Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Mü'min
İzahı5
İzahı
10 — Küfredenlere seslenilir ki: Allah'ın gazabı sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür. Çünkü siz, îmâna davet olunuyordunuz da küfrediyordunuz.
11 — Onlar da: Rabbımız; bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mı? derler.
12 — Bunun sebebi şudur: Yalnız Allah'a duâ edildiği zaman inkâr ederdiniz de, O'na şirk koşulunca inanırdınız. Artık hüküm; Aliyy, Kebîr Allah'ındır.
13 — Size âyetlerini gösteren ve sizin için gökten rızık indiren O'dur. O'na yönelenden başkası ibret almaz.
14 — Öyle ise kâfirler istemese de, siz dini yalnız O'na hâlis kılanlar olarak Allah'a duâ edin.
Allah Teâlâ burada kâfirlerden haber veriyor. Onlar yalımlanan ateşler içindelerken, hiç kimsenin kurtulmaya güç yetiremeyeceği Allah'ın azabı ile yüz yüze geldiklerinde kıyamet günü nida edip bağrı-şacaklardır. İşte o zaman ateşe girmelerine sebep olan geçmiş kötü amelleri sebebiyle kendi kendilerine kızacaklar, son derece şiddetli bir şekilde gazablanacaklardır. Melekler o sırada onlara yüce bir haber verme ve seslenişle şöyle haber verecekler: Ey bu azâb içinde kıvrananlar, dünyada iken imana çağırılıp da küfrettiğiniz zaman Allah'ın size gazabı, bugün şu durumda sizin kendinize kızgınlığınızdan çok daha şiddetlidir.
«Allah'ın gazabı sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür. Çünkü siz, îmâna davet olunuyordunuz da küfrediyordunuz.» âyeti hakkında Katâde der ki: Dünyada kendilerine îman teklif edildiği zaman îmânı terk edip kabul etmemekte direnen dalâlst ehline Allah'ın gazabı kıyamet günü Allah'ın azabını gözleriyle müşâhade ettikleri zamanda onların kendilerine olan gazablarından daha büyüktür. Hasan el-Basrî, Mücâhid, Süddî, Zerr İbn Abdullah el-Hemedânî, Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ve İbn Cerîr Taberî —Allah hepsine rahmet eylesin— de böyle söylemişlerdir.
Onlar da: «Rabbımız; bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin... derler.» Sevrî'nin Ebu İshâk kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Nasıl oluyor da Allah'ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki siz ölüler iken o diriltti. Sonra sizi Öldürecek, sonra tekrar diriltecek, en sonunda yalnız O'na döndürüleceksiniz.» (Bakara, 28). İbn Abbâs, Dahhâk, Katâde ve Ebu Mâlik de böyle söylemiştir. Şüphesiz doğru olan budur. Süddî der ki: Dünyada öldürüldüler, sonra kabirlerinde diriltilip kendilerine hitâb olundu, sonra tekrar öldürüldüler ve kıyamet günü yeniden diriltildiler. İbn Zeyd de şöyle diyor: Hz. Âdem'in sulbünde iken kendilerinden söz alındığı zaman diriltildiler, sonra rahimlerde yaratıldılar, sonra da Allah Teâlâ kıyamet günü onları öldürdü. Süddî ve İbn Zeyd'in kavilleri zayıftır. Zîrâ onların bu sözleri ^diriltme ve Öldürmelerin üç kerre olmasını gerektirmektedir. Sahîh olan açıklama ise İbn Mes'ûd, İbn Abbâs ve onlara tâbi olanların görüşüdür. Bütün bunlardan maksad şöyle özetlenebilir: Kâfirler kıyamet arsalarında Allah Teâlâ'nın huzurunda durdukları sırada dünyaya dönmeyi isteyeceklerdir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyet-i kerîme'de: «Suçluları, Rablarının huzurunda başları önlerine eğilmiş olarak: Rabbımız, gördük ve dinledik. Artık bizi geri döndür de sâlih amel işleyelim. Gerçekten biz kesin olarak inandık, derlerken bir görsen.» (Secde, 12) buyurur ki, onların bu isteklerine cevab verilmeyecektir. Sonra cehennemi gözleri ile görüp cehennemin başında durdurulup da ondaki azâb ve cezaya baktıkları zaman, birinci keresinde olandan daha şiddetli bir şekilde dünyaya dönüşü isteyecekler, yine bu isteklerine icabet olunmayacak. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Bir görsen; ateşin başında durdukları : Keski geri dondürülseydik ve Rabbımızın âyetlerini yalan saymasaydık da mü'minlerden olsaydık, dedikleri zaman. Hayır, ötedenberi gizleyegeldikleri şeylerle 'karşılarına çıktık. Eğer geri döndürülselerdi yine kendilerine yasaklanan şeylere döneceklerdi. Doğrusu onlar, yalancılardır.» (En'âm, 27-28). Cehenneme girip ateşin ısısına değip tokmaklar ve bukağılara vuruldukları zaman dünyaya dönüş istekleri daha çok olacaktır. «Orada onlar bağırışırlar : Rabbımız bizi çıkar da yapageldiklerimizden farklı olarak sâlih amel işleyelim. Öğüt alacak kişinin öğüt alacağı kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Ve size uyarıcı da gelmişti. Öyleyse azabı tadınız. Zâlimler için bir yardımcı yoktur.» (Fâtır, 37), «Rabbı-mız, bizi buradan çıkar, tekrar dönersek doğrusu zulmetmiş oluruz. Buyurdu ki: Yıkılıp gidin içerisine. Benimle konuşmayın.» (Mü'minûn, 107-108). Bu âyet-i kerîme'de ise onlar, isteklerinde Allah'ın lütfunu taleb ederek sözlerine bir mukaddime ile başlıyorlar ve diyorlar ki: «Rabbımız; bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.» Senin kudretin büyüktür. Şüphesiz Sen, biz öldükten sonra bizi dirilttin, sonra öldürdün, sonra tekrar dirilttin. Sen dilediğine güç yetirirsin. Bizler günâhlarımızı itiraf etmiş durumdayız. Şurası muhakkak ki, biz dünya yurdunda kendimize haksızlık edenlerdendik. «Bir daha çıkmaya yol var mı?» Dünyaya bizi geri döndürme isteğimize icabet eder misin? Şüphesiz Sen buna kadirsin. Elbette biz, daha önce işlemekte olduğumuzdan başka ameller işleyeceğiz. Eğer bizler daha önce yapagelmekte olduklarımıza dönecek olursak şüphe yok ki zâlimler oluruz. İşte o zaman kendilerine, dünya yurduna dönüşlerine yol olmadığı cevabı verilir sonra da bunun imkânsızlığının sebebi belirtilir ki, bu da onların seciyye-lerinin gerçeği kabul etmez, hakka uymaz, aksine inkâr edip reddeder olmasıdır. Bu sebepledir ki şöyle buyrulur: «Bunun sebebi şudur: Yalnız Allah'a duâ edildiği zaman inkâr ederdiniz de, O'na şirk koşulunca inanırdınız. (Sizler dünya yurduna döndürülecek olursanız yine böyle olacaksınız.)» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Eğer geri döndürülselerdi yine kendilerine yasaklanan şeylere döneceklerdi. Doğrusu onlar, yalancılardır.» (En'âm, 28).
«Artık hüküm; Aliyy, Kebîr Allah'ındır.» O, yaratıkları hakkında hüküm verendir. Hükmünde asla zulmetmeyen Âdil'dir. Dilediğini hidâyete eriştirir, dilediğini sapıklıkta bırakır. Dilediğine merhamet eder, dilediğine azâb eder. O'ndan başka ilâh yoktur.
«Size âyetlerini gösteren O'dur.» Süflî ve ulvî yaratıklarında görmekte olduğunuz, yaratıcısının ve yoktan var edicisinin kemâline delâlet eden muazzam âyetleri, alâmetleri müşâhade etmekteler ki bu, Allah Teâlâ'nın yaratmadaki kudretine açıkça delâlet etmektedir. «Ve sizin için gökten rızık indiren O'dur.» Bu rızık, kendisiyle muhtelif tatlar, kokular, şekiller ve renklerde duyularla müşâhade edilebilen ekin ve meyvelerin çıkarıldığı yağmurdur. Yağmur, aynı su olduğu halde Allah'ın yüce kudreti ile yetişen ürünler, birbirinden farklı ve üstün kılınmışlardır. Basiret sahibi olan ve Allah'a yönelenden başkası ibret alıp bütün bunlar üzerinde düşünerek yaratıcısının azametine bunlarda delil bulamaz.
«Öyle ise kâfirler istemese de, siz dini yalnız O'na hâlis kılanlar olarak Allah'a duâ edin.» İbâdet ve duayı yegâne Allah'a tahsis ederek gidişatlarında ve yollarında müşriklere muhalefet edin. İmâm Ahmed der ki: Bize Abdullah İbn Nemîr'in... Ebu Zübeyr Muhammed îbn Müslim'den rivayetine göre Abdullah İbn Zübeyr her namazın sonunda selâm verdiği zaman şöyle dermiş: Allah'tan başka ilâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hanıd O'nundur. O'nun her şeye gücü yeter. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Biz ancak O'na ibâdet ederiz. Nimet ve lütuf O'nundur. En güzel övgü O'nundur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Kâfirler istemese bile biz, dini yalnız O'na tahsis edenleriz. Bu duadan sonra İbn Zübeyr şöyle dermiş: Allah Rasûlü (s.a.) her namazın sonunda bu tevhidi okurdu. Hadîsi Müslim, Ebu Dâvûâ" ve Neseî de muhtelif kanallardan olmak üzere Hişâm İbn Urve kanalıyla... Abdullah İbn Zübeyr'den rivayet ederler ki; buna göre Allah Rasûlü (s.a.) her namazın sonunda: Tek ve ortağı olmadığı halde Allah'tan başka ilâh yoktur... diye tevhîd okurmuş. Ve râvî hadîsin tamâmını zikretti. Abdullah İbn Zübeyr'den rivayet edilen sahîh bir hadîse göre; Allah Rasûlü (s.a.), farz namazların akabinde şöyle dermiş: Tek ve ortağı olmayan Allah'tan başka ilâh yoktur. Mülk ve hamd, O'nundur. O'nun her şeye gücü yeter. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Biz ancak O'na ibâdet ederiz. Nimet ve lütuf O'nundur. En güzel övgü de O'nundur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Kâfirler istemese de biz, dini yalnız Allah'a tahsis ederiz.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Rebî'in... Ebu Hüreyre (r.a.)den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur: İcabet olunacağına kesin olarak inanır olduğunuz halde Allah'a duâ edin ve billin ki Allah Teâlâ gafil bir kalbden asla duayı kabul buyurup icabet eylemez.4
15 — Dereceleri yükselten, Arş'ın sahibi Allah, karşılaşma gününden korkutmak için, kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir.
16 — O gün onlar, ortaya çıkarlar. Hiç bir şeyleri Allah'a gizli kalmaz. Kimindir bugün mülk? Vâhid, Kahhâr olan Allah'ındır.
17 — Bugün her nefis kazandığı ile karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
Allah Teâlâ azametini, kibriyâsım ve bütün yaratıkların üzerinde, onların tavanı gibi olan yüce Arş'ının yüksekliğini haber veriyor. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Derecelere sahip, Allah katmdandır. Melekler ve rûh miktarı elli bin yıl olan bir günde o derecelere yükselip çıkarlar.» (Meâric, 3,4) buyurur ki, ilerde geleceği üzere bu, Arş ile yedinci kat yer arasındaki mesafedir. Bu, selef ve haleften bir cemâatin kavli olup tercih edilen görüş de budur. Birçoklarının zikrettiğine göre Arş, kırmızı yakuttandır. İki kutru arasındaki genişlik, elli bin senelik yoldur. Yüksekliği ise yedinci kat yeryüzünden itibaren elli bin senelik yoldur. Biraz önce geçen Ev'âl (yaban keçileri) hadîsi de Arş'ın yedi gökten daha yüksek olduğuna delâlet etmektedir.
«Kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir.» âyet-i kerimesi Allah Teâlâ'nm şu kavilleri gibidir: «O, kullarından dilediğine kendi emrinden melekleri rûh ile indirir ki; Benden başka tanrı yoktur, Benden sakının, diye uyarsınlar.» (Nahl, 2), «Muhakkak ki, o (Kur'-an), elbette âlemlerin Rabbının indirmesidir. Onu Rûh el-Emîn indirmiştir; senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.» (Şuarâ, 192-194). Bu sebepledir ki: «Karşılaşma gününden korkutmak için...» buyurmuştur. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha der ki: «Karşılaşma günü» ile tercüme edilen kelimesi kıyamet gününün isimlerinden olup Allah Teâlâ kullarını bundan sakındırmıştır. İbn Cüreyc'in naklettiğine göre İbn Abbâs burada: Hz. Âdem o günde, çocuklarının sonuncusu ile karşılaşır, demiştir. îbn Zeyd ise: O günde kullar karşılaşır, bir araya gelirler, demiştir. Katâde, Süddî, Bilâl İbn Sa'd ve Süfyân İbn Uyeyne şöyle diyorlar: Gök ve yeryüzü halkı o günde biraraya gelir, karşılaşırlar. Yine Katâde şöyle diyor: O günde gök ve yer halkı, yaratıcı ve yaratıklar karşılaşırlar. Meymûn İbn Mihrân da: Zâlim ve mazlum karşılaşır, demiştir. Şöyle denilebilir: Kıyamet günü, bütün bunları içine almaktadır. Başkalarının da söylediği üzere; o günde her bir amel sahibi hayır olsun, şer olsun işlediği ile karşılaşacaktır.
«O gün onlar, ortaya çıkarlar.» Her şey apaçık ve zahirdir. Onları gizleyecek, gölgeleyecek ve örtecek hiç bir şey yoktur. Bu sebepledir ki şöyle buyrulur: «O gün onlar, ortaya çıkarlar. Hiç bir şeyleri Allah'a gizli kalmaz.» Allah'ın ilmine göre her şey bir seviyede ve eşittir.
«Kimindir bugün mülk? Vâhid, Kahhâr olan Allah'ındır.» Daha önce tbn Ömer hadîsinde de geçtiği üzere Allah Teâlâ, gökleri ve yeri kudret eliyle dürüp sonra da: Ben Melik'im, Ben Cebbâr'ım, Ben Mü-tekebbir'im. Yeryüzünün kralları nerede? Nerede zulmeden ve büyük-lenenler? buyuracaktır. Sûr hadîsinde de şöyle haber verilir: Allah Teâlâ bütün yaratıklarının ruhlarını kabzedip de tek ve ortağı olmayarak O'nun dışında hiç bir şey kalmadığında üç kere : Kimindir bugün mülk? diye soracak, sonra da bizzat kendisi şöyle cevab verecek: Vâhid, Kahhâr olan Allah'ındır. O Allah ki, yegâne O, her şeyi kahr u galebesi altına almıştır.
Ibn Ebu Hatim der ki: Bize Muhammed İbn Ğâlib'in... İbn Ab-bâs'tan rivayetine göre; o, şöyle elemiştir: Kıyametten kısa bir süre önce bir münâdî: Ey insanlar, kıyamet size gelip çattı diye nida edecek, onu ölüler ve diriler işitecekler. Allah Teâlâ dünya semâsına gelerek: ((Kimindir bugün mülk? Vâhid, Kahhâr olan Allah'ındır.» buyuracaktır.
«Bugün her nefis kazandığı ile karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.» âyetinde Allah Teâlâ, yaratıkları arasındaki hükmünde adaletini haber veriyor. O, hayır veya şer olsun zerre ağırlığı haksızlık etmez. Aksine bir iyiliği on katıyla, kötülüğü ise bir misliyle cezalandırır. Bu sebepledir ki: «Bugün zulüm yoktur.» buyurmuştur. Nitekim Müslim'in Sahîh'inde Ebu Zerr'-den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayeti ile sabit olduğuna göre Hz. Peygamber, Rab Teâlâ'nın şöyle buyuracağını naklediyor: Ey kullarım, Ben zulmü zâtıma haram kıldım ve sizin aranızda da onu haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım, işte şunlar amelleriniz, onları sizin için saydım sonra da size onların karşılığını tâm olarak verdim. Kim hayır bulursa, Allah'a hamdetsin. Kim de bundan başkasını bulacak olursa, kendinden başkasını ayıplayıp suçlamasın.
«Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.» Bir tek nefsi hesaba çeker gibi bütün yaratıkları hesaba çekecektir. Nitekim başka âyetlerde de şöyle buyrulur: «Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de, bir tek kişininki gibidir.» (Lokman, 28), «Bizim buyruğumuz, bir göz kırpması gibi anidir.» (Kamer, 50).5
18 — Onları yaklaşan gün ile uyar. O zaman ki, yürekler ağızlara gelecek, tasadan yutkunacaklar. Zâlimlerin ne dostu, ne de dinlenecek şefaatçisi olur.
19 — O, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.
20 — Allah, hak ile hükmeder. O'nu bırakıp da taptıkları ise hiç bir şeye hükmedemez. Şüphesiz ki Allah, Semf-dir, Basîr'dir.
kıyametin isimlerindendir. Yakın olması dolayısıyla bu isim verilmiştir. Allah Teâlâ başka âyet-i kerimelerde de şöyle buyurur: «Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır. Onu Allah'tan başka ortaya koyacak yoktur.» (Necm; 57,58), «Saat yaklaştı ve ay yarıldı.» (Kamer, 1), «İnsanların hesâb görme zamanı yaklaştı.» (Enbiyâ, 1), «Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin.» (Nahl, 1), «Azabı yaklaşırken gördükleri vakit, küfredenlerin yüzleri çirkinleşip kararır; onlara: Sizin arayıp durduğunuz işte budur, denir.» (Mülk, 27)
«O zaman ki, yürekler ağızlara gelecek, tasadan yutkunacaklar.» Katâde der ki: Kalbler korkudan ağıza gelecek, ne çıkacak ne de yerlerine dönebilecek. İkrime, Süddî ve birçokları da böyle söylemiştir. kelimesi; onların susacaklarını, hiç kimsenin Allah'ın izni olmadan konuşamayacağını ifâde etmektedir. «Rûh ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.» (Nebe\ 38). İbn Cüreyc kelimeyi; ağlayacaklar, şeklinde açıklar.
«Zâlimlerin ne dostu, ne de dinlenecek şefaatçisi olur.» Allah'a şirk koşmak suretiyle kendilerine zulmeden kimselerin fayda verecek bir yakınları ve onlar hakkında şefaat edecek bir şefâatçıları olmaz. Aksine onlar için hayırlara giden bütün yollar kesilmiştir.
«O, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.» Allah Te-âlâ burada küçüğü, büyüğü, önemlisi, önemsizi, incesi ve latif olanı ile ilminin her şeyi kuşatmış olduğunu haber vererek ilmi ile insanları sakındırmaktadır. Böylece belki Allah'tan gerektiği şekilde haya eder, gerektiği şekilde O'ndan sakınır, O'nun her şeyi gören olduğunu bilenin murakabesi ile Allah'ın hakkına riâyet ederler. Şüphesiz Allah Te-âlâ, her ne kadar emin olduklarını izhâr etseler de hâin gözleri, gönüller ve kalblerin gizlediklerini iyi bilir.
İbn Abbâs «O, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.» âyeti hakkında der ki: Bir adam düşünün ki bir ailenin yanına girmiş, o ailenin içinde güzel bir kadın var, veya onlara uğramış da yanlarında güzel bir kadın var. Onların görmediği sırada o kadına bakar, onlar kendisinin durumunu farkettiklerinde gözünü kapatır. Onların gaflet anında yine hemen o kadına bakar, durumunu farkettiklerinde yine gözünü kapatır. İşte Allah Teâlâ o kimsenin kalbindeki o kadının ut yerine muttali' olma arzu ve isteğine muttali' olur. îbn Abbâs'ın bu açıklamasını İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir. Dahhâk ise «Gözlerin hainliği» ni şöyle açıklar: O, göz kaş işareti ve kişinin, görmediği halde gördüm, gördüğü halde görmedim, demesidir. îbn Abbâs da der ki: Allah Teâlâ gözün bakmasında, herhangi bir hainlik murâd edip etmediğini iyi bilir. Mücâhid ve Katâde de böyle söylemiştir. «Göğüslerin gizlediğini bilir.» âyetinde İbn Abbâs der ki: Güç yetirip ele geçirdiğin takdirde bir kadınla zina edip etmeyeceğini iyi bilir. Süddî ise burada göğüslerin gizlediği ile vesvesenin kasdedildiğini söyler.
«Allah, hak ile hükmeder.» A'meş'in Saîd İbn Cübeyr'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Allah, hak ile hükmeder.» âyeti hakkında şöyle demiştir: İyiliği iyilikle, kötülüğü kötülükle cezalandırmaya kadirdir. Şüphesiz ki Allah Semi' ve Basîr'dir. İbn Abbâs'ın bu tefsiri Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Kötülük edenlere yaptıklarının karşılığını vermesi, iyi davrananlara da daha güzeliyle karşılık vermesi içindir.» (Necm, 31).
«O'nu bırakıp da taptıkları (putlar ve Allah'a denk saydıkları) ise (hiç bir şeye sahip olmadıkları gibi) hiç bir şeye de hükmedemez. Şüphesiz ki Allah, Semf (yaratıklarının sözlerini işiten) dir, Basîr' (onları gören) dir.» O, dilediğini hidâyete eriştirir, dilediğini sapıklıkta bırakır. O, bütün bunlarda adaletli hâkimdir.6
21 - Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler? Onlar kendilerinden daha kuvvetli ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerdi. Allah, onları günâhlarıyla yakalayıverdi. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.
22 — Bu, peygamberleri kendilerine apaçık mucizelerle geldiğinde inkâr etmelerindendir. Allah da onları yaka-layıverdi. Muhakkak ki O, kuvvetlidir, cezalandırması pek şiddetlidir.
Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmeler'de buyurur ki: Ey Muhammed, şu denin risâletini inkâr edip yalanlayanlar yeryüzünde dolaşıp gezmiyorlar mı ki, kendilerinden önce peygamberleri yalanlayan ümmetlerin başlarına nelerin geldiğini, ne gibi azâblara dûçâr kaldıklarını görsünler? Onlar şüphesiz kendilerinden daha kuvvetli ve yer yüzünde daha çok eser bırakan kimselerdi. Onlar kendilerinin güç yetiremeyeceği konaklar ve muhteşem binalar inşâ edip eser olarak bırakmış kimselerdi. «Andolsun ki onları, sizleri yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik.» (Ahkâf, 26), »«Toprağı alt-üst etmişler ve onu kendilerinden daha çok i'mâr etmişlerdi.» (Rûm, 9). Bu kadar güçlü kuvvetli olmalarına rağmen Allah Teâlâ, elçilerine küfretme günâhını işlemelerinden dolayı onları yakalayıvermişti. «Allah'a karşı onları koruyan, (onlardan Allah'ın azabını engelleyip geri çevirebilecek ve onları koruyacak hiç kimse de) yoktur.»
Sonra Allah Teâlâ, onları yakalayışının sebebini ve işlemiş oldukları günahları zikrederek şöyle buyurur: «Bu, peygamberleri kendilerine apaçık mucizelerle, (delil ve burhanlarla) geldiğinde (bu apaçık beyân ve burhanlara rağmen) inkâr etmelerindendir. Allah da onları yakala-yıverdi.» Helak ediverdi. Kâfirler için de elbette bunun bir misli daha vardır. «Muhakkak ki O, kuvvetlidir, cezalandırması (ve azabı) pek şiddetlidir.» Allah bizi bundan korusun.7
23 — Andolsun ki Biz, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık bürhân ile gönderdik.
24 — Firavun'a, Hâmân'a, ve Karun'a. Bu, yalancı sihirbazın biridir, dediler.
25 — O, katımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber îmân etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın, dediler. Kâfirlerin düzeni heder olmaktan başka bir şey değildir.
26 — Firavun demişti ki: Bırakın beni de Musa'yı öldüreyim. O ise Rabbma yalvaradursun. Onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesâd çıkarmasından korkuyorum.
27 — Mûsâ da demişti ki: Doğrusu ben, hesâb gününe inanmayan her mütekebbirden; benim de Rabbım, sizin de Rabbmız olana sığınırım.
Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.)nü kavminden kendini yalanlayanların yalanlamasına karşı teselli ediyor, dünyada ve âhirette güzel akıbet ve zaferin onun olacağını müjdeliyor. Nitekim apaçık mucizeler ve delillerle Allah'ın peygamber olarak göndermiş olduğu Mûsâ İbn İnırân hakkında da böyle olmuştu. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Andolsun ki Biz, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık bürhân ile (Mısır diyânndaki kıptî-lerin kralı) Firavun'a, (onun veziri) Hâmân'a ve (zamanında insanların mal ve ticârette en zengini olan) Karun'a gönderdik. Onlar: Bu, yalancı sihirbazın biridir, (diyerek onu sihirbaz, göz boyayıcı ve Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğine dâir sözünde yalancı saymışlardı.)» Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «İşte böyle. Onlardan öncekilere, herhangi bir peygamber geldiğinde sâdece: Sihirbazdır, veya delidir, dediler. Öncekiler sonrakilere böyle mi vasiyet ettiler? Hayır, onlar azgın bir millettir.» (Zâriyât, 52-53).
«O, katımızdan Allah Teâlâ'nın kendisini onlara peygamber olarak gönderdiğine delâlet eden kesin delil ve burhan getirince : Onunla beraber îmân etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın, dediler.» Bu, İsrâiloğullarının erkek çocuklarını öldürme ile ilgili Fira-vun'un ikinci emridir. Birincisi, Hz. Musa'nın varlığından sakınması veya İsrâiloğullan halkını zelîl kılarak sayılarını azaltma gayesine ma'-tûf idi veya her ikisi içindi. İkinci emri ise ikinci bir sebebe dayanıyor ki, bu da İsrâiloğullarım aşağılamak ve böylece onların Hz. Mûsâ (a.s.) da uğursuzluk görmelerini sağlamaktı. Bu sebepledir ki İsrâiloğulları şöyle dediler: «Sen; bize gelmezden önce de, geldikten sonra da eziyyet edildik. Dedi ki: Rabbınızın, düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi umulur. Ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır.» (A'râf, 129). Katâde bu emirlerin, peşpeşe gelen iki emir olduğunu söyler.
Allah Teâlâ da buyurdu ki: «Kâfirlerin düzeni heder olmaktan başka bir şey değildir.» Onların düzeni ve kendilerine karşı İsrâiloğulları üstün gelmesinler diye İsrâiloğullarının sayısını azaltma maksadı, ancak sapıklık içinde heder olup gitmekten başka bir işe yarayacak değildir.
«Firavun demişti ki: Bırakın beni de Musa'yı öldüreyim. O ise Rab-bına yalvaradursun.» âyeti Firavun'un —Allah ona la'net etsin™ Hz. Mûsâ (a.s.) yi öldürme azmini haber vermektedir. Firavun kavmine şöyle demişti: Bırakın beni de sizin için Musa'yı öldüreyim. O ise Rab-bına yalvaradursun. Elbette ben onun bu duasına aldıracak değilim.» Firavun'un bu ifâdeleri inkârın, inadın ve mücrimliğin en üst derecesidir. Firavun'un: «Onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesâd çıkarmasından korkuyorum.» sözünde Hz. Mûsâ kasdedilmek-tedir. Firavun, Hz. Musa'nın insanları kendi yolundan saptırarak âdetlerini ve geleneklerini değiştirmesinden korkuyordu. Bu sebepledir ki bir darb-ı meselde şöyle denilir: Firavun Hz. Musa'ya karşı insanlara acıyıp şefkat duyan bir vaiz durumuna düştü.
(...)
Hz. Musa'ya Firavun'un: «Bırakın beni de Musa'yı öldüreyim.» sözü ulaştığı zaman o, şöyle dedi: «Doğrusu ben, hesâb gününe inanmayan her mütekebbirden; benim de, sizin de Rabbımz olana sığınırım.» Firavun'un ve emsalinin kötülüğünden Allah'a sığınıp iltica ettim, Ey muhâtablarım; hesâb gününe inanmayan, hakka karşı büyüklenen her bir suçlu mütekebbirden Allah'a sığınırım. Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a.)den rivayet edilen bir hadîse göre Allah Rasûlü (s.a.) bir kavimden korktuğu zaman şöyle duâ edermiş: Ey Allah'ım, onların kötülüklerinden
Sana sığınırız, onların bizi öldürmelerinden koruyacak olan da Sensin ve bunda ancak Sana sığınırız.8
28 — Firavun hanedanından olup da imânını gizleyen mü'min bir adam da demişti ki: Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınız-dan âyetlerle gelmiştir. Eğer yalancıysa yalanı kendisine-dir. Eğer doğru sözlü ise sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Muhakkak ki Allah, haddi aşan yalancı bir kimseyi hidâyete erdirmez.
29 — Ey kavmim; bugün mülk sizindir. Yeryüzünde gâlib sizsiniz. Fakat Allah'ın baskını gelip çatınca, O'na karşı bize kim yardım eder? Firavun dedi ki: Ben size ken-. di görüşümden başkasını söylemiyorum. Size doğru yolun tersini de göstermiyorum.
Meşhur olan görüşe göre mü'min olan bu kişi, Firavun hanedanından bir kipti idi. Süddî, onun Firavun'un amcası oğlu olduğunu söyler. Bu kişinin Hz. Musa ile birlikte kurtulan kişi olduğu da söylenir. Bu görüşü tercih eden İbn Cerîr, bu mü'min kişinin İsrâiloğullarından olduğuna dâir kavli reddeder. Çünkü Firavun onun sözünü dinlemiş ve Hz. Musa'yı öldürmekten vazgeçmiştir. Şayet bu kimse İsrâiloğullarından olsaydı, herhalde Firavun onu cezalandırmakta hiç tereddüt etmezdi. İbn Abbâs'tan rivayetle İbn Cüreyc der ki: Bu adam, Firavun'un karısı ve «Ey Mûsâ, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar...» (Kasas, 20) diyenden başka Firavun hanedanından hiç kimse Hz. Musa'ya îmân etmemiştir. İbn Abbâs'ın bu sözünü İbn Ebu Hatim rivayet ediyor.
Bu kişi, îmânını kavmi olan kıptîlerden saklamaktaydı. Firavun «Bırakın beni de Musa'yı öldüreyim.» deyinceye kadar da îmânını açığa vurmamış, ancak o zaman Allah için öfkesini açığa vurmuştu. «Cihâdın en üstünü zâlim bir sultanın yanında adaletli olan bir söz söylemektir.» Nitekim bu gerçek bir hadîste de ifâdesini bulmaktadır. Elbette Firavun katında bu sözden daha büyüğü olamazdı. O, şöyle demişti: «Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz?» Bu-hârî, Sahîh'inde şöyle bir hadîs rivayet eder: Bize Ali İbn Abdullah'ın... Urve İbn Zübeyr'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Abdullah İbn Amr İbn Âs'a: Müşriklerin Allah Rasûlü (s.a.)ne yaptıkları en şiddetli eziyyeti bana haber ver, demiştim. Şöyle anlattı: Allah Rasûlü (s.a.) Kâ'be'nin avlusunda namaz kıldığı sırada Ukbe İbn Ebu Muayt gelip Allah Rasûlü (s.a.)nün omuzundan yakaladı, elbisesini boynuna dola-yıp şiddetle sıkmaya, boğmaya başladı. Ebubekir (r.a.) gelip Ukbe'nin omuzundan yakaladı ve Allah Rasûlü (s.a.)nden uzaklaştırdı, sonra da: «Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınızdan âyetlerle gelmiştir.» dedi. Hadîsi Evzâî kanalıyla rivayette Buhârî tek kalmıştır, Muhammed İbn İshâk bu hadîsi Yahya İbn Urve'den, o da babasından şeklinde bir isnâd ile rivayetinde Buhâ-rî'ye tâbi olmuştur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Hârûn İbn İshâk'ın... Hişâm İbn Urve'den, onun da babasından rivayetine göre Amr îbn Âs'a: Kureyş'in Allah Rasûlü (s.a.)ne yaptığını gördüğün en şiddetli eziyyet nedir? diye sorulmuştu. Şöyle anlattı: Allah Rasûlü bir gün Kureyş'in yanına uğramıştı da ona: Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men eden sen misin? demişlerdi. Hz. Peygamber: İşte o benim, dedi. Üzerine yürüyüp elbisesiyle onu sıkmaya başladılar. Gördüm ki Ebubekir Allah Rasûlü (s.a.)nü arkasından kucaklamış en yüksek sesiyle haykırıyor, gözünden yaşlar boşanıyor ve şöyle diyordu: Ey kavmim, «Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınızdan âyetlerle gelmiştir...» Ve Ebubekir âyeti sonuna kadar okumuştu. Neseî de, Abde kanalıyla rivayet ederek bu hadisi Amr İbn Âs'm Müsned'i arasında zikretmiştir.
«Halbuki o, size Rabbınızdan âyetlerle gelmiştir.» Size getirmiş olduğu hakkın doğruluğuna dâir önünüze burhanlar koymuşken sâdece: «Rabbım Allah'tır,» dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz, onu bu yüzden nasıl öldürürsünüz?
Sonra bu mü'min kişi hitâb etmede onların derecesine inerek şöyle devam eder: «Eğer yalancıysa, yalanı kendisinedir. Eğer doğru sözlü ise sizi tehdîd ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir.» Şayet getirdikleri sizce sıhhatli değilse ma'kûl olan şey, onu kendi haline bırakıp eziyyet etmemenizdir. Şayet yalancı ise zâten Allah bu yalancılığından dolayı onu dünyada ve âhirette cezalandıracaktır. Ama bir de siz ona eziyyet ettiğiniz halde sözünde doğru ise; işte o zaman sizi tehdîd ettiklerinin bir kısmı sizin başınıza gelecektir. Şüphesiz o kendisine zıd gitmeniz halinde sizi dünya ve âhiret azâbıyla tehdîd etmektedir. Halbuki size göre onun doğru olması caiz ve mümkündür. O halde bu durumda size düşen ona karşı çıkmamanızdır. Tam aksine onu ve kavmini bırakın da, kavmini hakka davet etsin ve kavmi de ona tâbi olsun.
Yine Allah Teâlâ'mn haber verdiği üzere Hz. Mûsâ (a.s.), Firavun ve kavminden sulh istemişti. Bu durum şu âyet-i kerîme'de haber verilmektedir: «Andolsun ki, onlardan önce Firavun kavmini denemiştik. Onlara gelen değerli bir peygamber demişti ki: Allah'ın kulları bana gelin. Doğrusu ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın. Doğrusu ben, size açık bir burhan getirdim. Beni taşlamanızdan ötürü benim de Rabbım, sizin de Rabbı-mz olan Allah'a sığındım. Bana inanmazsanız, başımdan çekilin.» (Du-hân, 17-21). Aynı şekilde Allah Rasûlü (s.a.) de Kureyş'ten kendisinin halkı Allah'a çağırmasına engel olmamalarını, kötülük etmemelerini, aralarındaki akrabalık bağlarına riâyetle kendine 'eziyyeti terk etmelerini istemişti. Allah Teâlâ buyurur ki: "De ki: Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem.» (Şûra, 23). Yani sizden istediğim tek şey aramızdaki akrabalık bağlarına riâyet etmeniz ve bana eziyyet etmemenizdir. Bana eziyyet etmeyin, insanlarla aramdan çekilin. Buna göre Hudeybiye günü sulh vuku bulmuş ve bu, bir feth-i mübîn olmuştu.
«Muhakkak ki Allah, haddi aşan yalancı bir kimseyi hidâyete erdirmez.» Şayet Allah'ın kendisini size peygamber olarak gönderdiğini zanneden şu kişi zannettiğiniz gibi yalancı olsaydı; elbette onun durumu apaçık olur, sözleri ve fiillerinde bu durum herkese apaçık görünür, işleri ve sözleri birbirine zıd ve dengesiz olurdu. Halbuki bizim gördüğümüz bu adamın işleri ve yolu dosdoğrudur. Şayet haddi aşan yalancılardan olmuş olsaydı; Allah Teâlâ onu hidâyete eriştirmez, işlerinde görmekte olduğunuz şu intizâma eriştirmezdi.
Bu mü'min kişi, daha sonra kavmini Allah'ın üzerlerine olan nimetinin zevali ve üzerlerine Allah'ın azabının inmesiyle korkutup sakındırarak şöyle dedi: «Ey kavmim; bugün mülk sizindir. Yeryüzünde gâlib sizsiniz.» Allah Teâlâ şu mülkü ve yeryüzünde geçerli olan sözü, son derece geniş mevki ve makamları, gâlibiyyeti size bahsetmiştir. O halde Allah'a şükretmek, elçisini doğrulamak suretiyle bu nimete riâyet ediniz. Elçisini yalanladığınız takdirde Allah'ın intikamından sakınıp korkunuz. Fakat Allah'ın baskını gelip çatınca O'na karşı bize kim yardım eder? Elbette şu ordular ve askerler size hiç bir fayda vermez ve Allah bize bir kötülük murâd buyurmuşsa Allah'ın baskınını hiç biri geri çeviremez.
Bu sâlih, olgun, iyi ve hükümranlığa Firavun'dan daha lâyık olan mü'min kişinin işaret ettiği gerçeği red sadedinde Firavun da kavmine şöyle dedi: «Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum.» Size kendim için uygun gördüğümden başkasını söyleyip işaret etmiyorum. Elbette Firavun bu sözünde yalan söylemiştir, Zîrâ getirmiş olduğu ri-sâletinde Musa'nın doğruluğu tahakkuk etmiş, gerçekleşmiştir. «O da demişti ki: Andolsun ki sen, bunları göklerin ve yerin Rabbmm, açık deliller olarak indirmiş olduğunu* biliyorsun.» (İsrâ, 102). Allah Teâlâ da şöyle buyurmaktadır: «Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, zulüm ve kibirle bunları bile bile inkâr ettiler.» (Nemi, 14)
Firavun, «Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum.» sözünde yalancı ve iftiracıdır. O; Allah'a, Rasûlüne ve Rasûlünün tebaasına ihanet etmiş, onlara dostluk değil kin ve düşmanlık beslemiştir. «Size doğru yolun tersini de göstermiyorum.» sözü de böyledir. O: Sizi gerçek, doğruluk ve olgunluk yolundan başkasına çağırmıyorum, sözünde de yine yalan söylemiştir. Her ne kadar kavmi ona itaat etmiş ve uymuş bile olsalar. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Yine de onlar Firavundun emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi.» (Hûd, 97), «Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu göstermedi.» (Tâ-hâ, 79). Bir hadîste de şöyle buyrulur: Herhangi bir devlet başkanı ki öldüğü günde tebaasını aldatır ve onlara ihanet eder durumdadır; o, asla cennet kokularını duyamaz. Halbuki cennetin kokuöu beş yüz yıllık yoldan duyulur.9
30 — İnanmış olan dedi ki: Ey kavmim, doğrusu ben, sizin hakkınızda peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum.
31 — Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi. Allah, kullarına zulüm dilemez.
32 — Ey kavmim, doğrusu ben, sizin için o feryâd gününden endişe ediyorum.
33 — Arkanıza dönüp kaçacağınız gün sizi Allah'a karşı koruyan bulunmaz. Allah, kimi saptırırsa onu doğru yola getirecek yoktur.
34 — Andolsun ki, daha önce Yûsuf da, size apaçık burhanlarla gelmişti. O zaman da size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Nihayet vefat edince: Allah, bundan sonra hiç bir peygamber göndermez, demiştiniz. İşte Allah, haddi aşan aşırı şüphecileri böyle şaşırtır.
35 — Onlar ki; kendilerine gelmiş bir hüccet bulunmaksızın Allah'ın âyetleri üzerinde tartışırlar. Bu, Allah katında da, îmân edenlerin yanında da öfkeyi arttırır. Ve böylece Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.
Firavun hanedanından olan bu mü'min ve sâlih kişi, kavmini Allah'ın dünyada ve âhiretteki baskınından sakındırıp şöyle demişti: »Ey kavmim, doğrusu ben, sizin hakkınızda (Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelen ve) peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum.» Onların başına Allah'ın baskını geldiğinde onlardan onu geri çevirip engelleyecek hiç bir şey olmamıştı. «Allah, kullarına zulüm dilemez.» Onları ancak günâhları, elçilerini yalanlamaları ve emrine karşı gelmeleri nedeniyle helak etmiş, onlar hakkındaki takdirini icra etmiştir. «Ey kavmim, doğrusu ben, sizin için o feryâd gününden endîşe ediyorum.» Kıyamet gününe, bağrışıp çağrışma günü adı verilmesini bazıları Sûr hadîsinde de geçtiği üzere şöyle açıklarlar: Yeryüzü sarsılıp bir baştan öbür başa varıldığında, dalgalanıp çalkalandığında insanlar bu duruma bakacaklar, birbirlerine bağrışarak kaçacaklardır. İçlerinde Dahhâk'm da bulunduğu diğer bazıları şöyle diyorlar: Aksine bu, cehennem getirildiği zaman olacaktır. İnsanlar kaçacaklar da, melekler onları toparlayıp mahşer yerine sürecektir. İşte bu, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinde belirtilen durumdur: «Melekler ise onun çevresindedirler.» (Hakka, 17), «Ey cin ve insan toplulukları, göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz .yetiyorsa geçin. Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz.» (Rahman, 33).
(...)
kelimelerinin açıklamasında şöyle de denilmiştir: Mîzân'm yanında bir melek olacak. Kulun ameli tartıldığı zaman dönüp en yüksek sesiyle: Filân oğlu filân öyle bir mutlu oldu ki, bir daha asla mutsuz olmayacak diye nida edecek. Ameli hafif geldiği takdirde ise: Filân oğlu filân şüphe yok ki mutsuz olmuştur, diye bağıracak. Katâde der ki: Her kavim amellerini yüksek sesle bağırarak ilân edecek: Cennetlikler cennetliklere, cehennemlikler de cehennemliklere bağıracaklar. O güne «bağırışıp çağırışına günü» adı verilmesini şöyle açıklayanlar da vardır: Cennetlikler cehennemliklere: «Rabbımızm bize va'dettiğini hak bulduk. Siz de Rabbmızın size va'dettiğini hak buldunuz mu?» (A'râf, 44) diye, cehennemlikler cennetliklere: «Sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın.» (A'râf, 50) diye, A'râf ashabı da cennetlik ve cehennemliklere sesleneceklerdir. Nitekim bu, A'râf sûresinde de zikredilmişti. Beğavî ve başkalarının tercihine göre ise bugüne bağırışıp çağırışına günü ismi bütün bu zikredilenler sebebiyle verilmiştir. Bu, güzel bir açıklamadır. En doğrusunu Allah bilir.
«Arkanıza dönüp kaçacağınız gün:..» «Hayır, hiç bir sığınak yoktur. O gün varıp durulacak yer, ancak Rabbımn huzurudur.» (Kıyâme, 11-12). Bu sebepledir ki şöyle demiştir: «Sizi Allah'a karşı koruyan bulunmaz.» Allah'ın baskınından ve azabından sizi koruyacak ve bunları sizden engelleyecek herhangi bir şey yoktur. Allah kimi saptırırsa, onu doğru yola getirecek yoktur. Allah kimi saptırmışsa, Allah'ın dışında onu hidâyete eriştirecek hiç kimse yoktur.
«Andolsun ki, daha önce Yûsuf da size apaçık burhanlarla gelmişti.» âyetinde muhâtablar Mısırlılardır. Allah Teâlâ Hz. Musa'dan önce de onlara peygamber göndermişti ki; bu peygamber, zamanında Mısır'-lılarm azîzi ve aynı zamanda ümmeti kıptîleri Allah'a çağıran bir peygamber olan Hz. Yûsuf (a.s.)dur. O zamanda Hz. Yûsuf'a sâdece vezîr olduğu ve dünyevî bir makam işgal ettiği için itaat etmişlerdi. Bu sebepledir ki o sâlih kişi şöyle demişti: «O zaman da size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Nihayet vefat edince (peygamber gelmesinden ümidinizi keserek tamah içinde küfür ve yalanlamanız sebebiyle) : Allah, bundan sonra hiç bir peygamber göndermez, demiştiniz. İşte Allah, haddi aşan aşırı şüphecileri böylece şaşırtır.» İşlerinde haddi aşması, kalbinin şüpheyle dolu olması sebebiyle Allah'ın saptırdığı kişinin hali aynen sizin bu haliniz gibidir.
«Onlar ki; kendilerine gelmiş bir hüccet olmaksızın Allah'ın âyetleri üzerinde tartışırlar...» Gerçeği bâtılla engelleyip reddedenler, yanlarında Allah katından gelmiş bir delil ve hüccet olmaksızın burhanlarla mücâdele edenler var ya; işte bu yüzden Allah onlara gazablanır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Bu, Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi arttırır.» Mü'minler de bu nitelikteki kişilere öfkelenirler. Zîrâ her kimin sıfatı böyle olursa Allah Teâlâ onun kalbini mühürler de bundan sonra hiç bir iyiliği tanımaz, hiç bir münkeri de hoş karşılamamazlık etmez. Bu sebeple şöyle demiştir: «Ve böylece Allah, (hakka tâbi olmaktan) büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.» İbn Ebu Hâtim'in İkrime'den ve Şa'bî'den rivayetine göre onlar: İnsan iki kişiyi öldürmedikçe zorba olmaz, demişlerdir. Ebu İmrân el-Cevnî ve Katâde de şöyle demişlerdir: Zorbaların alâmeti haksız yere öldürmektir.10
36 — Firavun demişti ki: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap. Belki o yollara ulaşabilirim.
37 — Göklerin yollarına. Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum. Böylece yaptığı kötü iş Firavun'a güzel gösterildi de doğru yoldan alıkonuldu. Firavun'un düzeni elbette boşa gidecekti.
Allah Teâlâ burada Firavun'un kibir, isyan ve Hz. Musa'yı yalanlamaktaki iftirasını haber veriyor. Firavun, veziri Hâmân'a muhteşem, yüksek bir kule inşâ etmesini emretmişti. Onu pişirilmiş çamurdan kesilmiş tuğlalardan yapmıştı. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Ey Hâmân, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak da bana büyük bir kule yap.» (Kasas, 38) buyurulur ki İbrâhîm en-Nehaî şöyle demektedir: Onlar (Allah Rasûlünün ashabı) tuğladan bina yapılmasından ve kabirlerine konulmasından hoşlanmazlardı. İbrâhîm en-Nehaî'nin bu sözünü îbn Ebu Hatim rivayet ediyor.
«Belki o yollara ulaşabilirim. Göklerin yollarına.» âyetinde Saîd îbn Cübeyr ve Ebu Salih, göklerin yolları ile göklerin kapılarının kasdedildiğini söylemişlerdir. Bu ifâdenin, göklerin yolları anlamına geldiği de söylenmiştir. «Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum.» kavli Firavun'un küfür ve haddi tecâvüzde ne kadar ileri gittiğini göstermektedir. O, Allah Teâlâ'nm Hz. Musa'yı gönderdiği konuda yalanlamıştı. Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Böylece yaptığı kötü iş Firavun'a güzel gösterildi (Hz. Musa'yı yalanlamaya (yalancı çıkarmaya) muvaffak olacağı bir şey yapacağını tebaasına göstermek isteyerek yapmış olduğu bu işiyle) de doğru yoldan alıkonuldu.» Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Firavun'un düzeni elbette boşa gidecekti.» buyurmuştur. İbn Abbâs ve Mücâhid burayı: Firavun'un düzeni elbette kayıptadır, zarardadır, şeklinde açıklamışlardır.11
38 — O inanan kişi de demişti ki: Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola hidâyet edeyim.
39 — Ey kavmim, şüphesiz dünya hayatı geçici bir geçinmedir. Âhiret ise doğrusu işte o, asıl kalınacak yurd odur.
40 — Kim bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak sâlih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesâbsız şekilde rızıklanırlar.
O mü'min kişi kavminden isyan eden, azan ve dünya hayatını tercih ederek en yüce Cebbâr'ı unutanlara şöyle demişti: «Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola hidâyet edeyim.» Elbette ben, Firavun'un: «Ben size doğru yolun tersini de göstermiyorum.» sözündeki gibi yalan söylemiyorum.
Daha sonra o mü'min kişi, kavmini Hz. Musa'nın risâletini tasdikten kendilerini alıkoyan ve âhirete tercih etmiş oldukları dünya konusunda zühde davet ederek şöyle demişti: «Ey kavmim, şüphesiz dünya hayatı geçici bir geçinmedir.» Son derece azdır, zail olacak, yakında sona erecek ve mahvolacaktır. «Âhiret ise doğrusu işte o, asıl kalınacak yurd odur.» O, öyle bir yurddur ki sona ermeyecek, ondan ayrılınmaya-cak, ondan bir başkasına geçilmeyecektir. O ya Naîm cennetleridir ya da Cahîm cehennemidir. Bu sebepledir ki şöyle demiştir: «Kim bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak sâlih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesâbsız şekilde rızıklanırlar.» Onların amelleri herhangi bir mükâfatla ölçülüp kayıdlanmaz. Aksine Allah Teâlâ, onları Öyle bol bir sevaba nail kılar ki bu sevabın ne sona ermesi ve ne de tükenmesi yoktur.12
41 — Ey kavmim, bana ne oluyor ki ben, sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
42 — Siz beni, Allah'a küfretmem, hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak tutmam için çağırıyorsunuz. Ben ise, sizi Azîz ve Ğaffâr'a çağırıyorum.
43 — Şüphesiz sizin beni kendisine çağırdığınız, bu dünyada da, âhirette de çağırabilecek kabiliyette değildir. Ve muhakkak dönüşümüz Allah'adır. Elbette müsrifler; işte onlardır cehennem yaranı olanlar.
44 — Size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Muhakkak ki Allah, kulları görendir.
45 — Allah onu, kurmak istedikleri tuzakların fenalıklarından korudu ve Firavun'un adamlarını azabın kötüsü
kuşatıverdi.
46 — Sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün; Firavun'un adamlarım azabın en şiddetlisine sokun, denir.
O mü'min kişi kavmine demişti ki: «Bana ne oluyor ki ben, sizi (tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdete ve göndermiş olduğu elçisini doğrulamaya); kurtuluşa çağırırken, siz beni ateşe, (Allah'a küfretmeye, hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak tutmaya) çağırıyorsunuz. Ben ise, sizi Azîz ve Ğaffâr'a çağırıyorum.» O, izzet ve kibriyâsı ile birlikte kendisine tevbe edenin günâhını bağışlar. «Şüphesiz sizin beni kendisine çağırdığınız, bu dünyada da, âhirette de çağırabilecek kabiliyette değildir.» (...) İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha, âyetteki ifâdesini şöyle açıklar: Evet; sizin beni kendilerine çağırmakta olduğunuz putlar ve Allah'a denk saydıklarınızın ne dünyada ve ne de âhirette çağırabilecek kabiliyetleri yoktur. Mücâhid: Put, hiç bir şey değildir, derken Katâde: Put ne fayda, ne de zarar verebilir, demiştir. Süddî de der ki: Kendisine dua edene ne dünyada, ne de âhirette icabet etmez. Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Allah'ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir. Çünkü yalvardıklan şeyler yalvarışlarından habersizdirler. Ama insanlar kıyamet günü toplatılınca putları onlara düşman olurlar ve tapınmalarını inkâr ederler.» (Ahkâf, 5-6), «Onları çağırsa-nız; çağrınızı işitmezler. İşitseler dahi size cevab veremezler.» (Fâtır, 14).
«Size söylediğimi hatırlayacaksınız.» Size emrettiğim, size yasakladığım, size nasihat edip açıkladığımın doğruluğunu bilip hatırlayacaksınız, pişmanlığın fayda vermeyeceği bir yerde pişman olacaksınız. «Ben işimi Allah'a bırakıyorum.» Allah'a tevekkül ediyor, O'ndan yardım diliyor, O'na sığmıyor, sizden uzaklaşıyorum. «Muhakkak ki Allah, kulları görendir.» Onlardan hidâyeti hak edenleri hidâyete eriştirirken, sapıklıkta bırakılmayı hak edeni de sapıklıkta bırakır. En yüce hüccet ve en mükemmel hikmet, geçerli olan kader O'nundür.
«Allah onu, kurmak istedikleri tuzakların fenalıklarından (dünyada ve âhirette) korudu.» Allah Teâlâ'nm onu dünyada iken koruması, Hz. Mûsâ (a.s.) ile birlikte kurtarmasıdır. Âhiretteki koruması ise cennet iledir. «Ve Firavun'un adamlarını azabın kötüsü kuşatıverdi.» Önce denizde boğuldular, sonra da cehenneme atıldılar. Ruhları kıyametin kopmasına kadar sabah akşam ateşe arzolunmaktadır. Kıyamet günü olunca da ruhları ve cesedleri ateşte (cehennemde) bir araya gelecektir. Bu sebepledir ki şöyle buyrulur: «Kıyamet koptuğu gün; Firavun'-un adamlarım azabın en şiddetlisine, (cezalandırma bakımından en büyüğüne ve elem bakımından en şiddetli olanına) sokun, denir.» «Sabah akşam ateşe sunulurlar.» âyeti, ehl-i sünnet'in kabirdeki Berzah azabına delil olarak aldığı nassdır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Bu âyet-i kerîme Mekke'de nazil oimuştur. Ehl-i sünnet ise bu âyeti Berzah'taki Kabir azabına delil getirmektedir. Bu nasıl oluyor?
İmâm Ahmed der ki: Bize Hâşim İbn Kâsım'ın... Hz. Âişe'den rivayetine göre, Hz. Âişe'ye bir yahûdî kadın hizmet edermiş. Hz. Âişe ona bir iyilik yaptığı zaman o yahûdî kadın: Allah seni kabir azabından korusun, diye duâ edermiş. Hz. Âişe şöyle anlatır: Allah Rasûlü (s.a.) yanıma girdiğinde: Ey Allah'ın elçisi, kıyamet gününden önce kabirde azâb var mı? diye sordum. Hayır, neden sordun? buyurdu. Ben: Şu yahûdî kadın, kendisine bir iyilik yaptığımız zaman: Allah, seni kabir azabından korusun, diyor dedim. Allah Rasûlü: Yahudiler yalan söylemiştir. Onlar, Allah'a karşı en çok yalan söyleyenlerdir. Kıyamet gününden önce azâb yoktur, buyurdu. Bundan bir süre sonra Allah Rasûlü, bir gün güpegündüz elbisesine bürünmüş, gözleri kızarmış halde vargücüyle şöyle seslenerek çıktı: Kabir, kapkara gece gibidir. Ey insanlar; şayet benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, çok ağlar, az gülerdiniz. Ey insanlar, kabir azabından Allah'a sığının, şüphesiz kabir azabı haktır. Bu hadîsin isnadı Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahîh olmakla beraber tahrîc etmemişlerdir. Yine İmâm Ahmed'in Yezîd kanalıyla... Hz, Âişe'den rivayetine göre yahûdî bir kadın ondan sadaka istemiş. Hz. Âişe ona sadaka verince Yahûdî kadın : Allah seni kabir azabından korusun, diye duâ etmiş. Bunu garip karşılayan Hz. Aişe, Allah Rasûlü (s.a.) nü gördüğünde ona durumu anlatmış ve Allah Rasûlü: Hayır, kabir azabı yoktur, buyurmuş. Hz. Âişe der ki: Bundan sonra Allah Rasûlü (s.a.) bize şöyle buyurdu: Bana vahyolundu ki şüphesiz siz kabirlerinizde denenecek, imtihan edileceksiniz. Bu hadîsin de isnadı Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygundur.
Bu hadîslerle Mekke'de nazil olan ve Berzah azabına delil alınan bu âyetin arası nasıl te'lîf olunabilir? denilirse, şöyle cevab verilebilir: Âyet-i kerîme, ruhların Berzah'ta sabah akşam ateşe arzolunacağma delâlet etmekte, ancak bu azabın acısının kabirlerde cesedlere' ulaşacağına delâlet etmemektedir. Zira bu azâb, sâdece ruhlara hâs olabilir. Sabah akşam ateşe arzolunmaktan meydana gelen elemin cesede ulaşması konusuna ise sâdece ilerde zikredeceğimiz hadîsler delâlet etmektedir.
Şöyle bir cevab da verilebilir: Şüphesiz bu âyet-i kerîme, Berzah'ta kâfirlerin azâb göreceğine delâlet etmektedir. Burada mü'minin işlemiş olduğu bir günâhtan dolayı kabrinde azâb olunacağı anlamı çıkarılmamalıdır. İmâm Ahmed'in rivayet etmiş olduğu şu hadîs buna delâlet etmektedir: İmâm Ahmed'ir* Osman İbn Ömer kanalıyla... Hz. Âişe (r.a.)den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) Hz. Âişe'nin yanında yahûdî bir kadın bulunduğu sırada yanına girmiş. Yahudi kadın: Kabirlerinizde deneneceğinizi biliyor musun? diyormuş. Allah Rasûlü (s.a.) ürpererek: Ancak yahûdîler denenecektir, buyurmuş. Hz. Âişe der ki: Birkaç gece geçmişti ki Allah Rasûlü (s.a.): Sizin kabirlerde deneneceğinizin bana vahyolunduğunu biliyor musun? buyurmuş. Hz. Aişe devamla şöyle der: Bundan sonra Allah Rasûlü (s.a.)nün kabir azabından Allah'a sığındığını işitmişimdir. Hadîsi bu şekliyle Müslim de Hârûn İbn Saîd ve Harmele kanalıyla... Zührî'den rivayet etmiştir.
Şüphesiz bu âyet-i kerîme ruhların Berzah'da azâb göreceğine delâlet etmektedir. Yoksa kabirlerde cesedlerin azâb görmesini gerektirmez. Kabir azabının nasıl olacağı Allah Rasûlüne vahyolunduktan sonradır ki; bundan Allah'a sığınmıştır, denilebilirse de en doğrusunu Allah bilir.
Buhârî'nin Şuıbe kanalıyla... Hz. Âişe (r.a.)den rivayetine göre, bir yahûdî kadın Hz. Âişe'nin yanına girip: Allah seni kabir azabından korusun, demiş. Hz. Âişe de bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.)ne kabir azabını sormuş ve efendimiz: Evet kabir azabı haktır, buyurmuş. Hz. Âişe der ki: Bundan sonra Allah Rasûlü (s.a.)nü ne zaman namaz kılarken görsem; kabir azabından Allah'a sığınırdı. Bu hadîs-i şerîf, Allah Rasûlünün yahûdî kadının vermiş olduğu bu haberi hemen doğ-rulayıp takrir buyurduğuna delâlet etmektedir. Bundan önce geçen haberlere göre ise Allah Rasûlü, kendisine vahiy gelinceye kadar yahûdî kadının bu haberini hoş karşılamamıştır. Herhalde ikisi ayrı meseleler olsa gerektir. En doğrusunu Allah bilir. Kabir azabı ile ilgili hadîsler gerçekten pek çoktur.
Katâde, «Sabah akşam ateşe sunulurlar.» âyeti hakkında der ki: Dünya durdukça sabah akşam onlara bir azarlama, azâb ve hakaret olarak: Ey Firavun hanedanı, işte bunlar sizin yerlerinizdir, denilir. İbn Zeyd de şöyle diyor: Onlar bugün orada (ateşte veya azâbda)dırlar. Kıyamet kopuncaya kadar sabah akşam ateşe arzolunurlar.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd'in... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle demiştir; Şehîdlerin ruhları yeşil kuşların karınlarında olup kuşlar onları cennette diledikleri yere götürür. Mü'minlerin çocuklarının ruhları da serçelerin karınlarında olup bu serçeler kendilerini cennette diledikleri yere götürür ve Arş'ta asılı kandillere sığınırlar. Firavun hanedanının ruhları ise siyah kuşların kannlarında olup bu kuşlar onları sabah akşam cehenneme götürürler. İşte sabah akşam ateşe arzolunmaları (sunulmaları) budur. Hadîsi Sevrî de Ebu Kays'tan Firavun hanedanının ruhları ile ilgili olan kısmını Hu-zeyl İbn Şurahbü'in sözü olarak rivayet etmiştir. Süddî de böyle söyler.
Ebu Hârûn el-Abdî kanalıyla Ebu Saîdel-Hudrî (r.a.)den rivayet edilen İsrâ hadîsinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Sonra Allah'ın yaratıklarından kalabalık bir topluluğa götürüldüm. Onların hepsi erkekti ve her birerinin karınları büyük bir ev gibiydi. Firavun hanedanı bunların üzerine tutunmuşlardı. Firavun hanedanı, sabah akşam ateşe sunuluyorlardı. «Kıyamet koptuğu gün; Firavun'un adamlarını azabın en şiddetlisine sokun, denir.» Firavun hanedanı ^otlayan develer gibi aklı ermez bir halde taş ve ağaçları yutuyorlardı.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn'in... İbn Mes'ûd'dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre efendimiz şöyle buyurmuş: Müslüman veya kâfir olsun her kim bir iyilik yaparsa; şüphesiz Allah Teâlâ ona sevabını bahşeder. Biz: Ey Allah'ın elçisi, kâfirin mükâfatlandırılması nedir? diye sorduk da: Şayet bir akrabasına sıla-i rahmde bulunmuş, veya bir sadaka vermiş veya güzel bir amel işlemişse Allah Teâlâ ona mal, çocuk, sağlık ve benzeri şeylerle mükâfat verir, buyurdu. Biz: Âhiretteki mükâfatlandırılması nedir? diye sorduk da: Şiddetli azâbdan daha hafîf bir azâbdır, buyurup: «Firavun'un adamlarını azabın en şiddetlisine sokun, denir.» âyetini tilâvet buyurdu. Hadîsi Bezzâr da Zeyd İbn Ahram'dan rivayet etmiş, sonra da: Bu hadîsin bundan başka isnadını bilmiyoruz, demiştir.
İbn Cerîr der ki: Bize Abdülkerîm İbn Ebu Umeyr'in... Evzâî'den rivayetine göre bir adam ona: Allah sana rahmet eylesin, biz denizden çıkan kuşlar görüyoruz. Bölük bölük batı tarafına doğru .yol alıyorlar ve renkleri de beyazdır. Sayılarını ancak Allah bilir. Akşam olunca da aynı şekilde dönüyorlar ama renkleri siyah olarak, diye sormuştu. Ev-zâî: Bunu merak mı ettiniz? diye sordu da muhatabı evet, diye cevab-ladı. Evzâî şöyle dedi: Şüphesiz bu kuşların karınlarında, Firavun hanedanının ruhları vardır. «Sabah-akşam ateşe sunulurlar.» Yuvalarına tüyleri yanmış ve siyahlaşmış olarak dönerler. Geceleyin bu kuşların üzerinde beyaz tüyler biter, siyah tüyler dökülür. Sonra sabah akşam yine ateşe giderler, sonra tekrar yuvâlanna dönerler. Onların dünyadaki âdetleri budur. Kıyamet günü olunca da Allah Teâlâ: «Firavun'un adamlarını azabın en şiddetlisine sokun!» buyurur. Allah Rasûlünün ashabı onların altı yüz bin muhârib erkek olduğunu söylerdi.
İmâm Ahmed der ki; Bize İshâk'ın... İbn Ömer'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Sizden birisi öldüğü, zaman oturacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir. Şayet cennetliklerden ise cennetlikler arasında, şayet cehennemliklerden ise cehennemlikler arasındadır. Ona: Allah Teâlâ kıyamet günü seni oraya gönderinceye kadar senin oturacağın yer işte burasıdır, denilir. Hadîsi Buharı ve Müslim Sahihlerinde Mâlik kanalıyla tahrîc etmişlerdir.13
47 — Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler, büyüklük taslayanlara derler ki: Doğrusu biz size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?
48 — Büyüklük taslayanlar: Doğrusu, hepimiz onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir, derler.
49 - Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine derler ki: Rabbınıza yalvarın da hiç değilse bir gün olsun azabımızı hafifletsin.
50 — Onlar da derler ki: Size peygamberleriniz burhanlarla gelmemişler miydi? Evet, derler. Öyle ise kendiniz yalvarın, derler. Kâfirlerin yalvarışı şüphesiz boşunadır.
Allah Teâlâ cehennemliklerin cehennemde tartışmalarını ve birbirleriyle hasımlaşmalarını haber veriyor. Firavun ve kavmi de onların içindedir. Tabî durumundaki zayıflar büyüklenen kumandanlar, efendiler ve büyüklere: «Doğrusu biz size uymuştuk (dünyada iken bizi çağırmış olduğunuz küfür ve sapıklığa itaat etmiştik.) Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz? (Bizim yerimize ateşin bir parçasını yüklenir misiniz?)» diyecekler de büyüklük taslayanlar: «Doğrusu, hepimiz onun içindeyiz.» Biz sizin yerinize ondan herhangi bir parçasını yüklenecek değiliz. İçinde olduğumuz azâb bize yeter. «Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir (her birerimizin müste-hak olduğu kadar azabı aramızda buluşturmuştur.)» diyecekler. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Buyurur ki: Hepiniz için katmerlidir. Ne var ki bilmezsiniz.» (A'râf, 38), buyurur.
Cehennemlikler, Allah Teâlâ'nın kendilerinin dualarını kabul etmeyip, aksine «Yıkılıp gidin içerisine. Benimle konuşmayın.» (Mü'minûn, 108) buyuracağını bildikleri için cehennemin bekçilerine —ki bunlar cehennemliklerin kapıcıları durumundadırlar— derler ki: «Rabbmıza yalvarın da hiç değilse bir gün olsun azabımızı hafifletsin.» Allah'a bir gün dahi glsa azabın hafifletilmesi için kâfirler lehine duâ etmelerini isterler. Cehennemin bekçileri de onlara bu isteklerini red sadedinde derler ki: «Size peygamberleriniz burhanlarla gelmemişler miydi?» Dünyada iken peygamberlerin dilinden sizin aleyhinize hüccetler konulmamış mıydı? Onlar da: «Evet, derler. Öyle ise kendiniz yalvarın.» Kendiniz için bizzat kendiniz duâ edin. Biz, elbette sizin için duâ edecek, sizin bu sözünüzü dinleyecek değiliz. Sizin kurtulmanızı da zâten istemiyoruz. Biz sizden uzağız. Sonra size haber verelim ki duâ etseniz de etmeseniz de birdir. Size icabet olunmayacak ve azabınız da hafifle tilmeyecektir. «Kâfirlerin yalvarışı şüphesiz boşunadır.» Boşa gidecektir, kabul edilmeyecek ve icabet olunmayacaktır, diyecekler.14
51 — Şüphesiz ki Biz, peygamberlerimize ve îmân etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şâhidlerin şe-hâdet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.
52 — O gün ma'zeretleri zâlimlere fayda vermez. La'-net onların, yurdun kötüsü de onlarındır.
53 — Andolsun ki Biz, Musa'ya hidâyeti verdik. İsrâilo-ğullanna da kitabı mîrâs bıraktık.
54 — Ki o, akıl sahipleri için hidâyet ve öğüttür.
55 — Şimdi sen sabret, Allah'ın vaadi mutlaka haktır. Günâhının yarlığanmasını dile, sabah akşam Rabbını hamd ile teşbih et.
56 — Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmadan Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanların göğüslerinde, şüphesiz ki ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır. Öyleyse sen, Allah'a sığın. Muhakkak ki O'dur O, Semi, Basîr.
Ebu Ca'fer İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin— «Şüphesiz ki Biz, peygamberlerimize ve îmân etmiş olanlara dünya hayatında mutlaka yardım ederiz.» âyeti hakkında şöyle bir soru sorar: Biliniyor ki bazı peygamberleri kavimleri öldürmüştür. Yahya, Zekeriyyâ ve Eşiyâ gibi. Onlardan bazısı da kavimlerinin arasından Hz. İbrahim gibi hicret ederek, Hz. îsâ gibi göğe çekilerek çıkmıştır. O halde dünyadaki yardım nerede kalıyor? Daha sonra İbn Cerîr buna iki şekilde cevab verir:
1- Buradaki haber umûmîdir, ama bir kısmı kasdedilmektedir. Bu durum arap dili yönünden caizdir.
2- Burada yardımdan maksad, onlara eziyyet edenlerden Allah'ın intikam almasıdır. Bu, ister onların huzurunda ister onlar yokken veya onlar öldükten sonra olsun değişmez. Nitekim Hz. Yahya, Zekeriyyâ ve Eşiyâ'yı öldürenler üzerine Allah Teâlâ düşmanlarını musallat kılmış ve düşmanları onları alçaltmış, kanlarını dökmüştür. Anlatıldığına göre Allah Teâlâ, Nemrud'u Muktedir ve Azîz olan Hakkın yaka-layışıyla yakalayıp helak etmiştir. Yahudilerden Hz. îsâ'yı çarmıha germek isteyen ve buna kasdedenlere gelince; Allah Teâlâ onlar üzerine de rûmları musallat kılmış; rûmlar bu yahûdîleri alçaltmış, zelîl kılmış ve Allah Teâlâ rûmları onlara gâlib getirmiştir. Kıyamet gününden önce Meryem oğlu îsâ adaletli bir imâm, adaletli bir hakem olarak inecek, Mesih Deccâl'i, yâhûdîlerden olan ordusunu ve domuzu öldürecek, haçı kıracak, cizye koyacak, İslâm'dan başka hiç bir dîni kabul etmeyecektir. Şüphesiz bu, en büyük yardımdır. İşte Allah Teâlâ'nın eski ve yeni yaratıkları hakkındaki sünneti budur: Şüphesiz O, dünyada inanan kullarına yardım edecek, onlara eziyet edenler karşısında gözlerini aydın kılacaktır. Buhârî'nin Sahîh'inde Ebu Hüreyre (r.a.)den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayet ettiği bir hadîse göre Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Kim Benim bir dostuma düşman olursa şüphesiz Bana harb ilân etmiştir. Başka bir hadîste de şöyle buyrulur: Şüphesiz ben öfkeli bir arşlarım intikam aldığı gibi dostlarım için intikam alırım. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ elçilerini yalanlayan ve hakka karşı çıkan Nûh kavmi, Âd, Semûd, Ress ashabı, Lût kavmi, Medyen halkı ve benzerlerini helak etmiş, mü'minleri onların arasından çıkarıp kurtarmış, onlardan hiç birisini helak etmemiştir. Kâfirlere de azâb etmiş ve onlardan hiç biri bu azâbdan kurtulamamıştır.
Süddî der ki: Allah'ın herhangi bir kavme göndermiş olduğu hiç bir rasûl yoktur ki kavmi onunla savaşmamış olsun. Veya bir inananlar topluluğu göndermemiş olsun ki hakka çağırıp da kendileriyle savaşılmış olmasın. Allah Teâlâ o nesli yok ettikten sonra onlara yardım edecek, dünyada iken kendilerine bunları yapanlardan kanlarını isteyecek bir başka kavim gönderir. Peygamberler ve mü'minler dünyada savaşmışlardır. Dünyada muzaffer olan, kendilerine yardım edilenler de onlardır.
Aynı şekilde Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed ve ashabına onlara muhalefetle düşmanlık eden, onu yalanlayan kimselere karşı yardım etmiş, onun kelimesini en yüce, dinini diğer dinlere karşı üstün kılmıştır. Ona kavminin arasından Medîne-i Münevvere'ye hicreti emretmiş ve orada kendisine yardımcılar halketmiştir. Sonra Bedir günü müşriklere karşı ona yardım etmiş, onları Rasûlü karşısında yapayalnız bırakmış da Allah Rasûlü onların elebaşlarını ya öldürmüş veya esîr etmiş, onları zincirlerle bağlı olarak sürüp Medine'ye götürmüştür. Bundan sonra da onlardan fidye alma nimetini bahsetmiştir. Bundan bir süre sonra Mekke'nin fethini nasîb buyurmuş ve Allah'ın haram beldesi olan o şerefli, yüce beldeye kavuşmakla gözü aydın olmuştur. Böylece Allah Teâlâ, o beldeyi Rasûlünün eliyle şirk ve küfürden kurtarıp temizlemiştir. Rasûlüne Yemen'in fethini bahşetmiş, bütünüyle Arap Yarımadası ona boyun eğmiş, insanlar bölük bölük Allah'ın dinine girmişlerdir. Daha sonra Allah Teâlâ, Rasûlünü kendi katındaki yüce şerefe erdirmiş, ashabını kendisinden sonra halîfeler nas-betmiştir. Onlar da Rasûlullah'm yerine Allah'ın dinini tebliğ etmişler, Allah'ın kullarını Allah'a davet etmişler, ülkeleri, kasabaları, iklimleri, şehirleri ve kalbleri fethetmişler, sonunda Hz. Muhammed'in daveti ve tebliği yeryüzünün doğusundan batısına kadar yayılmıştır. Bu din, hâlen ve kıyamet kopuncaya kadar üstün, muzaffer ve dimdik ayaktadır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Biz, peygamberlerimize ve îmân etmiş olanlara hem dünya hayâtında, hem de şâhidlerin şehâdet edecekleri gün (kıyamet günün)de mutlaka yardım ederiz.» Şüphesiz kıyamet günündeki yardım, en büyük ve en muazzam yardım olacaktır. Mücâhid, âyetteki kelimesini melekler ile açıklar. (...)
«O gün (müşrikler olan) zâlimlere ma'zeretleri fayda vermez.» Onlardan hiç bir özür ve fidye kabul olunmaz. «La'net; (rahmetten uzaklaştırılma ve kovulma) onların, yurdun kötüsü (olan cehennem) de onlarındır.» Süddî, yurdun kötüsünü cehennem ile tefsir etmiştir. Orası ne kötü bir konak ve kalınacak yerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise, «yurdun kötüsü» ta'bîrini kötü akıbetle açıklamaktadır.
«Andolsun ki Biz, Musa'ya hidâyeti verdik.» .Bu, Allah Teâlâ'nın Hz. Musa'ya bahşetmiş olduğu hidâyet ve nurdur. «İsrâiloğullarına da kitabı mîrâs bıraktık.» Onlar için güzel akıbet hazırladık. Onları Fira-vun'un ülkesine, mallarına, mahsullerine ve arazîsine rasûlü Musa'ya tâbi olarak Allah'a itâatta sabrettiklerinden dolayı mîrâsçı kıldık. Onlara bahşedilen kitâb Tevrat «Ki o, akıl sahipleri için hidâyet ve öğüttür.»
«Şimdi (ey Muhammed) sen sabret, Allah'ın vaadi mutlaka haktır.» Şüphesiz senin sözünü yücelteceğimizi, sana ve sana tâbi olanlara güzel akıbet hazırlayacağımızı vaadetmişizdir. Allah, asla vaadinden caymaz. Sana şu haber verdiklerimiz, üzerinde hiç bir şüphe olmayan gerçektir.
«Günâhının yarlığanmasım dile.» âyeti, bu ümmeti Allah'tan mağfiret dilemeye teşvik etmektedir. «Sabah; (gündüzün başları ve gecenin sonları ile) akşam; (gündüzün sonları ve gecenin başlarında) Rab-bını hamd ile tesbîh et.»
«Kendilerine (Allah'tan) gelmiş kesin bir delil, (bir hüccet) olmadan (fâsid şüphelerle sıhhatli hüccetleri, bâtıl ile hakkı reddeden ve) Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanların göğüslerinde şüphesiz ki ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır.» Onların göğüslerinde sadece gerçeğe tâbi olmaya karşı bir kibir, gerçeği getireni küçük görme vardır. Onların gerçeği reddetme ve bâtılı yüceltme emelleri elbette gerçekleşmeyecektir. Aksine yüceltilen gerçek, alçaltılan da onların sözleri ve maksadlan olacaktır. «Öyleyse, (böylelerinin durumundan) Allah'a sığın. Muhakkak ki O'dur O, Semi', Basîr.» «Sen Allah'a sığın.» kısmı şöyle de tefsir edilmiştir: Yanlarında kesin bir delil olmadan Allah'ın âyetleri hakkında tartışan böylelerinin kötülüğünden Allah'a sığın. Bu açıklama İbn Cerîr'indir.
Kâ'b ve Ebu'l-Âliye «Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmadan Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanların göğüslerinde şüphesiz ki ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır.» âyetinin yahûdîler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Ebu'l-Âliye der ki: Çünkü onlar, Deccâl'in kendilerinden olduğunu ve onunla yeryüzüne sâhib olacaklarını ileri sürüyorlardı. Allah Teâlâ da peygamberi (s.a.)ne Deccâl'in fitnesinden Allah'a sığınmasını emretmiştir. Bu sebepledir ki: «Öyleyse sen, Allah'a sığın. Muhakkak ki O'dur O, Semî", Basîr.» buyurmuştur. Her ne kadar bu haberi İbn Ebu Hatim rivayet etmişse bile bu garîb bir sözdür ve uzak bir te'vîldir. En doğrusunu Allah bilir.15
57 — Elbette ki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ne var ki insanların çoğu bilmezler.
58 — Körle gören, inanıp sâlih amel işleyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne de az düşünüyorsunuz.
59 — Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur. Ne var ki insanların çoğu inanmazlar.
Allah Teâlâ yaratıkları kıyamet günü yeniden yaratacağını, bunun Zâtına son derece kolay olduğunu haber veriyor. Zîrâ O, gökleri ve yeri yaratmıştır. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılması, insanların ilk defa ve ikinci kez yaratılmasından daha büyüktür. Buna güç vetiren, elbette ondan daha aşağı olana evleviyyetle kadir olur. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Görmezler mi ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah, ölüleri diriltmeye de kadirdir. Evet O, muhakkak her şeye kadirdir.» (Ahkâf, 33) buyururken burada da şöyle buyurmaktadır: «Elbette ki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ne var ki insanların çoğu bilmezler (de bu yüzden bu hüccetin üzerinde düşünmezler.)» Araplardan çoğu Allah'ın gökleri ve yeri yarattığını itirafla beraber yeniden diriltilmeyi uzak görerek, küfür ve inâdlarından ötürü inkâr ederlerdi. Halbuki onlar inkâr ettiklerinden daha üstününü itiraf etmekteydiler.
«Körle gören, inanıp sâlih amel işleyenlerle kötülük yapan bir değildir.» Hiç bir şey görmeyen kör ile gözünün ulaşabildiği her şeyi gören kimse nasıl eşit olmayıp aralannda büyük bir fark varsa aynı şekilde iyi mü'minlerle günahkâr kâfirler de bir değildirler. «Ne de az düşünüyorsunuz.» İnsanların birçoğu ne kadar da az düşünüyor.
Kıyamet günü mutlaka gelecek, (vuku' bulacak) tır. Bunda hiç şüphe yoktur. Ne var ki insanların çoğu inanmaz, (onu doğrulamaz, aksine varlığını inkâr eder, yalanlar)lar. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Mu-hammed İbn Abdullah İbn Abdülhakem'in... Yemen halkından bir şeyh-den rivayetine göre; o, şöyle demiş: İşittiğime göre kıyamet yaklaştığı zaman insanlar üzerindeki belâ ve güneşin harareti şiddetlenecektir.16
60 — Rabbınız: Bana duâ edin ki, size icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakîr olarak cehenneme gireceklerdir, buyurdu.
Allah Teâlâ lütuf ve kereminin eseri olarak kullarını zâtına duâ etmeye çağırıyor ve dualarına icabet edeceğini garantiliyor. Nitekim Süfyân es-Sevrî şöyle duâ edermiş; ey, en sevimli kulu, kendisinden istedikçe isteyen kişi olan; ey, en menfur kulu da kendisinden hiç istemeyen kişi olan, ey Rabb, bu konuda senin gibi olan hiç kimse yoktur. Süfyân es-Sevrî'nin bu duasını İbn Ebu Hatim rivayet etmektedir. Bu anlamda olmak üzere bir şâir de şöyle diyor:
«Allah Teâlâ, zâtından istemeyi terkettiğin takdirde öfkelenir.
Âdemoğulları ise kendilerinden istendiğinde öfkelenirler.»
Katâde'nin naklettiğine göre Kâ'b el-Ahbâr şöyle diyor: Bu ümmete üç şey verilmiştir ki, onlardan önce bir peygamber dışında hiç bir ümmete verilmemiştir: Allah Teâlâ bir peygamber gönderdiği zaman ona: Sen, ümmetin üzerine şâhidsin, denilirdi. Halbuki sizi, insanlar üzerine şâhidler kılmıştır. O peygambere: Dinde senin üzerine hiç bir sıkıntı yok, denilirdi. Bu ümmet için ise: «O, dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.» (Hacc, 78) buyurmuştur. O peygambere: Barla duâ et, sana icabet edeyim, denilirdi. Bu ümmet için ise: «Bana duâ edin ki, size icabet edeyim.» buyurmuştur. Kâ'b el-Ahbâr'ın bu sözünü de yine îbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.
İmâm Hafız Ebu Ya'lâ Ahmed İbn Ali îbn Müsennâ, Müsned'inde der ki: Bize Ebu İbrahim Tercümânî'nin... Enes İbn Mâlik (r.a.)den, onun Hz. Peygamber (s.a.)den, onun da Rabbından bildirdiğine göre O, şöyle buyuruyor: Dört haslet vardır ki bunlardan birisi Benim, birisi senin, birisi Benimle senin aranda, birisi de seninle kullarım arasındadır. Benim için olanı: Bana ibâdet etmen ve Bana hiç bir şeyi ortak koş-mamandır. Senin için olanı her ne hayır işlersen onun mükâfatını sana vermemdir. Benimle senin aranda olan: Senin duâ etmen, Benim bu duaya icabet etmemdir. Seninle kullarım arasında olana gelince; kendin için sevip hoşnûd olduğun şeyleri onlar için de sevip hoşnûd ol.
İmâm Ahmed'in Ebu Muâviye kanalıyla... Nu'mân İbn Beşîr (r.a.) den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz ki duâ ibâdettir buyurup: «Bana duâ edin ki, size icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.» âyetini tilâvet buyurmuştur. Hadîsi bu şekli ile Sünen sahipleri, Tirmizî, Neseî, İbn Mâce ve İbn Ebu Hatim ile İbn Cerîr, A'meş kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh olduğunu söyler. Ebu Dâvûd, Tirmizi, Neseî ve İbn Cerîr de hadîsi Şu'be kanalıyla... Zerr'-den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Tirmizî hadîsi Sevrî kanalıyla... Yine Zerr'den rivayetle tahrîc etmiştir. Hadîsi İbn Hibbân ve Hâkim Sahîh'-lerinde rivayet ederler. Hâkim hadîsin isnadının sahîh olduğunu da ekler.
İmâm Ahmed'in Vekî1 kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim Allah'a duâ etmezse Allah Teâlâ ona öfkelenir. Hadîsi sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir ve isnadında eksiklik yoktur. Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Mer-vân el-Fezârî'nin... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.): Kim O'ndan istemezse ona gazab eder, buyurmuştur. İbn Maîn hadîsin isnâdındaki Ebu Melîh'in adının Subeyh olduğunu söyler. Abdülğanî İbn Saîd de böyle söylemiştir. Yine hadîsin isnâdındaki Ebu Salih'in nisbesi Hûzî olup Hûz vadisinde otururmuş. Bezzâr da Müsned'inde böyle söylüyor, Bezzâr'ın Ebu Melîh kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği hadîsin lafzı şöyledir: Kim Allah'tan istemezse Allah ona öfkelenir, gazab eder. Hafız Ebu Muhammed Hasan İbn AbdurrahmâTı Râmehürmüzî der ki: Bize Hemmâm'ın... Muharnmed İbn Saîd'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Ansâr'dan Muhammed İbn Mesleme öldüğünde, onun kılıcının üstünde şöyle yazılı olduğunu gördük: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim: Şüphesiz ki kalan zamanınızda Rabbımzm rahmetinin esintileri vardır. Bu esintilere göğüslerinizi açın. Olur ki Allah'ın bu rahmetine muvafık gelecek bir duâ olur da bu duanın sahibi duâsıyla öyle bir mutlu olur ki ondan sonra bir daha ebediyyen hüsrana uğramaz.
«Bana kulluk etmeyi (Bana dua edip Beni birlemeyi) büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakîr olarak cehenneme gireceklerdir.» İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya İbn Saîd'in... Amr İbn Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden, dedesinin ise Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü büyüklenenler (kibirliler) insan suretinde ve küçük karıncalar şeklinde haşrolunacaktır. Küçüklüklerinden dolayı her şey onlardan büyük ve üstün olacaktır. Sonunda cehennemde Bevles (?) denilen bir hapishaneye girecekler, orada en yalımlı ateş onları kaplayacak, cehennemliklerin usaresinden ibaret zehirli çamurdan sular içirilecekler.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn'in... Vüheyb İbn Verd'-den rivayetine göre bir adam ona şöyle anlatmış: Bir gün Rûm ülkesinde yürüyordum. Bir dağın başından: Ey Rabbım, Seni tanıyan bir kimsenin Senin dışında birinden nasıl olup da umduğuna şaşıyorum, ey Rabbım, Seni tanıyıp da ihtiyâçlarını Senin dışında bir başkasından isteyene şaşıyorum, diyordu. Sonra ses gitti, biraz sonra çok daha yüksek bir ses geldi ve ikinci kere şöyle dedi: Ey Rabbım, Seni tanımayana şaşıyorum; nasıl oluyor da Senden başkasını razı etmek için Seni kızdıracak bir şeyi yapabiliyor. Vüheyb der ki: İşte bu, en yüksek ses idi. Sen cin misin, insan mısın? diye bağırdım. Blakis insanım. Nefsini seni ilgilendirmeyen şeylerle değil seni ilgilendiren şeylerle meşgul et, dedi.17
61 — Allah, O'dur ki dinlenesiniz diye size geceyi karanlık, gündüzü aydınlık kılmıştır. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lutufkârdır. Ne var ki insanların çoğu şükretmezler.
62 — İşte Rabbınız olan, her şeyi yaratan Allah, budur. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O halde nasıl olup da çeviriliyorsunuz?
63 — Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr edenler, işte böyle çeviriliyorlar.
64 — Allah, odur ki sizin için yeri bir karargâh, göğü bir bina yapmış, size şekil verip şeklinizi güzelleştirmiş ve size temiz şeylerden rızık vermiştir. İşte, Rabbınız olan Allah budur. Âlemlerin Rabbı olan Allah ne yücedir.
65 — O, diridir. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Öyle ise, dini yalnızca kendisine hâlis kılanlar olarak O'na dua edin. Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.
Allah Teâlâ burada yaratıklarına bahşetmiş olduğu nimetleri sayıyor. Geceyi, gündüzün geçimlik peşinde koşmak suretiyle yapmış oldukları hareketlerden istirahat edip sükûnet bulsunlar diye, gündüzü de yolculuklarla, ülkeler kat'etmekle, san'atlarını icraya imkân bulmakla tasarrufta bulunsunlar diye aydınlık olarak yaratmıştır. «Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lutufkârdır. Ne var ki insanların çoğu şükretmezler.» Allah'ın kendilerine olan nimetlerinin şükrünü yerine getirmezler. «İşte Rabbınız olan, her şeyi yaratan Allah, budur.» Bütün bunları yapan kendisi dışında rab ve kendisinden başka ilâh olmayan, eşyanın yaratıcısı, Vâhid ve Ehad olan, Allah'tır. «O halde nasıl olup da çevriliyorsunuz?» Nasıl olup da hiç bir şey yaratmayan, aksine kendileri yaratılmış ve yontulmuş olan, Allah'ın dışındaki putlara tapınıyorsunuz? «Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr edenler, işte böyle çeviriliyorlar.» Nasıl ki bunlar Allah'tan başkasına ibâdet etmekle dalâlete düşmüşlerse aynı şekilde onlardan öncekiler de bir delil ve bürhân olmaksızın, mücerred bilgisizlikle ve kendi arzularıyla Allah'tan başkasına tapınmışlar, Allah'ın hüccet ve âyetlerini inkâr etmişlerdir. Allah, O'dur ki sizin için yeri bir karargâh; üzerinde yaşayacağınız, tasarrufta bulunacağınız, köşe bucaklarında dolaşıp yürüyeceğiniz bir karar yeri, bir döşek ve beşik kılmıştır. Sizi sarsmasın diye onu dağlarla pekiştirmiştir. Göğü de âlem için koruyucu bir tavan, bir bina yapan, size şekil verip de şeklinizi güzelleştiren, sizi en güzel şekilde yaratıp ahsen-i takvim üzere en mükemmel sureti size bahşeden, sizi temiz şeylerle dünyada yiyecek ve içeceklerle rızıklandırandır.» Allah Teâlâ burada yurdu, meskeni ve rızıkları yarattığını zikrediyor ki, O hem yaratan, hem de rızık verendir. Nitekim Bakara sûresinde de şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar; sizi de, sizden Öncekileri de yaratan Rabbmıza ibâdet edin. Ta ki, takva sahibi olasınız. O (Rab) ki; yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirip onunla türlü türlü meyvelerden sizin için rızık çıkardı. O halde bile bile Allah'a eşler koşmayın.» (Bakara, 21-22). Burada da bütün bu şeyleri yarattığını zikrettikten sonra şöyle buyurur : «İşte, Rabbınız olan Allah budur. Âlemlerin Rabbı olan Allah ne yücedir (noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddestir.)»
«O, diridir. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur.» Ezel ve ebedde diri olan O'dur. Ezelde vardı, hâlen de vardır, Evvel'dir, Âhir'dir, Zâhir'dir, Bâtın'dır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O'nun bir benzeri ve dengi yoktur. «Öyle ise dini yalnızca kendisine hâlis kılanlar olarak (O'ndan başka hiç bir ilâh olmadığını belirterek ve O'nu birleyerek) O'na duâ edin.» «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.» İbn Cerîr der ki: İlim ehlinden bir cemâat «Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur.» diyen kimseye bunun peşinden bu âyet ile amel etmiş olmak için «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.» demesini emrederlermiş. İbn Cerîr bu haberi Muhammed İbn Ali İbn Hasan İbn Şakîk kanalıyla... İbn Abbâs'tan da rivayet etmektedir ki o, şöyle demiştir: Her kim «Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur.» derse; bunun peşinden «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a,» desin. İşte Allah Teâlâ'nın: «Öyleyse, dini yalnızca kendisine hâlis kılanlar olarak O'na duâ edin.» «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.» kavlinin anlamı budur .Ebu Üsâme ve bir başkasının İs-mâîl İbn Ebu Hâlid'den rivayetlerine göre Saîd İbn Cübeyr şöyle demiştir: «Öyleyse, dini yalnızca kendisine hâlis kılanlar olarak O'na duâ edin.» âyetini okuduğun zaman: Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur, deyip peşinden de «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.» de. Bunun peşinden Saîd İbn Cübeyr «Öyleyse, dini yalnızca kendisine hâlis kılanlar olarak O'na duâ edin.» «Hamdolsun âlemlerin Rabbı Allah'a.» âyetini okumuştur.18
66 — De ki: Rabbımdan bana apaçık deliller geldiği için sizin Allah'tan başka ibâdet ettiklerinize ibâdet etmekten katiyetle nehyolundum. Ve âlemlerin Rabbına teslim olmakla emrolundum.
67 — Sizi topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir kan pıhtısından yaratan, sonra erginlik çağma ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O'dur. Kiminiz daha önce öldürülürsünüz. Kiminiz de adı konulmuş bir ecele erişirsiniz. Olur ki böylece aklınızı kullanırsınız.
68 — Dirilten de öldüren de O'dur. Bir şeye hükmetti mi sadece ona, ol, der, o da oluverir.
Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, şu müşriklere söyle: Allah Teâlâ, kendi zâtının dışında putlara, Allah'a eş saydıklarına tapı-nılmasını kesinlikle men'etmektedir. Allah Teâlâ burada zâtının dışında hiç kimsenin ibâdete müstehak olmadığını beyânla şöyle buyurur: «Sizi topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir kan pıhtısından yaratan, sonra erginlik çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O'dur.» Sizi bütün bu tavırlar içinde döndürüp duran tek ve ortağı olmayan Allah'tır. Bütün bunlar O'nun emri, tedbîri ve takdiri ile meydana gelmektedir. «Kiminiz daha Önce öldürülürsünüz.» Bu âleme çıkmadan ve var olmadan önce annesi onu bir düşük olarak düşürür. Onlardan kimi de küçükken, gençken, ihtiyarlıktan önce olgun yaşta iken öldürülür. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Size açıkça gösterelim diye... İstediğinizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız.» (Hacc, 5) buyururken burada da şöyle buyuruyor: «Olur ki böylece aklınızı kullanırsınız (da yeniden diriltilmeyi hatırlarsınız.)» «Aklı kullanmayı» yeniden diriltilmeyi hatırlamakla tefsir eden tbn Cü-reyc'dir.
«Dirilten de öldüren de O'dur.» Bütün bunlarda O, yegânedir. O'nun dışında hiç kimse bunlara güç yetiremez. «Bir şeye hükmetti mi sâdece ona; ol, der, o da oluverir.» O'na muhalefet edilemez ve karşı durulamaz. Aksine O'nun dilediği olur.19
69 — Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar.
70 — Onlar; kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Yakında bilecekler.
71 — Hani boyunlarında demir halkalar ve zincirler ile sürüklenirler,
72 — Kaynar suya. Sonra da ateşte yakılırlar.
73 — Sonra onlara denilir ki: Nerede şirk koştuklarınız,
74 — Allah'tan başka? Derler ki: Bizden uzaklaştılar, hayır zâten biz önceleri hiç bir şeye ibâdet etmiyorduk. İşte Allah, kâfirleri böylece saptırır.
75 — Bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür.
76 — İçinde ebediyyen kalıcı olarak: cehenneme kapılarından girin. Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne kötüdür.
Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, şu Allah'ın âyetlerini yalanlayan, gerçeğe karşı bâtıl ile mücâdele edenlere şaşmıyor musun? Akılları nasıl olup da hidâyetten dalâlete çeviriliyor? Onlar; kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiklerimizi (hidâyet ve beyânı) yalanlayanlardır. Yakında bilecekler. Burası Rab Teâlâ'nm böyle kimselere şiddetli bir tehdididir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de «O gün yalanlamış olanların vay haline.» (Mürselât, 15) buyrulur.
«Hani boyunlarında demir halkalar ve (bir uçları zebanilerin ellerinde olan) zincirler ile (yüzüstü) sürüklenirler.» Bir keresinde Ha-mîm'e, diğer bir keresinde Cahîm'e. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ burada: «Kaynar suya sürüklenirler. Sonra da ateşte yakılırlar.» buyurmuştur. Başka bir âyet-i kerîme'de de: «İşte suçluların yalanladıkları cehennem budur. Onlar, cehennem ateşiyle kaynar su arasında dolaşır dururlar.» (Rahman, 43-44) buyrulurken onların zakkum yiyecekleri ve Hamim içecekleri anıldıktan sonra şöyle buyrulur: «Sonra onların dönüşü muhakkak, yine cehennemedir.» (Saffât, 68). Allah Teâlâ başka âyetlerde de şöyle buyurur: «Defteri soldan verilenler; ne yazık o solculara. İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Sonra, siz ey sapıklar, yalanlayanlar; doğrusu zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üstüne kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte onlara, ceza günü sunulacak konukluk budur.» (Vakıa, 41-44, 51-56), «Doğrusu günahkârların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş maden gibidir. Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra azâb olarak başına kaynar su dökün, denir, sonra ona: Tad bakalım, hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir, denir.)) (Duhân, 43-50). Bu sözler kendilerine bir azarlama, suçlama, küçültme, alay olarak söylenecektir.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn'in... Ya'lâ İbn Mün-ye'den —Ya'lâ, hadîsi Allah Rasûlü (s.a.)ne ulaştırıyor— rivayetine göre efendimiz şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ cehennemlikler için simsiyah, kapkara bir bulut yaratır. Ey cehennemlikler, hangi şeyi istiyorsunuz? denilir. Onlar bununla dünya bulutlarını hatırlayarak: Soğuk İçecek istiyoruz, derler. Bulut, onların üzerine halkalarını artıracak halkalar, zincirlerini artıracak zincirler, ateşi tutuşturacak korlar yağdırır. Bu, garîb bir hadîstir.
Sonra onlara denilir ki: Nerede Allah'ın dışında O'na şirk koştuğunuz ve tapınmakta olduğunuz putlar? Bugün size yardım ediyorlar mı? «Derler ki: Bizden uzaklaşıp gittiler, (bize hiç bir faydalan olmadı.) Hayır, zâten biz önceleri hiç bir şeye ibâdet etmiyorduk.» Bu sözleriyle putlara olan ibâdetlerini inkâr ederler. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Sonra onların; sâdece: Andolsun Allah'a ki, ey Rabbımız, bizler müşriklerden değildik, demelerinden başka çâreleri kalmaz.» (En'~ âm, 23) buyururken burada da aynı sebeple: «İşte Allah, kâfirleri böy-Lece saptırır.» buyurmuştur.
Melekler onlara: «Şu sizin (içinde bulunduğunuz ceza ve azâb) yeryüzünde haksız yere şımarmanız, (kendinizi beğenmeniz, aşırı sevinmeniz) ve böbürlenmenizden ötürüdür. İçinde ebediyyen kalıcı olarak cehenneme kapılarından girin. (Allah'ın âyetlerine karşı ve Allah'ın delillerine, hüccetlerine tâbi olmaktan büyüklenip) kibirlenenlerin dönüp gidecekleri, (içinde alçaltılma ve şiddetli azâb bulunan) yer ne kötü (konak ve ne kötü kalacak yer)dir.»20
77 — Şu halde sen, sabret. Muhakkak ki, Allah'ın vaadi haktır. Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya seni kendimize alırız. Nihayet onların dönüşü ancak Bizedir.
78 — Andolsun ki, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, kimini anlatmadık. Allah'ın izni olmadan hiç bir peygamber herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri geldiği vakit de iş, gerçekten biter. îşte o zaman bâtıl işleyenler hüsranda kalırlar.
Allah Teâlâ, elçisi Muhammed (s.a.)e kavminden kendini yalanlayanların yalanlamasına karşı sabretmeyi emrediyor. Şüphesiz ki Allah O'na olan yardım ve kavmine karşı zafer vaadini yerine getirecek; güzel akıbeti dünyada ve âhirette hem ona, hem de ona tâbi olanlara mahsûs kılacaktır. «Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını sana (dünyada iken) gösteririz.» Nitekim böyle de olmuş ve Allah Teâlâ Bedir günü onların büyüklerini, ileri gelenlerini helak ederek müslümanların gözlerini aydın kılmıştır. Sonra Allah Teâlâ, Mekke'nin ve Arap Yarımadasının diğer yerlerinin fethini hayatta olduğu günlerde ona. bahsetmiştir.
«Veya seni kendimize alırız. Nihayet onların dönüşü ancak Bizedir (ve âhirette onlara en şiddetli azabı tattırırız.)» Daha sonra Allah Teâlâ, peygamberini teselli ederek şöyle buyurur: «Andolsun ki, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, kimini anlatmadık.» Nisa sûresinde de (Nisa, 164) aynı bilgiler verilmektedir. Ey Muhammed, onlardan kiminin haberini, kavimleriyle ol&n kıssalarını, kavimlerinin onları nasıl yalanladıklarını, güzel akıbet ve zaferin peygamberlerin tarafında olduğunu sana vahyettik. Kimini de sana anlatmadık. Anlattıklarımıza göre anlatmadıklarımız kat kat fazladır. Nitekim aynı gerçeğe Nisa sûresinde de işaret edilmektedir. Hamd ve nimet Allah'ındır.
«Allah'ın izni olmadan hiç bir peygamber herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez.» Peygamberlerden hiç birinin Allah'ın izni olmaksızın harikulade bir şey, bir mucize getirme hakkı yoktur. Allah'ın izni ile mucize göstermesi onun, kavmine getirdiklerinde doğruluğuna delâlet eder. «Allah'ın emri; (azabı ve kâfirleri kuşatan cezalandırması) geldiği vakit de iş gerçekten biter. (Allah inananları kurtarırken kâfirleri helak eder.) İşte o zaman bâtıl işleyenler hüsranda kalırlar.»21
79 — Allah O'dur ki,'binek olarak kullarlasınız ve yiye-siniz diye davarları sizin için yaratmıştır.
80 — Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gö-nüllerinizdeki arzulara, onlara binerek ulaşırsınız. Onlarla ve gemilerle taşınırsınız.
81 - Size âyetlerini gösterir. Allah'ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz?
Allah Teâlâ burada da kullarına olan nimetlerini hatırlatıyor. Onlar için hayvanları; deve, sığır ve koyunları yaratmıştır. «Onlardan kimisi binekleridir. Kimisinden de yerler.» (Yâsîn, 72). Develere binilir, etleri yenir, sütleri sağılır, uzak ülkelere ve bölgelere yolculuklarda ve taşınmalarda üzerlerine yükler yüklenir. Sığırların etleri yenir, sütleri içilir ve onlarla zirâat yapılır. Koyunların etleri yenir, sütleri içilir. Hepsinin yünleri kırpılarak onlardan ev eşyaları, elbiseler yapılır. Bütün bunlar daha önce En'âm, Nahl ve başka sûrelerde mufassal olarak açıklanmıştı. Bu sebeple burada da şöyle buyruluyor: «Allah O'dur ki, binek olarak kullanasmız ve yiyesiniz diye davarları sizin için yaratmıştır. Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki arzulara, onlara binerek ulaşırsınız. Onlarla ve gemilerle taşınırsınız.w «Size (ufuklarda ve bizzat kendi nefislerinizde) âyetlerini (hüccet ve burhanlarım) gösterir. (Artık) Allah'ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz?» Allah'ın âyetlerinden herhangi birisini ancak inâdlaş-manız ve büyüklenmeniz halinde inkâr edebilirsiniz.22
82 — Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, kendileriden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler.
Hem onlar, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli ve yeryüzünde daha sağlam eser bırakan kimselerdi. Ama kazandıkları onlara bir fayda sağlamamıştı.
83 — Peygamberleri kendilerine hüccetlerle gelince kendi yanlarındaki bilgi ile gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini kuşatıverdi.
84 — Baskınımızı görünce: Yalnız Allah'a inandık ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik, dediler.
85 — Ama Baskınımızı görüp de Öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında öteden beri câri olan sünnetidir. Ve işte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.
Allah Teâlâ geçmiş zamanlarda elçilerini yalanlayan ümmetlerden ve güçlü kuvvetli olmalarına, yeryüzünde eserler bırakmalarına, birçok mallar toplamalarına rağmen başlarına gelen şiddetli azâbdan haber veriyor. Bütün bunlar kendilerine hiç bir fayda vermemiş, Allah'ın azabını onlardan geri çevirememiştir. Zîrâ peygamberleri onlara apaçık deliller, kesin hüccetler ve burhanlarla geldiklerinde; onlara iltifat etmemiş, onlara yönelmemiş ve kulak vermemiş, aksine kendi zanlarma göre sâhib oldukları bilgiler sayesinde peygamberlerin getirdiklerinden müstağni olduklarını sanmışlardı. Mücâhid der ki: Onlar: Biz onlardan daha bilgiliyiz; biz asla yeniden diriltilmeyecek ve azâb olunmayacağız, demişlerdi. Süddî diyor ki: Bilgisizlikleri yüzünden sâhib oldukları ilimle sevinmişler ve bu yüzden güç yetiremeyecekleri Allah'ın baskını onların başına gelmiştir.
«Alaya aldıkları (yalanlayıp vuku' bulmasını uzak gördükleri) şey de kendilerini kuşatıverdi. Baskınımızı (ve başlarına azabın geldiğini) görünce: Yalnız Allah'a inandık ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik.» diyerek, hatâların kaldırılıp affedilmeyeceği ve ma'zeretin fayda vermeyeceği bir yerde Allah'ı birleyip tâğûtları inkâr ettiler. Nitekim boğulacağı zaman Firavun: «İsrâiloğullarının îmân ettiğinden başka tanrı olmadığına inandım. Artık ben de müslümanlardanım.» (Yûnus, 90) demiş, Allah Teâlâ da: «Şimdi mi inandın? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculardan olmuştun.» (Yûnus, 91) buyurarak Firavun'un imânını kabul buyurmamıştır. Zîrâ Allah Teâlâ, «Rabbımız: Onların kalble-rini sık. Çünkü onlar, elîm azabı görmedikçe îmân etmezler.» (Yûnus, 88) diye duâ ettiğinde peygamberi Musa'nın duasına icabet buyurmuştu. Burada da şöyle buyrulur: «Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında öteden beri câri olan sünnetidir.» Azabı gördükleri sırada tevbe eden herkesin tevbesini kabul buyurmaması Allah'ın hükmüdür. Bir hadîste de: Şüphesiz Allah, can boğaza gelmedikçe kulun tevbesini kabul eder, buy-rulmuştur ki can boğaza gelip rûh hançereye dayanınca ve kul ölüm meleğini bizzat müşâhade edince, işte o zaman tevbe yoktur. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Ve işte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.» buyurmuştur.23
İzahı21
İzahı
Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir akıbete uğradıklarını görsünler. Onlar kendilerinden daha çok, yeryüzünde de kuvvet ve eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları onlara hiç bir şey sağlamadı. Peygamberleri kendilerine apaçık belgelerle geldikleri zaman onlar yanlarında olan ilimden dolayı sevinip böbürlendiler. Allah Teâlâ onların dünya işleriyle ilgili bilgilerini ve dünyanın idaresiyle alâkalı tecrübelerini kasdediyor. Nitekim «Onlar dünya hayatının yalnız dış yüzünü bilirler. Ve onlar âhiretten ise gafillerdir.» (Rûm, 7) buyuruyor. Peygamberler onlara diyanetle ilgili bilgileri getirince —ki bu, onların bilgilerinden en uzakta kalanıydı— peygamberleri onları dünyayı terketmeye, şehvet ve lezzetleri bırakmaya çağırınca buna iltifat etmediler, onları küçümseyip alay ettiler. Ve kendi bilgilerinden daha faydalı, daha çok menfaat celbeden bir bilgi bulunmadığına kanâat getirdiler. Böylece bu bilgileriyle sevindiler. Ya da bu bilgi, felsefecilerin ve dehrîlerin bilgisidir ki; onlar, Allah'ın vahiy gönderdiğini duydukları zaman, bunu inkâr edip peygamberlerin bilgisinin kendilerinin bilgisine göre çok küçük olduğunu ifâde ettiler. Nitekim Sokrat'ın Mûsâ (a.s.)nm peygamberliğinden haberdâr olduğu ve kendisine; onun yanına göç etsen, denildiği zaman; biz, eğitilmiş bir topluluğuz, bizi eğitecek kimseye ihtiyâcımız yoktur, dediği bildirilir. Ya da onlar peygamberlerin yanlarındaki bilgiye sevinç ve alay yollu sevindiler. Sanki Allah Teâlâ onların apaçık âyetlerle alay ettiklerini vahiy ilminin getirdiği gerçeklerle istihza ettiklerini, bundan sevinç ve neş'e duyduklarını bildirmektedir.24