Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Kamer

1 / 9

Sâat Yaklaştı ve Ay Yarıldı.2

Sâat Yaklaştı ve Ay Yarıldı.

Allah Teâlâ kıyametin yaklaştığını, dünyanın sona erdiğini haber veriyor. Başka âyet-i kerîmelerde de şöyle buyrulur : «Allah'ın emri gel­di. Artık onu acele istemeyin.)) (Nahl, 1), «İnsanların hesâb görme za­manı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar.» (Enbiyâ, 1). Bu hususta hadîsler de vârid olmuştur. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Muhammed İbn Müsennâ ve Amr İbn Ali'nin... Enes İbn Mâlik'den rivayetlerine göre Allah Rasûlü (s.a.) bir gün ashabına güne­şin batmaya yaklaştığı ve küçücük bir kısmının kaldığı sırada hitâb et­miş ve şöyle buyurmuştu ; Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemîn ede­rim ki dünyanın geçen kısmına nisbetle kalanı ancak sizin şu gününüz­den geçen kısmına nisbetle kalanı gibidir. Biz güneşin ancak çok kü­çük bir kısmım görüyorduk. Ben derim ki: Bu hadîs, râvüerden Halef İbn Mûsâ İbn Halefe dayanmaktadır ve o da babasından rivayet et­mektedir. İbn Hibbân bu râvîyi güvenilir râvîler içinde sayar ve : Bazan hatâ eder, der. İmâm Ahmed'in rivayet ettiği şu hadis de bu hadîsi des­tekleyip tefsir eder : Bize Fazl İbn Dekîn'in... İbn Ömer'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : İkindiden sonra güneş Kuaykıyan dağları üze­rindeyken biz Hz. Peygamber (s.a.)in yanında oturuyorduk. Şöyle bu­yurdu : Geçenlerin ömürlerine göre sizin ömürleriniz, şu günün geçen kısmına nisbetle kalanı gibidir. İmâm Ahmed der ki: Bize Hüseyn'in... Sehl İbn Sa'd'dan rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle bu­yururken işitmiş : Kıyamet şöyle iken ben peygamber olarak gönderil­dim. Bunu söylerken Allah Rasûlü işaret ve orta parmaklarına işaret buyurmuştur. Buhârî ve Müslim, hadîsi Ebu Hâzim Seleme İbn Dînâr kanalıyla tahrîc etmişlerdir. İmâm Ahmed'in Muhammed İbn Ubeyd kanalıyla... Vehb es-Süvâî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Kı­yamet şuna nisbetle şu gibi iken ben peygamber olarak gönderildim. Neredeyse biri diğerini geçecekti, buyurmuştur. Râvî A'meş, bu hadîsi rivayet ederken işaret parmağı ile orta parmağını birleştirmiştir. Yine İmâm Ahmed'in Ebu Muğîre kanalıyla... İsmâîl İbn Ubeydullah'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Enes İbn Mâlik, Velîd İbn Abdülme-lik'e gelmişti. Velîd ona : Allah Rasûlü (s.a.)nden içinde kıyametin zik-redildiği ne işittin? diye sordu. Enes şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.)nü : Siz ve kıyamet şu ikisi gibisiniz, buyururken işittim. Hadîsi sadece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Allah Rasûlü (s.a.)nün isimleri hakkında onun

«İnsanların ayaklan ucunda coplanacağı Haşir» isminin olduğu sahîh bir hadîste belirtilmektedir ki, bu da yukarıdaki hadîsi te'yîd etmekte­dir. İmâm Ahmed der ki: Bize Behz İbn Esed'in...,Hâlid İbn Umeyr'den rivayetine göre o, şöyle demiştir : Utbe İbn Ğazvân -Behz bu rivayetinden önce : Allah Rasûlü (s.a.) bize hitâb etti, demiştir- hutbede Allah'a ham-detti, O'na senada bulundu, sonra şöyle dedi: Hamdele ve Salveie'den sonra; şüphesiz dünya son bulacağını ilân etmiştir. Sür'atle arkasını dön­müştür. Ondan sadece sahibinin içtiği ve kabta kalan bir miktar kadarı kalmıştır. Şüphesiz siz buradan zevale ermeyecek bir.yurda göçeceksi­niz. Oraya yanınızdakilerin en hayırlısı ile göçünüz. Bize anlatıldığına göre bir taş cehennemin kenarından atılacak da, yetmiş sene düştüğü halde dibine erişemeyecek. Allah'a yemîn ederim ki sizler onu doldura­caksınız. Ne o, buna şaştınız mı? Allah'a yemîn ederim ki, yine bize an­latıldığına göre cennet kapılarının iki kanadı arası kırk senelik yoldur. Öyle bir gün gelecektir ki dopdolu, ağzına kadar dolu olacaktır. Ve râvî h&dîsin devamım da zikretmiştir. Hadîsi sadece Müslim rivayet ediyor.

Ebu Ca'fer İbn Cerîr der ki: Bana Ya'küb'un... Ebu Abdurrahmân es-Sülemî'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : Medâin'e bir fersah mesafede konakladık. Cum'a vakti geldi. Babam Cuma'da hazır bulun­du. Ben de onunla beraberdim. Huzeyfe, hutbe okudu ve şöyle dedi: Uyanık olunuz, şüphesiz Allah Teâlâ : «Saat yaklaştı ve ay yarıldı.» bu­yuruyor. Şüphesiz kıyamet yaklaşmıştır. Uyanık olunuz. Hiç şüphesiz ay yarılmıştır. Dikkat ediniz dünya, ayrılık gününü ilân etmiştir. Agâh olunuz. Gün, amel günüdür. Yarın ise yarış günüdür. Babama : Yarın insanlar yarışacaklar mı? dedim. Babam : Oğulcuğum, ne kadar da câ­hilsin, bû yarış ancak amellerle olacaktır, dedi. Bir sonraki Cum'a geldi ve Cum'a namazında hazır bulunduk. Yine Huzeyfe hutbe okudu ve şöy­le dedi: Uyarak olunuz, hiç şüphesiz Allah Teâlâ : «Saat yaklaştı ve ay yarıldı.» buyurmuştur. Dikkat ediniz dünya ayrılık gününü ilân etmiş­tir, gün amel günüdür, yarın ise yarış günü olacaktır. Dikkatli olunuz, yarışın sonunda cehennem var. Yarışı kazanan ancak cennete ulaşandır.

Allah Teâlâ : «Ve ay yarıldı.» buyurur ki sahîh isnâdlarla ve mü-tevâtir hadîslerde sabit olduğu üzere bu, Allah Rasûlü (s.a,)nün zama­nında vuku'bulmuştur. Sahîh bir hadîste İbn Mes'ûd'dan rivayet edildi­ğine göre; o, şöyle demiştir : (Kıyamet alâmetlerinden) beşi geçmiştir : Rumların (İranlılara) gâlibiyyeti, duman, azabın müşriklere ulaşması (veya ölülerinin Bedir günü üst üste yığılması), kuvvetle yakalanıp mağlûb olmaları ve ayın yarılması. Ayın yarılmasının Hz. Peygamber (s.a.) zamanında vukû'bulduğu konusu âlimler arasında ittifak edilmiş bir konudur. Bu; Hz. Peygamberin parlak mucizelerinden biriydi.

Şimdi bu konuda vârid olan hadîsleri görelim :

İmâm Ahmed'in Abdürrezzâk kanalıyla... Enes İbn Mâlik'den rivâyetine göre o, şöyle demiştir : Mekke'liler H2. Peygamber (s,a.)den mu­cize istediler de ay Mekke'de iki defa yarıldı. Allah-Teâlâ : «Saat yaklaş­tı ve ay yarıldı.» buyurmuştur. Hadîsi Müslim, Muhammed İbn Râfî'den, o da Abdürrezzâk'dan rivayet etmiştir. Buharı der ki: Bana Abdullah İbn Abdülvehhâb'm... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre :

Mekke'liler Allah Rasûlü (s.a.)nden kendilerine bir mucize göster­mesini istediler. Allah Rasûlü de onlara, ayı iki parça olarak gösterdi. Onlar Hira dağım ayın iki parçası arasında gördüler. Yine Buhârî ve Müslim hadîsi Yûnus İbn Muhammed'den, o Şeybân'dan, o da Katâde' den şeklinde bir isnâdla tahrîc etmişlerdir. Müslim hadîsi Ebu Dâvûd et-Tayâlisî kanalıyla... Katâde'den rivayet etmiştir.

İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed îbn Kesîr'in... Cübeyr İbn Mut'im'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : Ay Allah Rasûlü (s.a.)-nün zamamnda yarıldı ve iki bölük oldu. Bir bölük şu dağın üzerinde, bir bölük de şu dağın üzerindeydi. Onlar : Muhammed bizi büyüledi, dediler ve : Bizi büyülemiş bile olsa hiç şüphesiz o bütün insanları bü-yüleyebilecek değildir, diye sözlerini sürdürdüler. Hadîsi bu kanaldan sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Beyhakî Delâil en-Nübüwe isim­li eserinde hadîsi Muhammed İbn Kesîr kanalıyla... Husayn İbn Ab-durrahmân'dan müsned olarak rivayet etmiştir. îbn Cerîr de hadîsi bu şekli ile Muhammed İbn Fudayl ve başkaları kanalıyla Husayn'dan riva­yet etmiştir. Yine Beyhâki hadîsi İbrahim İbn Tahmân ve Huşeym ka­nalıyla... Cübeyr İbn Mut'im'den rivayetle zikretmiştir.

Buharı der ki: Bize Yahya İbn Bükeyr'in... İbn Abbâs'tan ri­vayetine göre o : Ay, Allah Rasûlü (s.a.)nün zamanında yarıldı, demiş­tir. Hadîsi Buhârî ve Müslim ayrıca Bekr İbn Mudar kanalıyla....İrâkî-den yukardaki gibi rivayet etmişlerdir. İbn Cerîr der ki: Bize İbn Mü-sennâ'ın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, «Saat yaklaştı ve ay yarıl­dı. Onlar bir âyet görürlerse yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bu geçmişte olmuştur. Hicret­ten önce idi. Ay yarıldı ve onlar iki parça halinde gördüler. Avfî de bu açıklamanın bir benzerini îbn Abbâs'tan rivayet ediyor. Taberânî der ki: Bize Ahmed İbn Amr el-Bezzâr'm... îbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.)nün zamanında ay tutuldu da (müş­rikler) : Ay büyülendi, dediler. Bunun üzerine «Saat yaklaştı ve ay ya­rıldı. Onlar bir âyet görürlerse yüz çevirirler ve; süregelen bh feüyüdür, derler.» âyetleri nazil oldu.

Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî der ki: Bize Hafız Ebu Abdullah ve Kâ-dî Ebu Bekr Ahmed İbn Hasan'ın... Abdullah İbn Ömer'den «Saat yak­laştı ve ay yarıldı..» âyeti hakkındaki rivayetlerine göre o, şöyle demiş­tir ; Bu, Allah Rasûlü (s.a.) nün zamanında oldu. Ay iki parçaya yarıldı. Bir parça dağın önünde, bir parça da arkasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.): Allah'ım şâhid ol, dedi. Müslim ve Tirmizî de hadîsi bu şekliyle muhte­lif kanallardan olmak üzere Şu'be'den, o A'meş'den, o da Mücâhid'den rivayet etmiştir. Müslim, Mücâhidin rivayetini Ebu Ma'mer kanalıyla İbn Mes'ûd'a kadar ulaştırır. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh olduğunu be­lirtir.

İmâm Ahmed'in Süfyân kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan riva­yetine göre o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.)nün zamanında ay ikiye ayrıldı ve onlar aya baktılar. Allah Rasûlü (s.a.) : Şâhid olunuz, buyurdu. Buhârî ve Müslim de hadîsi bu şekli ile Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla rivayet etmişlerdir. Yine. Buhârî ve Müslim hadîsi A'meş ka­nalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetle tahrîc ederler. İbn Cerîr'in îsâ İbn Osman İbn İsâ er-Remlî kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayeti­ne göre, o şöyle demiştir : Minâ'da Allah Rasûlü (s.a.) ile beraberdim. Ay yarıldı, bir parçası dağın arkasında kaldı. Allah Rasûlü (s.a.) : Şâhid olun, şâhid olun, buyurdu. Hadîsi Ebu Duhâ kanalıyla... Abdullah'dan rivayet eden Buhârî olayın Mekke'de olduğunu ilâve etmiştir. Ebu Dâ-vûd et-Tayâlisî der ki: Bize Ebu Avâne'nin... Abdullah İbn Mes'ûd'­dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.)nün zamanın­da ay yarıldı. Kureyş'liler : Bu, İbn Ebu Kebşe'nin büyüsüdür, dediler. Dışardan, seferden gelenlerin getireceği haberi bekleyin; şüphesiz Mu-hammed bütün insanları büyüleyebilecek değildir, diye de ilâve ettiler. Seferden gelenler bu durumu aynen haber verdiler. Beyhakî der ki: Bize Hafız Ebu Abdullah'ın... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetle haber verdi-, ğine göre o, şöyle demiştir : Ay Mekke'de yarıldı ve iki parça oldu. Mek-ke'li Kureyş kâfirleri: Bu, İbn Ebu Kebşe'nin sizi büyülemiş olduğu bir büyüdür. Seferden gelecekleri bekleyin; şayet sizin gördüğünüzü onlar da görmüşse doğru söylemiştir. Eğer sizin gördüğünüz gibi görmemişler-se hiç şüphesiz bu onun bizi büyüleyeceği bir büyüdür, dediler. Dışarı­dan seferden gelenlere soruldu da muhtelif yönlerden gelenler : Onu gördük, dediler. İbn Cerîr de hadîsi Muğire kanalıyla rivayet etmiştir. Onda şu fazlalık da vardır : Ve bunun üzerine Allah Teâlâ : «Saat yak­laştı ve ay yarıldı.» âyetini inzal buyurdu. İbn Cerîr'in Ya'kûb İbn İb­rahim kanalıyla... Muhammed İbn Sîrîn'den rivayetine göre, ona İbn Mes'ûd'un şöyle dediği haber verilmiş : Hiç şüphesiz ay yarılmıştır. Yi­ne îbn Cerîr'in Muhammed İbn İmâre (veya Umâre) kanalıyla... Ab­dullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Ay varıldığı zaman dağı ayın iki parçası arasındaki açıklıktan gördüm. İmâm Ah-med hadîsi Müemmel kanalıyla... Abdullah'dan rivayet eder ki bu ri­vayette İbn Mes'ûd şöyle diyor : Allah Rasûlü (s.a.)nün zamanında ay yarıldı ve ben dağı ayın iki parçası arasındaki açıklıktan gördüm. Mü-câhid'den rivayetle Leys der ki: Allah Rasûlü (s.a.) nün zamanında ay ayrıldı ve iki parça oldu. Hz. Peygamber (s.a.) Ebubekir'e : Ey Ebube-kir, şâhid ol, buyurdu. Müşrikler de : Ay büyülendi de sonunda yarıl-dj, dediler.

«Onlar bir âyet (bir delil, hüccet ve bürhân) görürlerse (ona boyun eğmek yerine) yüz çevirirler (terkeder, arkalarına atarlar) ve; (şu gör­müş olduğumuz hüccetler bizim büyülenmiş olduğumuz) süregelen bir büyüden başka bir şey değildir, derler.» Âyet-i kerîme'deki kelimesi Mücâhid, Katâde ve başkalarının söylediğine göre; giden, yok olan yani devamı olmayan, kaybolup yok olacak, bâtıl anlamınadır. «Ve (gerçek kendilerine geldiği zaman onu) yalanlayıp kendi hevesleri­ne uyarlar.» Bilgisizlikleri ve beyinsizlikleri sebebiyle kendi hevâ ve he­veslerinin, arzularının ve kendi görüşlerinin emrettiklerine tâbi olurlar. «Fakat her iş karârlaşmıştır.» Katâde der ki: Her işin karârlaşmış olma­sının anlamı şudur : Hiç şüphesiz hayır, hayırlılar için; şer ise kötüler için vuku1 bulacaktır. İbn Cüreyc burayı: Ona ehil olanlar için karâr-laşmıştır, şeklinde açıklarken, Mücâhid de bunun kıyamet günü olaca­ğını söyler. Süddî ise kelimesini; vukû'bulan, diye açıklar.

«Andolsun ki onlara vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.» Bu Kur'an'da okunan âyetler arasında rasulleri yalanlayan ümmetlerin kıssalarına, onların başına gelen azâb ve cezalandırmaya dâir haberler gelmiştir. Bu haberler onları, Allah'a şirk koşmaktan ve Rasûlünü ya­lanlamakta devamdan alıkoyacak, men'edecek önemli haberlerdir.

Allah Teâlâ'nın hidâyete eriştirdiğini hidâyete erdirmesinde, sapık­lıkta bıraktığını da saptırmasında şüphesiz yüce bir hikmet vardır. «Fa­kat uyarılar fayda vermiyor.» Allah'ın; aleyhine mutsuzluk yazdığı, kal­bini mühürlediği kimseye uyarı hiç fayda verir mi? Allah'tan başka onu hidâyete eriştirecek kimdir? Bu âyet, Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibi­dir : «De ki : Üstün ve mükemmel hüccet Allah'ındır. Eğer O, dileseydi hepinizi birden hidâyete kavuştururdu.» (En'âm, 149). «Fakat bunca âyetler ve uyarılar inanmayanlar güruhuna fayda vermez.» (Yûnus, 101).1

İzahı4

İzahı

6 - Öyleyse yüz çevir onlardan. O çağıranın görül­memiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün.

7- Gözleri hor ve hakîr olarak, yaygın çekirgeler gi­bi kabirlerinden çıkarlar.

8 - O çağırana koşarak, kâfirler: Bu, zorlu bir gün­dür, derler.

Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhamraed, bir âyet gördükleri za­man yüz çeviren ve; süregelen bir büyüdür, diyen şu kimselerden yüz çevir, onları gözetle. «O çağıranın görülmemiş ve tanınmamış (son derece müdhiş ve bilinmeyen) bir şeye çağırdığı gün.» O, içindeki belâ, sarsıntı ve korkularıyla hesâb yeridir. «Gözleri hor ve hakîr olarak (davetçiye uyarak hesâb yerine sür'atle gitmelerinde ve yayılmalarında onlar ufka) yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. O çağırana koşarak, (çağrısına muhalefet etmeyip gecikmeyerek) kâfirler : «Bu, zorlu bir gündür, derler.» Suratları astırdıkça astıracak korkulan şid­detli bir gündür. «İşte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gün­dür. (Müddessir, 9-10).2

9 — Onlardan önce Nûh kavmi de yalanlamış, kulu­muzu tekzîb ederek; delidir, demişler ve yolunu kesmiş­lerdi.

10 — O da Rabbına yalvarmış: Ben yenildim, bana yardım et, demişti.

11 - Bunun üzerine Biz de gök kapılarını boşanan su­larla açmıştık.

12 — Yeryüzünde . kaynaklar fışkırttık da su takdir edilen bir Ölçüye göre birleşiverdi.

13 — Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindir­dik.

14 — Küfredilmiş olana mükâfat olmak üzere Bizim gözetimimizle yüzüyordu.

15 - Andolsun ki Biz, onu bir âyet olarak bıraktık. Düşünüp ibret alan var mı?

16 — Benim azabım ve tehdidim nasümış?

17 — Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolay­laştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?

Kur'ân ve Düşünmek. 4

Kur'ân ve Düşünmek

Allah Teâlâ buyurur ki : Ey Muhammed, senin kavminden önce Nuh kavmi de Hz. Nuh'u yalanlamış, onu açıkça yalanlayarak delilikle itham etmiş; o bir delidir, serseme dönmüş şaşkın bir delidir, demişler ve yolunu kesmişler, onu yaptığından men'etmeye, engellemeye çalışıp şöyle tehdîd etmişlerdi: «Ey Nuh, eğer son vermezsen sen muhakkak taşlananlardan olursun.» (Şuarâ, 116). Âyet-i kerîme'deki fiilinin; onu yaptığından alıkoymaya, men'etmeye çalışmışlar ve tehdîd etmişlerdi, şeklindeki açıklaması İbn Zeyd'e aittir ve güzel bir açıklamadır, «o da Rabbına yalvarmış : (Bunlara mukavemet edeme­yecek derecede zayıfım) ben yenildim, bana (dinine) yardım et, de­mişti.» Allah Teâlâ da şöyle buyurur : «Bunun üzerine Biz de gök ka­pılarını boşanan (bol) sularla açmıştık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık da (Yeryüzünün her köşesinden kaynaklar fışkırdı. Ateş yakılan yer­ler olduğu halde fırınlardan bile pınarlar kaynadı. Gök ve yeryüzü­nün) su (lan) .takdir edilen bir ölçüye göre (takdir olunmuş bir iş için) birleşiverdi.»

İbn Abbâs'tan rivayetle İbn Cüreyc «Bunun üzerine Biz de gök kapılarını boşanan (bol bol) sularla açmıştık.» âyet-i kerîme'si hak­kında şöyle der : Ne gökyüzü ne de bulutlar o günden önce ve sonra öyle bir yağmur yağdırmamıştır. O gün herhangi bir bulut olmaksızın gök kapıları boşanan sularla açılmış ve iki su (gökyüzünden boşanan su ile yeryüzünden fışkıran sular) takdir olunmuş bir iş için birleşiver-misti. İbn Ebu Hâtim'in rivayetine göre İbn el-Kevâ Hz. Ali'ye kelimesini sormuş da, o, bu kelimeyi, gök kapıları ile açıklamış. İşte gök boşanan sularla oradan açılmış.

İbn Abbâs, Saîd İbn Cübeyr, Kurazî, Katâde ve İbn Zeyd, «Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindirdik.» âyet-i kerîme'sindeki kelimesini; çivilerle açıklar. İbn Cerîr de bu açıklamayı tercih etmiştir. (...) Mücâhid bu kelimeyi; geminin omurgası ile, İkri-me ve Hasan el-Basrî de, geminin dalgaları yaran göğsü ile açıklamış­lardır. Dahhâk bu kelimeyi, geminin iki ucu ve gövdesi ile açıklar. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî de onun, geminin göğüs kısmı olduğunu be­lirtir.

«Küfredilmiş (yalanlanmış) olan (Hz. Nûh (a.s.)a mükâfat (yar­dım ve onların Allah'ı inkârlarının bir cezası) olmak üzere (Bizim em­rimizle) Bizim gözetimimizle (ve korumamız altında) yüzüyordu.»

«Andolsun ki Biz, onu bir âyet olarak bıraktık.» âyetinde Katâde der ki: Allah Teâlâ Hz. Nuh'un gemisini bırakmıştır. Hattâ bu ümmet­ten ilk gelenler o gemiye yetişmişlerdir, der. Âyetin zahirinden anlaşı­lan ise burada kasdedilen, gemilerin cinsidir. Nitekim başka âyet-i kerîme'lerde : «Soylarını dolu gemiyle taşımış olmamız da onlar için bir âyettir. Ve kendilerine bunun gibi nice binecek şeyler yapmamız da.» (Yâsîn, 41-42). «Su taştığı zaman, size bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır.» (Hakka, 11-12) buyurulurken burada da Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Düşünüp öğüt alan var mı?»

«Benim azabım ve tehdidim nasılmıs?» Beni inkâr eden, elçileri­mi yalanlayan, Benim uyarıcılarımın getirmiş olduklarından öğüt al­mayanlara azabım nasılmıs? Elçilerime nasıl yardım ettim, onların öç­lerini nasıl aldım?

«Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık.» Onun telaffuzunu ve insanlar öğüt alsınlar diye dileyenler için anlamını ko­laylaştırdık. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyurur: «Âyetlerini düşünsünler ve akıl sahibi olanlar öğüt alsınlar diye, sana mübarek bir kitâb indirdik.» (Sâd, 29), «İşte Biz, bunu (Kur'ân'ı) müt-takîlere müjdeleyesin ve inâdçı bir kavmi uyarasın diye seni dilinle in­direrek kolaylaştırdık.» (Meryem, 97). Mücâhid, «Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı, düşünmek için kolaylaştırdık.» âyetini: Onun okunuşunu ko­laylaştırdık, şeklinde; Süddî ise : Okunuşunu dillere kolaylaştırdık, şeklinde açıklarlar. İbn Abbas'tan rivayetle Dahhâk der ki: Şayet Al­lah Teâlâ Kur'ân'ı âdemoğullarının diline kolaylaştırmamış olsaydı, yaratıklardan hiç kimse Allah'ın kelâmını telaffuz edemezdi. Ben de derim ki: Hz. Peygamberden rivayet edilen ve daha önce geçen : Şüp­hesiz bu Kur'ân yedi harf üzere nazil olmuştur, hadîsi de Kur'an tilâ­vetinin insanlara Allah tarafından kolaylaştırılması cümlesindendrr. Biz bu hadîsi kanalları ve lâfızları ile burada tekrarına gerek bırak­mayacak şekilde daha önce vermiştik. Hamd ve minnet Allah'adır.

«(Allah'ın, ezberlenmesini ve anlamını kolaylaştırmış olduğu şu Kur'ân üzerinde) düşünüp öğüt alan var mı?» Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî burada : Düşünüp de günâhlardan vazgeçen ve onları terke-den yok mudur? der. İbn Ebu Hâtim'in, babası kanalıyla... Matar el-Varrâk'dan rivayetine göre; o, «Düşünüp öğüt alan var mı?» âyetini şöyle anlıyor : Bir ilim taleb eden yok mudur ki ona yardım olunsun? Buhârî bu haberi Cezm sığası ile ve muallak olarak Matar el-Varrâk'-dan rivayet etmiştir. Hadîsi İbn Cerîr de rivayet ediyor. Bu açıklama­nın bir benzeri Katâde'den de rivayet edilmiştir.3

18 — Âd kavmi de tekzîb etti. Benim azabım ve tehdi­dim nasılmış?

19 — Nitekim uğursuz günde üzerlerine şiddetli bir rüzgârı devamlı olarak gönderdik.

20 - İnsanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi kopa­rıp yere seriyordu.

21 - İşte Benim azabım ve tehdîdlerim nasılmış?

22 - Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı, düşünmek için kolay­laştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?

Kur'ân ve İbret5

Kur'ân ve İbret

Allah Teâlâ burada Hz. Hûd'un kavmi olan Âd'dan haber veriyor. Onlar da Nûh kavminin yaptığı gibi rasûllerini yalanlamışlar ve Allah Teâlâ da onların üzerlerine kendileri için-uğursuz olan, günde üzerle­rine dondurucu, çok soğuk bir rüzgârı, uğursuzluğu ve sürekli helaki göndermişti. O öyle bir gün idi ki, dünya ve âhiret azâbları o günde birleşmişti.

«İnsanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp yere seriyor­du.» Onlardan birisine rastlayan rüzgâr gözlerden kaybolacak derece­de yukarılara kaldırıyor, sonra tepesi üstüne yere çarpıyor ve başım paramparça ederek başsız bir cesed halinde bırakıyordu. Bu sebepledir ki şöyle buyrulur : «Sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp yere seri­yordu. İşte Benim azabım ve tehdîdlerim nasılmış? Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?»4

23 — Semûd kavmi de uyarıları yalanladı.

24 — Dediler ki: İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz, sapıklık ve delilik etmiş oluruz.

25 — Zikir aramızdan ona mı verilmiş? Hayır o, pek yalancı ve şımarığın biridir.

26 — Yarın kimin pek yalancı, şımarığın biri olduğu­nu bileceklerdir.

27 — Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biziz. Onları gözetle ve sabret.

28 — Onlara, suyun aralarında taksim olunduğunu da haber ver. Her biri su nöbetinde hazır bulunsun.

29 — Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.

30 — İşte, Benim azabım ve tehdîdlerim nasılmış?

31 — Nitekim üzerlerine bir tek çığlık gönderdik de ağılcılarm kullandığı kurumuş ot gibi oldular.

32 — Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolay­laştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?

Kur'ân ve Öğüt6

Kur'ân ve Öğüt

Burada Semûd kavminin, rasûlleri Hz. Salih (a.s.)i yalanladıkları haber veriliyor. «Dediler ki : İçimizden bir insana mı uyacağız? O za­man biz, sapıklık ve delilik etmiş oluruz.» Şöyle diyorlardı: Şayet ida­reyi ve riyaseti içimizden birine teslim edecek olursak hiç şüphesiz biz, kaybetmiş ve hüsrana uğramış oluruz. Sonra kendilerine değil de sa­dece Hz. Salih'e vahiy indirilmesine şaştılar, onu yalancılıkla itham et­tiler ve : «Hayır o, pek yalancı ve şımarığın biridir, dediler.» Allah Teâ-lâ : «Yarın; kimin pek yalancı, şımarığın biri olduğunu bileceklerdir.» buyurur ki, bu onlar için şiddetli bir tehdîd ve kuvvetli bir vaîddir.

«Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biziz.» Hz. Salih'in onlara getirmiş olduklarında doğruluğuna Allah tarafından bir hüccet olması için tâm onların istedikleri gibi sert ve dümdüz bir ka­yadan Allah Teâlâ on aylık gebe, büyük bir deve çıkarmıştı. Allah Teâ-lâ kulu ve elçisi Salih'e emrederek şöyle buyurur : «Onları (işlerinin sonunu) gözetle ve sabret.» Hiç şüphesiz dünyada ve âhirette güzel akıbet ve yardım senindir. «Onlara, suyun aralarında taksim olundu­ğunu (suyun bir gün onlara bir gün deveye olduğunu) da haber ver.» «Dedi ki : İşte şu devedir. Su içme hakkı; belirli bir gün onun ve belirli bir gün sizindir.» (Şuarâ, 155). «Her biri su nöbetinde hazır bulunsun.» Mücâhid der ki: Deve suyun başından ayrıldığında onlar su başına gi­decekler, deve suyun başına geldiğinde ise sütle yetineceklerdi. Daha sonra Allah Teâlâ : «Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.» buyurur ki müfessirler şöyle diyor : O; deveyi boğazlayandır. Adı Kıı-dâd İbn Salih olup kavminin en azgını idi. Nitekim başka bir âyet-i ke-rîme'de : «En azgını ileri atılınca...» (Şems, 12) buyrulur ki; o, ileri atılmış ve deveyi boğazlamıştı. «İşte Benim azabım ve tehdîdlerim na-sılmış?» Onları cezalandırdım. Beni inkâr etmeleri ve rasûlümü yalan­lamaları sebebiyle onlara olan azabım nasılmış? «Nitekim üzerlerine bir tek çığlık gönderdik de ağılcıların kullandığı kurumuş ot gibi oldu­lar.» Sonuncularına varıncaya kadar yok oldular, onlardan hiç bir ka­lıntı kalmadı, ekin ve bitkilerin kurularının sönüp yok olup gittiği gibi söndüler. Müfessirlerden birçoğu âyeti böyle açıklıyor. Süddî, âyetteki kelimesini şöyle açıklar : O, kuruyup yanan, rüzgârın sa­vurduğu çöldeki otlardır. İbn Zeyd der ki: Araplar develeri ve koyun­ları için kuru dikenlerden ağıl yaparlardı. İşte «Ağılcıların kullandığı kurumuş ot gibi oldular.» âyetinde kasdedilen budur. Saîd İbn Cübeyr ise, «Ağılcıların kullandığı kurumuş ot gibi oldular.» âyetindeki kelimelerini; duyardan dökülen toprak ile açıklar. Bu, garib bir açıklama olup birincisi daha kuvvetlidir. En doğrusunu Allah bilir.5

33 — Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

34 — Biz de üzerlerine taş yağdıran bir rüzgâr yolla­dık. Ancak Lût'un ailesi müstesna. Onları seher vakti kur­tardık.

35 — Katımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredeni böyle mükâfatlandırırız.

36 — Andolsun ki onlara, azâb ile yakalayacağımızı da haber vermişti. Ama onlar bu uyarıları kuşku ile karşı­layarak yalanladılar.

37 — Andolsun ki onlar, müsâfirlerine kötülük yap­mayı kasdetmişlerdi. Biz de gözlerini kör ettik. Azabımı ve tehdidimi tadın.

38 — Andolsun ki bir sabah erken, önü alınmaz bir azâb geldi başlarına.

39 — Tadın, işte azabımı ve tehdîdlerimi.

40 — Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolay­laştırdık. Düşünüp ibret alan var mı?

Düşünüp İbret Alan Var mı?. 6

Düşünüp İbret Alan Var mı?

Allah Teâlâ burada Lût kavminden bahsediyor. Onların peygam­berlerini nasıl yalanladıklarını onlara karşı çıkıp dünyada onlardan önce hiç kimsenin yapmamış olduğu bir hayâsızlık olan erkeklerle cin­sî temas kurma hayâsızlığını nasıl işlediklerini haber veriyor. Bu se-bebledir ki Allah Teâlâ onları hiçbir ümmeti helak etmediği bir helak ile yok etmiştir. Allah Teâlâ Cibril (a.s.)e emretti de onların şehirlerini yüklenip gökyüzüne kaldırdı, sonra ters çevirip yere doğru bırakıverdi. Ve ardından balçıktan pişirilmiş ve dizilmiş taşlar yağdırdı. Bu sebep­ledir ki burada şöyle buyurur : «Biz de üzerlerine taş yağdıran bir rüz­gâr yolladık. Ancak Lût'un ailesi müstesna. Onları seher vakti kurtar­dık.» buyurmaktadır. Hz. Lût'un ailesi gecenin sonuna doğru çıkmış­lar ve kavimlerinin başına gelenlerden kurtulmuşlardır. Hz. Lût'a kav­minden hiç kimse, bir tek kişi bile îmân etmemişti. Hattâ karısı bile ona îmân etmemiş ve kavminin başına gelen helak onun da başına gelmistir. Allah'ın peygamberi Lût ve kızları aralarından sağ salim çık­mışlar ve onlara bir kötülük dokunmamıştır. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur : «İşte Biz, şükredeni böyle mükâfatlandırırız. Andolsun ki onlara, azâb ile yakalayacağımızı da haber vermişti.» Başlarına azâb gelmezden Önce Hz. Lût onları, Allah'ın baskını ve azabı ile uyarmış, fakat onlar buna iltifat etmemiş, kulak asmamış aksine şüphe etmiş­lerdir. «Andolsun ki onlar, müsâfirlerine kötülük yapmayı kasdetmiş-lerdi.» Bu; Cibril, Mîkâîl ve İsrafil'in güzel yüzlü, tüyleri" bitmemiş gençler şeklinde Hz. Lût'un yanına geldikleri gece olmuştur. Bu; Allah Teâlâ'nın onları bir imtihanı idi. Hz. Lût onları müsâfir etti. Kötü ve ihtiyar karısı da kavmine haber göndererek onlara Hz. Lût'un müsâfir-leri olduğunu bildirdi. Her taraftan koşarak geldiler. Hz. Lût ise üzer­lerine kapıyı kapadı. Kapıyı kırmak için uğraşmaya başladılar. Bu yat­sı vakti olmuştu. Hz. Lût, müsâfirlerini onlara karşı korumaya çalışı­yor ve kavminin kadınlarını kasdederek : «Alacaksanız işte bunlar, be­nim kızlarım.» (Hicr, 71) diyordu. «Dediler ki: Senin kızlarınla bizim bir ilgimizin olmadığını biliyorsun. Sen, ne istediğimizi de bilirsin.» (Hûd, 79). Durum iyice zorlaşıp da girmek için ısrar ettiklerinde Cibrîl (a.s.) onların yanma çıkmış, kanadının bir ucuyla onların gözlerine do­kunmuştu. Böylece onların gözlen karardı. Veya gözleri yüzlerinden fırlayıp çıktı. Onların gözlerinin tamamen yok olduğu da söylenir. Bu­nun üzerine arkalarına dönüp gittiler. Duvarlara tutunarak gidiyorlar ve sabahleyin tekrar geleceklerini söyleyerek Hz. Lût'u tehdîd ediyor­lardı. Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Andolsun ki bir sabah erken, önü alınmaz, (hiç bir şekilde kaçamayacakları ve ayrılamayacakları) bir azâb geldi başlarına. Tadın, işte azabımı ve tehdîdlerimi. Andolsun ki Biz, Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp ibret alan var mı?»6

41 — Andolsun ki Firavun erkânına da uyarıcılar geldi.

42 — Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de kendilerini, çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yaka­ladık.

43 — Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı iyidir? Yok­sa kitablarda sizin için bir berâet mi vardır?

44 — Yoksa onlar: Biz, intikam almaya muktedir bir topluluğuz mu diyorlar?

45 — Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.

46 — Daha doğrusu onlara vâ'dolunan asıl saattir. O saat ne belâlı, ne acıdır.

Allah Teâlâ burada; Allah elçisi Mûsâ ve kardeşi Harun'un îmân etmeleri halinde müjde, küfretmeleri halinde de uyarı ile Firavun ve kav­mine geldiklerini haber veriyor. O ikisini büyük mucizeler ve müteaddid âyetlerle desteklemişti. Ama bütün bunları yalanladılar da sonun­da Allah Teâlâ onları kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladı. Yani Allah onların kökünü kazıdı, onlardan haber verecek birisini, can­lı bir gözü ve izi bırakmadı. Allah Teâlâ sonra şöyle buyuruyor : Ey müşrik Kureyş kâfirleri; sizin kâfirleriniz bunlardan; rasûllerini yalan­lamaları ve kitabları inkâr etmeleri sebebiyle helak olundukları zikre­dilenlerden daha mı iyidir? Siz mi daha hayırlısınız, yoksa onlar mı? «Yoksa kitablarda sizin için bir berâet mi vardır?» Allah'ın azâb ve in­tikamının size ulaşmayacağına dâir yanınızda Allah'tan bir berâet mi var? «Yoksa onlar : Biz, intikam almaya muktedir bir topluluğuz mu diyorlar?» Birbirlerine yardımcı olacaklarına, topluluklarının kendile­rine kötülük bulaştırmak isteyenlere engel olacağına ve bu toplulukla­rının kendilerine bir fayda vereceğine mi inanıyorlar? «Topluluk ya­kında dağıtılacak ve onlar arkalarım dönüp kaçacaklar (işleri darmada­ğınık olacak ve mağlûb olacaklar.)»

Buhârî der ki: Bize İshâk'ın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) Bedir günü kendisi için kurulan çadırda iken : Ahdin ve va'din adına, Allah'ım, şayet dilersen bugünden sonra artık ebediy-yen Sana ibâdet olunmaz, diye dûa etmekteydi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) elini tuttu ve : Ey Allah'ın elçisi yeter, Rabbına çok ısrar ettin, dedi. Hz. Peygamber çadırdan çıktı. Zırhı içinde sıçrıyor ve : «Topluluk ya­kında dağıtılacak ve onlar arkalarını dÖP.üp kaçacaklar. Daha doğrusu onlara vâ'dolunan asıl saattir. O saat ne belâlı, ne acıdır.» diyordu. Ha­dîsi Buhârî ve Neseî birçok yerde Hâlid —ki bu zât Mihrân el-Hazzâ'-dır— kanalıyla rivayet etmişlerdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize baba­mın... İkrime'den rivayetine göre o, şöyle demiştir : «Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.» âyeti nazil olduğun­da Hz. Ömer : Hangi topluluk dağıtılacak, hangi topluluk mağlûb olacak? demişti. Hz. Ömer şöyle anlatır : Bedir günü olduğunda Allah Ra-sûlü (s.a.)nü zırhı içinde sıçrarken ve : «Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.» derken işittim ve bu âyetin te'vîlini işte o gün anladım. Buharı der ki: Bize İbrahim İbn Musa'nın... Mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir. Ben henüz oyun oynayan bir kız çocuğu iken Muhammed (s.a.)e Mekke'de : «Daha doğrusu onlara va'dolunan asıl saattir. O saat ne belâlı, ne acıdır.» âyeti nazil oldu. Buharı hadîsi burada bu şekliyle kısa olarak rivayet et­miştir. Kur'ân'm faziletleri bahsinde ise daha uzunca rivayet eder. Müslim bu hadîsi tahric etmemiştir.7

47 — Şüphesiz ki suçlular, sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.

48 — O gün, yüzleri üstü ateşe sürüldüklerinde: Ta­dın cehennemin tadını, denir.

49 — Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarat-mışızdır.

50 — Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gi­bidir.

51 — Andolsun ki Biz, sizin benzerlerinizi hep helak etmişizdir. Şu halde bir düşünen var mı?

52 - Yaptıkları her şey kitablarda kayıdlıdır.

53 - Küçük, büyük her şey satır satırdır.

54 — Muhakkak ki müttakîler, cennetlerde ve ırmak­lardadırlar.

55 — Doğruluk makamında, güçlü bir hükümdarın katındadırlar.

Suçlular ve Müttakiller8

Suçlular ve Müttakiller

Allah Teâlâ burada suçluların haktan uzak ve şüphe içinde bulun­anı, kararsızlık ateşleri içinde kıvrandıklarını haber verivor Rn âyet bu sıfatlarla nitelenmiş olan her kâfiri, bid'atçiyi ve fir^arl bölto muş olanları içine alır. Allah Teâlâ sonra şöyle buyuruyor OrTr s^he ve tereddüt ateşlen içinde oldukları gibi bu durundan kendileSnUehen-neme sürükledi. Daha önceki sapıkhkları gibi nereye gideceklerin! bifmez halde yuzustu cehenneme sürüldüler. Bir azarlama ve suçlama kabilin­den onlara : «Tadm cehennemin tadını» denilecektir.

((Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir ölçüye göre yaratmışizdır.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nm şu kavilleri gibidir; «Her şeyi yaratmış ona bir düzen vermiş ve bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkân, 2), «Yüce Rab-bmm adını tesbîh et. O, yaratıp şekil vermiştir. O, her şeyi ölçüyle ya­pıp doğru yolu göstermiştir.» (A'lâ, 1-3). Kaderi takdir edip ta'yîn eden, yaratıkları bu kadere ileten O'dur. Ehl-i sünnet imamları bu âyet-i kerîme'yi Allah'ın yaratıkları hakkında önceden belirlenen kade­rini isbâta delil getirirler. Allah'ın Önceden belirlenmiş olan bu kaderi; eşyayı olmazdan -önce bilmesi, ve yaratılmalarından önce onlar hak­kında takdir buyurmasıdır. Ehl-i sünnet âlimleri bu ve benzeri âyet­lerle, bu âyetler, doğrultusunda vârid olmuş hadîslerle sahabe devrinin sonlarında ortaya çıkmış olan Kaderiyye mezhebine cevablar vermiş­lerdir. Biz, Sâhîh-i Buhârî Şerhi'nin Kitâb'ül-îmân bölümünde bu hu­susta geniş bilgi vererek vârid olan hadîsleri de kaydettik. Burada ise bu âyet-i kerîme ile ilgili hadîsleri zikredeceğiz.

İmâm Ahmed'in Vekî' kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine gö­re; o, şöyle demiştir : Kureyş müşrikleri kader konusunda tartışmak üzere Hz. Peygamber (s.a)e geldiler de «O gün, yüzleri üstü ateşe sürül­düklerinde ; Tadın cehennemin tadını, denir. Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir Ölçüye göre yaratmışizdır.» âyeti nazil oldu. Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce, hadîsi Vekî' kanalıyla Süfyân es-Sevrî'den rivayet etmişlerdir. Bezzâr der ki: Bize Amr İbn Ali'nin... Amr İbn Şuayb'dan, onun baba­sından, onun da dedesinden rivayetine göre dedesi şöyle demiştir : Mu­hakkak ki «Şüphesiz ki suçlular, sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler. O gün, yüzleri üstü ateşe sürüldüklerinde : Tadm cehennemin tadını, denir. Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir ölçüye göre yaratmışizdır.» âyetleri kaderciler (kader üzerinde tartışanlar, Kaderiyye'ye mensûb olanlar) hakkında nazil olmuştur. İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İbn Zü-râre'den, onun babasından, onun da Hz. Peygamber (ş.a.)den rivayeti­ne göre Rasûlullah : «Tadın, cehennemin tadını. Şüphesiz Biz, her şeyi bir ölçüye göre yaratmışizdır.» âyetini okuyup şöyle buyurdu : Bu âyet ümmetimden birtakım insanlar hakkında nazil olmuştur ki, onlar âhir zamanda gelecek ve Allah'ın kaderini yalanlayacaklar. Yine İbn Ebu Hâtim'in Hasan İbn Araf e kanalıyla... Ata İbn Ebu Rebâh'tan rivayeti­ne göre; o, şöyle anlatmış : İbn Abbâs Zemzem'den su çekerken yanma vardım. Elbisesinin ucu ıslanmıştı. Ona : Kader hakkında konuşuldu, dedim. Bunu yaptılar mı? diye sordu, ben de; evet, dedim. Allah'a ye-mîn olsun ki «Tadın, cehennemin tadım. Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.» âyeti onlar hakkında nazil oldu. Onlar bu ümmetin en kötüleridir. Onların hastalarım ziyarete gitmeyin, ölüle­rinin cenaze namazlarını kılmayın. Şayet onlardan birini görecek olur­sam şu iki parmağımla gözlerini oyarım, dedi. İmâm Ahmed bu haberi başka bir kanaldan rivayet etmiştir ki, bu rivayetin içinde merf û' kısım­lar da vardır. İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Muğîre'nin... Muhammed İbn Ubeyd el-Mekkî'den rivayetine göre Abdullah İbn Abbâs'a : Bize bir adam geldi ki kaderi yalanlıyor, denilmişti. Beni ona götürün, dedi. İbn Abbâs o zaman âmâ olmuştu. Ey Ebu Abbâs, ona ne yapacaksın? de­diler de şöyle dedi: Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemîn ederim ki, onu bir ele geçirirsem burnunu ısırır koparırım. Şayet boynunu eli­me geçirecek olursam kırarım. Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim : Fihr oğulları kadınlarını sanki görür gibiyim : Müşrik olup kalçalarını kıvırarak Hazreclilerin çevresinde dolaşıyorlar. Bu ümme­tin ilk şirki işte budur. Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemîn ede­rim ki; onların inançları o derece kötüleşecek ki, sonunda Allah'ın hiç bir hayrı takdir buyurmadığını, aynı şekilde hiç bir şerri de takdir bu-yurmadığım iddia edeceklerdir. Hadîsi İmâm Ahmed de Ebu Muğîre kanalıyla... Muhammed İbn Ubeyd'den rivayetle yukardaki gibi zikret­miştir. Mu'teber hadîs kitabları bu hadîsi tahrîc etmemişlerdir.

İmâm Ahmed'in Abdullah İbn Yezîd kanalıyla... Nâfî'den rivaye­tine göre o, şöyle anlatıyor : İbn Ömer'in Şam halkından mektuplaştığı bir arkadaşı vardı. Abdullah İbn Ömer ona şöyle yazdı : Bana ulaştığı­na göre sen kader hakkında konuşmuşsun. Sakın bir daha bana mek­tup yazma. Ben, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim : Üm­metimden öyle bir topluluk gelecek ki kaderi yalanlayacaklar. Hadîsi Ebu Dâvûd da Ahmed İbn Hanbel'den rivayet etmiştir. Yine İmâm Ahmed' in Enes İbn İyâz kanalıyla... Abdullah İbn Ömer'den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Her ümmetin mecûsîleri var­dır. Benim ümmetimin mecûsîleri de; kader yoktur, diyenlerdir. Şayet hastalanırlarsa onları ziyaret etmeyin, Ölürlerse cenazelerinde hazır bulunmayın. Kütüb-i Sitte sahiplerinden hiç birisi hadîsi bu kanaldan tahrîc etmemişlerdir.

İmâm Ahmed'in Kuteybe kanalıyla... İbn Ömer'den rivayetine gö­re; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işitmiş : Bu ümmetten bazı yüzler çirkinleştirilecektir. Dikkat edin; bu, kaderi yalanlayanlar ve zındıklar hakkında meydana gelecektir. Hadîsi Tirmizî ve İbn Mâ-ce, Ebu Sahr Humeyd İbn Ziyâd kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh, garîb olduğunu söyler. Yine İmâm Ahmed'in İs-hâk İbn Tabbâ' kanalıyla... İbn Ömer'den rivayetine göre Allah Rasû-lü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Her şey kader iledir. Acizliğe ve zekîliğe varıncaya kadar. Hadîsi sadece Müslim, Mâlik kanalıyla rivayet etmiş­tir. Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur : Allah'tan yardım dile ve âciz ol­ma. Başına bir iş geldiğinde : Allah böyle takdir buyurmuş, O diledi­ğini yapar, de. Şayet ben yapmış olsaydım şöyle şöyle olurdu, deme. Zîrâ bu ifâde şeytânın amelinin açılışı, başlangıcıdır. İbn Abbâs'tan ri­vayet edilen bir hadîse göre, Allah Rasûlü (s.a) ona şöyle buyurmuş : Bil ki; toplum Allah'ın senin lehine yazmamış olduğu bir şey ile sana fayda vermek üzere birleşse hiçbir fayda veremez. Allah'ın senin aley­hine yazmamış olduğu bir zararı sana eriştirmek üzere bir araya gel­miş olsalar sana hiç bir zarar veremezler. Çünkü kalemler kurumuş, sayfalar dürülüp kapanmıştır.

İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan İbn Süvâr'm... Velîd İbn Ubâde'-den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Ubâde'nin yanma girdim. Has­taydı. Onda ölüm alâmetleri görür gibiydim. Ey babacığım, bana tavsi­yede bulun, dedim. Beni oturtun, dedi. Onu oturtttukları zaman şöyle dedi: Oğulcuğum» hayrı ve şerri ile kadere îmân etmedikçe Allah'ı ger­çekten bilmiş olamaz ve îmânın, tadını hissedemezsin, dedi. Ben: Ba­bacığım, kaderin hayır mı, şer mi olduğunu nasıl bileceğim? diye sor­dum. Bilirsin ki sana isabet etmeyen başına gelecek değildir. Senin ba­sma gelen ise hiç bir şekilde seni şaşıracak değildir. Oğulcuğum, Al­lah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işittim : Allah'ın yarattıklarının ilki kalemdir. Sonra ona; yaz, buyurdu. O anda kalem, kıyamet günü­ne kadar olacakları yazdı. Oğulcuğum; şayet bu îmâna sâhib olmadan Ölecek olursan hiç şüphesiz cehenneme girersin, dedi. Tirmizi de hadîsi Yahya İbn Mûsâ el-Belhî kanalıyla... Velîd İbn Ubâde'den, o ise baba­sından rivayet etmiştir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh, garîb olduğunu söyler. Süfyân es-Sevrî':ıin Mansûr kanalıyla... Hz. Ali İbn Ebu Tâlib1-den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Kul şu dört şeye inanmadıkça gerçekten îmân etmiş olmaz : Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet eder. —Doğru­su Allah, beni hak ile göndermiştir— Ölüme, Ölümden sonra diriltilme-ye, hayrı ve şerri ile kadere îmân eder. Tirmizî de hadîsi Nadr İbn Şü-meyl kanalıyla... Mansûr'dan rivayet etmiştir. Ayrıca Tirmizî hadîsi Ebu Dâvûd et-Tayâlisî kanalıyla... Hz. Ali'den de rivayetle zikretmiş ve : Bu, bana göre daha sahihtir, demiştir. Aynı şekilde İbn Mâce de hadîsi Şerîk kanalıyla... Hz. Ali'den rivayet ediyor. Müslim'in, Sahîh'-inde Abdullah İbn Vehb ve başkaları kanalıyla Abdullah îbn Amr'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Şüphesiz Allah Teâlâ, yaratıkların kaderlerini gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin se­ne önce yazmıştır. Râvî İbn Vehb şöyle ilâve eder : Allah'ın ArŞ'ı su üzerindeydi. Hadîsi Tirmizî de rivayet etmiş ve; hasendir, sahihtir, ga-rîbtir, demiştir.

«Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.» âyet-i ke-rîme'si Allah Teâlâ'mn kaderinin insanlar hakkında geçerli olduğunu haber verdiği gibi, Allah'ın dilemesinin de yaratıkları hakkında geçer­li olduğunu haber veriyor. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : «Ve Bizim em­rimiz bir tektir.» Biz bir şeye bir kere emrederiz. İkinci bir emirle te'kîd etmeye muhtaç değiliz. Bizim emrettiğimiz bir göz açıp kapaması gibi hemen var olur. Bir göz açıp kapayacak kadar bile gecikmez. (...)

«Andolsun ki Biz, sizin benzerlerinizi hep helak etmişizdir.» Ra-sûlleri yalanlayan geçmiş ümmetlerden sizin benzerlerinizi hep yok et­mişizdir. «Şu halde bir düşünen var mı?» Allah'ın onları rüsvây etme­si ve azabı takdir buyurmasından öğüt alacak kimse yok mudur? Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme.'de de şöyle buyurur : «Onlarla arzuladık­ları şeylerin arasına bir engel konmuştur. Daha önce benzerlerine ya­pıldığı gibi.» (Sebe', 54).

Allah Teâlâ : «Yaptıkları her şey kitablarda kayıdlıdır.» buyurur ki: yaptıkları her şey, meleklerin yanındaki kitablarda yazılıdır. «(On­ların amellerinden) küçük, büyük her şey satır satırdır.» Aleyhlerine toplanmış ve sayfaların satırlarına geçirilmiştir. Küçük, büyük hiç bir şeyi, kaçırmamış; onları saymış ve tesbît etmiştir.

İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Âmirin... Hz. Aişe'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyururmuş : Ey Aişe, günahların kü­çüklerinden sakın; çünkü Allah tarafından onu bir taleb eden, peşine düşen vardır. Neseî ve İbn Mâce de hadîsi Saîd İbn Müslim İbn Bânek el-Medenî kanalıyla rivayet etmişlerdir. Saîd İbn Müslim; İmâm Ah­med, îbn Maîn, Ebu Hatim ve başkaları tarafından güvenilir bir râvî olarak kabul edilir. Hafız İbn Asâkir, Saîd İbn Müslim'in hal tercü­mesinde yukardaki hadîsi başka bir kanaldan rivayetle zikreder. Saîd der ki: Bu hadîsi Âmir İbn Hişâm'a rivayet ettim. Bana : Yazık sana ey Saîd, dedi ve şöyle devam etti: Süleyman İbn Muğîre bana naklet­ti ki o, bir günâh işlemiş ve o günâhı küçük görmüş; uykusunda birisi ona gelerek şöyle demiş : Ey Süleyman;

«Günâhlardan küçük olanını hakîr görme.

Hiç şüphesiz küçük, yarın büyüğe dönüşecektir.

Muhakkak ki küçük günâh ne kadar eski olursa olsun, Tanrı katın­da yazılmıştır.

Hevâ ve hevesini kahramanlıktan alıkoy,

Ve zor idare edilir olma, kollan sıva.

Seven kişi tanrısını sevdiği zaman, kalb yerinden oynar ve ona dü­şünce ilham olunur. Niyyet ile tanrıdan hidâyetini dile. Hidâyet verici ve yardımcı olarak sana Rabbm yeter.» «Muhakkak ki müttakîler, cennetlerde ve ırmaklardadırlar.» Bed­baht kimselerin sapıklık ve çılgın ateşler içinde olmalarının, suçlan­ma, azarlanma ve tehdîdle yüz üstü ateşe sürülmelerinin tersine, ((Mu­hakkak ki müttakîler, cennetlerde ve ırmaklardadırlar. Doğruluk ma-kâmındadırlar.» Allah'ın keramet, hoşnudluk, lütuf, nimet, cömertlik ve ihsan yurdundadırlar. «Güçlü bir hükümdarın katındadırlar.» Her şeyi yaratan ve takdir eden yaratıcı, en yüce Melîk'in (hükümdarın) katındadırlar. O; onların isteyip dileyecekleri her şeye güç yetiricidir. İmâm Ahmed der ki: Bize Süfyân'ın... Abdullah İbn Amr'dan —Abdul­lah hadîsi Hz. Peygamber (s.a)e ulaştırıyor— rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur : Adaletli davrananlar, kıyamet günü Allah katında Rah-mân'ın sağında nurdan minberler üzerindedirler. O'nun her iki eli sağ­dır. O kimseler hükümlerinde, aileleri hakkında ve idaresini üstlendikleri kimseler hakkında adaletli davranırlar. Hadîsi sadece Müslim ve Neseî, Süfyân ibn Uyeyne kanalıyla ve onun isnadı ile yukardaki gibi tahrîc etmişlerdir.8

İzahı10

İzahı

Âyet-i kerîme bu sarsıcı ve dehşet verici sahnelerin ışığı altında özellikle Kureyş kavmine genellikle de bütün insanlara çeviriyor beya­natını. Kalblerine Allah'ın kudretini, hikmet ve tedbîrini yerleştirmeye çalışıyor. Şüphesiz ki dünyada iken o çarptırılan felâketler bu âhiret azâbları ve daha önce gelip geçmiş olan peygamberler ve uyarıcılar, ki-tablar ve Kur'ân, bütün bunların yanı sıra varlıklar alemindeki yara­tıklar ve bu varlıklar âlemine hükmeden kanunlar... Evet bütün bun­lar ve büyük küçük her şey bir ölçüye göre yaratılmıştır. Bir maksada bir hikmete göre tanzim edilmiştir. Başıboş hiç bir şey yoktur. Lüzum­suz hiç bir şey yoktur. Tesadüfen meydana gelmiş hiç bir şey yoktur. Kendiliğinden olup gelen hiç bir şey mevcûd değildir : «Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.» Her şeyi... Büyük küçük her şeyi... Konuşan ve konuşmayan her şeyi... Hareket eden ve duran her şeyi... Geçen ve hazır olan her şeyi... Her bilineni, her bilinmeyeni... Kısacası her şeyi... Bir ölçüye göre ya­ratmışızdır... Onun gerçek durumunu belirten, vasfım anlatan, mikta­rını ta'yîn eden, zamanını tesbît eden, mekânını tahdîd eden, çevre­sindeki eşya ile olan münâsebetlerini ayarlayan, varlıklar alemindeki te'sîrini belirleyen... Bir ölçüye göre...

Doğrusu Kur'ân-ı Kerim şu kısacık âyetin doğruluğunu bütün kâ­inata gösteren, akılları durdurucu, şümullü ve büyük bir hakîkata işa­ret etmektedir. Bu mevcudatla yüzyüze gelen, onunla hemhal olan, on­dan duygulanan ve mevcudatın ince bir ahenk içerisinde yaratılmış olduğunu hisseden gönül sahipleri bu kısacık âyetin ifâde ettiği gerçek­leri idrâk ederler. Mevcudatta her şey bir ölçüye göredir. Mutlak bir ahenk hâkimdir. Varlıklarla yüzleşen her gönül bu ahengin te'sîrine kaptırır kendisim.

Sonra bilgi, tecrübe ve görgü vâsıtalarının el verdiği nisbette, be­şer aklının takati dâhilinde bu gerçek ölçünün bazı yönlerini idrâk edip öğrenebilir. Ama bu Ölçü; bilgi ne kadar ilerlerse ilerlesin her za­man daha bir yüce, daha mükemmel, daha muazzam olarak devam ede­rek kalır. O azameti ve mükemmelliği insan fıtratı kavrar ve kâinatın ahenkli seslerinin te'sîri altında kalır. Çünkü fıtratta her şeyin bir öl­çüye göre yaratıldığı bu muntazam kâinat korosunun bir ferdidir o.

Modern ilim, kâinata hâkim olan bu ölçü gerçeğinin kendi imkân ve vâsıtaları nisbetinde bazı yönlerini keşfetmiş bulunuyor. Meselâ yıldızların ve gezegenlerin arasındaki mesafelerde büyük bir nizâmın hâkim olduğunu, her birisinin hacim ve kütlesinin belli ölçüler dâhi­linde bulunduğunu, birbirlerine karşı yaptıkları çekim gücünü öğrene­bilmiş bulunuyor. Öyle ki bilginler henüz göremedikleri yıldızların ye­rini bile ta'yîn edebiliyorlar. Çünkü kâinattaki nizâm o görünmeyen yıldızların da belirli yerlerde ve hudûdlar dâhilinde bulunmasını ge­rektiriyor. Bu görülmeyen yıldızların belirlenen yerlerde bulunmasını zarurî kılan bir takım tezahürler var ki, gözleme tâbi tuttukları yıldız­ların hareketinde kendisini göstermektedir. Sonra bu tahminleri ger­çekleşmekte ve gökyüzündeki cisimlerin korkunç feza boşluğunda hiç bir çatışmaya mahal bırakmadan ölçülü nisbetler içerisinde yerleştiril­mesinin gerektiğini, sonsuz bir dikkatin eşyaya hâkim olduğunu anla­maktadırlar.

Üzerinde yaşadığımız dünyanın durumundaki nizâmı da günü­müzün ilmi keşfetmiş bulunuyor. Allah Teâlâ bu dünyayı insan cinsî­nin hayatına elverişli olacak ölçüler dâhilinde yaratmıştır. Bu yeryü­zünün ölçü ve nisbetlerinden herhangi birisinde vuku' bulacak en kü­çük bir değişiklik ihtimâli yalnız dünyaya değil, bütünüyle hayatı kök­ten mahvedecek veya yaşanmaya elverişsiz hale getirecek durumdadır. Dünyanın hacmi, kütlesi, güneşten uzaklığı... Güneşin kütlesi, ısı de­recesi... Yeryüzünün kendi ekseni üzerindeki ölçülü eğimi hem kendi çevresinde hem de güneşin çevresindeki seyir hızı... Ayın dünyadan uzaklığı, hacmi ve kütlesi... Karaların ve denizlerin dünyadaki dağılı­mı... Ve daha binlerce ölçü ve nisbetler... Bunların herhangi birisinde meydana gelecek en küçük bir değişiklik her şeyi kökten değiştirebilir. Ve yeryüzündeki hayat çarkını tamamen durdurabilir...

Modern ilim, hayatı devam ettiren, canlılar arasında ölçüleri ve ahengi tanzim eden, canlıların hayat şartları ve çevreyle olan münâse­betlerini ayarlayan pek çok kanun ve nizâmları da keşfetmiş bulunu­yor... Ve bu bilinen nisbet ve nizâmlar insana âyetin işaret ettiği o bü­yük ve derin gerçeğin bir yanını düşünebilme imkânı sağlıyor. Meselâ, hayat ve beka faktörleriyle ölüm ve fena faktörleri arasındaki nisbet gerek cemiyet içerisinde, gerekse canlılar dünyasında hep hayatın do­ğup gelişmesine elverişli bir ölçü dâhilinde muhafaza edilmektedir. Ay­nı zamanda ölüm ve hayat faktörlerinin herhangi bir devirde geçinme ve yaşama şartlan için lüzumlu olan ortamı yetersiz kılacak derecede yayılıp genişlemesini de önlemektedir.

Öyle sanıyorum ki bazı canlıların birbirleriyle olan münâsebetle-rindeki bu ahenk ve nizâmı kısa işaretlerle de olsa belirtmekte fayda vardır. Gerçi kâinatın yapısındaki yeryüzünün hayat şartlarına elve­rişli kılınmasmdaki nizâmı diğer sûrelerde etraflıca anlatmıştık. Bu hususta bilhassa Furkân sûresine başvurulabilir.

Küçük kuşlarla beslenen yırtıcı kuşların sayısı azdır. Çünkü az yumurta yaparlar ve az kuluçkaya yatarlar. Diğer taraftan ancak be­lirli yerlerde yaşayabilirler. Buna karşılık yaşları uzundur. Eğer uzun süre yaşamalarına mukabil çok yumurta yapıp kuluçkaya yatabilecek olsalar ve her yerde yaşayabilecek durumda bulunsalardı —ne kadar çok yumurta yapıp yavru çıkarırsa çıkarsınlar— küçük kuşların hep­sini toptan yok edebilirlerdi. En azından bu yırtıcı kuşlar için ve yer­yüzünde yaşayan insanlık âlemi için lüzumlu birer gıda olan ve daha birçok roller alan ve bu yüzden hayat için lüzumlu olan bu küçük kuş­ların sayısı azalabilirdi. Nitekim şâir der ki:

«Daha çok olur yavrusu küçük kuşların.

Bunun için az yavru yapar anne şahin.»

Gördüğümüz gibi yeryüzünde yırtıcı kuşlarla küçük kuşların var­lık ve yokluk âmillerini bir dengeye ve ölçüye bağlı olarak korunması gerektiğinden Cenâb-ı Allah hikmeti gereği olarak bunu böyle tanzim etmiştir.

Karasinek milyonlarca yumurta yapar. Ancak doğan yavrular iki haftadan fazla yaşayamazlar. Şayet sinekler birkaç yıl yaşayabilselerdi ve bu nisbette de yumurta bırakabilselerdi toprağın yüzü kısa zaman­da sineklerle dolar giderdi. Ve o zaman yeryüzündeki birçok canlıların —bunların başında da insanın— yaşaması imkânsız hale gelirdi. Ne var ki, bu kâinatı idare eden kudret elinde, denge çarkı kat'iyyen bo­zulmuyor. Ve bu kudret eli çok yavru yapan canlıya az ömür vererek nizâmı gördüğümüz şekilde kuruyor.

Canlılar içerisifide sayısı en çok olan, kısa zamanda çoğalıp yıpra-nabilen mikroplar da aynı şekilde canlıların en güçsüzü olarak haya­tın zorluklarına dayanamayıp çok az yaşarlar. Milyarlarca mikrop so­ğuktan, sıcaktan, ışıktan, asitlerden, kan pıhtılaşmasından ve daha bir çok faKtÖrlerden dolayı ölür gider. Ancak muayyen insan ve hay­van üzerinde te'sîrli olabilirler. Şayet mikroplar kuvvetli ve dayanabil-me gücüne sahip veya uzun ömürlü olsalardı, yeryüzündeki hayatı ve canlıları mahvedip tüketirlerdi.

Her canlı, düşmanına karşı kendisini korumak ve türünün yok ol­ma tehlikesini ortadan kaldırmak için gerekli silâhlarla donatılmıştır. Çeşit çeşit korunma silâhları vardır canlıların. Bazı canlılarda çok sa­yıda üreme bir silâh iken, bazı canlıda karşıyı ezme bir silâh olmakta­dır. Meselâ küçük yılanlar kendilerini korumak için ya zehirle donatıl­mışlardır veya düşmanlarından çabucak kaçıp kurtulmakla. Büyük yı­lanlara gelince, bunlar kas gücüyle donanmış olduklarından zehirleri azdır.

Domuzlan böceği düşmanlarından korunmak için pis bir koku sa­larak karşılaştığı her nesneye bırakır ve böylece kendi cinsini muhafa­za eder. Ceylanlar çok hızlı koşmak ve sıçramakla korurlar cinslerini. Böylelikle her canlı büyük küçük kendisini koruyacak bir silâha sâhib-tir.

Ayrıca her canlı, gıdasını elde etmek için gerekli vâsıta ve hususi­yetlerle de donatılmıştır. İnsandan kuşa kadar, hayvandan en basit ya­ratığa kadar her canlı böylece gıdasını elde eder.

Dişi yumurtacık erkekler tarafından rahme boşaltılan canlı varlık­larla ilkah olduktan sonra rahmin duvarına tutunur. Bu esnada son derece obur bir varlıktır. Rahmin duvarında çevresine ördüğü bir ağla tutunduğu noktayı gelişip büyümesine elverişli bir kan gölü haline ge­tirir. Anne doğumunu yapıncaya kadar gizli bir bağ cenini annenin kanına bağlar. Bu bağın meydana gelişinde yavrunun hayatı için elve­rişli bir hedef güdülmüştür. Bağ, ne oraya akan gıdanın alkole dönüş­mesine sebep olacak kadar uzundur, ne de yavruya gıdanın ulaşmasını engelleyecek kadar kısadır.

«Meme de bir guddedir hamileliğin .vm anları ile doğumun başlan­gıcında birtakım beyaz, sarımsı akıntılar salgılar ki, ilâhî teeellînin eseri olarak bu salgılar çocuğu muhtelif hastalık mikroplarından mu­hafaza edecek kimyevî maddeler ihtiva etmektedir. Doğumu müteaki­ben ikinci gün annenin memelerinden süt gelmeye başlar. Yine en bü­yük tedbîr sahibi olan Allah Teâlâ'nm hikmetinin eseri olarak anne memesinden gelen süt miktarı gün be gün artar. Bir yıl sonra bu mik­tar günde 2,5 litreye baliğ olur. Halbuki ilk günlerde bu miktar birkaç yüz gramı geçmez. Buradaki hayret verici hal, sadece sütün artışı ile kalmaz, çocuğun yaş durumuna göre sütün ihtiva ettiği kimyevî mad­delerin bileşim oranı da değişir. Başlangıçta anne sütündeki kimyevî maddenin bileşiminde su içerisinde az miktarda şeker ve besin madde­leri bulunur. Sonra sütün bileşimi yavaş yavaş değişir ve bileşiminde gün be gün şekerli ve yağlı besin maddelerinin nisbeti artar. Bu değişik likte bir gün diğer bir günü tutmaz. Bu artış çocuğun devamlı olarak gelişmesine, organlarının teşekkülüne, kaslarının kuvvetlenmesine uy­gun şekilde olur. Anne memesinde sütün teşekkül ameliyesi de şaşırtı­cı bir haldir.»9

Değişik organlar insanın teşekkülünde, vazifesini yapmasında, ça­lışma tarzında ayrı yollar izlerler. Ama hepsi de onun hayat ve sıhha­tini muhafazayla vazifelidir. Her organda insanı hayretten hayrete sü­rükleyecek ince bir ölçü ve üstün bir tedbîr hâkimdir. Biz her ferdi ida­re eden ilâhî kudret elini görüyoruz bunun ardında. Yalnız ferdî değil, her organı, hattâ bir organdaki hücrelerden her birisini ilâhî el idare etmektedir. Allah'ın gözetimi ve denetimi altında o faaliyetini sürdür­mektedir. Biz burada bunları teker teker sayacak güçte değiliz. Sadece bu organlardan birisindeki ince ölçüye seri işaretlerle yetineceğiz. Bu organ vücudun her tarafına yayılmış olan bezeler sistemidir :

«İnsan vücûdunun her tarafında bulunan bu guddelerdeki kimye­vî terkîbleri meydana getiren o hayret verici kimyevî muameleler, in­sanı dehşetten dehşete sevketmektedir. Her bezin salgısı bir diğerini ta­mamlayıcı mâhiyettedir. Bu ifrazatın nasıl meydana geldiği ise yine bir problemdir. Girift bir özgü gibidir. Ve bu ifrazatın muayyen mik-dârı aşması ise insan vücûdunda onulmayacak telefata sebep olur.» 10

Hayvanlarda ise organlar türüne, yaşadığı muhite ve hayat şart­larına göre değişik biçimler almıştır :

«Arslanlar, kaplanlar, kurtlar, sansarlar ve çölde yaşayıp avlanarak beslenmek durumunda olan bütün yırtıcı hayvanların ağızları kuvvet­li ve sağlam bir yapıdadır. Zîrâ bu hayvanların avlarına hücum.etme­leri, onları keskin ve kuvvetli dişleriyle yakalamaları zorunludur. Ay­nı şekilde, avına hücum ederken adalelerini de kullanmak zorunda bu­lunduğundan, ayakları kuvvetli adaleler, keskin tırnak ve pençelerle teçhiz edilmiştir. Mideleri de et ve kemikleri sindirici asitlerle mayiler ihtiva etmektedir.»

Otlaklarda yaşayan evcil geviş getiren hayvanlara gelince, onların kabiliyetleri ise daha da başka türlüdür :

«Bunların hazım sistemleri ve çevreye mütenâsib olarak pek-leşmiştir. Ağızları nisbeten geniştir. Parçalayıcı ve kuvvetli köpek ve azı dişleri yoktur. Fakat kesici dişleri oldukça gelişmiştir. Kuru otlan ve bitkileri sür'atle keserler. Yutma kabiliyetleri fazladır.»11