allah'adır.
Ebu'l-Kâsım et-Taberânî der ki: Bize İbrahim İbn Hâşim el-Beğa-vî'nin... İbn Abbâs'tan, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur : Gemilere bindikleri zaman ümmetimin suda boğulmaktan emîn olması şöyle demeleridir : «Melik Allah'ın adıyla. Onlar, Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü onun avucundadır. Ve gökler O'nun kudretiyle dürül-müş olacaktır. O, koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.» (Zü-mer, 67). «Onun yürümesi de durması da Allah'ın adıyladır. Rabbım muhakkak Gafur ve Rahîm'dir.»
Allah Teâlâ : «Rabbım muhakkak Gafur ve Rahîm'dir.» buyurmuştur ki, kâfirlerin toptan suda boğulmaları ile intikamın hemen peşinden Allah'ın Gafur ve Rahîm olduğunun zikredilmesi son derece münâsibtir. Nitekim: «Şüphesiz ki Rabbın; cezayı çabuk verendir. Ve muhakkak ki O, Gafûr'dur, Rahîm'dir.» (A'râf, 167). «Doğrusu Rab-bm, insanların zulmetmelerine rağmen mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki, Rabbının cezalandırması şiddetlidir.» (Ra'd, 6) ve benzeri âyetlerde de Allah Teâlâ intikamı ile rahmetini birlikte zikretmiştir.
Allah Teâlâ : «Dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken...» buyurur ki, gemi onları bütün yeryüzünü örtmüş, kaplamış olan suyun üzerinde götürüyordu. Su dağlann başına kadar yükselmiş ve hattâ dağların başından on-onbeş kulaç daha yükseğe çıkmıştı. Suyun dağların başından yüksekliğinin seksen mil olduğu da söylenmiştir. İşte bu gemi suyun yüzünde Allah'ın izni ile, O'nun koruması, inayeti ve nimeti altında yürüyordu. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurmaktadır: «Gerçekten su taştığı zaman, sizi Biz taşıdık gemide. Bunu sizin için bir öğüt ve ibret yapalım. Ve anlayışlı kulaklar anlasın diye.» (Hakka, 11-12), «Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindirdik. Küfredilmiş olan mükâfat olmak üzere bizim gözetimimizle yürüyordu. Andolsun ki, Biz, onu bir âyet olarak bıraktık. İbret alan yok mudur?» (Kamer, 13-15).
Allah Teâlâ : «Nûh bir kenarda ayrı kalmış oğluna : Bizimle beraber gel, küfredenlerle birlikte olma, diye seslendi.» buyurur ki; bu, dördüncü oğul olup ismi Yâm idi ve kâfirdi. Babası gemiye binerken onu îmâna, kendileriyle beraber gemiye binmeye, kâfirlerin boğulacağı gibi boğulmamaya çağırdı. O da : «Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır.» dedi. Onun camdan bir binit edindiği söylenmişse de, bu isrâiliyyâttan-dır ve sıhhatini en iyi Allah bilir. Kur'an'da açıkça belirtilen ise onun : «Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır.» demiş olmasıdır. Bilgisizliği ile tufanın dağların başlarına ulaşmayacağını sanmış ve bir dağ başına çıkarsa bunun kendisini suda boğulmaktan kurtaracağım sanmıştı. Babası Nûh (a.s.) da ona : «Bugün Allah'ın rahmetine erişenden başkası için Allah'ın buyruğundan kurtuluş yoktur, Allah'ın buyruğundan bugün seni koruyacak bir şey yoktur, demişti. (Bu arada) aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlardan oldu.21
44 — Denildi ki : Ey yer suyunu çek, Ey göK, sen üe tut, su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdî'ye oturdu. Zâlimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun, denildi.
Sular Çekiliyor14
Sular Çekiliyor
Allah Teâlâ haber veriyor ki gemide olanlar dışında yeryüzü halkı suda boğulduğunda O, yeryüzüne, ondan kaynamış ve üzerinde toplanmış olan suları çekmesini, göğe de yağmurunu tutmasını emretti. Su çekilmeye eksilmeye başladı. İş de bitti. Bütün yeryüzü halkından Allah'a küfredenlerden hiç kimse kalmadı. Gemi içindekilerle Cûdî'yc oturdu. Mücâhid, Cûdî'nin Cezîre'de bir dağ olduğunu söyler. O günde dağlar suda boğulmaktan (kurtulmak üzere) uzanıp yükselmişler, o ise Allah için tevazu göstermiş ve suya batmamıştı. İşte Nuh (a.s.) un gemisi onun üzerinde durdu, demir attı.
Katâde der ki: Gemi dağın üzerinde bir ay durdu da sonunda ondan indiler. Yine Katâde şöyle diyor: Allah Teâlâ Nûh (a.s.) un gemisini Cezire topraklarından Cûdî üzerinde bir ibret ve alâmet olmak üzere bıraktı ki; bu ümmetin ilkleri onu görsünler. Ondan sonra nice gemiler helak olup gitti ve kül oldular.
Dahhâk, Cûdî'nin Musul'da bir dağ olduğunu söylerken, bazıları da onun Tür olduğunu söylemişlerdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Tevbe İbn Sâlih'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Zirr İbn Hubeyş'in Kinde kapılarından girişte sağda bulunan bir zaviyede namaz kıldığını gördüm. Ona niçin orada cum'a günü çokça namaz kıldığını sorduk da şöyle söyledi: Bana ulaştığına göre; Nuh'un gemisi, burada karaya oturmuş. Albâ' İbn Ahmer'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Nûh ile beraber gemide seksen erkek vardı ve aileleri de onlarla birlikteydi, onlar yüzelli gün gemide kalmışlardı. Allah Teâlâ gemiyi Mekke'ye doğru yöneltmiş ve kırk gün Beyt'-in etrafını dolaşmış, sonra Allah Teâlâ onu Cûdî'ye yöneltmiş ve onun üzerinde karâr kılmış. Hz. Nûh kendisine yeryüzü hakkında haber getirmesi için kargayı göndermiş ve o da gidip leşlerin üzerine konmuş, dönüşü gecikmiş. Bunun üzerine güvercini göndermiş ve güvercin, kendisine bir zeytin dalı getirmiş, ayaklarını da çamura bulaştırmış. Böylece Nûh (a.s.) suyun çekilmiş olduğunu anlayıp Cûdî'nin alt kısmına (eteğine) inmiş ve orada bir köy inşâ tetirerek köye «semânûn» adını vermiş. Bir gün eski dillerini unutmuşlar ve seksen dil meydana gelmiş. Bunlardan birisi de Arab dili olmuş. Bazısı diğer bazısının sözünü anlamaz olmuş da, Hz. Nûh (a.s.) onları birbirleriyle anlaştırır imiş.
Kâ*b el-Ahbâr der ki: Gemi, Cûdî üzerinde karâr kılmazdan Önce Doğu ile Batı arasında dolaşmıştır. Katâde ve başkaları derler ki: Gemiye Receb ayının onuncu günü binmişler, yüz elli gün su üzerinde kalmışlar ve gemi onları, Çûdî üzerinde bir ay durdurmuş. Gemiden çıkışları Muharrem ayının aşûra günü olmuş. Bu açıklamanın bir benzeri, merfû' bir hadîste de vârid olmuş ve hadîsi İbn Cerîr rivayet etmiştir. Onlar, o günlerinde oruç tutmuşlar. En doğrusunu Allah bilir.
İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Ca'fer'in... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.), yahûdîlerden bir kısım insanlara uğramıştı. Onlar, aşûra günü oruç tutuyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.) : Bu oruç da nedir? diye sormuş ve onlar: Bu günde Allah Musa'yı ve îsrâiloğullarını suda boğulmaktan kurtardı ve bu gün de Firavun'u suda boğdu. Bu günde gemi Cûdî üzerine oturdu. Nûh ve Mûsâ —Allah'ın selâmı ikisinin üzerine olsun— Allah'a şükür için bu günde oruç tuttular, dediler. Hz. Peygamber (s.a.) : Ben Musa'ya ve bu günün orucuna daha lâyığım, buyurdu, oruç tuttu ve ashabına: Sizden kim sabaha oruçlu çıkmışsa; orucunu tamâmlasın, kim de ailesinin yemeğinden bir şeyler yemişse; günün kalanını tamâmlasın, buyurdu. Hadîs bu kanaldan rivayetinde garîb olmakla beraber sahîh bir hadîste bunun bir kısmı için şâhid vardır.
Allah Teâlâ : «Zâlimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun, helak olma ve hüsran onlara olsun, denildi» buyurur ki, sonuncularına varıncaya kadar hepsi helak oldular, onlardan hiç bir kalıntı kalmadı.
İmâm Ebu Ca'fer îbn Cerîr ve yüce Âlim Ebu Muhammed İbn Ebu Hatim tefsirlerinde Mûsâ İbn Ya'kûb kanalıyla... Hz. Peygamber (s.a.) in hanımı Âişe'den rivayet ederler ki Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur : Eğer Allah Teâlâ Nuh'un kavminden birisine merhamet etmiş olsaydı, küçük çocuğun annesine merhamet ederdi. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle devam buyurdu : Nûh (a.s.), kavmi içinde dokuz yüz elli sene kaldı. Yani yüz sene ağaç dikti, ağaçlar büyüyüp her bir tarafa dal budak sardı. Sonra onlan kesti, sonra onları gemi yaptı. Ona uğruyor, onunla alay ediyor ve : Karada gemi yapıyorsun, peki nasıl yüzecek? diyorlar; o ise : Yakında bileceksiniz, diyordu. Gemiyi bitirip sular kaynadığında ve sular evlerin deliklerinden girmeye başlayınca, küçük çocuğu hakkında korkmuştu. Onu çok fazla seviyordu. Dağa çıkmaya başladı. Ve nihayet üçte birine ulaştı. Su kendisine ulaşınca, yine çıkmaya başladı ve dağın üçte ikisine ulaştı. Su kendisine yetişince, çıkmaya devam etti ve nihayet dağın tepesine vardı. Su dizlerine ulaşınca çocuğu iki eliyle birden yukarı kaldırdı ve ikisi birden boğuldu. Şayet Allah Teâlâ onlardan birine acımış olsaydı; işte bu küçük çocuğun annesine acırdı. Hadîs bu kanaldan rivayetinde garîb bir hadîstir. Kâ'b el-Ahbâr ve Mücâhid İbn Cebr'den bu çocukla annesinin kıssası yukardakine benzer şekilde rivayet edilmiştir.22
İzahı15
İzahı
Siyer bilginleri dediler ki: Gemi durunca Nuh, yeryüzünden haber getirmesi için kargayı gönderdi. Karga bir leş gördü ve gemiye dönmedi. Bunun üzerine güvercini gönderdi. Güvercin, gagası arasında bir zeytin dalı ile döndü. Ayağına da çamur bulaşmıştı. Bunun üzerine Nûh, suların çekildiğini anladı. Bu sebeple karga için korku temennisinde bulundu ve bu nedenle karga evlerde duramaz. Güvercini de boynundaki yeşillik tâcıyla taçlandırdı ve ona emniyyet için duâ etti. Bu sebeple güvercin evlerde yaşar. Rivayete göre Hz. Nûh, Re-ceb'in yirmisinde gemiye binmişti. Gemi altı ay suların üzerinde yüzdü. Bu sırada Beyt el-Harâm'a uğradı, Allah onu batmaması için suyun üzerine çıkarmıştı. Gemi, Beyt el-Harâm'da durdu ve yedi kerre tavaf etti. Hacer-i Esved'i ise, Ebu Kubeys dağına kaldırmıştı. Nûh ve beraberindekiler Aşûra günü gemiden indiler. Nûh Aleyhisselâm o gün oruç tuttu ve beraberindekilere de Allah'a şükür için oruç tutmalarını emretti. Dağın yakınında bir köy kurdular. Oraya «seksenler çarşısı» adı verildi. Orası yeryüzünde tufandan sonra i'mâr edilen ilk köydür. Denildi ki kâfirler içerisinde tufandan kurtulan sâdece Ûc İbn Unk olmuştur. Su, onun dizlerine kadar ulaşmıştır. Tufanla helak olmaktan kurtuluşunun nedeni de şu idi: Nûh Aleyhisselâm gemi yapmak için sedir ağacına gerek duydu. Ancak onu taşıması mümkün olmadı. Ûc İbn Unk bu ağacı Şam'dan Nûh Aleyhisselâm'a getirdi. Bunun için Allah Teâlâ onu boğulmaktan kurtardı.
Derseniz ki: İlâhî hikmet, yüce kerem; henüz bulûğ çağına erişmemiş ve işledikleri günâhlar dolayısıyla mükellefiyet altında bulunmayan çocukların helak edilmesini neden îcâbettirmiştir? Ben derim ki: Bazı müfessirler; Allah Azze ve Celle'nin, o sırada kadınların rahimlerini kırk yıl kısır bıraktığım ve o müddet esnasında hiç bir kadının çocuk doğurmadığım söylemişlerdir. Bu cevab pek kuvvetli değildir. Çünkü kuş ve hayvanlar gibi öteki canlıların batırılması için de aym suâl îrâd edilebilir. Ayrıca Nuh'un kavminden başka diğer kâfir milletlerin çocuklarının helak edilmesi halinde de bu suâl söz konusu olabilir. Bu konuda susturucu cevap şudur : Allah Sübhânehu yaratıklarının hepsine hâkimdir. Mutlak mülk sahibi O'dur. İstediğini yapar ve dilediğine hükmeder. Yaptığından sorulmaz. Başkaları ise yaptığından sorumludurlar.23
45 — Nûh Rabbına yakardı ve: Ey Rabbım; oğlum benim âilemdendi, ama Senin va'din haktır. Ve Sen hakimlerin en iyi hükmedenisin, dedi.
46 — Buyurdu ki: Ey Nûh; o senin ailenden değildir. Çünkü kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. Câhillerden olmaman için sana öğüt veriyorum.
47 — Rabbım; bilemediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve yarlıgamazsan, hüsrana uğrayanlardan olurum, dedi.
Hz. Nûh Rabbına Yalvarıyor16
Hz. Nûh Rabbına Yalvarıyor
Hz. Nûh (a.s.) un bu sorusu suda boğulan çocuğunun durumu hakkında bilgi edinmek içindir. Demişti ki: «Ey Rabbım; oğlum benim âilemdendi.» Sen bana ailemin kurtulacağını va'detmiştin. Muhakkak ki Senin va'din haktır, ondan dönülmez. O halde Sen hüküm verenlerin en iyi hükmedeni olduğun halde nasıl suda boğuldu? Allah Teâlâ da buyurdu ki: Ey Nûh; o senin ailenden; kurtarılmalarını va'-dettiğim ailenden sayılmaz. Zîrâ Ben, ancak ailenden îmân edenlerin kurtuluşunu sana va'dettim. Bu sebepledir ki: Hakkında hüküm verilmiş olanlardan idi, buyrulmuştur.
Suda boğulan bu çocuğun Hz. Nuh'un oğlu olmadığı, onun ancak zinadan olma bir çocuk olduğu şeklinde bir açıklamaya gidenlerin bu görüşlerinin hatalı olduğu imamlardan bir çoğu tarafından belirtilmiştir. Bu çocuğun Hz. Nuh'un oğlu olmadığı, ancak karısının oğlu olduğu şeklindeki görüş Mücâhid, Hasan, Ubeyd îbn Umeyr, Ebu Ca'fer el-Bâkır ve İbn Cüreyc'den nakledilmiş olup bazıları: «Çünkü kötü bir iş işlemiştir.» âyeti ile «Onlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhında iken hainlik ettiler...» (Tanrım, 10) âyetlerini buna delil getirirler. Bu iki âyeti delil getirerek bu görüşe sâhib olanlardan biri de Hasan el-Basri'dir, Diğer bazıları da onun, karısının çocuğu olduğunu söylerler. Bu söz sahibinin bununla Hasan'ın kasdettiği mânâyı kas-detmiş olması veya çocuğun Hz. Nuh'un yanında büyümüş olması göz önüne alınarak cna nisbet edilmesinin mecazî olduğunu kasdetmiş olması ihtimal dahilindedir. İbn Abbâs ve seleften bir çokları: Hiç bir peygamberin karısı asla zina etmemiştir, derler. İbn Abbâs : «O senin ailenden değildir.» âyeti hakkında : Kurtulmalarını sana va'detmiş olduklarımızdan değildir, demiştir. Şüphesiz İbn Abbâs'ın bu sözü gerçektir. Zîrâ Allah Teâlâ, bir peygamberin karısına ahlâksızlık imkânı vermeyecek kadar kıskançtır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ mü'minle-rin annesi, Sıddîk'ın kızı, Hz. Peygamber (s.a.) in hanımı Hz. Âişe'ye zina isnadında bulunanlara Öfkelenmiş ve bunu söyleyip yayan mü'-minleri ayıplamış, takbih etmiştir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır: «O uydurma haberi getirenler, içinizden belli bir zümredir. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günâha karşılık ceza vardır. En büyük azâb da-içlerinden elebaşılık yapanadır... Onu dilinize dolamıştınız. Ve bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Önemsiz bir şey sanıyordunuz ama Allah katında önemi büyüktür.» (Nûr, 11, 15)
Abdürrezzâk'ın Ma'mer kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Muhakkak ki o, sâlih olmayan bir amel işlemiştir, şeklinde olup hainlik zinadan başka bir konuda olmuştur. Âyetin Allah Rasûlü tarafından bu şekilde okunduğuna dâir bir de hsdîs vârid olmuştur. Şöyle ki: İmâm Ahmed'in Yezîd İbn Hârûn kanalıyla... Esma Bint Yezîd'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) nü : Muhakkak o, sâlih olmayan (bir iş) işlemiştir, şeklinde okuduğunu ve şöyle dediğini işittim : «De ki: Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günâhları yarhğar ve aldırmaz. Çünkü O, Ga-fûr'dûr, Rahînı'dir.» (Zümer, 53). Yine Ahmed'in Vekî' kanalıyla... Ümmü Seleme'den rivayetine göre; Allah Rasûlü âyeti : Muhakkak ki o, sâlih olmayanı işlemiştir, şeklinde okumuştur. Hadîsi Ahmed Müs-ned'inde de tekrar vermiştir. Ümmü Seleme, Mü'minlerin annesidir ve açık olan odur ki —en doğrusunu Allah bilir— o, Esma Bint Yezîd olup künyesi Ümmü Seleme idi.
Abdürrezzâk da der ki: Bize Sevrî ve İbn Uyeyne'nin... Süleyman İbn Katte'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : İbn Abbâs Kâ'be'nin yanında iken Allah Teâlâ'nın: «O ikisine ihanet ettiler.» (Tahrîm, 10)
âyeti sorulmuştu. Şöyle dedi: O, muhakkak ki zina değildir. Fakat birisi insanlara onun deli olduğunu haber verir, öteki ise (kavmine) misafirleri gösterir, onlara delâlet ederdi. «Çünkü kötü bir iş işlemiştir.» âyetini okudu. İbn Uyeyne der ki: Bana Ammâr ed-Dühnî'nin haber verdiğine göre; o, Saîd İbn Cübeyr'e sormuş da şöyle demiş: Nuh'un oğluydu. Muhakkak ki Allah, yalan söylemez, Allah Teâlâ: «Nûh oğluna... seslendi.» buyurmuştur. Âlimlerden birisi de: Hiç bîr peygamber hanımı asla zina etmemiştir, der. Bu açıklama Mücâhid, İkrime, Dehhâk, Meymûn İbn Mihrân ve Sabit İbn Haccâc'dan da rivayet edilmiş olup, Ebu Ca'fer İbn Cerir bu sözü tercih etmiştir ve şüphesiz doğru olan da budur.24
48 — Ey Nûh; bizim katımızdan selâmetle in. Sana ve seninle beraber olan ümmetlere hayır ve bereketler olsun. Ama öyle ümmetler var ki, onları bir süre geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azâb vereceğiz, denildi.
Allah Teâlâ haber veriyor ki; gemi Cûdî üzerine oturup durduğunda, Allah katından selâmetle inmesi söylendi. Bu selâmet onun üzerine, onunla birlikte olan mü'minlere ve kıyamet gününe kadar onun zürriyetinden gelecek bütün müzminleredir. Nitekim Muhammed İbn Kâ'b der ki: Bu selâmete, kıyamet gününe kadar inanan her erkek ve kadın girmiştir. Aynı şekilde azâb ve faydalandırmaya da kıyamet gününe kadar her bir kâfir erkek ve kadın girmiştir.
Muhammed îbn İshâk der ki: Allah Teâlâ, tufanı durdurmayı murâd ettiğinde; yeryüzüne bir rüzgâr gönderdi, su sakinleşti, yerin derinliklerindeki yeryüzü kaynaklan ve gökyüzünün kapılan kapandı. Allah Teâlâ «Yere suyunu çek, göğe de sen de tut, denildi...» buyurdu. Su eksilmeye, yere batıp çekilmeye başladı. Tevrat ehlinin zannettiğine göre geminin Cûdî üzerine oturması yedinci ayın onyedinci ge-cesindedir. Onuncu ayın ilk günü de dağların başlan görülmüştür. Bundan itibaren kırk gün geçtiğinde Nûh, gemiye binmiş olduğu deliği açtı, sonra ne olduğuna bakması için kargayı gönderdi ve karga geri dönmedi. Güvercini gönderdi ve güvercin kendisine geri döndü. Ayakları için yer bulamadı da, Hz. Nûh güvercin için elini açıp yaydı ve onu gemiye aldı. Sonra yedi gün geçti ve Hz. Nûh güvercini bakması için tekrar gönderdi. Akşam olduğunda geri dönmüştü ve ağzında bir zeytin yaprağı vardı. Hz. Nûh anladı ki, yeryüzünde su azalmıştır. Sonra yedi gün daha kalıp tekrar güvercini gönderdi ve o dönmedi. Hz. Nûh anladı ki yeryüzü belirmiştir. Tûfân'ın gönderilmesi ile Hz. Nuh'un güvercini göndermesi arasındaki zaman bir seneye ulaşıp ikinci senenin birinci ayının ilk günü girdiğinde yeryüzü açıldı ve kara görüldü. Hz. Nûh geminin örtüsünü açtı ve yeryüzünü gördü. İkinci senenin ikinci ayında,«bu ayın yirmi yedinci gecesinde : «Ey Nûh, bizim katımızdan selâmetle in... denildi.»25
İzahı17
İzahı
Bilginler tûfân konusunda farklı görüşleri benimsediler. Ekseriy-yet, tufanın bütün yeryüzünü kapladığını söylerken, bazıları da sâdece o gün insanların yaşadıkları dünyayı kapladığını belirttiler. Hattâ bir kısmı tufanın bütün yeryüzünü kaplamadığı gibi, bütün insanları da yoketmiş olmadığını belirtirler. Her grubun görüşünü destekleyen delilleri bulunmaktadır.
Takiyeddîn el-Makrizî el-Hitat isimli eserinde der ki: Müslüman, yahûdî ve hıristiyan peygamberlere tâbi olan şeriat mensûblarının hepsi; Hz. Nuh'un, insanlığın ikinci atası olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Hz. Âdem'den sonra ikinci çoğalış Nuh'a aittir. Ve Allah Âdem'in çocuklarını Hz. Nûh soyundan türetmiştir. Âdem'in torunlarının hepsi Nûh Aleyhisselâm'ın çocuklarından üremişlerdir. Ancak kıbtîler, mecûsîler, hindliler ve cinliler bu görüşe karşı çıkarak tûfâ-m reddetmişlerdir. Bir kısmı tufanın yalnızca Bâbil bölgesinde ve onun gerisinde kalan Batı diyarında olduğunu iddia etmişlerdir. Mecûsîlere göre; ilk insan olan Kiyumers'in çocukları Bâbil'in Doğu tarafındaki ülkelerde yaşıyorlardı. Tûfân onları kuşatmadığı gibi, Hind'i ve Çin'i de kuşatmamıştır. Şeriat ehlinin görüşleri ise hakikatin kendisidir. Allah Nûh Aleyhisselâm'ı ve beraberindekileri gemiyle kurtarınca; Hz. Nuh'un dışında seksen kişi de, birlikte kurtulmuşlardır. Ancak bilâhare bu seksen kişi ölmüş, onların soyundan kimse kalmamıştır. Daha sonra devam eden nesiller, Nuh'un üç çocuğunun neslinden olmuştur. Allah Teâlâ'nın; «Baki kalanları da onların soyundan kıldık» (Sâffât, 77) kavli de bunu desteklemektedir. İbn el-Esîr"in el-Kâmü isimli eserindeki görüşü de böyledir.
îbn Haldun der ki: Tufanın, Nûh Aleyhisselâm'ın daveti zamanında olduğu konusunda ittifak edilmiştir. Tûfân bütün yeryüzündeki i'mârı harâbetmiştir. Nûh ile beraber gemiye binemeyenlerin hepsi helak olmuşlar ve onlann arkasından nesiller gelmemiştir. Dolayısıyla yeryüzü halkının hepsi, Nuh'un soyundan gelmiştir. Nûh, yaratıkların ikinci atası olmuştur. Bazıları tufanın umûmî olduğu görüşünü belirtmek için ve buna delil olmak üzere derler ki: Tûfân esnasında sular, yeryüzünün dış tabakalarında acâib izler bırakmıştır. Muhtelif yerlerde hattâ dağların tepesinde muhtelif cevherlerle kaplı deniz kalıntıları görülmektedir. Keza ovalarda ve çöllerde deniz maddeleriyle karışık halde canlı ve bitkisel madde artıkları birbirinin üzerine kcn-muş ve birbirinin içine gömülmüş olarak bulunmaktadır. Mağaralarda birbiriyle uyuşması mümkün olmayan muhtelif yapıdaki canlı kemikleri bulunmuştur. Bunların yanında yapılmış birçok araç kalıntıları ve beşeri izlere rastlanmıştır. Bu da gösteriyor ki; tûfân, o araçları ve kalıntıları oralara sürüklemiş ve hepsini yoketmiştir. Bu maddeler, katı çamur tabakaları arasına karışıp taşlaşmıştır. Ve Halîk Teâlâ'nın emrini gösteren birer şâhid olarak devam edegelmiştir.
Mısır müftüsü Şeyh Muhammed Abduh'a tûfân'ın umumiyeti ve Hz. Nuh'un risâletinin umumîliği konusunda suâl sorulduğunda, aşağıdaki şekilde cevab vermiştir : Kur'an-ı Kerîm'de tufanın ve Hz. Nuh'un risâletinin umumiyeti konusunda kesin bir nass vârid olmamıştır. Yer alan hadîslere gelince; senedlerinin doğruluğu farzedilse bile, bunlar âhad rivayetlerdir ve kesin inancı gerektirmez. Çünkü bu gibi gerçeklerin belirlenmesi için tahminlere değil kesin inanca gerek vardır. Dinî bir akîde olarak inanılması gerektiği zaman; zanna değil, kesin inanca dayanmak gerekir. Tarihçi ve araştırmacı ise tercîh ettiği bir zanna bağlanabilir. Görüş sahibi, tarihçi veya râvîye güvenip güvenmemekte serbesttir. Tefsîrcilerin ve tarihçilerin bu konuda zikrettikleri şeyler rivayet sınırını aşıp da kişiyi güven hududundan güvensizlik hududuna götürecek ağırlıkta değildir. Keza bu rivayetler, dinî bir inanç için kesinlik ifâde eden delil de sayılmazlar. Tûfânm bütün yeryüzünü kaplayıp kaplamadığı meselesi din mensûbları ve jeoloji bilginleri arasında tartışma konusudur. Keza milletler arası tarihçiler arasında da ihtilâf mevzuudur. Kitab ehli ve İslâm ümmetinden bilginler tûfânm bütün yeryüzünü kapladığını söylerler. Nazar ehli bilginlerden bir çokları da bunlara uymuşlardır. Bunlar görüşlerine delil olarak, dağların tepelerinde katılaşmış sedefleri ve balık kalıntılarının varlığım göstermektedirler. Bu gibi şeylerin ancak denizlerde oluşabileceğini ve dağların tepesinde görülmesinin, suyun birçok kereler oraya kadar çıktığına delil olduğunu söylerler. Bu ise, ancak suların bütün yeryüzünü kaplaması halinde mümkün olur. Müteahhi-rînden nazar ehlinin çoğu, tufanın umûmî olmadığı kanâatındadırlar. Onların bu konuda açıklanması uzun sürecek delilleri vardır. Ancak müslüman bir kişinin mücerred olarak Çinlilerden hikâyeler duyulduğu veya yüce kitabın âyetlerinin muhtemel te'vîllerine dayanarak tû-fânın umûmî olduğu hükmünü inkâr etmesi doğru olmaz. Aksine dine inanan herkesin, âyetlerin zahirinin ve senedi sahîh olan hadîslerin delâlet ettiği gerçeklerden hiç birini inkâr etmemesi ve te'vîle sapmaması gerekir. Ancak zahirin kasdedilmemiş olduğunu kesinkes gösteren aklî bir delil olunca buna başvurulabilir. Bu gibi meselede böyle bir delile ulaşmak uzun araştırmayı ve çok yorulmayı icâbettirir. Yeryüzünün katmanlarını derinden derine bilip incelemeyi gerektirir. Bu ise, muhtelif aklî ve naklî bilimlere vâkıf olmakla mümkündür. Kesin bir bilgi olmadan kendi kanâatinin doğru olduğunu söyleyen kimse aşın gitmiştir. Onun sözü dinlenmez ve bilgisizliklerini yaymasına müsamaha edilmez. Şüphesiz ki Allah Sübhânehu ve Teâlâ en iyi bilendir.26
49 — îşte bunlar, gayb haberlerindendir ki sana vah-yediyoruz. Ne sen, ne de kavmin daha önce bunları bilemezdiniz. Öyleyse sabret, çünkü akıbet müttakîlerindir.
Allah Teâlâ peygamberi (s.a.) ne buyurur ki: Bu kıssa ve benzerleri; gayb haberlerindendir, geçmiş gaybların haberleridir, sanki sen onlara şâhid imisin gibi olduğu şekilde onları sana vahyediyoruz, tarafımızdan sana bir vahy olarak bunlan bildiriyoruz. Ne sen, ne de kavmin daha önce bunlan bilemezdiniz. Ne sende ve ne de kavminden bir kimsede bu hususta herhangi bir bilgi yoktur ki, seni yalanlayanlar : Muhakkak sen bunlan O'ndan öğrendin, desinler. Bilâkis sana bunlan Allah doğru bir şekilde, olduklan hale mutabık olarak haber vermiştir. Nitekim senden önceki peygamberlerin kitablan da buna şâhiddir. O halde kavminden seni yalanlayanların yalanlamasına ve sana olan eziyyetlerine sabret. Muhakkak ki Biz, inayetimizle seni koruyup gözetecek ve sana yardım edeceğiz. Dünyada ve âhirette nasıl ki daha önce peygamberlere, düşmanlarına karşı yardım etmişsek güzel akıbeti sana ve sana tâbi olanlara kılacağız. «Şüphesiz ki Biz, peygamberlerimize ve îmân etmiş olanlara mutlaka yardım ederiz.» (Ğâfir, 51), «Andolsun ki Bizim, peygamber kullarımıza sözümüz vardır. Onlar; muhakkak ki yardım görenlerdir.» (Sâffât, 171-172), «Öyleyse sabret, çünkü akıbet Allah'tan sakınanlarındır.»27
İzahı18
İzahı
50 — Âd'a da kardeşleri Hûd'u gönderdik. O dedi ki: Ey kavmim; Allah'a ibâdet edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur, yoksa sâdece yalan uyduran kimseler olursunuz.
51 — Ey kavmini; ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?
52 — Ey kavmim; Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki.size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Ve suçlular olarak dönmeyin.
Âd Kavmi ve Hûd Peygamber18
Âd Kavmi ve Hûd Peygamber
Allah Teâlâ buyurur ki: Âd'a da, onlara tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdeti emretmesi, uydurmuş oldukları ve ilâh isimleri yakıştırdıkları putlardan men'etmesi için kardeşleri Hûd'u gönderdik. O da onlara haber verdi ki, bu nasihati ve Allah'tan tebliği karşılığında, onlardan herhangi bir ücret istememektedir, o sevabını ancak kendisini yaratan Allah'tan dilemektedir. O demişti ki: «Aklınız ermiyor mu? ücretsiz olarak dünyada ve âhirette sizin salâhınıza olana çağıranı anlamıyor musunuz?» Sonra onlara geçmiş günâhlarını örtecek istiğfar ve gelecekleri hakkında da tevbe ile emretti. Kim, bu sıfatla nitelenmiş olursa; Allah Teâlâ onun rızkını genişletip işlerini kolaylaştırır ve onun durumunu muhafaza eder. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Size gökten bol bol yağmur göndersin...» buyurmuştur. Bir hadîste şöyle buyurulur: Kim, istiğfara yapışır ve devam ederse; Allah Teâlâ her bir üzüntüden ona bir ferahlık, her bir sıkıntıdan bir çıkış yolu kılar ve onu hiç ummadığı yerden nzıklandırır.28
53 — Onlar dediler ki : Ey Hûd; sen bize apaçık bir burhanla gelmedin, senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terkedemeyiz ve sana inanmayız.
54 — ilâhlarımızdan biri seni fena çarpmış, demekten başka bir şey de söylemeyiz. Dedi ki : Doğrusu ben, Allah'ı şâhid tutuyorum. Siz de şâhid olun ki; sizin Allah'tan başka şirk koştuğunuz şeylerden ben uzağım.
55 — Hepiniz birlikte tuzak kurun bana. Sonra da hiç müsâade etmeyin.
56 — Ben, sâdece benim de, sizin de Rabbınız olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O, alnından tutmasın. Elbette doğru yoldadır benim Rabbım.
Allah Teâlâ onların, peygamberlerine şöyle dediklerini haber verir : Ey Hûd; sen bize dâvana delâlet edecek apaçık bir burhanla gelmedin. Senin mücerred «onları terkedin.» sözünle biz ilâhlarımızı terketmeyiz ve sana inanıp seni doğrulamayız. «İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış.» demekten başka bir şey de söylemeyiz. Onlar diyorlardı : «İlâhlarımızdan biri onlara ibâdeti men'etmen onları ayıplaman sebebiyle senin aklını bozmuş ve seni delirtmiş sanıyoruz.» O da dedi ki: Doğrusu ben, Allah'ı şâhid tutuyorum. Siz de şâhid olun ki; sizin Allah'tan başka O'na şirk koştuğunuz bütün eşlerden ve putlardan ben uzağım. Hepiniz; siz ve gerçek iseler ilâhlarınız birlikte tuzak kurun bana. Sonra da göz açıp kapayacak kadar bile müsâade etmeyin.
Allah Teâlâ: «Ben, sâdece benim de, sizin de Rabbınız olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki O, alnından tutmasın.» buyurur ki; bunların hepsi O'nun kahrı, hükümranlığa altındadır. O, hükmünde asla zulmetmeyen Âdil, Hâkim'dir. Muhakkak ki O, doğru yoldadır. Velîd İbn Müslim'in Salvân İbn Amr'dan, onun da Eyfâ' İbn Abd el-Kelâf'dan rivayetine göre; o, aYürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O, alnından tutmasın. Elbette doğru yoldadır benim Rab-bım.» âyeti hakkında der ki: Kullarının alınlarından (başlarının ön kısımlarından) tutar. Mü'min kulu karşılar. Öyle ki onun için bir babanın çocuğuna olduğundan daha şefkatlidir. Kâfir için ise şöyle buyrulur: «Ey insan, keremi bol Rabbma karşı seni ne aldattı?» (İn-fitâr, 6)
Bu makam onun, onlara getirdiğinin doğruluğuna ve onların fayda ve zarar vermeyen, aksine işitmeyen ve görmeyen bir cansızdan ibaret, sevemeyen ve düşman olamayan putlara ibâdetlerinin bâtıl olduğuna kesinlikle delâlet eden yüce bir hüccet ve burhanı içine almaktadır. İbâdetin sâdece kendisine tahsisine hak kazanan ancak ve ancak tek ve ortağı olmayan, mülkün elinde olduğu, tasarrufun kendisine âit olduğu Allah'tır. Hiç bir şey yoktur ki O'nun mülkü, kahn ve hükümranlığı altında olmasın. O'ndan başka ilâh ve O'nun dışında Rab yoktur.29
57 — Yüz çevirirseniz, bilin ki; ben size neyi bildirmek için gönderildimse onları bildirdim. Rabbım, yerinize sizden başka bir kavmi de getirebilir. Ve siz ona bir şey yapamazsınız. Doğrusu Rabbım, her şeyi hakkıyla koruyandır.
58 — Emrimiz gelince; Hûd'u ve beraberindeki mü'-minleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları katı bir azabtan kurtardık.
59 — Âd da, Rablannm âyetlerini bile bile inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Ve her inâdçı zorbanın emrine uydular.
60 — Bu dünyada da, kıyamet gününde de la'nete uğradılar. Bilin ki : Âd Rablarını inkâr ettiler. Ve yine bilin ki; Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.
Hûd onlara demişti ki: Şayet size getirmiş olduğum tek ve ortağı olmayan Rabbınız Allah'a ibâdetten yüz çevirecek olursanız, muhakkak ki Allah'ın beni kendisiyle göndermiş olduğu risâletini size tebliğ etmemle aleyhinize hüccet konulmuş olur. Rabbım yerinize sizden başka ve yegâne O'na ibâdet edip, O'na şirk koşmayan bir milleti de getirebilir ve size aldırmaz. Siz ona, onu inkâr etmenizle hiç bir zarar veremezsiniz. Aksine bunun vebali yine size döner. Doğrusu Rabbım her şeyi hakkıyla koruyandır. Kullarının söz ve işlerine şâhiddir ve onları hakkıyla muhafaza eder de onlara bunların tam karşılığını verir. Eğer işledikleri hayır ise bulacakları hayır, kötülük ise bulacakları kötülüktür.
Allah Teâlâ : «Emrimiz gelince...» buyurur ki; bu, kısır (yağmur getirmeyen ve nebatatı döllemeyen) rüzgârdır. Allah Teâlâ, sonuncularına kadar onları helak buyurmuş, Hûd ve ona tâbi olanları rahmeti, lutfu ile çok ağır işkencelerden kurtarmıştır.
«Âd da, Rablannm âyetlerini bile bile inkâr ettiler, Allah'ın peygamberlerine isyan ettiler.» Zîrâ bir peygamberi inkâr eden; bütün peygamberleri inkâr etmiş olur. Zîrâ kendisine îmânın vâcib olması yönüyle onlardan hiç birinin arasında bir fark yoktur. Âd kavmi, Hûd'u inkâr etmiş ve onu inkâr etmeleri bütün peygamberleri inkâr etme mevkiinde kabul edilip bununla bir tutulmuştur. ((Her inâdçı zorbanın emrine uydular.» Doğru yoldaki peygamberlerine tâbi olmayı bıraktılar da her bir inâdçı zorbanın emrine uydular. Bu sebepledir ki bu dünyada hem Allah'ın, hem de her anışlarında Allah'ın inanan kullarının la'netine uğradılar. Kıyamet günü de bütün varlıkların huzûrunda onlara: «Bilin ki Âd Rablannı inkâr ettiler...» diye nida edilecektir. Süddî der ki: Âd'dan sonra gönderilen hiç bir peygamber yoktur ki onun diliyle onlara la'net edilmiş olmasın.30
61 — Semûd'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Ey kavmim; Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O'dur sizi yeryüzünden yaratıp orayı i'mâr etmenizi isteyen. Mağfiret dileyin O'ndan, sonra da tev-be edin. Şüphesiz Rabbım, size yakındır, kabul edendir, dedi.
Semûd Kavmi ve Hz. Salih. 19
Semûd Kavmi ve Hz. Salih
Allah Teâlâ buyurur ki: «Semûd'a da kardeşleri Salih'i gönderdik...» Bunlar Tebûk ile Medine arasındaki Hıcr şehirlerinde otururlardı. Âd'dan sonra olup Allah Teâlâ onlardan, kardeşleri Salih'i peygamber olarak göndermişti. Onlara yegâne Allah'a ibâdeti emretti. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «O'dur sizi yeryüzünden yaratan...» Sizi ilk önce O'ndan yaratmış, babanız Âdem'i orada halketmiştir. O'dur sizi yeryüzünü i'mâr edenler kılan ve siz onun ürünlerini yetiştirip alıyorsunuz. Geçmiş günâhlarınız için O'ndan bağışlanma dileyin. Sonra gelecekte yapacaklarınız hususunda O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbım, size yakındır, kabul edendir. Allah Teâlâ başka bir âyette ise şöyle buyurur: «Kullarım sana Beni sorarsa, şüphesiz ki, Ben çok yakınım. Bana dua edince Ben, o duâ edenin duasına karşılık veririm.» (Bakara, 186).31
62 — Dediler ki : Ey Salih, aramızda bundan önce kendisinden iyilik beklenmiş kimseydin sen. Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu, bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endîşe içindeyiz.
63 — Dedi ki : Ey kavmim; Rabbımdan açık bir delilim olur, bana rahmet eder ve ben de O'na baş kaldırır-sam söyleyin bakalım, beni Allah'a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız.
Allah Teâlâ burada, Salih (a.s.) ile kavmi arasında geçen konuşmaları, kavminin ona karşı söylediklerinde bilgisizlik ve inâd içinde olduklarını zikreder. Onlar; şöyle demişlerdi: «Ey Salih, aramızda bundan önce kendisinden iyilik beklenmiş kimseydin sen. (Bu söylediklerini söylemezden önce biz senin aklından iyilik ve hayır umardık.) Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu, bizi çağırdığın şeyden büyük bir şüphe ve endîşe içindeyiz.» O da dedi ki: «Ey kavmim; Rabbımdan beni size gönderdiği şey hakkında kesin bilgi ve bir burhana sahip olursam, bana rahmet eder ve ben de sizi Hakk'a, yegâne Allah'a ibâdete çağırmayı terketmek suretiyle O'na baş kaldırırsam; söyleyin bakalım, beni Allah'a karşı kim savunur? Şayet O'nu terketseydim, siz asla bana bir fayda sağlamaz ve bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazdınız.»32
64 — Ey kavmim; bu, size bir âyet olarak Allah'ın yarattığı dişi devedir, bırakın onu da Allah'ın toprağında otlasın. Ona kötü maksadla dokunmayın. Yoksa siz, pek yakın bir azaba uğrarsınız.
65 — Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman: Yurdunuzda üç gün daha kalın. Bu; yalanlanmayacak bir sözdür, dedi.
66 — Emrimiz gelince; Salih'i ve beraberindeki mü' minleri, tarafımızdan bir rahmet ile azâbdan ve o günün rüsvâyhğından kurtardık. Doğrusu Eabbın Kavî'dir, Azîz'dir.
67 — Zulmedenleri bir çığlık tuttu. Oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.
68 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki; Se-mûd, Rablarını inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki; Semûd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.
Bu kıssa hakkında yeteri kadar bilgi A'râf sûresinde (âyet, 73-78) geçmişti ki burada tekrarına gerek görmüyoruz. Tevfîk Allah'tandır.33
69 — Elçilerimiz İbrahim'e müjdelerle gelmiş : Selâm, demişlerdi de o; Selâm, demiş ve beklemeden onlara kızartılmış bir buzağı ikram etmişti.
70 — Ellerinin ona uzanmadığını görünce, durumlarmi beğenmedi ve içine korku düştü. Korkma, biz Lût kavmine gönderildik, dediler.
71 — Karısı ayakta idi. Bunun üzerine güldü. Biz de ona İshak'ı, İshâk'ın ardından Ya'kûb'u müjdeledik.
72 — Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu, şaşılacak bir şey, dedi.
73 — Dediler ki : Allah'ın işine mi şaşarsın ey evin hanımı? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizedir. O, Hamîd'dir, Mecîd'dir.
Hz. İbrahim'e Gelen Elçiler20
Hz. İbrahim'e Gelen Elçiler
Allah Teâlâ, elçileri olan meleklerin Hz. İbrahim'e müjdelerle geldiklerini haber veriyor. Meleklerin ona îshâk'ı müjdeledikleri söylenmiştir. Başka bir görüşe göre ise; onlar, Lût kavminin helaki müjdesini getirmişlerdir. Bunlardan birinci görüşe Allah Teâlâ'nm : «İbrahim'in korkusu dinip de müjde kendisine ulaşınca; Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti.» (Hûd, 74) âyeti de delâlet etmektedir. Melekler geldikleri zaman; selâm demişler, o da onlara; selâm size, diye mukabele etmişti. Beyân âlimlerinin ifâdesine göre; Hz. İbrahim'in vermiş olduğu selâm, meleklerin selâmından daha güzeldir. Zîrâ İbrahim'in selâmı, cümlede merfû' olarak getirilmiştir ki; arap dilinde merfû' olma durumu, sübût ve devama delâlet eder.
«Onlara semiz bir buzağı ikram etmişti.» İbrahim çabucak gitmiş, onlara yiyecek getirmişti ki; bu, kızdırılmış taşta kızartılmış bir buzağı idi. Bu mânâ İbn Abbâs, Katâde ve bir çoklarından rivayet edilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: «Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp : Yemez misiniz? demişti.» (Zâriyât, 26-27). Bu âyet-i kerîme birçok yönlerden müsâfirlik âdabım içermektedir.
Allah Teâlâ: «Ellerinin ona uzanmadığım görünce; durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü.» buyurur ki, elbette meleklerin yemeğe karşı bir arzulan ve istekleri yoktur ve onlar yemek de yemezler. Bu sebepledir ki Hz. İbrahim, onların getirdiğinden yüz çevirme hallerini ve bütünüyle uzaklaşmalarını gördüğü zaman, onların durumlarını beğenmemiş ve içine korku düşmüştü.
Süddî der ki: Allah Teâlâ Lût kavmine melekleri gönderdiğinde; melekler, genç erkekler şeklinde yürüyerek gelmişler ve İbrahim'in yanma inerek ona müsâfir olmuşlardı. Hz. îbrâhîm onları görünce, onlara ta'zîmde bulunmuş ve hemen ailesinin yanına giderek onlara semiz bir buzağı getirmiş, onu kesmiş, sonra kızgın taşlarda kızartmış ve onlara ikram ederek onlarla birlikte oturmuştu. Sârre, ayakta onlara hizmet ediyordu. Allah Teâlâ bu anı şöyle anlatır: Hanımı ayaktaydı ve îbrâhîm oturmuştu. İbrahim onlara ikram etmiş ve yemez misiniz? demişti. Onlar: Ey İbrahim, biz bir yemeği ancak ücreti mukabilinde yeriz, demişler, Hz. İbrahim : Muhakkak ki bunun ücreti vardır, demişti. Melekler: Bunun ücreti nedir? diye sormuşlar. O: Başında Allah'ın ismini zikredersiniz, sonunda da Allah'a hamdeder-siniz, demişti. Hz. İbrahim, onların ellerinin yemeğe uzanmadığını gördüğünde; onların durumlarını beğenmedi. Onların yemediklerini görünce onlardan korktu, içine bir korku düştü. Sârre İbrahim'e baktı. O meleklere ikramda bulunmuş, kendisi ayakta onlara hizmet ediyordu. Güldü ve şöyle dedi: Şu müsâfirlerimize şaşılır; onlara ta'zîmde bulunarak bizzat kendimiz hizmet ediyoruz, onlar ise bizim yemeğimizi yemiyorlar.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyin'in... Osman İbn Mih-san'dan İbrahim'in müsâfirleri hakkındaki rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Onlar, dört kişiydiler : Cibril, Mîkâîl, İsrafil ve Rafâîl. Râvî Nûh İbn Kays der ki: Nûh İbn Ebu Şeddâd'ın sandığına göre onlar, İbrahim'in yanma girdiklerinde; Hz, İbrahim onlara bir buzağı ikram etmişti. Cibril buzağıyı kanadıyla meshetmiş ve buzağı kalkıp çıkarak annesine kavuşmuştu. Buzağının annesi de evdeydi.
Allah Teâlâ meleklerin: «Korkma...» dediklerini haber verir. Yani onlar şöyle demişlerdi: Bizden korkma, biz Lût kavmini helak etmek üzere gönderilmiş melekleriz. Bunun üzerine Sârre onların helak olacağı müjdesine gülmüştü. Zîrâ onların fesadı çok, küfür ve inâd-lan şiddetli idi. İşte bu gülmesi sebebiyle Sârre, ümit kesildikten sonra çocuk müjdesiyle mükâfatlandırılmıştır. Katâde der ki: Sârre gülmüş ve gaflet içindelerken bir kavme azabın gelmesine şaşmıştı.
Allah Teâlâ: «Bunun üzerine güldü. Biz de ona İshâk'ı, İshâk'ın ardından Ya'kûb'u müjdeledik.» buyurur. İbn Abbâs'tan rivayetle Av-fî; âyetteki kelimesini hayız gördü, şeklinde anlamıştır. Muhammed İbn Kays der ki: Sârre gülmüştür. Zîrâ o, onların (meleklerin) Lût kavminin yapageldiklerini yapmak istediklerini sanmıştı. Kelbı: Sârre, İbrahim'deki korkuyu gördüğü için gülmüştür, der. Her ne kadar İbn Cerîr, Muhammed İbn Kays ve Kelbî'nin bu açıklamalarını onlara kadar varan isnadı ile rivayet ediyor ise de son derece zayıf olup hiç bir şekilde iltifat edilemez. En doğrusunu Allah bilir. Vehb İbn Münebbih : O, ancak İshâk ile müjdelendiği için gülmüştür, der. Ancak bu da âyetin akışına muhaliftir. Zîrâ âyette açıkça görülmektedir ki; müjde, onun gelmesinden sonradır. «Biz de ona İshâk'ı, İshâk'ın ardından Ya'kûb'u müjdeledik.» Yani onu öyle bir çocukla müjdeledik ki; o çocuğun da çocuğu, devamı ve nesli olacaktır. Ya'kûb, îshâk'm çocuğudur. Nitekim Allah Teâlâ Bakara süresindeki âyette şöyle buyurur : «Yoksa Ya'kûb'a ölüm geldiğinde siz orada mıydınız? Hani o, oğullarına : Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz? demişti. Onlar da: Senin ilâhına ve ataların İbrahim'in, İshâk'ın tek ilâhı olan Allah'a ibâdet edeceğiz. Ve O'na teslim olmuşuz, demişlerdi.» (Bakara, 133). Bu âyeti delil olarak alanlar, Hz. İbrahim' in boğazlayacağı oğlunun İsmail olduğunu, bu çocuğun İshâk olmasının mümkün olmadığını söylerler. Zîrâ kendisi hakkında müjde verilen ve Ya'kûb'un kendisi için doğacağı müjdelenen İshâk'tır. Henüz vücûdu va'dedilen Ya'kûb isminde çocuğu olmamışken ve küçük bir çocuk iken Hz. İbrâhîm onu boğazlamakla nasıl emrolunabilir? Allah'ın va'di haktır ve onda dönme olmaz. O halde bu durumda İshâk' in boğazlanmasının emredilmesi mümkün değildir ve neticede boğazlanması emredilenin, îsmâîl olduğu ortaya çıkar. Bu istidlal son derece güzel, sıhhatli ve açıktır. Allah'a hamdederiz. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'de Sârre'nin şöyle dediğini hikâye eder : «Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken.» Allah Teâlâ Sârra'nın ne yaptığını Zâriyât sûresinde şöyle hikâye eder : «Bunun üzerine zevcesi, hayretle seslenerek döndü, yüzünü kapayarak : Kısır bir kocakarı, dedi.» (Zâriyât, 29). Nitekim kadınlar, şaşkınlık halinde söz ve işlerinde böyle davranırlar. Melekler : Allah'ın işine mi şaşarsın ey evin hanımı? Allah'ın işine şaşma. Zîrâ O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona; ol, der ve o da hemen oluverir. Buna şaşma. Sen çocuktan kesilmiş bir ihtiyar ve kocan yaşlı bir ihtiyar dahi olsa muhakkak ki Allah Teâlâ dilediğine güç yetiricidir, dediler. Ve şöyle devam ettiler : «Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. O Hamîd'dir, Mecîd'dir.» Muhakkak ki Allah Teâlâ bütün işlerinde Hamîd, sözlerinde ise Mahmûd'dur. Sıfatlarında ve zâtında temcîd olunmuştur. Bu sebepledir ki Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edildiğine göre; sahabe : Sana selâmı bildik, ey Allah'ın elçisi, senin üzerine duâ nasıldır? diye sormuşlardı. Şöyle buyurdu : Ey Allah'ım, İbrâhîm ve İbrâhîm ailesine duâ buyurmuşsan, Muhammed ve Muhammed ailesine de duâ buyur. Nasıl İbrahim'in ailesini mübarek kılmışsan, Muhammed ve Muhammed ailesini de mübarek kıl. Muhakkak ki Sen; Hamîd'sin, Mecîd'sin, deyiniz.34
74 — İbrahim'in- korkusu geçip de müjde kendisine ulaşınca; Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti.
75 — Doğrusu İbrahim; yumuşak huylu, çok içli ve kendisini Allah'a vermiş bir kimseydi.
76 — Ey İbrahim; bundan vazgeç, zîrâ Rabbmın fermanı gelmiştir. Onlara muhakkak geri çevrilmeyecek bir azâb gelmektedir.
Allah Teâlâ, bu âyetlerde de Hz. İbrahim'den haber veriyor. Melekler onun ikram ettiğinden yemediklerinde gönlüne bir korku düşmüştü. Bu korkusu gidip de melekler onu çocukla müjdeleyip Lût kavminin helakini haber verdiklerinde onlarla konuşmaya başlamıştı. Olayı Saîd İbn Cübeyr bu âyetin tefsirinde şöyle anlatır : Cibril ve yanındakiler Hz. İbrahim'e geldiklerinde ona : Muhakkak ki biz, şu köyün ahâlîsini helak edicileriz, demişlerdi. İbrahim onlara : Siz içinde üç yüz mü'min olan bir köyü mü helak edeceksiniz? diye sormuş. Onlar : Hayır, demişler. İçinde kırk mü'min olan bir köyü mü helak edeceksiniz? diye sormuş, onlar; hayır, demişler. Otuz, demiş, onlar beşe ulaşıncaya kadar hep hayır, demişler. Ne dersiniz; orada bir tek müslüman kişi olsa orayı helak eder misiniz? diye sormuş ve onlar yine hayır, demişler. İşte bu sırada İbrahim (a.s.) : Muhakkak ki orada Lût var, demiş ve onlar : Orada olanı biz iyi biliriz, karısı dışında onu ve ailesini muhakkak kurtaracağız... demişler ve İbrahim susup gönlü huzur bulmuş. Katâde'nin söyledikleri buna yakındır. İbn İs-hâk şöyle ilâve eder : Ya orada bir tek mü'min varsa ne dersiniz? diye sormuş, onlar; hayır, demişlerdi. Hz. İbrahim: Şayet orada Lût varsa; onunla onlardan azâb alıkonulup geri çevrilir, demiş ve onlar da : Biz orada olanı en iyi bilenleriz, demişlerdi.
Allah Teâlâ, «Doğrusu İbrahim; yumuşak huylu, çok içli ve kendisini Allah'a vermiş bir kimseydi.» âyetinde bu güzel sıfatlarla İbrahim'i övmektedir ki; bunların tefsiri, daha önce (Tevbe sûresinin 114. âyetinde) geçmişti. Allah Teâlâ: «Ey İbrahim; bundan vazgeç, zîrâ Rabbınm fermanı gelmiştir...» buyurur ki, onlar hakkında kaza yerini bulmuş, onların helaki ve suç işleyen kavimlerden çevrilmeyen Allah'ın baskınının başlarına gelmesi sözü hak olmuştur.35
77 — Elçilerimiz Lût'a gelince; onların gelmelerinden endîşeye düştü, çok sıkıldı ve : îşte bu çok çetin bir gündür, dedi.
78 — Kavmi ona koşa koşa geldi. Daha önce de kötü işler işlerlerdi. Ey kavmim; işte kızlarım, bunlar sizin için daha temizdir. Allah'tan korkun da müsâfirlerin önünde beni rezîl etmeyin. İçinizde aklı erer bir kimse de yok mudur? dedi.
79 — Dediler ki : Senin kızlarınla bizim bir ilgimizin olmadığını biliyorsun. Sen, ne istediğimizi de bilirsin.
Elçilerimiz Lût'a Geldiğinde. 22
Elçilerimiz Lût'a Geldiğinde
Allah Teâlâ haber veriyor ki; elçileri olan melekler Lût kavmini Allah'ın o gece helak buyuracağını Hz. İbrahim'e haber verip bildirdikten sonra Hz. Lût'a geldiler. Söylendiğine göre Hz. İbrahim'in yanından ayrıldıktan sonra Hz. Lût (a.s.), kendine âit bir arazîde —başka bir rivayete göre evinde— olduğu sırada ona geldiler. Onlar, Allah Teâlâ'nın bir imtihanı olarak —ki yüce hikmet ve hüccetler Allah'ındır— son derece güzel yüzlü genç şeklinde ona geldiler. Hz. Lût, onların gelmelerinden endîşeye düştü, son derece sıkıldı ve şayet onları müsâfir etmez ise kavminden birinin onları müsâfir edip onlara bir kötülük yapacaklarından korktu da; «îşte çok çetin bir gün, dedi.» İbn Abbâs ve bir çokları derler ki: İmtihanı ve musibeti çok bir gün. Zîrâ Hz. Lût, onları müdâfaa mecburiyetinde kalacağını anladı ve bu ona çok ağır geldi.
Katâde'nin anlattığına göre; melekler Hz. Lût kendine âit bir arazide iken geldiler ve Ona müsâfir oldular. Hz. Lût onlardan utandı, önlerinde yürüdü ve yolda dönüp gitmelerini hissettirir bir halde şöyle dedi: Allah'a yemîn olsun ki ey gençler, yeryüzünde halkı bunlardan daha habîs bir yer bilmiyorum. Sonra biraz yürüdü ve bu sözünü onlara dört kere tekrarladı. Katâde der ki: Peygamberleri bu şekilde şehâdette bulunmadıkça, onları helak etmemekle emrolunmuş-lardı.
Süddî der ki: Melekler, Hz. İbrahim'in yanından Lût'un kasabasına doğru yola çıktılar. Gece yarısı Sedom nehrine ulaştılar. Orada Lût'un su taşıyan bir kızını gördüler de: Ey kızcağız, bir ev var mı? diye sordular. Kız: Ben size gelinceye kadar yerinizde durun, dedi. Kavminin onlara bir şey yapmasından korkmuştu. Babasına geldi ve: Ey babacığım, şehrin kapısında gençlere rastladım, yüzleri onlardan daha güzel kimse görmemiştim. Sakın kavmin Onları ele geçirip onlara bir ahlâksızlık yapmasın, dedi. Lût'un kavmi onun, erkekleri müsâfir etmesini yasaklamış ve: Yolumuzdan çekil, erkekleri biz müsâfir edeceğiz, demiştiler. Melekler Hz. Lût'a geldiklerinde, ailesi halkından başka kimse onların geldiğini bilmiyordu. Ancak Lût'un karısı çıkıp kavmine haber verdi de koşa koşa ona geldiler. Allah Teâlâ : «Kavmi ona koşa koşa geldi.» buyurur ki; onlar gençlerin gelmesine sevinçlerinden koşa koşa ona gelmişlerdi. «Daha önce de kötü işler işlerlerdi.» Bu onlarda âdeta bir huy haline gelmişti ki zâten bu hal-delerken azâb onları yakalamıştır. Lût onlara : «Ey kavmim; işte kızlarım, bunlar sizin için daha temizdir.» deyip onlara kavminin kadınlarını göstermişti. Peygamber, ümmeti için baba mesabesindedir. Onlara dünya ve âhirette kendileri için en faydalı olanı göstermişti. Nitekim başka bir âyette zikredildiğine göre; onlara şöyle demişti: «İnsanlar arasında erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Ve Rabbınızın sizin için yarattığı eşleri bırakıyor musunuz? Hayır, siz azmış bir kavimsiniz.» (Şuarâ, 165-166). Allah Teâlâ başka bir âyette aralarında şu konuşmaların geçtiğini zikreder: «Biz seni elâlemin işine karışmaktan (erkekleri müsâfir etmekten) men'etmedik mi? dediler. Alacaksanız işte bunlar benim kızlarım, dedi. Senin ömrüne andolsun ki, onlar sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.» (Hicr, 70, 72). Bu âyet:i kerîme'de ise o, şöyle demiştir : «İşte kızlarım, bunlar sizin için daha temizdir.» Mücâhid; Hz. Lût'un kızları olmadığını, onların ümmetinden olduğunu, zîrâ her peygamberin ümmetinin babası olduğunu söyler. Bu açıklama, Katâde ve bir çoklarından rivayet edilmiştir, îbn Cüreyc der ki: Onlara kadınlarla evlenmeyi emretmiş, onlara zina yolunu göstermemiştir. Saîd İbn Cübeyr de şöyle der: O, kavminin kadınlarını kasdetmiştir ki; onlar, peygamberin kızları, o da kavminin babasıdır. Ahzâb sûresinin altıncı âyetinin kırâetlerin-den birisi şöyledir : «Peygamber, mü'minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır. Onun eşleri ise onların anneleridir. O da onlann babasıdır.» (Ahzâb, 6). Rebî' İbn Enes, Katâde, Süddî, Muhammed İbn İshâk ve başkalarından da böyle rivayet edilmiştir.
«Allah'tan korkun da müsâfirlerin önünde beni rezîl etmeyin.» Kadınlarınızla yetinme emrini kabul edin. «İçinizde aklı erer bir kimse yok mudur?» Kendisine hayır olan, emrettiğimi kabul edecek, yasakladığımı bırakacak bir kimse yok mu? Onlar şöyle dediler: «Senin kızlarınla bizim bir ilgimizin olmadığını biliyorsun?» Sen iyi bilirsin ki bizim kadınlarımıza ihtiyâcımız ve onlara karşı bir iştihâmız yok. «Sen, ne istediğimizi de bilirsin.» Bizim erkeklerden başka bir arzumuz, maksadımız yok, sen bunu biliyorsun. O halde bu sözü bize tekrarlama ihtiyâcını nereden duyuyorsun. Süddî der ki: Onlar : «Sen, ne istediğimizi de bilirsin.» sözleriyle kendilerinin sâdece erkekleri istediklerini belirtmişlerdir.36
80 — Keski size yetecek bir kuvvetim olsaydı. Veya sağlam bir yere sığmsaydım, dedi.
81 — Dediler ki: Ey Lût; biz Rabbmm elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler. Bir ara geceleyin ailenle birlikte yola çık. Karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelecek olan onun da başına gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?
Allah Teâlâ peygamberi Lût (a.s.) dan haber vererek buyurur ki: Muhakkak ki Lût (a.s.) onları: «Keski size yetecek bir kuvvetim olsaydı...» sözüyle tehdıd etmiştir. Yani keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydı da sizi cezalandırmış olsaydım, bizzat kendim ve aşiretim size gerekenleri yapsaydım. Bu sebepledir ki Muhammed İbn Amr İbn Alkame kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah Lût'a rahmet eylesin, muhakkak ki o sağlam bir yere sığınmıştı. —Bununla Hz. Peygamber Allah'ı kasdediyor— Allah Teâlâ ondan sonra hiç bir peygamber göndermemiştir ki onu, kavminden kalabalık bir grup içinde göndermiş olmasın.
İşte o esnada melekler kendilerinin ona Allah'ın elçileri olduklarını, kavminin kendisine ilişemeyeceklerini haber verdiler ve: «Ey Lût; biz, Rabbının elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler.» dediler, gecenin sonunda ailesini yürütmesini, ailesinin arkasından, onları yürüterek kendinin de gitmesini emrettiler. Dediler ki: «Kimse geri kalmasın.» Yani onların (kavminin) başına gelenleri işittiğinde üzücü, rahatsız edici o sesler sizi ürkütmesin. Aksine yolunuza devam edin. «Karısının dışında...» Bir çokları; âyetin bu kısmının, olumlu mânâdan istisna olduğunu, «Geceleyin ailenle birlikte yola çık.» emrinden istisna edildiğini söylerler. İbn Mes'ûd, âyeti bu şekilde okumuş ve âyetteki kelimesini mansûb olarak okumuştur. Zîrâ bu istisna, olumlu bir mânâdan istisna edilmiş olup bu görüşte olanlara göre bu kelimenin mansûb okunması vâcibtir. Diğer kâri' ve nahivci-ler ise; âyetteki kelimesinin, «Kimse geri kalmasın.» kısmından istisna edildiğini söyleyip, bu kelimenin merfû' ve mansûb okunmasının caiz olduğu görüşündedirler. Bunlar Lût'un karısının onlarla beraber çıktığını sarsıntıyı duyunca arkasına döndüğünü, «Vah kavmim.» dediğini, gökten başına bir taş gelerek onu öldürdüğünü anlatırlar.
Sonra melekler ona bir müjde olmak üzere kavmin helakinin yakın olduğunu haber verdiler. Zîrâ o, kendilerine : Onları hemen helak edin, demiş; onlar da : «Onların helak olma zamanı sabahleyindir. Sabah yakın değil mi?» demişlerdi. Lût'un kavmi kapıda durmuş ve sanki oraya bağlanmışlardı. Onlar her bir taraftan oraya koşa koşa gelmişlerdi. Lût kapıda durmuş, onlarla mücâdele ediyor, onları men'-ediyor ve içinde bulundukları halden onları nehyediyordu. Onlar ise onun (bu sözlerini) kabul etmiyorlar, bilakis onu tehdîd ediyorlardı. İşte bu sırada Cibril (a.s.) karşılarına çıkıp yüzlerine kanadı ile vurdu ve gözlerini kör etti. Döndüler ve yollarını bile bulamadılar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Andolsun ki, onlar rnüsâfirlerine kötülük yapmayı kaydetmişler di. Biz de gözlerini kör ettik. Azabımı ve tehdidimi tadın.» (Kamer, 37). Ma'mer'in Katâde'den, onun da Hu-zeyfe İbn Yemmân'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış : İbrahim (a.s.), Lût kavmine gelir ve şöyle derdi: Adabına uğramamız için Allah sizi bundan men'etmedi mi? Onlar kendisine itaat etmediler, tâ ki haklarında yazılan vaktine ulaşınca melekler Lût'a ulaştılar. O kendine ait bir yerde çalışıyordu. Onları müsâfir olmaya davet etti. Dediler ki: Bu gece biz senin müsâfirleriniz. Allah Teâlâ Cibril'e, Lût onların aleyhinde üç defa şehâdette bulununcaya kadar onlara azâb etmemekle emretmişti. Lût onları müsâfir olmaya çağırdığında kavminin yapmakta olduğu kötülüğü zikretti, bir süre onlarla beraber yürüdü, sonra onlara dönüp : Bu kasaba ahâlîsinin ne yapmakta olduklarını biliyor musunuz? Yeryüzünde onlardan daha şerlisini bilmiyorum. Sizi nereye götüreyim? Kavmime mi? Onlar Allah'ın yaratıklarının en şerlileri iken, dedi. Cibril meleklere dönüp : Bunu muhafaza ediniz, bu birinci, dedi. Lût, onlarla bir süre daha yürüdü. Kasabanın yolunun yansına geldiklerinde, kasaba halkının onlara bir kötülük yapmasından korktu, onlardan utandı ve : Bu kasaba halkının ne yaptığını bilmiyor musunuz? Yeryüzünde onlardan daha şerlisini bilmiyorum. Muhakkak ki benim kavmim Allah'ın yarattıklarının en şerlisidir, dedi. Cibril meleklere dönüp : Muhafaza ediniz; bu ikinci, dedi. Evin kapısına ulaştığında onlardan utancından ve onlara (kavminin bir kötülük yapmasından) korkarak ağladı ve : Muhakkak ki benim kavmim Allah'ın yarattığının en şerlisidir. Bu kasaba ahâlîsinin ne yapmakta olduğunu bilmiyor musunuz? Yeryüzünde bunlardan daha şerli bir kasaba halkı bilmiyorum, dedi. Cibril meleklere : Muhafaza ediniz; bu üç, azâb hak oldu, dedi. (Eve) girdiklerinde kötü ihtiyar kadın (karısı) gitti, yüksek bir yere çıktı ve elbisesiyle işareti verdi. Günahkârlar koşarak ona geldiler ve : Ne haber var? dediler* Dedi ki: Lût'a öyle bir kavim müsâfir oldu ki yüzü onlardan daha gü-. zelini, kokulan onlardan daha hoş olanını asla görmedim. Koşarak kapıya geldiler. Lût onlan kapıda karşıladı ve uzun uzun onlarla ınücâ-* dele etti. O içerde, diğerleri dışarda idiler, Onlara Allah'ın adını ve-i rip : «İşte kızlarım, bunlar sizin için daha temizdir.» dedi. :
Melekler kalktı ve kapıyı kapadı. Cibril, onların cezâlandmlması için izin istedi de Allah Teâlâ ona izin verdi. Olduğu (aslî) şekli ile semâya yükseldi. Kanadını açtı. —Cibril'in iki kanadı vardır. Kanadı üzerinde dizi dizi incilerden tüyler vardır. Ön dişleri parlak, alnı açık, saçları mercan gibi, siyah kıvırcık saçlıdır. O, kar gibi bembeyaz incidir, ayakları yeşile çalar—. Dedi ki: «Ey Lût; biz, Rabbının elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler.» Ey Lût, kapıdan çekil ve bizi onlarla baş-başa bırak. Lût kapıdan çekildi, Cibril çıkıp kanadını yaydı ve kanadıyla onların yüzüne öyle bir vuruş vurdu ki gözlerini yardı, kör oldular. Yolu bilemediler ve evlerini bulamadılar. Sonra Lût, o gece ailesini götürmekle emrolundu da şöyle buyuruldu : «Bir ara geceleyin ailenle birlikte yola çık.» Muhammed" İbn Kâ'b, Katâde ve Süddî'den de bunların bir benzeri rivayet edilmiştir.37
82 — Emrimiz gelince; oranın üstünü altına getirdik ve üzerine yığın yığın sert taşlar yağdırdık.
83 — Ki bu taşlar, Rabbmın katında işaretlenmiştir. Bunlar zâlimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Emrimiz gelince; —ki güneş doğarken-dir— oranın —Sedom'un— üstünü altına getirdik.» Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur: «Onlara giydirdiğini giydirdi...» (Necm, 54). Yani onların üzerine slccîl'den taş yağdırdık. Siccîl kelimesi, Farsça olup çamurdan taş anlamındadır. Bu açıklama İbn Abbâs ve baş-kalarınmdır. Diğer bazıları ise bu kelimenin iki kelimeden müteşekkil olduğunu söylerler. Birinci kelime olan «Senk» kelimesi taş anlamında, kil kelimesi ise çamur anlamındadır. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Ki üzerlerine çamurdan taş yağdıralım.» (Zâriyât, 33). Yani taşlaşmış son derece katı. Bazıları buradaki siccîl kelimesinin kızartılmış anlamında olduğunu söyler.(...)
Bazıları, âyetteki kelimesinin : Gökte bu iş için hazırlanmış, anlamında olduğunu söylerler. Başkaları ise bunun : Onların başlarına inmede birbirini ta'kîb eden, yığın yığın, anlamında olduğunu söylemişlerdir. Allah Teâlâ : «Ki bu taşlar, Rabbının katında işaretlenmiştir.» buyurur ki bunlar belirlenmiş, mühürlenmiş olup üzerlerinde sahiplerinin isimleri vardır. Her taşın üzerinde ineceği kimsenin ismi yazılıdır. Katâde ve İkrime ise kelimesinin tokalı anlamında olduğunu, onlarda kırmızılıktan bir eser olduğunu söylemişlerdir. Anlattıklarına göre; bu taşlar, ülke ahâlîsinin üzerine inmiştir. Ayrıca oranın çevresindeki köylere dağılmış olanların da üzerine inmiştir. Onlardan birisi insanların yanında konuştuğu esnada birdenbire gökten bir taş gelmiş ve insanların arasından onun tepesine düşerek helak etmiştir. Taş, diğer ülkelerde olanları da ta'kîb etmiş ve sonuncularına varmcaya kadar onları helak ederek onlardan hiç kimse kalmamıştır.
Mücâhid der ki: Cibril Lût kavmini evlerinden, avlularından almış, onları hayvanları ve eşyalarıyla birlikte taşıyıp kaldırmış ve nihayet gök ehli, köpeklerinin ulumasını dahi işitmiştir. Sonra onları ters çevirmiş. Onları sağ kanadının, kanadını örttüğü zaman örtülen kısmı üzerinde taşımış. Onları çevirdiğinde onlardan ilk düşen ayrı olanları olmuş. Katâde der ki: Bize ulaştığına göre; Cibril, orta (büyük) kasabayı kenarlarından yakalamış, sonra onu gökyüzüne uçurmuş. Nihayet gökyüzü halkı, onların köpeklerinin seslerini dahi işitmiş. Sonra birbiri üzerindelerken onları helak etmiş. Sonra alay ederek kavimden (başka yerlere) dağılmış olanların peşine düşmüş. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre dört kasaba olup, her kasabada yüz bin kişi varmış, Bir rivayette ise; onlar, üç kasaba olup büyükleri Sedom imiş. Yine bize ulaştığına göre; İbrahim (ajs.), Sedom'un başına (karşısındaki yüksek bir yere) çıkıp şöyle dermiş : Ey Sedom, bu gün sana ne oldu?
Katâde ve başkalarından bir rivayette şöyle anlatılır : Bize ulaştı ki Cibril (a.s.) sabah olunca kanadını açmış, onların arazîsini içindeki sarayları, hayvanları, taşlan ve ağaçlarıyla, içinde olan şeylerin bütünüyle yerden koparmış, sonra onları kanadı" içinde toplayıp katlamış, sonra onları dünya semasına çıkarmış. Nihayet gökyüzü sakinleri, insanların ve köpeklerin seslerini işitmişler. Onlar, dört bin kere bin kişi (4 Milyon) imişler. Sonra onları ters çevirip, ters çevrilmiş halde yeryüzüne dönderip birbirleri üzerine atmış, onları alt üst etmiş ve üstlerine sert taşlar yağdırmış. Muhammed İbn Kâ'b el-Ku-razî der ki: Lût kavmi beş kasabada idiler; Sedom —ki bu en büyüktür—, Sa'be, Sa've, Asre ve Doma. Cibril bunları kanadına yüklemiş, yükseltmiş ve nihayet dünya göğünün ahâlîsini köpeklerinin ulumasını ve tavuklarının seslerini işitmişler. Sonra onları yüzleri üzeri çevirmiş ve sonra da Allah Teâlâ, onların üzerine taş yağdırmıştır. Allah Teâlâ : «Ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine sert taş yağdırdık.» (Hicr, 74) buyurur ki; Allah Teâlâ onu (Sedom'u) ve çevresindeki şehirleri helak buyurmuştur.
Süddî der ki: Lût kavmi, sabaha eriştiklerinde Cibril inmiş, yedi kat yerden yeryüzünü söküp koparmış, onu taşıyarak göğe ulaştırmış. O kadar ki dünya semâsı halkı, köpeklerinin ulumalarının ve horozlarının seslerini işitmişler. Sonra onları ters çevirip öldürmüş. İşte Allah Teâlâ'nm : «Altı üstüne gelen kasabaları da o kaldırıp çarptı.» (Necm, 53) sözü budur. Yeryüzüne düştüğünde ölmeyene gelince; Allah Teâlâ, o yerin altında iken üzerine taş yağdırmıştır. Yeryüzünde onlardan dağılmış olanların ise köylerde peşine düşülmüş; birisi konuşurken taş gelmiş ve onu öldürmüş. İşte AJlah Teâlâ'nın «Ve üzerlerine (köylerde) sert taşlar yağdırdık.» kavli budur. Süddî böyle söylemiştir.
Allah Teâlâ : «Bunlar zâlimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır.» buyurur ki bu ceza ve azâb zulümlerinde onlara benzeyenlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır. Sünenlerde İbn Abbâs'tan rivayet edilen merfû' bir hadîste şöyle buyurulur : Lût kavminin yaptığını yapanı bulduğunuz zaman, hem yapanı ve hem de yapılanı öldürünüz. Kendisinden rivayet edilen bir kavlinde İmâm Şafiî ve âlimlerden bir grup bu hadîsle amel ederek evli olsun veya olmasın livâta yapanın öldürüleceği görüşündedirler. İmâm Ebu Hanîfe ise onun önce yüksek bir yerden atılıp, sonra taşlanacağı görüşündedir. Nitekim Allah Teâlâ Lût kavmine böyle yapmıştır. En doğrusunu Allah Teâlâ bilir.38
84 — Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı yolladık. Dedi ki : Ey kavmim; Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben, sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azâbla kuşatacak bir günden korkuyorum.
Medyen Halkı ve Şuayb Peygamber25
Medyen Halkı ve Şuayb Peygamber
Allah Teâlâ : «Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı yolladık.» buyurur. Bunlar araplardan bir kabile olup Hicaz ile Şam arasında Meân ülkesine yakın ve onlarla tanınan, adına Medyen denilen bir yerde otururlardı. Allah Teâlâ onlara Şuayb'ı yolladı. Şuayb, neseb yönünden onların şereflilerinden idi. Bu sebepledir ki: «Kardeşleri Şuayb'ı yolladık» buyurmuştur. Onlara yegâne Allah'a ibâdet etmelerini emretmiş, ölçü ve tartıyı eksik tutmaktan onları men'etmiştir. Şöyle demişti: «Ben sizi (maişet ve rızkında) iyi bir halde, refah içinde görüyorum.» Allah'ın haramlarını işlemeniz sebebiyle içinde olduğunuz şeylerin sizden sökülüp alınmasından «Ve sizi azâbla kuşatacak âhiret yurdundaki bir günden korkuyorum.»39
85 — Ey kavmim; ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
86 — îmân ediyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Sonra ben sizin üzerinizde bir koruyucu da değilim.
Şuayb (a.ş.) önce onları, insanlara verdikleri zaman ölçü ve tartıyı eksik tutmaktan men'etmiş, sonra ise verme ve almalarında adaletle ölçü ve tartıyı tâm tutmalarını emretmiş, yeryüzünde fesada koşmaktan onları men'etmiştir. Onlar yol keserlerdi.
Allah Teâlâ : «Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.» buyurur. İbn Abbâs der ki: Allah'ın rızkı, sizin için daha hayırlıdır. Allah'ın vereceği rızık sizin insanlara eksik vermenizden daha hayırlıdır, demiştir. Rebî' İbn Enes : Allah'ın tavsiyesi (vasiyyeti) sizin için daha hayırlıdır, derken; Mücâhid : Allah'a itaat sizin için daha hayırlıdır, demiş, Katâde de : Allah'tan olan nasibiniz, sizin için daha hayırlıdır, demiştir. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem de şöyle der : Helak azâbda, kalma (geride bırakılan) ise rahmettedir. Ebu Ca'fer îbn Cerîr der ki: Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ölçü ve tartıyı tâm tuttuktan sonra kalan kâr sizin için insanların mallarını almanızdan daha hayırlıdır. Bu açıklama, İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Ben de derim ki: Bu, Allah Teâlâ'nın : «De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de; murdarla temiz bir olmaz.» (Mâide, 100) âyetine benzemektedir. Yoksa ben sizin üzerinizde bir koruyucu değilim. Ben sizi murâkebe edici ve koruyucu değilim. Bunları insanların sizi görmesi için değil, bilakis Allah için yapınız.40
87 — Dediler ki : Ey Şuayb; senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı men'ediyor? Sen, doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin.
Onlar —Allah onları kahretsin— alay yollu ona diyorlardı ki: Ey Şuayb, senin namazın mı —A'meş: Senin Kur'an'ın mı? diye açıklıyor— bize babalarımızın taptığı putları ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı men'ediyor? Yani biz senin sözün üzerine mi ölçü ve tartıyı eksik tutmayı bırakacağız? Onlar bizim mallarımız; onlarda biz dilediğimizi yaparız.
Senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını bırakmamızı emrediyor? âyeti hakkında Hasan der ki: Evet, Allah'a yemin olsun ki onun namazı babalarının taptıklarını bırakmalarını onlara emrediyor. Sevrî: «Mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı men'ediyor.» âyetinde zekâtı kaydettiklerini söyler.
îbn Abbâs, Meynûn İbn Mihrân, İbn Cüreyc, İbn Eşlem ve İbn Ce-rîr'in söylediklerine göre onlar —Allah düşmanları— «Sen, doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin, d sözünü alayvarî söylüyorlardı. Allah onlan kahretsin ve rahmetinden uzaklaştırsın ki, öylece de yapmıştır.41
88 — Dedi ki : Ey kavmim; ben Rabbımdan apaçık bir delil üzere iken O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar islâh etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım ancak Allah'tandır. O'na tevekkül ettim ve O'na yöneliyorum.
Şuayb onlara diyor ki: Ey kavmim; (ben kendisine çağrıldığım hususta) Rabbımdan apaçık bir delil (ve basiret) üzere iken O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Burada güzel rızık ile peygamberliğin kaydedildiği de, helâl rızkın kasdedildiği de söylenmiştir ki, her ikisine de ihtimâli vardır.
Sevrî «Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem.» âyetinde der ki: Size bir şeyi yasaklayıp da sizden gizli olarak, gizli saklı yerlerde ona aykırı hareket etmem. Nitekim Katâde de, «Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem.» âyetinde şöyle diyor : Sizi bir işten men'edip de ben onu işleyecek değilim. Size emredip yasakladıklarımda gücüm yettiğince ve bütün gücüm ve tâka-tımla sizi ıslaha çalışmaktan başka bir amacım yoktur. İstediklerimde hakka isabet etmede başarım ancak Allah'tandır. Bütün işlerimde O'na güvendim. Ve ona yönelip dönüyorum. Bu açıklamaya Mücâhid ve başkaları yapmışlardır.
İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Hakîm İbn Muâviye'den, onun da babasından rivayetine göre, kardeşi Mâlik : Ey Muâviye, Mu-hammed komşularımı aldı, ona git, muhakkak ki o seninle konuşur ve seni tanır, demişti. Şöyle anlatıyor : Onunla birlikte gittim. Dedi ki: Komşularımı bana bırak. Onlar müslüman olmuşlardı. (Hz. Peygamber) ondan yüzünü çevirdi de o öfkeyle kalktı ve : Allah'a yemin olsun ki eğer sen böyle yaparsan insanlar senin bir şey emrettiğini ve ona aykırı hareket ettiğini sanırlar, dedi. O konuşurken ben onu çekiyordum. Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: Ne diyorsun? Şöyle dedi: Allah'a yemîn olsun ki, sen eğer böyle yaparsan; insanlar senin bir şey emrettiğini ve buna (emrettiğine) aykırı hareket ettiğini sanırlar. Allah Rasûlü : Gerçekten bunu söylerler miydi? Şayet ben bunu yapmışsam bunun vebali ancak banadır, onlara bundan bir vebal yoktur, buyurdu. Komşularını ona gönderdiler.
Yine Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Behz İbn Hakîm'den, onun babasından, onun da dedesinden rivayetine göre; o, şöyle anlatmıştır : Hz. Peygamber (s.a.) benim kavmimden bazı kimseleri bir töhmet yüzünden yakalamış ve hapsetmişti. Kavmimden birisi Allah Rasûlü (s.a.) hutbe okurken gelip : Ey Muhammed komşularımı niçin hapsediyorsun? dedi. Allah Rasûlü (s.a.) ona cevab vermedi de o : Muhakkak ki bazı kimseler : Sen bir şeyi yasaklıyorsun ve yalnız başına onu yapıyorsun, diyorlar, dedi. Hz. Peygamber (s.a.) : Ne söylüyor? buyurdu. Ben, Allah Rasûlü onun sözünü işitir de kavmine beddua eder ve bu bedduadan sonra ebediyyen felah bulamazlar korkusuyla aralarına lâf karıştırmaya başladım. Allah Rasûlü (s.a.) sözüne devam etti de nihayet onun ne dediğini anladı ve şöyle buyurdu : Gerçekten onu söylediler mi —onlardan birisi gerçekten böyle söyledi mi?— Allah'a yemîn olsun ki şayet yapmışsam bu onlara değil, benim üzerime bir vebaldir. Komşularını serbest bırakınız.
Yine bu kabilden olmak üzere İmâm Ahmed şu hadîsi rivayet eder : Bize Ebu Âmir'in... Ebu Hamîd ve Ebu Esîd'den rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Benden bir söz işittiğiniz zaman kalbleriniz bilir, tanır, size yumuşak gelir, kendinize onu yakın görürseniz; bilin ki o söze en lâyığınız benim. Benden bir söz işitip de o sözden kalbiniz hoşnûd olmaz ve sizler ondan nefretle uzaklaşır, kendinizden onu uzak görürseniz; bilin ki o söze sizin en uzağınız benim. Bu hadîsin isnadı sahihtir. Aynı isnâd ile Müslim : Sizden biriniz mescide girdiğinde : Ey Allah'ım, bana rahmetinin kapılarını aç; mescidden çıktığında ise : Ey Allah'ım, ben senden fazlasını, ihsanını isterim, desin, hadîsini tahrîc etmiştir. Yukardaki hadîsin anlamı —en doğrusunu Allah bilir— şöyle olmalıdır : Benden size bir hayır ulaştığı zaman bilin ki ona en lâyığınız benim. Her ne ki hoşlanılmaz; ona sizin en uzağınız benim. Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem.
Katâde'nin Azra'dan, onun Hasan el-Uranî'den, onun Yahya İbn el-Bezzâr'dan, onun da Mesrûk'tan rivayetine göre; bir kadın, İbn Mes'ûd'a gelip : Sen saçına saç ekleyeni (peruk takam) men mi ediyorsun? diye sormuş ve o; evet, demiştir. Kadın : Fakat belki senin kadınlarından bazısında da vardır, değil mi? demiş ve İbn Mes'ûd şöyle cevab vermiş : O halde sâlih kulun vasiyyetini ben muhafaza etmemiş olurum : Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem.
Osman İbn Ebu Şeybe'nin Cerîr'den, onun da Ebu Süleyman'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Ömer İbn Abdülazîz'in içinde emir ve yasak bulunan mektupları bize gelirdi. Sonunda şöyle yazılıydı: Bunlardan ancak sâlih kulun dediği gibisi olmuştur : «Başarım ancak Allah'tandır. O'na tevekkül ettim ve O'na yöneliyorum.»42
89 — Ey kavmim, bana karşı gelmeniz; Nuh kavminin, Hûd kavminin, Sâlih kavminin başına gelen felâketin benzerini, sakın başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.
90 — Rabbmızdan mağfiret dileyin, sonra da tevbe edin O'na. Doğrusu benim Rabbım, Rahîm'dir, Vedûd'-dur.
Şuayb onlara der ki: Ey kavmim, bana karşı gelmeniz; bana düşmanlık ve kin beslemeniz sizi içinde bulunduğunuz küfür ve fesâdda ısrara sürüklemesin. Böyle yaparsanız Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerinin başına gelen musibet ve azabın bir misli sizin de başınıza gelir. Katâde, «Ey kavmim, bana karşı gelmeniz... felâketin benzerini sakın başınıza getirmesin.» âyetindeki ( jlü ) kelimesini: Benden ayrı olmanız, şeklinde Süddî ise : Bana olan düşmanlığınız sebebiyle sapıklık ve küfürde devam ederseniz, onların başına gelen azâb, sizin de başınıza gelir, şeklinde açıklamıştır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Muhammed İbn Avfın... Ebu Leylâ el-Kindî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatır: Efendimin hayvanını (binitini) tutmuş onunla beraberdim. İnsanlar, Osman İbn Affân'ın çevresini kuşatmışlardı. Birden evinden üzerimize (karşımıza) çıktı ve : Ey kavmim, bana karşı gelmeniz Nûh kavminin, veya Hûd kavminin veya Salih kavminin başına gelen felâketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Ey kavmim, beni öldürmeyiniz. Eğer siz beni öldürürseniz şöyle olursunuz, dedi ve parmaklarını birbirine geçirdi.
Allah Teâlâ : «Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.» buyurur ki burada zaman yönünden uzaklığın kasdedildiği söylenmiştir. Katâde der ki: Onlar ancak dün sizin önünüzde helak olundular. Bu uzaklığın yer bakımından olduğu da söylenmiş olup her ikisine de ihtimâli vardır. «Rabbınızdan geçmiş günâhlar için mağfiret dileyin, sonra da gelecekte vuku bulacak kötü amellerinizden O'na tevbe edin. Doğrusu benim Rabbım; tevbe edip O'na dönenler için Rahîm'dir, Vedûd'-dur.»43
91 — Dediler ki : Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda cidden zayıf görüyoruz. Taraftârlarm olmasaydı, seni taşlardık. Esasen sen bizim yanımızda şerefli kimse de değilsin.
92 — Dedi ki : Ey kavmim; benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı üstün ki O'na sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbım, sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.
Onlar diyorlar ki: Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Bizim kulaklarımızda sağırlık, bizimle senin aranda perde var. Ve seni aramızda cidden zayıf görüyoruz. Saîd İbn Cübeyr ve Sevrî'nin söylediğine göre; onun gözlerinde rahatsızlık vardı. Ayrıca Servî ona peygamberlerin hatibi dendiğini ae kaydeder. Süddî' «Seni aramızda cidden zayıf görüyoruz.» âyetinde. onların : Sen bir teksin, demek istediklerini söyler. Ebu Ravk der ki: Onlar bununla onun zelîl olduğunu kasdetmişlerdir ve demişlerdi ki: Zîrâ senin aşiretin bile senin dinin üzere değiller.
«Taraftarların, kavmin ve aşiretin olmasaydı; şayet senin kavmin şerefçe bize üstün olmasaydı, muhakkak ki biz seni taşlardık.» Burada taşlamanın; taş ile olacağı da, sövme ile olacağı da söylenmiştir. «Esasen sen bizim yanımızda şerefli kimse de değilsin.» Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı üstün ki beni kavmim sebebiyle bırakıyorsunuz da peygamberine bir kötülük dokundurmanızın Allah'a büyük ve ağır geleceğinden dolayı beni bırakmıyorsunuz? Allah'ın tarafını arkanıza attınız, O'na sırt çevirdiniz, O'na itâatla ta'zîmde bulunmadınız? «Doğrusu Rabbım, sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.» Sizin bütün amellerinizi O en iyi bilendir ve bunlar sebebiyle sizi mutlaka cezalandıracaktır, dedi.44
93 — Ey kavnrni; elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kime rüsvây edecek bir azabın gelece ğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetmeyenlerdenim.
94 — Emrimiz gelince; Şuayb'ı ve beraberindeki inananları, katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.
95 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki; Se-mûd da Medyen de Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.
Allah'ın peygamberi Şuayb (a.s.) kavminin davetine icabet etmesinden ümidi kestiğinde dedi ki: «Ey kavmim, elinizden geleni yapın, yolunuz üzere gitmeye devam edin. —Bu şiddetli bir tehdîddir—. Ben de yolum ve metodum üzere gideceğim. Âhiret yurdunda kime rüs-vây edecek bir azabın geleceğini ve benimle sizden kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, bekleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim.» Allah Teâlâ buyurur ki: Emrimiz gelince; Şuayb'ı ve beraberindeki inananları, katımızdan bir rahmet olarak kurtardım. Kavminden zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde hareketsiz, sönmüş, cansız halde diz üstü çöküverdiler. Allah Teâlâ burada onlara korkunç bir sesin geldiğini, A'râf sûresinde bir sarsıntının onları yakaladığını, Şuarâ sûresinde de onlara «zul-le gününün azabının» geldiğini zikreder. Halbuki onlar, bir tek ümmettir. O halde azaba dûçâr kaldıkları günde bütün bu aaablar, onlar için bir araya gelmiştir. Allah Teâlâ bu âyetlerden her birinde, sözün akışına uygun olanını zikretmiştir. A'râf sûresinde onlar: «Ey Şuayb; seni ve beraberindeki inanmış olanları, memleketimizden çıkarırız.» (A'râf, 88). dediklerinde, orada sarsıntının zikredilmesi uygundur. Onların üzerinde zulmettikleri ve peygamberlerini çıkarmak istedikleri yer, onları sarsmıştır. Burada onlar peygamberlerine karşı sözlerinde edebsizlik ettiklerinde; onları susturacak ve söndürecek VkOTİEünç bil sesin zikredilmesi münâsibttr. Şuaiâ sûresinde ise on\ar. «Eğer sâdıklardan isen bize gökten bir parça indir.» (Şuarâ, 187). dediklerinde Allah Teâlâ (onların bu davranış ve sözlerine en münâsib gelen azabı zikrederek) şöyle buyurur : «Ve onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Doğrusu o, büyük bir günün azabı idi.» (Şuarâ, 189). İşte bu son derece ince, garîb (Kur'an) sırlarındandır. Devamlı ve çok hanıd, minnet Allah'adır.
Sanki yurtlarında ondan önce hiç yaşamamışlardı. Bilin ki;' Se-mûd kavmi gibi Medyen halkı da, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. Semûd kavmi onların yurtlarına komşu, yol kesme ve küfürde onların tenzeri olup onlar gibi arap idiler.45
96 — Andolsun ki Musa'yı, âyetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve erkânına gönderdik.
97 — Yine de onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi.
98 — O, kıyamet gününde kavmine Öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.
99 — Hem burada, hem de kıyamet gününde la'nete uğratıldılar. Kendilerine verilen bu bağış ne kötü bir bağıştır.
Hz. Musa'yı Da Belgelerle Gönderdik. 28
Hz. Musa'yı Da Belgelerle Gönderdik
Allah Teâlâ Hz. Mûsâ (a.s.) yi âyetleri, kesin, parlak delil ve hüccetleri ile kıbtî milleti üzerinde Mısır diyarının kralı olan Firavun —Allah ona la net etsin— a gönderdiğini haber veriyor. Firavun'un azgınlık ve sapıklıkta ki yoluna ve metoduna uydular. Oysa Firavun' un emri'hiç de doğru değildi. Onda bir olgunluk ve hidâyet yoktu. Sırf bilgisizlik, sapıklık, küfür ve inâddan ibaretti. Onlar, nasıl ki dünyada ona uymuşlarsa; kıyamet günü de onların öncüleri ve reisleri olup onları cehennem ateşine götürecek, ölüm havuzlarından içeceklerdir. En ağır azâbdan onun nasibi elbette en çok olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyetlerde şöyle buyurur: «Fakat Firavun, peygambere isyan etti. Biz de onu çok ağır bir cezaya uğrattık.» (Müzzemmil, 16) «Ama o yalanlayıp isyan etti. Sonra arkasını döndü, koşmaya başladı. (Adamlarım) toplayıp seslendi ve : Sizin en yüce Rabbınız benim, dedi. Bunun üzerine Allah, onu dünya ve âhirette azâbıyla yakaladı. Şüphesiz ki, bunda korkan kimseler için ibret vardır.» (Nâziât, 21-26) : Allah Teâlâ burada ise şöyle buyurur : «O, kıyamet gününde kavmine Öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.» İşte kendilerine uyulanların hali budur; onlar (Allah'a) dönüş gününde azâblan en çok olacaklardır. Nitekim Allah Teâlâ bir âyet-i kerînıe'de : «Hepiniz için katmerlidir. Ne var ki bilmezsiniz.» (A'râf, 38) buyururken kâfirlerin ateşte şöyle diyeceklerini haber verir: «Rab-bımiz, biz büyüklerimize ve yöneticilerimize itaat etmiştik, Onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbımız onlara azâbdan iki kat ver. Ve onları büyük bir la'netle la'netle.» (Ahzâb, 67-68).
îmâm Ahmed der ki: Bize Huşeym'in... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : İmr'ül-Kays câhi-liyye şâirlerinin sancağını ateşe (doğru giderken) taşıyandır.
Allah Teâlâ: «Hem burada, hem de kıyamet gününde la'nete uğratıldılar. Kendilerine verilen bu bağış, ne kötü bir bağıştır.» buyurur ki; onları, cehennem azabı ile cezalandırmamıza ilâveten bu dünya hayatında da la'nete uğrattık. Kendilerine verilen bu bağış ne kötü bir bağıştır. Mücâhid der ki: Kıyamet günü de onlara bir la'net artırılmış olup işte iki la'net budur.
Ali İbn Ebu Talha'nm İbn Abbâs'tan rivayetinde o, «Bu bağış ne kötü bir bağıştır.» âyeti hakkında şöyle der: O, dünya ve âhiret la'-netidir. Dahhâk ve Katâde de böyle söyler. Allah Teâlâ'mn şu .sözü de böyledir: ((Onları ateşe çağıran önderler kıldık. Kıyamet günü de yardım görmezler. Bu dünyada arkalarına la'neti taktık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kimselerden olacaklardır.» (Kasas, 41-42) Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur: «Sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün : Firavun'un adamlarını azabın en şiddetlisine sokun, denir.» (Ğâfir, 46).46
100 — Bunlar; o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.
101 — Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbınm emri gelince de Allah'ı bırakıp taptıkları ilâhları kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Allah Teâlâ bu peygamberlerin ümmetleri ile beraber haklarında cereyan eden olayları, kâfirleri nasıl helak buyurup inananlan nasıl kurtardığını zikrettiğinde buyurur ki: Bunlar o kasabaların haber-lerindendir ki sana anlatıyorum. Onların bir kısmı hâlâ ma'mûr halde duruyor, bir kısmı ise helak olmuş, köhneleşmiş ve silinip gitmiştir. Onları helak ettiğimizde biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar elçilerimizi yalanlamak ve onları inkâr etmek suretiyle kendi kendilerine zulmettiler. Rabbının emri gelince Allah'ı bırakıp da taptıkları, dua ettikleri putları, ilâhları kendilerine bir fayda vermedi. Allah'ın onları helak etme emri geldiğinde onları bundan kurtaramadı. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye de yaramadı. Mücâhid, Katâde ve başkaları âyetteki kısmını «Eksiltmesiz» şeklinde açıklamışlardır. Bu böyledir; zira onların helak ve yok olmaları ancak bu ilâhlara tâbi olup onlara ibâdet etmeleri sebebiyledir. İşte bu sebeple onların başlarına gelen gelmiş; dünyada ve âhirette onlar sebebiyle hüsrana uğramışlardır.47
102 — İşte böyledir Rabbının yakalayışı, kasabaların zâlim halkını yakaladığı zaman. Çünkü O'nun yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Peygamberlerimizi yalanlayan o zâlim nesilleri nasıl helak etmişsek, aynı şekilde onların benzer ve emsallerine de böylece yaparız. O'nun yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.» Buharı ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.) den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Allah Teâlâ muhakkak ki zâlime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığında asla kurtulamaz, buyurmuş ve sonra da : «İşte böyledir Rabbının yakalayışı, kasabaların zâlim halkını yakaladığı zaman. Çünkü O'nun yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.» âyetim okumuştur.48
103 — Muhakkak ki âhiret azabından korkanlar için, bunda âyet vardır. O gün; bütün insanların toplanacağı gündür ve o görülecek gündür.
104 — Biz o günü, ancak belirli bir süreye kadar erteleriz.
105 — O gün gelince; Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Andolsun ki, kâfirleri helak etmemizde, peygamberlere yardım etmemiz ve inananları kurtarmamızda hiç şüphesiz âhiret yurdundaki va'dimizin doğruluğuna ibretler ve âyetler vardır. Şüphesiz ki Biz, peygamberlerimize ve îmân etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şâhidlerin şehâdet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.» (Gâfir, 51). Allah Teâlâ başka bir âyette ise şöyle buyurur : «Rabları da peygamberlere vahyetti ki: Biz, zâlimleri mutlaka helak edeceğiz. Onlardan sonra yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlara va'dimdir.» (İb-râhîm, 13-14).
Allah Teâlâ burada : «O gün onlardan hiç biri kalmamak üzere ilkleri ve sonlarıyla bütün insanların toplanacağı gündür.» buyururken başka bir âyette şöyle buyurur ; «Hiç birini bırakmaksızın toplarız onları.» (Kehf, 47) «Ve o görülecek gündür.» o, öyle büyük bir gündür ki; bütün melekler orada hazır bulunur, bütün peygamberler orada toplanır, insan, cinnî, kuş ve vahşî hayvanları ile toptan bütün yaratıkların toplanacağı bir gündür. Onlar hakkında zerre ağırlığı zulmetmeyen Âdil hüküm verir. Şayet bir tek iyilik dahi olsa onu kat kat artırır.
«Biz o günü, ancak belli bir süreye kadar erteleriz.» Kıyametin kopmasını ancak şu sebeple geciktiriyoruz : Âdem'in neslinden sayılı insanların vücûda gelmesi hususundaki Allah'ın sözü, kazası ve kaderi kesinleşmiştir. Allah Teâlâ onlar için belli bir süre koymuştur. Süre sona erip Âdem'in zürriyetinden çıkmaları takdir buyurulmuş olanların varlıkları tekâmül ettiği zaman Allah Teâlâ kıyameti koparır. Bu sebepledir ki: «Biz o günü, ancak belirli bir süreye, muvakkat bir müddete kadar erteleriz.» buyurmuştur. Bu süre ne artar ve ne de eksilir. O gün gelince; Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. O gün gelince —ki, kıyamet günüdür— Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur : «O gün rûh ve melekler saf halinde duracaklardır. Rahmân'ın izin verdiğinden başkaları konuşamazlar. O da doğruyu söyler.» (Nebe', 38), «Sesler Rahmân'ın heybetinden kısılmıştır ve sen fısıltıdan başka bir şey işitmezsin.» (Tâhâ, 108). Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde, Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayet edilen uzun şefaat hadîsinde şöyle buyurulur : O gün peygamberler müstesna kimse konuşamaz. O gün peygamberlerin davası ise : Ey Allah'ım kurtar, kurtar, demekten ibarettir.
Allah Teâlâ : «Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.» buyurur ki orada toplananlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. Nitekim başka bir âyette şöyle buyurulur : «Bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir.» (Şûra, 7). Hafız Ebu Ya'lâ Müs-ned'inde der ki: Bize Mûsâ İbn Hayyân'm... Hz. Ömer (r.a.) den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: «Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.» âyeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber (s.a.) e sonlum ve dedim ki: Ey Allah'ın elçisi, ne üzere amel edeceğiz? Bitirilen bir şeye mi, yoksa bitmemiş bir şey üzerine mi? Buyurdu ki: Elbette bitirilen şey üzerine ey Ömer, kalem onu yazmıştır. Fakat herkes yaratıldığı şeye müyesser ve muvaffak kılınır.
Sonra Allah Teâlâ bedbaht ve bahtiyârlann durumunu açıklamak üzere buyurur ki:49
106 — Bedbahtlara gelince; onlar, cehennemdedirler. Orada yüksek sesle solurlar.
107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbmm dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbm, dilediğini yapandır.
Allah Teâlâ : «Orada yüksek sesle solurlar.» buyurur ki bu âyette geçen ve kelimeleri hakkında İbn Abbâs şöyle der: Zefir boğazda, şehîk ise göğüstedir. Yani onların teneffüs etmeleri zefir, nefes almaları ise şehîk'tir ve bunda onlar için bir azâb vardır. Allah bizi bundan korusun. «Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır.» İmâm Ebu Ca'fer İbn Cerîr der ki: Araplar bir şeyi ebedî olarak devamla nitelemek istediklerinde : Bu; gökler ve yerin de-vâmınca devamlıdır, derlerdi. Aynı şekilde : O, gece ve gündüz birbirini ta'kîb ettikçe, gece ve gündüz durdukça ve geyikler kuyruklarını sallayıp hareket ettirdikçe bakîdir, derler ve bununla ebedî olmayı kasdederlerdi. İşte Allah Teâlâ. da aralarında bildikleri ve âdet haline getirdikleri ile hitâbda bulunmuş ve : «Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır.» buyurmuştur. Ben de derim ki: Burada gökler ve yerin devamından, onların cinsinin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Zîrâ âhiret âleminin de gökleri ve yeri olması gerekir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyet-i kerîmede : «O gün yer başka bir yerle değiştirilir. Gökler de başka göklerle.» (İbrâhîm, 48) buyurur. Bu sebepledir ki Hasan el-Basrî «Gökler ve yer durdukça...» âyeti hakkında şöyle demiştir: Bu gök bir başka gök ile, bu yeryüzü başka bir yeryüzü ile değiştirilir. Bu gök ve yer kalmaz. İbn Ebu Hatim der ki: Süfyân İbn Hüseyn kanalıyla... İbn Abbas'tan gökler ve yer durdukça... âyeti hakkında anlatıldığına göre; o, şöyle demiştir : Her cennetin göğü ve yeri vardır. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem de : Yer yer olarak, gök de gök olarak devam ettikçe... der.
Allah Teâlâ'nın : «Rabbının dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbın, dilediğini yapandır.» âyeti Allah Teâlânın şu kavli gibidir : «Allah'ın diledikleri müstesna, devamlı kalmak üzere duracağınız yer ateştir. Muhakkak ki Rabbın Hakîm'dir, Alîm'dir.» (En'âm, 128). Mü-fessirler, bu âyette zikredilen istisnadan maksadın ne olduğu hususunda, birçok görüşler ileri sürerek ihtilâf etmişlerdir. «Zâd'ül-Mesîr» kitabında Şeyh Ebu'l-Ferec İbn el-Cevzî ve diğer tefsir âlimleri bu görüşleri nakletmişlerdir. İmâm Ebu Ca'fer İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin— kitabında bunlardan bir çoğunu nakletmiş ve Hâlid İbn Ma'dân, Dahhâk, Katâde ve Ebu Sinan'dan nakletmiş olduğu görüşü tercih etmiştir. İbn Ebu Hâtim'in İbn Abbâs ve Hasan'dan rivayet ettiği bu görüşe göre; buradaki istisna, Allah Teâlâ'nın melekler, peygamberler ve mü'minlerden şefaat edenlerin büyük günâh sahiplerine şefaat ettiklerinde onların şeîâatlan ile ateşten çıkaracağı tevhîd ehlinin âsîlerine aittir. Sonra merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ın rahmeti gelecek ve ömründe bir gün «Allah'tan başka ilâh yoktur.» diyen ve fakat hiç bir hayır işlememiş olanları ateşten çıkaracaktır. Nitekim bu mânâda olmak üzere Allah Rasûlü (s.a.) nden sahih ve meşhur haberler; Enes, Câbir, Ebu Saîd, Ebu Hüreyre ve sahabeden başkaları tarafından rivayet edilen hadîsler de vârid olmuştur.
Bundan sonra cehennemden asla kurtulup uzaklaşamayacak ve orada ebediyyen kalmak hakkında vâcib olan dışında ateşte kimse kalmayacaktır. Eski ve yeni âlimlerden bir çoğunun, bu âyet-i kerîme'nin tefsirinde söyledikleri budur. Bu âyetin tefsirinde sahabeden mü'min-lerin emîri Ömer İbn Hattâb, İbn Affân, İbn Mes'ûd, Ebu Hüreyre, Abdullah İbn Amr, Câbir ve Ebu Saîd'den; Tâbiûn'dan Ebu Miclez, Şa'bî ve başkalarından; İmamlardan Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem, İs-hâk İbn Rahûyeh ve başkalarından; garîb görüşler rivayet edilmiştir. Taberânî'nin Mu'cem el-Kebîr'inde Ebu Ümâme Sudayy İbn Aclân el-Bâhilî'den garîb bir hadîs rivayet edilmişse de isnadı zayıftır. En doğrusunu Allah bilir. Katâde : Allah neyi istisna ettiğini en iyi bilendir, demiş; Süddî de bu âyetin «Onlar orada temelli kalacaklardır.» âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir.50
108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada, Rabbınm dilediği başka. Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir.
Allah Teâlâ buyurur ki : Peygamberlere tâbi olmuş olan bahtiyarlar ise cennettedirler, gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbınm dilediği başka. Buradaki istisnanın anlamı şudur : Onların içinde bulundukları nimetlerde devamları Allah'ın zâtına vâcib bir şey değildir. Bilakis bu, Allah Teâlâ'mn dilemesine bağlıdır ve bu onlara Allah'ın bir nimetidir. Bu sebepledir ki kendilerine nefes (alıp verme) ilham olunduğu gibi tesbîh ve hamdetme de ilham olunur. Dah-hâk ve Hasan el-Basrî derler ki: Bu; cehennemde olan muvahhidlerin âsîleri hakkındadır. Sonra oradan çıkarılırlar. Nitekim bunun hemen peşinden : «Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir.» buyurmuştur. Bu açıklama İbn Abbâs, Mücâhid, Ebu'l-Âliye ve bir çoklarına aittir. Zîrâ bazı kimseler, Allah'ın dilemesinin zikredilmesinden sonra ortada bir kopukluk, kesiklik veya bir kapalılık, veya başka bir şey olduğunu sanabilirler. Aksine Allah Teâlâ burada devamlı ve kesinti olmayacağını kesinleştirmiştir. Nitekim burada cehennem halkının ateşteki azabının devamlı ve dilemesine bağlı olduğunu da beyân buyurmuştur. O, adaleti ve hikmeti gereği onlara azâb eder. Bu sebepledir ki: «Muhakkak ki
Rabbın dilediğini yapandır.» buyurmuştur. Başka bir âyette de : «O, yaptığından sorumlu değil, fakat onlar sorumludur.» (Enbiyâ, 23) buyurur. Allah Teâlâ burada : «Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir.» sözüyle kalbleri hoş tutmuş ve kasdedileni kalblere yerleştirmiştir. Buhârî ve Müslim'in, Sahîh'lerinde rivayet edilen bir hadîste şöyle buyurulur : Ölüm, çok güzel bir koç şeklinde getirilir ve cennetle cehennem arasında boğazlanıp sonra şöyle denilir : Ey cennet halkı, ebedîlik var, ölüm yok; ve ey cehennem halkı ebediyyet var ve ölüm yok.» Yine Bu-hâri ve Müslim'de rivayet edildiğine göre; bir münâdî şöyle nida edecek :
Sizin için sıhhatli olmak var. ebediyyen hasta olmayacaksınız, size yaşamak var, asla ölmiyeceksiniz, sizin için genç olmak var asla ihtiyarlamayacaksınız, sizin için devamlı nimetlendirilmek vardır, ebediyyen yoksul düşmeyeceksiniz. İşte Allah Teâlâ'nın : «Yapmakta olduklarınızdan dolayı mîrâsçı kılındığınız cennet işte budur, diye ses-İL.nilir.» (A'râf, 43). kavlinden murad budur.51
109 — Öyleyse bunların taptıkları şeyler konusunda sakın şüphede olma. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.
110 — Andolsun ki Musa'ya da, kitabı verdik de hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı; aralarında hüküm verilmiş bitmişti bile. Doğrusu onlar, bundan yana şiddetli bir tereddüd ve şüphe içindedirler.
111 — Hiç şüphe yok ki Rabbın, herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. Muhakkak ki O, yaptıklarınızdan haberdârdır.
Allah Teâlâ buyurur ki: Bu müşriklerin taptıklarının bâtıl, bilgisizlik ve sapıklık olduğunda şüphen olmasın. Muhakkak ki onlar, daha önce babalarının taptıklarına tapıyorlar. Onların içinde bulundukları durum hakkında, bilgisizliklerinde babalarına tâbi olmaktan başka bir dayanakları yoktur. Allah Teâlâ bu yüzden onları yaptıklarının tâm karşılığı bir ceza ile cezalandıracak; âlemlerden hiç kimseyi azâb-landırmadığı bir azâb ile onların kâfir olanını azâblandıracaktır. Şayet onların iyilikleri olursa Allah Teâlâ âhiretten önce dünyada bunların karşılığını onlara tâm olarak ödeyecektir. Süfyân es-Sevrfnin Câbir el-Cu'fî'den, onun Mücâhid'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz» âyeti hakkında şöyle der : Kendilerine va'dolunmuş olan hayır veya şer. Abdurrah-mân İbn Zeyd İbn Eşlem der ki: Onların azâbdan nasîblerini eksiksiz ve tâm olarak vereceğiz.
Sonra Allah Teâlâ Musa'ya kitab verdiklerini zikreder. İnsanlar onun hakkında ihtilâfa düşmüşlerdir. Kimi îmân etmiş, kimi de onu inkâr etmiştir. O halde ey Muhammed, senden önce geçen peygamberlerde senin için güzel bir örnek vardır. Seni yalanlamaları, seni öfkelendirmesin ve bu seni kederlendirip korkutmasın. «Eğer Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı; aralarında hüküm verilmiş bitmişti bile.» İbn Cerîr der ki: Şayet azabın belli bir süreye kadar te'cîline dâir söz geçmiş olmasaydı, Allah Teâlâ onlar arasında hüküm verip bitmişti bile. Buradaki ( 4JO ) kelimesinden maksadın; Allah Teâlâ'nm peygamber gönderip, aleyhinde hüccet konulmaksızın kimseye azâb etmeyeceği, olabilir. Nitekim Allah Teâlâ : «Biz, peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.» (İsrâ, 15) buyurmuştur. Başka bir âyette ise şöyle buyurur : «Şayet Rabbmın verilmiş bir sözü ve ta'yîn ettiği bir vakit olmasaydı; hemen azaba uğrarlardı. Onların söylediklerine sabret.» (Tâhâ, 129-130). Sonra Allah Teâlâ, peygamberin kendilerine getirdiğinde kâfirlerin kuvvetli bir şüphe içinde olduklarım haber verip : «Doğrusu onlar, bundan yana şiddetli bir tereddüd ve şüphe içindedirler.» buyurmuştur. Daha sonra Allah Teâlâ ümmetlerin ilklerini ve sonuncularını toplayacağım, amellerine göre eğer hayır ise hayırla, şer ise şer ile onları cezalandıracağını haber verip şöyle buyurur : Hiç şüphe yok ki Rabbın, herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. Muhakkak ki O, (onların bütün amellerinden; büyüğü, önemsizi, küçüğü ve büyüğü ile bütün) yaptıklarından haberdârdır.» Bu âyet-i kerîme'nin birçok kırâetleri vardır ve mânâları da yukarda zikrettiklerimize dönmektedir. Allah Teâlâ'nın : «Hepsi muhakkak huzurumuza getirileceklerdir.» (Yâsîn, 32) kavlinde olduğu gibi.52
112 — Öyleyse sen, emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür.
113 — Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.
Sen Dosdoğru Ol31
Sen Dosdoğru Ol
Allah Teâlâ, Rasûlü ile inanan kullarına dosdoğru yolda devam ve sebatı emrediyor. Bu, zıd gidenlere muhalefet ve düşmanlara karşı zaferde yardımların en büyüklerindendir. Onları haddi aşmaktan ve azgınlıktan men'ediyor. Zîrâ bu; bir müşriğe karşı dahi olsa helaktir, helak edicidir. Allah Teâlâ kullarının amellerini en iyi gören olduğunu, hiç bir şeyden gafil olmadığını, ona hiç bir şeyin gizli kalmayacağını bildiriyor. Allah Teâlâ : «Zulmedenlere meyletmeyin.» buyurur. İbn Ab-bâs'tan naklen Ali İbn Ebu Talha burayı : Onlar* yağcılık yapmayın, şeklinde açıklar. Avfî ise İbn Abbâs'ın buradaki meyli, küfre meyletmekle tefsir ettiğini söylemiştir. Ebu'l-Âliye : Onların amellerini hoşgörüyle karşılamayın, derken; îbn Abbâs'tan rivayetle İbn Cüreyc ; Haksızlık edenlere meyletmeyin, açıklamasını getirmiştir. Bu söz güzeldir. Yani zâlimlerden yardım istemeyin ki böylece onların geri kalan işlerinden hoşnûd olmuş gibi olursunuz. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka sizi kurtaracak bir dostunuz, O'nun azabından sizi kurtaracak bir yardımcınız da yoktur.53
114 — Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlarmda namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.
115 — Sabret, çünkü Allah ihsan edenlerin ücretini zayi' etmez.
Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetinde o, «Gündüzün iki tarafında namaz kıl...» âyetinde sabah ve akşam namazının kasdedildiğini söyler. Hasan ve Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem de böyle söylemiştir. Kendinden gelen bir rivayette Hasan, Katâde, Dahhâk ve başkaları; bunun, sabah ve ikindi namazları olduğunu söyler. Mü-câhid der ki: O, günün başında sabah, sonunda ise öğle ve ikindidir. Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî ve kendinden gelen bir rivayette Dahhâk da böyle söylemiştir. «Gecenin gündüze yakın saatlarında namaz kıl.» âyetinde İbn Abbâs, Mücâhid, Hasan ve başkaları, yatsı namazının kasdedildiğini söylerler. İbn Mübârek'in Mübarek İbn Fudâle'-den rivayetine göre; Hasan, «Gecenin gündüze yakın saatlarında namaz kıl.» âyetinde akşam ve yatsının kasdedildiğini söylemiştir. Allah Rasûlü buyurur ki: O ikisi, gecenin gündüze yakın iki kısmı olup akşam ve yatsıdır. Mücâhid, Muhammed İbn Kâ'b, Katâde ve Dahhâk da bunun akşam ve yatsı namazları olduğunu söylemiştir. Bu âyetin îsrâ gecesinde beş vakit namazın farz olmasından önce nazil olmuş olması ihtimâl dahilindedir. (Beş vakit namazın farziyyetinden önce) namazlardan ikisi vâcib idi ki bunlar güneşin doğuşundan önce bir namaz ve güneşin batışından Önce bir namaz idi. Gece esnasında da kıyamda bulunma (geceyi ihya etme) hem Hz. Peygamber ve hem de ümmeti üzerine vâcib idi. Sonra ümmeti hakkında nesholundu da Hz. Peygamber üzerinde vâcib olarak kaldı. Bir kavle göre ondan da bunun vücûbu nesholunmuştur. En doğrusunu Allah bilir.
Allah Teâlâ: «Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.» buyurur ki; hayırları işleme, geçmiş günâhlara keffârettir. Nitekim İmâm Ahmed ve Sünen sahiplerinin mü'minlerin emîri Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet etmiş oldukları bir hadîste o, şöyle demiştir : Ben, Allah Rasûlü (s.a.) nden bir hadîs işittiğim zaman, mutlaka Allah Teâlâ benim hakkımda ne fayda dilemişse beni onunla faydalandirmıştır. Bana ondan birisi bir hadîs rivayet ettiği zaman ona yemîn verdirir, yenıîn verdiğinde onu doğrulardım. Ebubekir bana Allah Rasûlü (s.a.) nün şöyle buyurduğunu işttiğini —ki o doğru söylemiştir— rivayet etti: Hiç bir müslüman yoktur ki bir günâh işlesin, peşinden abdest alıp iki rek'at namaz kılsın da bağışlanmasın. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'le-rinde mü'minlerin emîrî Osman İbn Affân'dan rivayet edilir ki o, Allah Rasûlü (s.a.) nün abdesti gibi abdest almış sonra etrafındakilere şöyle demiş : Allah Rasûlünü böylece abdest alırken gördüm. Buyurdu ki: Kim, benim şu abdestim gibi abdest alır da sonra kalkıp öğle namazını kılarsa; sabah namazı ile o namazı arasındakiler bağışlanır. Sonra ikindi namazını kılarsa; ikindi namazı ile bu namazı arasındakiler bağışlanır. Sonra akşam namazım kılarsa; ikindi namazı ile bu namazı arasındakiler bağışlanır. Sonra yatsıyı kılarsa; akşam namazı ile bu namazı arasındakiler bağışlanır. Sonra geceler ve belki o gecesinde vefat eder. Sonra eğer kalkar, abdest alır ve sabah namazını kılarsa; yatsı namazı ile bu namazı arasındakiler bağışlanır. İşte kötülükleri gideren iyilikler bunlardır.
Ebu Hüreyre'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayet etmiş olduğu sahih bir hadîste o, şöyle buyurmuştur :
Şayet birinizin kapısında bol sulu bir nehir olsa, her gün onda beş kere yıkansa, onun kirinden bir şey bırakır mı? Ne dersiniz? Hayır, hiç bir kir bırakmaz, dediler de şöyle buyurdu : İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah Teâlâ bunlarla günâh ve hatâları siler. Müslim Sahîh'inde der ki: Bize Ebu Tâhir ve Hârûn İbn Saîd'in... Ebu Hüreyre'den rivayetlerine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyururdu :
Beş vakit namaz; cum'aya kadar, cum'a; Ramazân'a kadar, Ramazân; büyük günâhlardan sakındığı takdirde birbirlerinin arasında-kilere keffârettirler. İmâm Ahmed der ki; Bize Hakem İbn Nâfi'in... Ebu Eyyûb el-Ensarî'den rivayetine göre; Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyururmuş : Muhakkak ki her namaz, önündeki hatâyı giderir. Ebu Ca'fer İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Avn'ın... Ebu Mâlik el-Eş'arî'den rivayet ettiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Namazlar; birbirlerinin aralanndakine keffâret kılınmıştır. Allah Teâlâ : «Çünkü iyilikler; kötülükleri giderir.» buyurmuştur.
Buhârî der ki: Bize Kuteybe İbn Saîd'in... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; bir adam bir kadını öpmüş, sonra Hz. Peygamber (s.a.) e gelip bunu haber vermişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Gündüzün iki tarafında gecenin gündüze yakın saatlarmda namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir.» âyetini indirdi. Adam : Bu benim için mi ey Allah'ın elçisi? diye sordu da : Bütün ümmetim içindir, buyurdu. Buhârî hadîsi Kitâbü's-Salât'da bu şekilde rivayet etmiştir. Tefsîr'de ise Müsedded kanalıyla Yezîd İbn Züreyn'den bir benzerini tahrîc etmiştir. Hadîsi Müslim, Ahmed ve Ebu Dâvûd dışındaki Sünen sahipleri muhtelif kanallardan olmak üzere Ebu Osman en-Nehdî'den rivayet etmişlerdir. Ebu Osman en-Nehdî'nin adı Abdurrahmân İbn Müll'dür.
İmâm Ahmed, Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Neseî ve İbn Cerîr'in —Lafız İbn Cerîr'indir— muhtelif kanallardan olmak üzere Semmâk İbn Harb'dan... onun da İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Bir adam Hz. Peygamber (s.a.) e gelip : Ey Allah'ın elçisi, ben bir bahçede bir kadın buldum ve ona her şeyi yaptım. Şu kadar var ki onunla cinsî temasta bulunmadım. Onu öptüm ve kucakladım, bundan başka bir şey yapmadım. Bana dilediğini yap, dedi. Allah Rasûlü (s.a.) bir şey söylemedi. Adam gitti ve Ömer : Allah Teâlâ bunu ona gizlemiş, keşke o da kendi nefsinde gizleseydi, dedi. Allah Rasûlü peşinden baktı, sonra : Onu bana geri getiriniz, buyurdu. Geri getirdiler de ona : «Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatla-rında namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.» âyetini okudu. Muâz der ki: Bir rivayette Ömer : Ey Allah'ın elçisi, bu sâdece ona mı yoksa bütün insanlara mı? diye sordu da : Bilakis bütün insanlara, buyurdu.
İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Ubeyd'in... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : «Muhakkak ki Allah Teâlâ aranızda huylarınızı; rızıklarınızı paylaştırdığı gibi bölüştürmüştür. Allah dünyayı sevdiğine de, sevmediğine de verir. Dini ise sâdece sevdiğine verir. Allah kime din vermişse; muhakkak ki onu sevmiştir. Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemin olsun ki, kalbi ve dili müslüman olmadıkça kul müslüman olmaz. Komşusu musibetlerinden, kötülüklerinden emin olmadıkça kişi îmân etmiş olmaz. Biz : Ey Allah'ın peygamberi, komşunun musibet ve kötülükleri de nedir? diye sorduk da şöyle buyurdu : Aldatması ve zulmüdür, Kul, haram bir mal kazanır da ve ondan harcamada bulunursa (infâkda bulunursa) bu onun için bereketlendirilmez, sadaka olarak verse ondan kabul olunmaz. Arkasında bıraktığı ancak onun cehennem azığı olur.
Muhakkak ki Allah kötüyü kötü ile silmez, fakat kötüyü iyi ile siler. Muhakkak ki çirkin (pis) çirkini silmez.
İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Sâib'in... İbrahim'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Ansârdan birisi olan Muattib'in oğlu falan dedi ki: Ey Allah'ın elçisi, bir kadının yanına girdim ve kişinin hanımına yaptığı şeyleri ona yaptım. Şu kadar var ki; onunla cinsî temasta bulunmadım. Allah Rasûlü (s.a.) ona ne cevab vereceğini bilemedi. Tâ ki: «Gündüzün iki tarafında ve gecenin de (gündüze) yakın sa-atlarında namaz küm. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.» âyeti nazil oluncaya kadar. O zaman Allah Rasûlü onu çağırdı ve âyeti kendisine okudu. İbn Abbâs'tan rivayete göre; bu şahıs, Amr İbn Ğaziyye el-Ansârî et-Temmârdır. Mukâ-tü bunun Ebu Nüfeyl Âmir İbn Kays el-Ansârî olduğunu söyler. Ha-tîb el-Bağdâdî ise onun Ebu'l-Yeser Kâ'b İbn Amr olduğunu zikreder.
İmâm Ahmed der ki: Bize Yûnus ve Affân'ın... İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre; bir adam Ömer'e geldi ve: Benden bir şey satın almak üzere bir kadın geldi. Onu evde bir odaya soktum ve cinsî temas dışında ona bir şeyler yaptım, dedi. Ömer : Yazıklar olsun sana, belki de o, kocası Allah yolunda cihâda gitmiş bir kadındır, dedi. Adam; evet, dedi de Hz. Ömer : Git, Ebubekir'e sor, dedi. Adam Ebube-kir'e gelip ondan sordu da Ebubekir : Belki de o kocası Allah yolunda cihâda gitmiş bir kadındır, deyip Ömer'in dediği gibi konuştu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) geldi. Allah Rasûlü ona Ömer ve Ebubekir'in sözleri gibi: Belki de o, kocası Allah yolunda cihâda gitmiş bir kadındır, buyurdu. «Gündüzün iki tarafında gecenin de yakın saatlann-de namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir.» âyeti nazil oldu.
Adanı: Ey Allah'ın elçisi, bu sâdece bana mı mahsûs, yoksa bütün insanlara mı? diye sordu. Ömer elini göğsüne vurup : Hayır, bir tek kişiye âit bir nimet değil, aksine bütün insanlaradır, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) : Ömer doğru söyledi, buyurdu.
İmâm Ebu Ca'fer'in Kays İbn Rebî' kanalıyla... Ebu Yeser Kâ'b İbn Amr el-Ansârî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Benden bir dirhemlik hurma almak üzere bir kadın gelmişti. Evde bundan daha temiz ve daha iyi hurma var, dedim. Girdi, ona eğildim ve onu öptüm. Ömer'e gelip ona sordum. Allah'tan kork, bunu kendine gizle ve kimseye haber verme, dedi. Sabredemedim, nihayet Ebubekir'e gelip ona sordum da: Allah'tan kork, bunu kendine gizle ve kimseye haber verme, dedi. Sabredemedim, nihayet Hz. Peygamber (s.a.) e gelip ona haber verdim de : Allah yolunda gazaya çıkan birinin arkasından hanımına böyle bir şey mi yaptın? buyurdu. O kadar ki kendimi cehennem ehlinden sandım ve o saatta müslüman olmuş olmamı temenni ettim. Allah Rasûlü (s.a.) bir süre başlarını öne eğdiler de Cibril indi: Ebu Yeser nerede? buyurdu. Geldim ve bana : «Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlarında namaz kıl... Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.» âyetini okudu. Birisi: Ey Allah'ın elçisi, sâdece ona mı mahsûs, yoksa bütün insanlara mı? diye sordu da : Bütün insanlara, buyurdu.
Hafız Ebu'l-Hasan ed-Dârekutnî der ki: Bize Hüseyn İbn İsmâîl el-Mehâmilî'nin... Muâz İbn Cebel'den rivayetine göre; o, Hz. Peygamber (s.a.) in yanında otururken bir adam gelmiş-ve : Ey Allah'ın elçisi, kendisine helâl olmayan bir kadına dokunan, onunla cima' etme dışında kişinin karısıyla yaptıklarından hiç birisini bırakmayıp yapan bir adam hakkında ne dersin? demişti. Hz. Peygamber (s.a.) ona : Güzel bir abdest al, sonra kalk namaz kıl, buyurdu. Allah Teâlâ bu âyeti yani: «Gündüzün iki tarafında gecenin de yakın saatlarında namaz kıl.» âyetini indirdi. Muâz : Bu; sâdece ona mı mahsûs, yoksa bütün müslümanlara mı? diye sordu da Allah Rasûlü : Bilakis bütün müs-lümanlara, buyurdu. Bu hadîsi İbn Cerîr muhtelif kanallardan olmak üzere Abdülmelik İbn Umeyr'den rivayet etmiştir.
Abdürrezzâk der ki: Bize Muhammed İbn Müslim'in... Yahya İbn Ca'de'den rivayetle haber verdiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.) in ashabından birisi bir kadını anmıştı. O, Allah Rasûlü (s.a.) nün yanında oturuyordu. Bir ihtiyâcı için ondan izin istedi, Hz. Peygamber ona izin verdi, ihtiyâcının peşinden gitti de onu bulamadı. Adam Hz. Peygamber (s.a.) e yağmuru müjdelemek üzere geldi ve kadını bir su birikintisi yanında oturur buldu. Onu göğsünden itip ayaklan arasına oturdu. Erlik organı elbise saçağı gibi oldu. Adam pişman olarak kalktı ve Hz. Peygamber (s.a.) e gelip yaptığını haber verdi de Rasûlullah ona : Rabbından mağfiret dile ve dört rek'at namaz kıl, buyurup : «Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlarında namaz kıl.» âyetim okudu.
İbn Cerîr der ki: Bana Abdullah İbn Ahmed İbn Şebbye'nin Ebu Ümâme'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Bir adam Hz. Peygamber (s.a.) e gelip : Ey Allah'ın elçisi, bana Allah'ın cezasını uygula, diye bir veya iki defa tekrar etti. Allah Rasûlü (s.a.) ondan yüzünü çevirdi. Sonra namaz kılındı. Hz. Peygamber (s.a.) namazını bitirdiğinde : Benim hakkımda Allah'ın cezasını uygula, diyen adam nerede? diye sordu. O : İşte ben oyum, dedi. Allah Rasûlü : Abdesti tâm olarak alıp biraz önce bizimle beraber namaz kıldın mı? diye sordu. Adam; evet, dedi. Muhakkak ki sen, o hatândan annenin seni doğurmuş olduğu zamandaki gibi tertemizsin. Bir daha ona dönme, buyurdu da Allah, elçisi (s.a.) ne : «Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlarında namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.» âyetini indirdi.
İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Ebu Osman'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatır: Bir ağaç altında Selmân el-Fârisî ile beraberdim. Ağaçtan kuru bir dal aldı, onu salladı ve yaprakları döküldü. Sonra şöyle dedi: Ey Ebu Osman, bunu niçin yaptığımı sormayacak mısın? Ben : Niçin yaptın? diye sordum. Ben Allah Rasûlü (s.a.) ile bsraber bir ağacın altında iken o bana böylece yaptı. Ağaçtan bir kuru dal aldı, salladı ve yapraklan döküldü. Ey Selmân, bunu niçin yaptığımı sormayacak mısın? buyurdu. Ben : Niçin yaptın? diye sordum. Muhakkak ki müslüman güzelce abdest alıp, sonra beş vakit namazı kıldığında hatâları şu yaprakların döküldüğü gibi dökülür, buyurdu ve : «Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlarında namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu; öğüt kabul edenlere bir öğüttür.» âyetini okudu.
İmâm Ahmed der ki: Bize Vekî'nin... Muâz (r.a.) dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) ona : Ey Muâz, kötülüğün peşinden onu silecek bir iyilik yap. İnsanlara güzellikle muamele et, buyurmuştur. Yine İmâm Ahmed —Allah ondan razı olsun— der ki: Bize Vekî'nin... Ebu Zerr'den rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş : Nerede olursan ol Allah'tan kork. Kötülüğün peşinden onu silecek bir iyilik yap. İnsanlara güzel muamele et. Ahmed der ki: Bir kötülük yaptığın zaman peşinden onu silecek bir iyilik getir, buyurdu. Ben : Ey Allah'ın elçisi, Lâ İlahe İllallah iyiliklerden mi? diye sordum. O; iyiliklerin en üstünüdür, buyurdu. Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî der ki: Bize Hüzeyl İbn İbrahim el-Cümmânî'nin... Enes İbn Mâlik'ten rivâ-tinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Gece veya gündüzün bir kısmında Lâ İlahe İllallah diyen hiç bir kul yoktur ki; iyiliklerden onun bir benzerini yapıncaya kadar sayfasındaki kötülükler silinmiş olmasın. Hadîsin isnâdındaki Osman İbn Abdurrahmân, el-Vakkâsî denilen kişidir ki zayıftır.
Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Bişr İbn Âdem ve Zeyd İbn Ahram'm... Enes'den rivayetine göre bir adam : Ey Allah'ın elçisi, nefsimin beni sürüklediği hiç bir günâhı terketmedim, işledim, demişti. Allah Rasûlü (s.a.) Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet eder misin? diye sordu. Adam; evet, deyince : İşte bu; onların hepsinin hakkından gelir, buyurdu. Hadîsi bu- kanaldan sâdece Bezzâr rivayet etmiş olup hadîs mesturdur.54
116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek. azdır. Zâlim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar.
117 — Kasabaların halkı ıslâh edip dururken Rabbm haksız yere onları yoketmez.
Allah Teâlâ buyurur ki: Geçmiş nesillerde aralarında meydana gelen kötülükler, münkerler ve yeryüzünde fesâd çıkarmalardan men'-edecek hayır ehli kimseler bulunmalı değil miydi? Allah Teâlâ : «Onlardan kurtardıklarımız pek azdır.» buyurur ki; bu neviden kimseler, onların içinde az bulunup çok değildiler. İşte Allah Teâlâ'nın, o kavimlerin durumlarının değiştirildiği ve ansızın azabına dûçâr kaldıkları sırada kurtardıkları bunlardır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ, bu şerefli ümmete içlerinde iyilikle emreden ve kötülükten men'eden kimselerin bulunmasını emretmiştir. Nitekim şöyle buyurur: «İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar; kurtuluşa erenlerdir.» (Âl-i İmrân, 104). Bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır : İnsanlar kötülüğü görüp de onu değiştirmediklerinde Allah, onların tamâmına azâb edeyazdı. Bunun içindir M Allah Teâlâ : «Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır...» buyurmuştur.
Allah Teâlâ : «Zâlim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler.» buyurur ki; onlar, içinde bulundukları günâh ve münkerler üzere devam ettiler ve diğerlerinin bunu hoş karşılamamasına iltifat etmediler. Sonunda azâb, beklemedikleri bir anda başlarına geliverdi. «Suçlu kimselerdi onlar.» Sonra Allah Teâlâ bir kasabayı ancak zâlim ise helak buyurduğunu, zâlimler olmadıkça azâb ve baskınının ıslâh olmuş bir kasabaya gelmediğini haber verir. Nitekim başka âyetlerde şöyle buyurmaktadır : «Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.» (Hûd, 101), «Ve Rabbın kullarına zulmedici değildir.» (Fussilet, 46).55
118 — Rabbın dileseydi; bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar.
119 — Esasen onları bunun için yaratmıştır. Rabbı-nın rahmet ettikleri müstesnadır. Bununla beraber, Rab-bınm şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: Şüphesiz ki Ben, cehennemi hep insan ve cinn ile dolduracağım.
Allah Teâlâ, bütün insanları îmân veya küfür ümmeti olmak üzere tek bir ümmet yapmaya kadir olduğunu haber verir. Nitekim başka bir âyette şöyle buyurmuştur : «Eğer Rabbın dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi îmân ederdi.» (Yûnus, 99). «Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar. Rabbmın rahmet ettikleri müstesnadır.» İnsanlar arasında dinlerinde, inançlarında, görüşlerinde ve mezheblerinde ayrılık hâlâ devam etmektedir. İkrime bu âyette : Onlar ise hâlâ hidâyet konusunda ayrılıktadırlar, derken Hasan el-Basrî: Onlar ise hâlâ rızık-ta, (nzıkları hususunda) ayrılıktadırlar. Bazısı bazısına müsahhar kılınmıştır, demiştir. Ancak meşhur ve sahîh olan, ilk (yani İkrime'nin) görüşüdür.
«Rabbmın rahmet ettikleri müstesnadır.» Allah Teâlâ'nın elçilerinin kendilerine haber vermiş olduğu ve emr edildikler i dine yapışan, peygamberlerin tâbîlerinden rahmet olunanlar bundan müstesnadır. Nihayet bunlar ümmî olan Hz. Peygamber (s.a,) Rasûl ve peygamberlerin sonuncusu olduğunda ona tâbi olmuş, onu doğrulamış, ona yardım edip destek olmuşlar, böylece dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmışlardır. Zîrâ onlar; Fırka-i nâciye'dirler. Nitekim Müsned ve Sünen'lerde birbirini kuvvetlendiren kanallardan rivayet edilmiş bir hadîsde şöyle buyurulur : Muhakkak ki yahûdîler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Bir fırka dışında ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir fırka dışında hepsi cehennemdedir. Onlar kimdir ey Allah'ın elçisi? dediler de : Benim ve ashabımın durumunda olanlar, buyurdu. Hadîsi bu fazlalıkla Müstedrek'inde Hâkim rivayet etmiştir.
Atâ'nın söylediğine göre, «Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar.» âyetinde; yahûdîler, hıristiyanlar ve mecûsîler kasdedilmektedir. «Rabbının rahmet ettikleri müstesnadır.» âyetinde ise hanîfler kaydedilmiştir. Katâde der ki: Ülkeleri ve bedenleri ayrı dahi olsa, Allah'ın rahmetine layık olanlar; cemâat ehlidir. Ülkeleri ve bedenleri toplanmış, bir araya gelmiş dahi olsa, Allah'a âsî gelenler; ayrılık ehlidir.
«Esasen onlan bunun için yaratmıştır.»- âyeti hakkında kendinden gelen bir rivayette Hasan el-Basrî: Onları ihtilâf için yaratmıştır, der. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise; onları fırka fırka (fırkalar halinde) yaratmıştır, der. Bu; «Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.» (Hûd, 105) âyeti gibidir.
Onları rahmet için fırka fırka yaratmıştır, da denilmiştir. İbn Vehb der ki: Bana Müslim îbn Hâlid'in... Tâvûs'tan rivayetine göre iki adam ona gelip hasımlaşmışlar ve hasımlıkta ileri gitmişlerdi. Tâvûs : İhtilâf ettiniz ve çoğalttınız, dedi. O iki kişiden birisi: Bunun için yaratıldık, deyince Tâvûs : Yalan söyledin, dedi. O adam : Allah Teâlâ : «Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Rabbının rahmet ettikleri müstesna.» buyurmamış mı? dedi. Tâvûs : Onlan ihtilâf etsinler diye yaratmadı. Fakat onları, cemâat ve rahmet için yarattı, dedi.
Hakem İbn Ebân'm İkrime'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir : Onları rahmet için yaratmıştır, değilse azâb için yaratmamıştır. Mücâhid, Dahhâk ve Katâde de böyle söyler. Bu sözün anlamı Allah Teâlâ'nın şu sözüne dönmektedir : «Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.» (Zâriyât, 56).
«Onları rahmet ve ihtilâf için yaratmıştır.» anlamı kasdedilmektedir de denilmiştir. Nitekim kendisinden gelen bir rivayette Hasan el-Basrî «Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Rabbının rahmet ettikleri müstesnadır.» âyeti hakkında şöyle der : İnsanlar, muhtelif dinlere ayrılmışlardır. «Rabbının rahmet ettikleri müstesnadır.» Rabbm kime rahmet etmişse; ihtilâfa düşmemiştir. Ona : Bunun için (ayrılığa düşmeleri için) yaratmadı mı? denildi de şöyle dedi: Bunları cenneti için, öbürlerini cehennemi için, bunları rahmeti için, öbürlerini de azabı için yaratmıştır. Atâ İbn Ebu Rebâh ve A'meş de böyle söyler.
İbn Vehb der ki: Mâlik'e «Onlar ise hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onlan bunun için yaratmıştır. Rabbının rahmet ettikleri müstesnadır.» âyetini sordum. Bir grup cennette, bir grup da cehennemdedir. Kendisinden bize rivayet edildiğine göre Tefsîr'de Mâlik «Esasen onlan bunun için yaratmıştır.» âyetinde: Onları rahmet için yaratmıştır, der. Bir grup ise : Onları ihtilâf için yaratmıştır, demiştir.
Allah Teâlâ : «Bununla beraber, Rabbının şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: Şüphesiz ki Ben, cehennemi hep insan ve cinn ile dolduracağım.» âyetinde kaza ve kaderinde tâm ilmi, geçerli hikmeti ile yarattıklarından cennete hak kazanacakların ve cehenneme hak kazanacakların olduğunu haber verir. Muhakkak ki O, cehennemi mutlaka cinn ve insan topluluklarından dolduracaktır. Bu husustaki yüce hüccet ve tâm hikmet O'nundur. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayete göre; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennet ve cehennem hasımlaştılar. Cennet: Bana ne oluyor ki bana sâdece insanların zayıflan ve önemsizleri girecek? dedi. Ateş de: Ben sâdece büyüklenenler ve zâlimlere seçildim, dedi. Allah Teâlâ cennete : Sen rahmetimsin. Seninle dilediğime merhamet ederim, buyurdu. Ateşe de : Sen azâbımsın. Seninle dilediğimden intikam alırım. Her bireriniz de dolacaktır, buyurdu. Cennete gelince; onda devamlı bir üstünlük olacaktır. Nihayet Allah Teâlâ onun için cennet faziletlerinde kalacak yaratıklar yaratacaktır. Ateşe gelince; o : Daha yok mu? demeye devam edecek de sonunda Azız olan Rab, üzerine ayağım koyacak ve : İzzetim hakkı için yeter, yeter, diyecek.56
120 — Peygamberlerin haberlerinden sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü'minlere de öğüt ve nasihat geldi.
Allah Teâlâ buyurur ki: Senden önce geçen peygamberlerin üm-metleriyle birlikte olan haberleriyle ilgili kıssalarını sana haber veriyoruz, anlatıyoruz. Onlarla nasıl mücâdele ve münâkaşalar olmuş, peygamberler yalanlama ve eziyyetlere nasıl katlanmışlar, Allah Teâlâ kendi taraftarları olan mü'minlere nasıl yardım etmiş, düşmanla-n olan kâfirleri nasıl yalnız bırakmış? İşte bütün bunlar ey Muham-med, senin kalbine sebat vermemiz içindir. Ayrıca geçen peygamber kardeşlerin senin için bir örnek olsunlar içindir.
Allah Teâlâ : «Bununla sana hak geldi.» buyurur ki İbn Abbâs, Mücâhid ve seleften bir grubun söylediğine göre; burada, bu sûre kas-dedilmektedir. Kendisinden gelen bir rivayette Hasan ve Katâde'den rivayete göre ise; burada, bu dünya kasdedilmektedir. Yani anlam:
Bu dünyada sana hak geldi, şeklindedir. Sahîh ojan ise şudur': Peygamberlerin kıssalarını ve Allah'ın hem onlan ve-hem de onlara inananları nasıl kurtardığını, kâfirleri nasıl helak eylediğini içeren bu sûrede kâfirlerin geri durup yüz çevirdiği, mü'minlerin mutmain olduğu öğütler, nasihatler, doğru haber ve hak kıssalar sana gelmiştir.57
121 — İnanmayanlara de ki : Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.
122 — Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.
Allah Teâlâ Rasûlüne, tehdîd şeklinde Rabbmdan getirdiklerine inanmayanlara şöyle demesini emrediyor: Yolunuz, metodunuz üzere elinizden geleni yapın. Biz de yolumuz ve metodumuz üzere yapacağız. Bekleyin, biz de bekleyeceğiz. Bu yurdun (dünyanın) akıbetinin kime olacağını bileceksiniz. Şurası muhakkak ki; zâlimler, asla kurtuluşa eremezler. Allah Teâlâ elçisine olan va'dini yerine getirmiş, ona yardım edip desteklemiş, kelimesini en yüce, kâfir olanların kelimesini ise en aşağı kılmıştır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.58
123 — Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na ibâdet et ve O'na tevekkül et. Rabbın, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Allah Teâlâ göklerin ve yerin bilinmezliklerini bildiğini, dönüşün kendisine olduğunu, hesâb günü her bir amel işleyene karşılığım tâm olarak vereceğini haber veriyor. Yaratma ve emr O'nundur. Allah Teâlâ kendine ibâdeti ve kendisine tevekkülü emretmiştir. O'na tevekkül edip dönenlere O kâfidir.
Allah Teâîâ: «Rabbın, yaptıklarınızdan gafil değildir.» buyurur ki ey Muhammed, seni yalanlayanların durumu O'na asla gizli değildir. Bilakis O, onların durumlarını ve sözlerini en iyi bilendir. Bu yüzden dünyada ve âhirette onlan yaptıklarına tâm uygun bir ceza ile cezalandıracak; her iki dünyada da onlara karşı sana ve taraftarlarına yardım edecektir.
İbn Cerîr der ki. Bize İbn Vekî'nin... Kâ'b'dan rivayetinde o, şöyle demiştir : Tevrat'ın sonu, Hûd sûresinin sonudur.59