Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Mümtehine
MÜMTAHİNE SÛRESİ2
margin:0cm;margin-bottom:.0001pt;text-align:center'> MÜMTAHİNE SÛRESİ
(Medine'de nazil olmuştur.)
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 — Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar, Rabbınız olan Allah'a inandığınızdan dolayı sizi ve peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda savaşmak ve hoşnûdluğumu kazanmak için çıkmışsanız; onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim, içinizden kim bunu yaparsa; şüphesiz ki doğru yoldan sapmış olur.
2 — Şayet onlar, sizi ele geçirirlerse; size düşman kesilirler. Kötülükle ellerini ve dillerini uzatırlar. Ve sizin kâfir olmanızı isterler.
3 — Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda veremezler. Allah, kıyamet günü onlarla sizin aranızı ayırır. Ve Allah, işlediklerinizi görendir.
Bu sûrenin baş tarafının nüzul sebebi Hâtıb tbn Ebu Beltea hadisesidir. Şöyle ki: Hâtıb denilen bu kişi, Bedir savaşma katılmış muhacirlerden idi. Mekke'de malı ve çoluk-çocuğu bulunuyordu. Kendisi Kureyş'li olmamakla beraber Hz. Osman'ın müttefiki idi. Mekke'liler sözleşmelerini bozunca Rasûlullah Mekke'yi fethetmek istediğinde, müs-lümanlara savaş için hazırlanmalarını emretti. Ve dedi ki: Allah'ım, bizim haberimizi onlardan sakla. Bu Hâtıb bir mektûb yazdı, Kureyş'li bir kadınla onu Mekke'ye yolladı ve onlann yanında kendisine destek sağlamak için Rasûlullah (s.a.)ın maksadını onlara bildirdi. Peygamberinin duasını kabul etfen Allah Teâlâ bu durumu Rasûlüne haber verdi. Rasûlullah (s.a.) kadının peşinden adamlar yolladı ve ondan mektubu aldı. Bu husus sıhhatında ittifak bulunan hadîste açıkça belirtilmiştir.
İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Süfyân... Ubeydullah İbn Ebu Râfi'den nakletti ki; o, Hz.,Ali (r.a.)nin şöyle dediğini işitmiş: Rasûlullah (s.a.) beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı yollayarak buyurdu ki: Hâh bahçelerine (Medine'ye 12 mil mesafede bir yer) varıncaya kadar gidin. Orada üzerinde mektûb bulunan bir kadın var, mektubu o kadından alın. Biz atımızla yarışarak, bahçenin bulunduğu yere geldik ve orda kadım gördük. Ona; mektubu çıkar, dedik. Kadın; yanımda mektûb diye bir şey yok, dedi. Biz; ya mektubu çıkarırsın, ya da üstündeki elbiseleri yırtarız, dedik. Hz. Ali der ki: Kadın, saçının örgülerinin arasından mektubu çıkardı ve biz onu alıp Rasûlullah (s.a.)a getirdik. Bir de baktık ki mektûbta şöyle yazılıydı: Hâtıb İbn Ebu Beltea'dan Mekke'deki müşrik halka. Hâtıb, Rasûlullah (s.a.)m bazı durumlarını Mek-ke'li müşriklere haber veriyordu. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ey Hâtıb bu nedir? O dedi ki: Benim hakkımda karâr vermekte acele etme. Doğrusu ben, Kureyş'lilere ilişmiş bir adamdım, onlardan değildim. Seninle beraber hicret edenlerin ailesini Mekke'deki akrabalar koruyordu. Ben neseb bakımından onlardan olmadığım için yakınlarımı korumalarını sağlayacak bir güç oluşturmak istedim. Dinimden döndüğüm veya küfre daldığım veya İslâm'dan sonra küfre razı olduğum için bunu yapmadım. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O, size doğruyu söylüyor. Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: Bırak da şu münâfıkın boynunu vurayım. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O, Bedir savaşına katıldı. Bilir misin Allah Teâlâ Bedir savaşına katılanlar için; istediğinizi yapın, Ben sizi bağışladım, demiştir. îbn Mâce dışında hadîs imamlarının hepsi bu hadîsi tahrîc etmişlerdir. Ancak rivayet, Süfyân İbn Uysyne kanalıyla... Ubeydullah îbn Ebu Râfi'den başka şekilde nakledilmiştir. Buhârî, el-Mağâzî bahsinde bu ifâdelere ilâve olarak şöyle der: Bunun üzerine Allah Teâlâ «Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.» sûresini inzal buyurdu. Tefsir kitabında ise Amr'ın Hâtib İbn Ebu Beltea hakkında: «Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin...» âyeti nazil olmuştur, der, sonra şöyle ilâve eder: Âyetin hadîsin içinde mi yer aldığını, yoksa Amr'ın mı söylediğini bilmiyorum. Buhârî der ki: Ali îbn el-Medînî dedi ki: «Ey îmân .edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.» âyetinin nüzul sebebi, Süfyân İbn Uyeyne'ye sorulduğunda, o şöyle dedi: Bu, insanların anlattıkları rivayette yer almaktadır. Ben onu Amr'dan ezberledim ve bir harfini bile terketmedim. Benden başka birisinin onu ezberlemiş olduğunu da bilmiyorum.
Buhârî ve Müslim, Sahihlerinde Husayn İbn Abdurrahmân'ın... Hz. Ali'den naklettiği rivayette Hz. Ali der ki: Rasûlullah (s.a.) beni, Ebu Mersed'i, Zübeyr İbn Avâmm'ı gönderdi. Hepimiz de süvârî idik. Ve dedi ki: Hâh bahçelerine ulaşıncaya kadar gidin. Orada müşriklerden bir kadının üzerine Hâtıb'm müşriklere yazdığı mektubu bulacaksınız. Oraya vardığınızda Rasûlullah (s.a.)in buyurduğu gibi kadın devesinin üzerinde gidiyordu. Biz ona; mektûb, dedik. O; benim yanımda mektûb diye bir şey yok, dedi. Biz onu durdurup araştırdığımızda mektubu bulamadık ve; Allah'ın Rasûlü yalan söylemez, ya mektubu çıkarırsın veya seni soyarız, dedik. Kadın, mes'elenin ciddî olduğunu anlayınca, çarşafının bağlandığı noktaya yöneldi ve mektubu çıkardı. Biz mektûb ile beraber Rasûlullah'a geldik. Hz. Ömer dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü; o, Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere ihanet etmiştir. Bırak da onun boynunu vurayım. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Seni yaptığın işe sevke-den sebep nedir? O, dedi ki: Allah'a andolsun ki ben, Allah'a ve Rasûlüne inanan bir kişiden başkası değilim. İstedim ki kavmim yanında Allah'ın bu sayede ailemi ve malımı koruyacağı bir gücüm olsun. Ashabından herkesin orada Allah'ın onunla ailesini ve malını koruduğu bir akrabası bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Doğru söyler, ona hayırdan başka bir şey demeyin. Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: Muhakkak ki o Allah'a, Rasûlüne ve müminlere ihanet etmiştir, bırak da boynunu vurayım. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O, Bedir ehlinden değil mi? Ve devam etti: Belki Allah Bedir ehlinin durumuna muttali' olmuştur da bu sebeple onlar için;' istediğinizi yapın, Ben size cenneti vâcib kıldım veya Ben sizi bağışladım, buyurmuştur. Bunun üzerine Ömer, iki gözü yaşararak; Allah ve Rasûlü en iyisini bilendir, demiştir. Bu, Buhârî'nin el-Mağazî bölümünün Bedir Savaşı kısmındaki ifadesidir. Bu hadîs bir başka vecihle Hz. Ali'den şöyle rivayet edilir: İbn Ebu Hatim dedi ki: Bana Ali İbn Hasan... Hz. Ali'nin şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah (s.a.) Mekke'ye yürümek istediğinde, bu isteğini ashabından bir kısmına gizlice haber verdi. Bunların arasında Hâtib İbn Ebü Beltea da bulunuyordu. Halka da, Hayber'e gitmek istediği haberini yaydı. Hz. Ali der ki: Hâtıb İbn Ebu Beltea, Mekke halkına haber göndererek; sizin üzerinize gelmek istiyor, dedi. Bu durum Hz. Peygambere bildirildi. Hz. Ali der ki: Rasûlullah (s.a.) beni ve Ebu Mersed'i gönderdi. İçimizde herkesin de atı vardı. Ve buyurdu ki: Hâh bahçesine gidin, orada üzerinde mektûb bulunan bir kadınla karşılaşacaksınız. O kadından onu alın. Biz yola koyulduk ve Rasûlullah (s.a.)m belirttiği yerde kadını gördük ve ona: Mektubu ver, dedik. Kadın; benim yanımda mektûb yok, dedi. Biz onun eşyalarını indirip tedkîk ettik, eşyaları arasında mektubu bulamadık. Ebu Mersed dedi ki: Belki de mektûb üzerinde yoktur. Ben ise; ne Rasûlullah (s.a.) ne de biz yalan söylemedik, dedim. Ve kadına; ya onu çıkarırsın, ya da seni çırılçıplak soyarız, dedim. Kadın; Allah'tan korkmaz mısınız? Siz müslüman değil misiniz? dedi. Biz, ona; ya mektubu çıkarırsın veya seni çırılçıplak soyarız, dedik. Amr İbn Mürre dedi ki: Kadın mektubu çarşafının bağının arasından çıkardı. Habîb İbn Ebu Sabit ise; kadın onu ön tarafından çıkardı, dedi. Onu Rasûlullah (s.a.)a getirdiğimizde mektubun Hâtıb İbn Ebu Beltea tarafından yazılmış olduğu görüldü. Bunun üzerine Hz. Ömer kalktı ve; ey Allah'ın Rasûlü; o, Allah'a ve Rasûlüne ihanet etti, bana izin ver de boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O, Bedir savaşına katılmadı mı? Onlar; evet, dediler. Hz. Ömer de: Evet, ama o dönüp düşmanlarına senin aleyhinde destek sağladı, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Allah Teâlâ Bedir ehlinin durumundan bir şey bildiği için olmalı ki; istediğiniz gibi yapın, Ben sizin yaptıklarınızı görmekteyim, buyurdu, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in iki gözü ya-şarıp; Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedi. Rasûlullah (s.a.) Hâtıb İbn Ebu Beltea'ya haber gönderdi; ey Hâtıb bu yaptığın şeye seni sevkeden nedir? dedi. Hâtıb dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü; ben, Kureyş'lilere ilişmiş bir adamdım. Benim orada malım ve ailem vardı. Ashabından herkesin Mekke'de ailesini ve malını koruyan bir kimsesi vardır. Ben onlara bu mektubu bu sebeple yazdım. Allah'a andolsun ki ey Allah'ın Rasûlü; ben, Allah'a ve Rasûlüne muhakkak .inanan birisiyim, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Hâtıb doğru söyler, onun için iyilikten başka bir şey demeyin. Habîb tbn Ebu Sabit der ki: İşte bunun üzerine Allah Teâlâ «Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.» âyetini inzal buyurdu. İbn Cerîr Taberî de Abd îbn Humeyd kanalıyla.,. Ebu Sinan Saîd İbn Sinan'dan aynı rivayeti nakleder.
Bu hususu Mağâzî ve Siyer kitablannın sahipleri de zikrederler. Nitekim Muhammed İbn İshâk İbn Yessâr Sîret'inde der ki: Bana Mu-hammed İbn Ca'fer İbn Zübeyr, Urve îbn Zübeyr ile diğer bilginlerimizden nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) Mekke'ye sefer etmek istediğinde Hâtıb îbn Ebu Beltea Kureyş'lilere Rasûlullah'ın oraya sefer için karâr verdiğini bildiren bir mektûb yazdı. Sonra onu bir kadına verdi. —Muhammed İbn Ca'fer bu kadının Müzeyne kabilesinden olduğunu iddia etmiştir. Başkaları ise onun Abdulmuttalib oğullarının cariyesi Sara olduğunu iddia etmişlerdir— Hâtıb Mektubu, Kureyş'lilere ulaştırması halinde kadına bir şeyler de vermişti. Kadın mektubu başına koydu, sonra Örgülerini ördü ve mektûbla beraber çıkıp gitti. Rasûlullah'a gökten Hâtıb'ın yaptıklarını bildiren haber gelince, Rasûlullah (s.a.) Ali İbn Ebu Tâlib ve Zübeyr tbn Avam'ı göndererek buyurdu ki: Hâtıb'ın Kureyş'lilere mektûb gönderdiği kadına varın. O, bizim verdiğimiz karârı onlara bildirerek Kureyş'lileri uyarmaktadır. Bu ikisi çıkıp yola koyuldular ve kadını Huleyfe denilen mahalde yakaladılar. Burası Ebu Ahmed Oğullarının Huleyfe'si adını alıyordu. Onu Hu-leyfe'ye indirdiler ve yükünü araştırıp incelediler, bir şey bulamadılar. Ali İbn Ebu Tâlib ona şöyle dedi: Ben, Allah adına yemîn ederim ki; ne Rasûlullah, ne de biz yalan söylemeyiz. Sen; ya bu mektubu çıkarırsın, ya da seni soyarız. Kadın, Hz. Ali'nin ciddî olduğunu görünce; geri dön, dedi. O da geri döndü. Kadın başının örgülerini çözüp içinden mektubu çıkardı ve Hz. Ali'ye verdi. Hz. Ali onu Rasûlullah (s.a.)a getirdi. Rasûlullah (s.a.)1 Hâtıb'ı çağırarak dedi ki: Ey Hâtıb seni böyle yapmaya sevkeden nedir? O dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, doğrusu Allah'a yemîn ederim ki; ben, Allah'a ve Rasûlüne inanan bir kişiyim. İnancımı değiştirmiş değilim. Ancak ben, o kavim arasında aile ve akrabası olmayan bir kişiydim. Ailem ve çocuklarım onların arasında bulunuyordu. Böylece onlar için bunu yaptım. Ömer İbn Hattâb dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü; bırak da onun boynunu vurayım, çünkü adam münafıklık etti. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ne biliyorsun ya Ömer, belki de Allah Bedir günü Bedir halkının durumundan haberdâr olarak: Dilediğinizi yapın. Ben sizi bağışladım, buyurmuştur. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, Hâtıb hakkında Mümtahine sûresinin başından dördüncü âyetin sonuna kadar olan kısmı inzal buyurdu. Ma'mer de Zührî kanalıyla ür-ve'den buna benzer bir rivayeti nakletmiştir. Mukâtil İbn Hayyân da aynı olayı zikrederek der ki: Bu âyetler Hâtıb İbn Ebu Beltea hakkında nazil olmuştur. O, Hâşimoğullarınm cariyesi Sâra'yı göndererek ona on dirhem vermişti. Rasûlullah (s.a.) da onun peşine Ömer İbn Hat-tâb ile Ali îbn Ebu Tâlib'i yollamıştı. Bu ikisi, kadını Cuhfe'de yakalamışlardı... Daha sonra Mukâtil îbn Hayyân kıssayı yukarıda geçtiği gibi tamamıyla zikreder. Süddî de buna yakın bir ifâde ile aynı rivayeti nakleder. Avfî, İbn Abbâs'tan, Mücâhid ve Katâde ile bir başkası da bu âyetlerin Hâtıb İbn Ebu Beltea hakkında nazil olduğunu söylerler.
«Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz.» Bu âyet ile; Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere savaş açan kâfirler ve müşrikler kasdedilmiştir. Allah onlara düşman olmayı ve onlarla savaşmayı emretmiş, onları dost ve arkadaş edinmeyi yasaklamıştır. Nitekim bir başka âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Ey îmân edenler, yahûdî ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinirse; o da, onlardandır.» (Mâide, 51) Bu ifâde şiddetli bir tehdîd ve kuvvetli bir azâb vaadidir. Bir başka âyet-i kerîme'de de Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Ey îmân edenler, sizden önce kendilerine kitâb verilenlerden, dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz Allah'tan korkun.» (Mâide, 57). Bir diğer âyet-i kerîme'de de şöyle buyurmaktadır: «Ey îmân edenler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?» (Nisa, 144) ve yine Hak Teâlâ «mü'minler, mü'minleri bırakıp ta; kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa; artık Allah ile dostluğu kalmaz. Ancak onlardan sakınmanız müstesnadır. Allah, size kendisinden korkmanızı emrediyor.» (Âl-i İmrân, 28) buyurmaktadır. Ailesi ve mallan onların yanlarında olduğu için Kureyş'lüere iyi davranış gösterisinde bulunduğunu söylemesi üzerine Rasûlullah, Hâtıb İbn Ebu Beltea'nın özrünü kabul etmiştir. Burada İmâm Ahmed İbn Hanbel'in rivayet ettiği şu hadîsi de zikredelim: Bize Mus'ab İbn Selâm... Rebî İbn Hirâş'tan nakletti ki; o, ben Huzeyfe'nin şöyle dediğini işittim, demiş: Rasûlullah bize bir, üç, beş, yedi, dokuz ve on bir çeşit misâl verdi. Bunlardan birini örnek olarak gösterdi, diğerlerini bıraktı. Buyurdu ki: Bir kavim zayıf ve miskin bir topluluk idi. Zorba ve düşman bir kitle onlarla savaşa girişti. Allah o zayıf kitleyi zorbalara gâlib getirdi de, onlar düşmanları üzerine yürüyüp emirleri altında kullanmaya başladılar. Bunun üzerine Allah'a ulaşacakları güne kadar Allah onların aleyhinde gazabını indirdi.
«Halbuki onlar, Rabbınız olan Allah'a inandığınızdan dolayı sizi ve peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar.» Bu ifâde, öncesiyle birlikte düşmanlara karşı tahrîk ve onları dost edinmekten alıkoyma hedefine yöneliktir. Çünkü onlar; Rasûlullah ve ashabını tevhîd inancı ve yalnız Allah'a samimiyetle bağlılıkları nedeniyle aralarından çıkarmışlardı. Bunun için âyet-i kerîme, «Rabbımz olan Allah'a inandığınızdan dolayı» buyuruyor. Onlara göre sizin biricik suçunuz; âlemlerin Rabbı olan Allah'a inanmanızdı. Nitekim başka âyet-i kerîme 'lerde bu husus şöyle ifâde edilir: «Onlardan, yalnızca Aziz, Hamîd Allah'a inanmalarından dolayı intikam almışlardı.» (Bürûc, 8) ve yine «Onlar ki; haksız yere ve sâdece; Rabbımız Allah'tır, dedikleri için yurdlarından çıkarılmışlardır.» (Hacc, 40) buyurmaktadır.
«Eğer siz, Benim yolumda savaşmak ve hoşnûdluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz?» Eğer böyle iseniz, onları dost edinmeyin. Benim rızâmı kazanmak için Benim yolumda cihâda çıkmış iseniz, Benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin. Çünkü onlar, sizin dininize düşman olduklarından ve hakkınızda kin beslediklerinden dolayı sizi yurdlarınızdan ve mallarınızdan etmişlerdir.
«Onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim.» Ben sizin gizli ve açık her şeyinizi bildiğim halde siz nasıl böyle davranabilirsiniz, «İçinizden kim bunu yaparsa; şüphesiz ki doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar, sizi ele geçirirlerse; size düşman kesilirler. Kötülükle ellerini ve dillerini uzatırlar.» Eğer size güç yetirecek olurlarsa; söz ve fiille size her türlü işkenceyi yapmaktan çekinmezler ve «Sizin kâfir olmanızı isterler.» Size hiç bir hayrın ulaşmamasını hırsla isterler. Onlar, sizin gizli açık düşmanlannız-dırlar. öyleyse bu gibileri, nasıl dost edinebilirsiniz? Bu ifâde aynı zamanda onlara düşmanlık etmeyi teşvik etmektedir.
«Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda veremezler. Allah, kıyamet günü onlarla sizin aranızı ayırır. Ve Allah, işlediklerinizi görendir.» Allah size kötülük murâd ettiği zaman, akrabalığınız Allah katında size hiç bir fayda sağlamaz. Siz onları, Allah'ı kızdıracak bir şekilde memnun edecek olursanız; onların size asla faydası dokunmaz. Yakınlarını memnun etmek için ailesiyle küfürde uyuşan kişi, kaybetmiş, hüsrana uğramış ve amelini heba etmiştir. Allah katında hiç bir kimsenin akrabalığı ona yarar sağlamaz. İsterse peygamberlerden bir peygamberin yakını olsun. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Affân... Enes'ten nakletti ki; adamın birisi Rasûlullah (s.a.)a: Ey Allah'ın Rasûlü; babam nerede? dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ateşte. Adamın yüzündeki durumu görünce buyurdu ki: Doğrusu benim babam da senin baban da ateştedir. Müslim ve Ebu Dâvüd bu hadîsi Hammâd İbn Seleme kanalıyla Sâbit'ten naklederler.1
4 — İbrahim'de ve onun beraberinde olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardı. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp taptığınız başka şeylerden uzağız. Sizi inkâr ediyoruz. Yalnız Allah'a inanıncaya kadar bizimle sizin aranızda ebedî düşmanlık ve öfke belirmiştir. Yalnız İbrahim'in, babasına; andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Ama Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi defetmeye gücüm yetmez, demesi müstesna. Ey Rabbımız, Sana tevekkül ettik ve Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sana'dır.
5 — Ey Rabbımız, bizi o küfredenler için bir fitne kılma. Bağışla bizi. Ey Rabbımız, doğrusu Aziz, Hakim olan Sensin Sen.
6 — Andolsun ki; -sizlerden, Allah'ı ve âhiret gününü umanlar için onlarda güzel bir örnek vardır. Kim de yüz çevirirse; muhakkak ki Allah Ganî'dir, Hamîd'dir.
Kâfirlere karşı şiddetli davranmayı, onlara düşmanlık etmeyi ve onlardan kaçınarak uzaklaşmayı mü'min kullarına emreden Allah Teâlâ buyuruyor ki: «İbrahim'de ve onun beraberinde olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardı.» Onunla beraber kendisine inanan tâbi'le-rinde. «Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp taptığınız başka şeylerden uzağız.» Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp taptığınız şeylerden uzaklaştık. «Sizi inkâr ediyoruz.» Sizin dininizi ve yolunuzu reddediyoruz. «Yalnız Allah'a inanıncaya kadar bizimle sizin, aranızda ebedî düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Siz, Allah'ın birliğini kabul ederek yalnız ve yalnız O'na ibâdet edip şirkten uzaklaşıncaya, O'nun dışında taptığınız putları ve heykelleri reddedinceye kadar, bizimle sizin aranızda düşmanlık ve öfke belirmiştir.
«Yalnız İbrahim'in, babasına; andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Ama Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi defetmeye gücüm yetmez, demesi müstesna.» Sizin için İbrahim'de ve onun kavminde örnek alacağınız güzel bir numune vardır. Yalnızca İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi müstesnadır. Bu, ona vermiş olduğu bir va'din yerine getirilmesinden ibaretti. Ancak İbrahim'e babasının Allah'ın düşmanı olduğu tebeyyün edince ondan uzaklaşmıştı. Çünkü mü'-minlerden bir kısmı şirk üzere Ölmüş olan babalarına dua ediyor ve mağfiret dileyerek; İbrahim de babasına mağfiret dilemişti, diyorlardı. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle «Cehennem ashabı oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra —akraba bile olsalar— müşrikler için mağfiret dilemek peygambere ve mü'minlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi; sadece ona verdiği bir vaadden dolayı idi.( Ama onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca; ondan uzaklaştı. Muhakkak ki İbrahim, çok içli ve halîm idi.» (Tevbe, 113-114) Burada ise Allah Teâlâ «İbrahim'de ve onun beraberinde olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp taptığınız başka şeylerden uzağız. Sizi inkâr ediyoruz. Yalnız Allah'a inanmcaya kadar bizimle sizin aranızda ebedî düşmanlık ve öfke belirmiştir. Yalnız İbrahim'in, babasına; andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Ama Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi defetmeye gücüm yetmez, demesi müstesna.» buyuruyor. Yani İbrahim'in bu davranışı sizin için örnek değildir. Müşriklere mağfiret dilemesi sizin için Örnek teşkil etmez. İbn Abbas, Mü-câhid, Katâde, Mukâtil, Dahhâk ve bir başkası böyle demiştir.
Bilâhare Allah Teâlâ İbrahim'in ve beraberinde bulunanların, kavimlerinden uzaklaşarak Allah Azze ve Celle'ye sığındıklarını ve şöyle yalvardıklarım haber veriyor: «Ey Rabbımız, Sana tevekkül ettik ve Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sana'dır.» Bütün işlerde Sana dayandık. Bütün işlerimizi Sana teslim ettik ve Sana bıraktık. Âhiret diyarında dönüş Sana'dır. «Ey Rabbımız, bizi o küfredenler için bir fitne kılma.» Mücâhid der ki: Bu âyetin anlamı şöyledir: Ey Rabbımız; onların eliyle de bizi azâblandırma, Senin katındakilerin vasıtasıyla da azâblandırma. Çünkü onlar; eğer bunlar hak yolda olsalardı bu azâb başlarına gelmezdi, derler. Dahhâk da böyle mânâ vermiştir. Katâde ise der ki: Onları bize gâlib kılma. O takdirde bununla fitneye düşerler ve kendileri hak üzere oldukları için bize gâlib olduklarını sanırlar. İbn Cerîr Taberî de bu mânâyı tercih etmiştir. Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'ın bu âyete şöyle mânâ verdiğini bildirir: Onları bizim üzerimize musallat etme ki bizi fitneye sevkederler.
«Bağışla bizi. Ey Rabbımız, doğrusu Aziz, Hakim olan Sensin Sen.» Bizim günâhlarımızı başkalarına gösterme. Bizimle Senin aranda bulunan şeylerden dolayı «Bizi affet. Doğrusu Azîz, Hakim olan Sensin Sen.» Senin kanatların altına sığmanın asla horlanmayacağı, sözlerinde ve fiillerinde, teşrîat ve takdirinde hikmet sahibi olan Sensin Sen. «Andolsun ki; sizlerden, Allah'ı ve âhiret gününü umanlar için onlarda güzel bir örnek vardır.» Bu, daha önce geçen buyruğun te'kîdi mahiyetindedir. Çünkü burada tesbît edilen örnek, öncekinin aynıdır. «Allah'ı ve âhiret gününü umanlar için» kavli ise Allah'ı ve âhireti kabul edenleri teşvik sadedindedir. «Kim de yüz çevirirse; muhakkak ki Allah, Ganîdir, Hamîd'dir.» Allah'ın emrettiğinden yüz çevirenler için O. Ganî'dir, Hamîd'dir. Bu âyet-i kerîme İbrahim süresindeki şu âyete benzemektedir: «Siz ve yeryüzünde bulunanlar hepsi nankörlük etseniz; muhakkak ki Allah, müstağni ve hamde lâyık olandır.» (İbrahim, 8). Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'ın «Ganî'dir» kavline; zenginliği mükemmel olan, anlamını verdiğini bildirir. Mükemmel zenginlik Allah'ın sıfatıdır, başkası için bu mümkün değildir. Çünkü O'nun dengi ve benzeri hiçbir şey yoktur. Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ı tenzih ederiz. «Hamîd'dir» Mahlûkâtının hamdine lâyık olandır. Bütün fiil ve sözlerinin hepsinde övülendir. O'ndan başka ilâh, O'ndan ayrı Rab yoktur.2
7 — Olur ki Allah; sizinle, onlardan düşman olduğunuz kimseler arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah Kadîr'dir. Ve Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
8 — Sizinle din uğrunda savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı Allah yasaklamaz. Doğrusu Allah, âdil olanları sever.
9 — Allah; sadece sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurdlarmızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse; işte onlar, zâlimlerin kendileridir
Allah Teâlâ mü'min kullarına; kâfirlere düşmanlık etmelerini emrettikten sonra buyuruyor ki: «Olur ki Allah; sizinle, onlardan düşman olduğunuz kimseler arasında yakında bir dostluk peyda eder.» Nefretten sonra sevgi, kızgınlıktan sonra dostluk ve ayrılıktan sonra ülfet peyda eder. «Allah, Kadîr'dir» Birbirine zıd, birbirinden ayrı ve farklı olan şeyleri birleştirmeye dilerse muktedirdir. Düşmanlık ve katılıktan sonra kalblerin arasını uyuşturur da, hepsi tek bir varlık haline gelir. Nitekim Allah Teâlâ Ansâr'a minnet ederek şöyle buyurmaktaydı: «Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşman idiniz de O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz, bir ateş uçurumunun tâm kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı.» (Âl-i İmrân, 103). Nitekim Rasûlullah (s.a.) da onlara şöyle demişti: Sizi sapıklar olarak bulup ta benim vâsıtamla Allah hidâyete erdirmedi mi? Siz ayrı ayrı gruplar idiniz de benim vâsıtamla Allah sizi birbirinize ısındırmadı mı? Enfâl sûresinde ise şöyle buyurmaktadır: «Seni ve mü'minleri yardımıyla destekleyen O'dur. .Ve onların kalblerini birleştirmiştir. Eğer yeryüzünde bulunan her şeyi sarfetsen yine de onların kalblerini birleştiremezdin. Fakat Allah birleştirdi onların arasını. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir.» (Enfâl, 62-63). Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: Dostunu yavaş yavaş sev; belki bir gün düşmanın olur. Düşmanına da yavaş yavaş kız; belki bir gün dostun olur. Şâir de der ki:
«Belki de Allah bir süre sonra birbirinden uzak iki dostu birleştirir, Halbuki onlar hiç buluşmayacaklarını sanırlardı.» «Ve Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.» Kâfirler, tevbe edip Rablarına yöneldikleri ve O'na teslim oldukları takdirde küfürlerinden dolayı onları affeder. Çünkü O, hangi günâh olursa olsun kendisine tevbe edenin tev-besini bağışlar ve merhamet eder.
Mukâtil İbn Hayyân der ki: Bu âyet Ebu Süfyân Sahr İbn Harb hakkında nazil olmuştur. Çünkü Rasûlullah (s.a.) onun kızıyla evlenmiş ve böylece aralannda bir dostluk teşekkül etmişti. Mukâtil'in söylediği bu ifâdenin üzerinde durulması gerekir. Çünkü Rasûlullah (s.a.), Ebu Süfyân'ın kızı Ümmü Habîbe ile fetihten önce evlenmişti. Ebu Süfyân ise ancak fetih gecesi müslüman olmuştu. Bu konuda ihtilâf yoktur. Bundan çok daha güzeli İbn Ebu Hâtim'in rivayet ettiği şu haberdir: Bana Muhammed İbn Azîz... İbn Şihâb'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) Harb oğlu Ebu Süfyân'ı Yemen'de bir yere vâlî tâyîn etmiş. Rasûlullah (s.a.) vefat edince Ebu Süfyân geri dönmüş ve Zu'l-Ham-mâr'ın irtidât ettiğini öğrenince; onunla karşılaşıp savaşmıştı. Böylece Ebu Süfyân din uğrunda cihâd eden ve mürtedlerle ilk savaşan kişi olmuştu. İbn Şihâb der ki: Ebu Süfyân «Olur ki Allah; sizinle, onlardan düşman olduğunuz kimseler arasında yakında bir dostluk peyda eder.» âyeti hakkında nazil olan kimselerdendir. Müslim'in Sahîh'inde İbn Ab-bas'tan nakledilir ki; Ebu Süfyân şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü; senden üç şey istiyorum onları bana ver. Rasûlullah (s.a.); peki, demişi Ebu Süfyân; müslümanlarla savaştığım gibi kâfirlerle savaşmam için beni emîr ta'yîn et. Rasûlullah (s.a.); peki, demiş. Ebu Süfyân; Muâviye'-yi yanında.kâtib yap, deyince Rasûlullah (s.a.); peki, demiş Ebu Süfyân, araplann en güzeli ve en iyi kadını kızını Ümmü Habîbe'dir, onu seninle evlendireceğim. Bu hadîs üzerine daha önce söz edilmişti.
«Sizinde din uğrunda savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı Allah yasaklamaz.» Sizinle din uğrunda savaşmamış olan güçsüz, zayıf ve kadm kâfirlere iyilik yapmanızı Allah yasaklamaz. Âdil davranmanızı da yasaklamaz. «Doğrusu Allah, âdil olanları sever.» İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Muâviye... Hz. Ebubekir'in kızı Esmâ'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Sözleşme yaptıklarında Kureyş döneminde müşrik olan annem bana geldi. Ben, Rasûlullah'a varıp dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü; annem beni isteyerek yanıma geldi. Onunla buluşayım mı? Rasûlullah (s.a.); evet annenle buluş, dedi; Bu hadîsi Buhârî ve Müslim tahrîc etmişlerdir. İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Ârim... Abdullah İbn Zübeyr'in şöyle dediğini nakletti: Kuteyle, kızı Esma Bint Ebubekir'in yanına hediyelerle geldi. O zaman müşrik idi. Hediyeleri arasında yağda kızartılmış hardal, kurutulmuş sütten yapılmış bir yiyecek ve yağ vardı. Esma onun hediyelerini kabul etmek ve evine girmesine müsâade etmek istemedi. Durumu gidip Hz. Âİşe'ye sordu. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle «Sizinle din uğrunda savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı Allah yasaklamaz. Doğrusu Allah, âdil olanları sever.» âyeti nazil oldu. Böylece Rasûlullah onun hediyelerini kabul etmesini ve annesinin evine girmesine izin vermesini emretti, İbn Cerîr ve îbn Ebu Hatim de Mus'ab İbn Sabit kanalıyla Âmir İbn Abdullah İbn Zübeyr'den bu hadîsi rivâyei, ederler. İmâm Ahmed ve İbn Cerîr Taberî'nin rivayetinde Kuteyle'nin künyesi de yazılıdır. Buna göre Kuteyle Bint Abdülüzzâ îbn Esad'-dır. Mâlik Oğullarındandır. Ayrıca İbn Ebu Hatim şu ifâdeyi ekler: Kureyş ile Rasûlullah (s.a.)ın arasında anlaşma bulunduğu sürede.
Ebu Bekr Ahmed İbn Amr îbn Abd'ül-Hâlık el-Bezzâr der ki: Bize Abdullah İbn Şebîb... Urve'den nakletti ki Hz. Âişe ve Esma şöyle demişler: Rasûlullah (s.a.) ile Kureyşli'ler arasında muahede bulunduğu sırada müşrik olan annemiz Medine'de yanımıza geldi. Biz dedik ki: Ey Allah'ın Rasûlü, annemi2 bizi isteyerek Medine'ye gelmiş, onunla buluşalım mı? O: evet onunla buluşun, dedi. Sonra Ebu Bekr el-Bezaâr der ki: Bu hadîsin Zührî kanalıyla Urve'den ve Âişe'den naklinin yalnız bu vechini biliyoruz. Ben derim ki; bu hadîs, bu ifadesiyle münkerdir. Çünkü Âişe'nin annesi Ümmü Rûmân'dır ve o müslüman olmuş, hicret etmiş idi. Esmâ'nın annesi ise yukanda geçen hadîslerde belirtildiği gibi başka bir kadındı. Allah en iyisini bilendir.-
«Doğrusu Allah, âdil olanları sever.» Bu âyetin tefsiri Hucurât sûresinde geçmişti. Ben burada bir sahîh hadîsi aktaracağım: Âdil davrananlar; halklarına hüküm verirken adalet ettikleri ve adaletten 'dönmedikleri için Arş'ın sağında, nurdan minberler üzerindedirler.
«Allah; sâdece sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurdlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar.» Allah, size düşmanlıkla karşı 'koyanları, sizinle savaşanları ve yurdunuzdan çıkaranları ve sizin yurdunuzdan çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Dost edinmenizi yasakladığı gibi, onlara düşman olmanızı emreder. Daha sonra onları dost edinenlere tehdidini pekiştirerek buyuruyor ki: «Kim onları dost edinirse; işte onlar, zâlimlerin kendileridir.» Bu ifâde, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Ey îmân edenler; yahûdî ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim, onları dost edinirse; o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.» (Mâide, 51).3
10 — Ey îmân edenler; inanan kadınlar hicret ederek size gelirlerse, onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilir. Fakat siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz; artık onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların sarfettiklerini kendilerine geri verin. Mehirlerini verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde bir vebâl yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfetti-ğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.
11 — Eğer eşlerinizden kâfirlere bir şey geçecek olursa ve siz de gâlib durumda bulunursanız; eşleri gidenlere sarfettikleri kadarım verin. İnandığınız Allah'tan sakının.
Rasûlullah ile Kureyş'li kâfirler arasında yapılmış olan Hudeybiye sözleşmesi daha önce Fetih sûresinde geçmişti. Bu sözleşmede şu ibare de yer alıyordu: «Bizden bir kişi —senin dininden de olsa— sana gelecek olursa; onu mutlaka bize geri çevireceksin.» Bir başka rivayette bu madde şöyle kayıdlıdır: «Senin dininden de olsa, bizden bir tek ferd sana gelir; onu bize geri vereceksin.» Urve, Dahhâk, Abdurrahmân İbn Zeyd, Zührî, Mukâtil ve Süddî'nin kavli budur. Bu rivayete göre bu âyet-i kerîme sünnet ile tahsis edilmiştir. Sünnetin âyeti tahsis ettiğinin en güzel örneklerinden birisidir. Seleften bazılarına göre de; sünnet bu âyeti neshetmiştir. Çünkü Allah Azze ve Celle mü'min kullarına; inanan kadmlar hicret ederek kendilerine gelecek olurlarsa onları imtihan etmelerini ve onların inanmış olduklarım öğrenirlerse bir daha kâfirlere geri vermemelerini emretmektedir. Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmazlar.
Biz el-Müsned el-Kebîr'de Abdullah İbn Ebu Ahmed îbn Cahş'ın hal tercümesinde belirttiğimiz gibi Ebu Bekr İbn Âsim... Hüseyn İbn Ebu Lübâne'den nakletti ki; Abdullah İbn Ebu Ahmed şöyle demiş: Ukbe İbn Ebu Muayt'm kızı Ümmü Gülsüm hicret etti. Kardeşi İmâre ve Velîd Hz. Peygamberin yanına gelerek onunla konuştular ve Ümmü Gülsüm'ü kendilerine iade etmesini istediler. Bunun üzerine Allah Te-âlâ yalmz kadınlara mahsûs olmak üzere Peygamber ile müşrikler arasındaki ahdi (sözleşmeyi) bozdu ve kadınların müşriklere iade edilmesini yasakladı. Bunun üzerine imtihan âyeti denilen (bu âyet) nazil oldu, îbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... Ebu Nasr el-Esedî'den nakletti ki; İbn Abbâs'a; Rasûlullah (s.a.)m kadınları imtihan etmesi nasıldı? diye sorulmuş. İbn Abbas demiş ki: Rasûlullah (s.a.) onları Allah adma; kocasına kızdığı için yurdundan çıkmadığı, bir topraktan bir başka toprağı arzulayarak çıkmadığı, dünya adına ve dünya peşinde koşarak çıkmadığı, yalnız ve yalmz Allah ve Rasûlü için çıktığı konusunda akdettirerek söyletir ve imtihan ederdi. İbn Cerîr Taberî ayrıca bu hadîsi bir başka yolla Ağarr İbn Sabbâh'tan nakleder. Ebu Bekr el-Bezzâr da o yolla bu hadîsi rivayet eder.
Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Ey îmân edenler; inanan kadınlar hicret ederek size gelirlerse; onları imtihan edin.» âyeti konusunda şöyle demiştir: Onlar Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muham-med'in Allah'ın rasûlü ve kulu olduğuna şehâdet ederek imUhân edilirlerdi. Mücâhid der ki: «İmtihan edin» kavli; niçin geldiklerini soruşturun, demektir. Eğer kocalarına kızarak veya onları kızdırarak veya başka bir sebeple îmân etmeksizin gelmişlerse; onlan tekrar eşlerine döndürün. îkrime der ki: Onlara seni Allah ve Rasûlünün sevgisinden başka bir şey getirdi mi? Kocandan kaçmak veya bizlerden bir erkeğin sevgisi mi seni buraya getirdi? diye sorulur. Allah Teâlâ'nın «Onlan imtihan edin» kavlinin mânâsı işte budur. Katâde der ki: Onların imtihan edilmeleri şöyle idi: Sizi yurdunuzdan kocanıza karşı olan nefretiniz mi .çıkardı? İslâm'a ve müslümanlara sevgi ile İslâm tutkusundan başka bir şey mi çıkardı? diye Allah'a yemîn ettirilirlerdi. Bunu söyledikleri takdirde imtihanları kabul edilirdi.
«Fakat siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz; artık onları kâfirlere geri döndürmeyin.)) Bu ifâde, îmâna kesin olarak muttali' olmanın mümkün olduğunu göstermektedir.
«Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmazlar.» Bu âyet-i kerîme, müslüman kadınların müşrik erkeklerle evlenmesini haram kılmıştır. İslâm'ın başlangıç döneminde müşrik bir erkeğin mü'min bir kadınla evlenmesi caiz idi. Bu sebeple Peygamberin kızı Zeyneb'in kocası Ebu'l-Âs Rebî idi ve Zeyneb müslüman iken o, kavminin dinine bağlıydı. Bu sebeple Bedir günü esirler arasında Ebu'l-Âs İbn Rebî de bulununca karısı Zeyneb'i Peygambere göndererek annesi Hatice'den kendisine kalmış olan bir gerdanlığı vererek kurtulmak istemişti. Ra-sûlullah (s.a.) bu gerdanlığı görünce ona karşı içinde bir rikkat belirdi. Ve müslümanlara dedi ki: Eğer bunun fidyesini kabul edip esirini salıverirseniz yapın. Onlar da kabul ettiler. Rasûlullah (s.a.) kızı Zeyneb'i kendisine göndermek. şartıyla onu serbest bıraktı. Ebu'l-Âs İbn Rebî' va'dini yerine getirerek söyleneni yaptı ve Zey^ İbn Harise ile beraber Zeyneb'i Hz. Peygambere gönderdi. Hz. Zeyneb Bedir vak'asından sonra (yaklaşık ikinci yılda) Medine'de ikâmet etti. Nihayet kocası Ebu'l-Âs İbn Rebî' Hicret'in sekizinci senesinde müslüman oldu da ilk nikâh uyarınca Peygamber Zeyneb'i ona geri verdi ve onun için ayrıca bir mehir istemedi. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ya'-kûb... Abdullah İbn Abbâs'tan nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) kızı Zeyneb'i ilk nikâh ile kocası Ebu'l-Âs İbn Rebî'a geri verdi. Kocasının müslüman olmasından altı yıl Önce Zeyneb hicret etmişti. Onun için yeniden bir şâhid ve mehir istemedi. Ebu Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce de bu hadîsi rivayet ederler. Bazıları; iki yıl sonra iade etti, derler ki bu sahihtir. Çünkü Ebu'l-Âs îbn Rebî'in müslüman oluşu, müslüman kadınların müşriklere haram kılınmasından iki sene sonra olmuştur. Tirmizî der ki: Bu hadîsin isnadında bir eksiklik yoktur ve biz bu hadîsi bu şekliyle bilmiyoruz. Belki de Dâvûd İbn Husayn'ın mahfûzâtı arasında yer almıştır. Ben, Abd îbn Humeyd'in şöyle dediğini işittim: Yezîd îbn Harun'un, İbn İshâk'a bu hadîsi ve İbn Haccâc'ın Amr İbn Şuayb kanalıyla babasından, onun da dedesinden naklettiği şu hadîsi anlattığını duydum: Rasûlullah (s.a.) kızını Rebî' oğlu Ebu'1-Âs'a yeni bir mehir ve nikâh ile geri verdi. Yezîd der ki: Abdullah İbn Abbâs'ın hadîsi isnâd bakımından daha sağlamdır ve Amr İbn Şuayb'ın hadîsine dayanmaktadır. Ben derim ki; İmâm Ahnıed, Tirmizî ve İbn Mâce de Haccâc İbn Arta kanalıyla Amr İbn Şuayb'ın hadîsini nakletmişlerdir. İmâm Ah-med ve bir başkası ise bu hadîsi zayıf saymıştır. Allah en iyisini bilendir.
Cumhûr-u Ulemâ İbn Abbâs'ın hadîsine şöyle karşılık verirler: Belki de bu olayda henüz Zeyneb iddetini tamamlamamış olduğu için böyle buyurulmuştur. Çünkü ulemânın çoğunluğunun üzerinde birleştiği kanâata göre; iddet tamamlanır da kocası müslüman olmazsa; o kadının kocasıyla olan nikâhı bozulur. Başkaları da derler ki: îddet biterse kadın serbesttir. İsterse nikâh üzere durup devam eder, isterse nikâhı feshedip bir başka kocaya gider. Bunu Abdullah İbn Abbâs'ın hadîsine dayandırmışlardır. Allah en iyisini bilendir.
«Onların sarfettiklerini kendilerine geri verin.» Müşrik kocalarının Muhacir kadınlarına verdikleri mehir ve benzeri şeyleri tekrar kendilerine iade edin. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Zührî ve bir başkası böyle demiştir.
«Mehirlerini verdiğiniz zaman; onlarla evlenmenizde bir vebal yoktur.» Onların mehrini verirseniz, iddetin bitmesi ve diğer şartları yerine getirmek kaydıyla evlenebilirsiniz.
«Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.» Müşrik kadınlarla evlenip onlarla yaşamanın mü'min kullarına haram olduğunu Allah Azze ve Celle beyan ediyor. Sahîh bir hadîste Zührî, Urve'den o da Misver ve Mervan îbn Hakem'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş'li kâfirlerle muahede yapınca mü'min kadınlardan bir grup geldiler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle'nin «Ey îmân edenler; inanan kadınlar, hicret ederek size gelirlerse...» kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.» kavline kadar olan âyet-i kerîmesi nazil oldu. O gün, Hz. Ömer iki karısını boşadı. Bunlardan birisi Ebu Süfyân oğlu Muâviye ile, diğeri de Ümeyye oğlu Safvân ile evlendi. îbn Seur, Ma'mer kanalıyla Zührî'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) Hudeybiye altında bulunduğu sırada bu âyet indirildi. Orada yaptığı sözleşmede Mekke'lilerden kim Peygambere gelecek olursa; Peygamber onu tekrar iade edecekti. Kadınlar gelince bu âyet nazil oldu ve Rasûlullah (s.a.) o kadınların mehrinin kocalanna iade edilmesini emretti. Müşrik erkeklere de müs-lüman kadınlar gidecek olursa, onların da kocalanna mehirlerini vermesini hükme bağladı ve «Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.» buyurdu. Abdullah İbn Zeyd tbn Eşlem de böyle der. Allah Teâlâ'mn bu hükmü vermiş olmasının sebebi; müslümanlarla müşrikler arasında bulunan sözleşme idi.
Muhammed îbn İshâk... Zührî'den nakleder ki; o gün Muğîre oğlu Ebu Ümeyye'nin kızı Karîbe'yi Hz. Ömer boşadı ve onu Muâviye aldı. Ayrıca Huzâa kabilesinden Amr kızı Ümmü Külsûm'u da boşadı —ki bu Ubeydullah'ın annesidir— onunla da kendi kavminden bir kişi olan Ebu Cehm İbn Huzeyfe tbn Ğânim evlendi. Her ikisi de şirk üzere idiler. Talha îbn Ubeydullah da Abdulmuttalib oğlu Haris oğlu Rebîa kızı Ervâ'yı boşadı. Ondan sonra Âs oğlu Saîd oğlu Hâlid onunla evlendi.
«Sarfettiğinizi İsteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler.» Kâfirlere giden eşlerinize gittikleri takdirde harcadığınız nafakaları isteyin. Onlar da müslümanlara hicret eden eşlerine harcadıkları nafakaları istesinler.
«Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder.» Banş anlaşması ve kadınların bundan istisna edilmesi ve bütün bunlar Allah'ın mahlû-kâtı arasında vermiş olduğu hükümdür. «Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.» Kulları için neyin elverişli olduğunu bilir ve buna göre hükmeder.
«Eğer eşlerinizden kâfirlere bir şey geçecek olursa ve siz de gâlib durumda bulunursanız; eşleri gidenlere sarfettikleri kadarını verin.» Mücâhid ve Katâde der ki: Bu hüküm, kocalarına bir şey vermeden kanlan firar eden erkekler içindir. Bunlar müslümanlarla sözleşmesi bulunmayan kâfirler hakkındadır. Onlardan bir kadın müslümanlarm yanına gelecek olursa; onlar müslümanlardan giden kadının nafakasını ödeyinceye kadar müslümanlar onlara bir şey vermezler. İbn Cerîr Ta-berî der ki: Bize Yûnus... Zührî'den nakletti ki; Mü'minler Allah'ın hükmünü kabul edip kendi hanımlarına nafakalarını veren müşriklere emredildikleri nafakaları müslümanlar da verdiler. Ama müşrikler, Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde müslümanlara nafaka ödemeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ mü'minlere: «Eğer eşlerinizden kâfirlere bir şey geçecek olursa ve siz de gâlib durumda bulunursanız; eşleri gidenlere sarfettikleri kadarını verin. İnandığınız Allah'tan sakının.» âyetini indirdi. Bu âyetten sonra mü'minlerin eşlerinden herhangi bir kadın, müşriklere gidecek olursa; mü'minler onlann eşlerine ellerinde bulunanlardan bir nafaka tahsis ettiler. îmân edip hicret ede» eşlerine infâk etmekle emredildikleri müşriklerin mallarından onlara verdiler. Sonra bir şey kalacak olursa fazla olarak müşriklere geri verirlerdi.
Avfî, îbn Abbâs'ın bu âyet hakkında şöyle dediğini nakleder: Muhacirlerden bir kişinin eşi kâfirlere gidecek olursa; Rasûlullah (s.a.) onun harcadığı kadar malın ganimetten ona verilmesini emrederdi. Mü-câhid de böyle demiştir. Âyette geçen kelimesi; Kureyş'-lilerden veya başkalarından bir ganimet elde ederseniz, demektir. Bu takdirde âyetin mânâsı şöyle olur: Ve siz de onlardan bir ganimet elde ederseniz; eşleri gidenlere sarfettikleri kadarım verin. Yani mehirle-rini. Mesrûk, İbrgfhîm, Katâde, Mukâtil, Dahhâk, Süfyân İbn Hasan ve Zührî.de böyle demişlerdir. Bu ifâde birinci görüşle çelişmez. Çünkü birincisi mümkün olursa, daha evlâdır. Aksi takdirde kâfirlerin elinden alınan ganimetlerden onlara verilir ki bu da, bir genişletmedir. İbn Ce-rîr Taberî'nin tercih ettiği görüş de budur. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur.4
12 — Ey Peygamber; inanmış kadınlar; Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmemek, ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere biat etmeye geldikleri zaman, bîatlarım kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Buhârî der ki: Bize İshâk... İbn Şihâb'm kardeşi oğlundan nakletti ki; o, amcasına şöyle dediğini işitmiş: Bana Urve Peygamberin eşi Hz. Âişe (r.a.)nin şöyle dediğini haber verdi: Rasûlullah (s.a.) kendisine hicret eden mü'min kadınları «Ey Peygamber; inanmış kadınlar; Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayaklan arasından bir iftira düzüp getirmemek, ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere bîat etmeye geldikleri zaman, bîatlanm kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafûr'dur, Rahîm'dir.» âyeti ile onları imtihan ederdi. Urve Hz. Âişe'nin şöyle dediğini bildirdi: Mü'min kadınlardan bu şartı kabul edenlere Rasûlullah (s.a.); ben senin biatini kabul ettim, derdi. Bunu sözle söylerdi. Hayır, Allah'a andolsun ki; Peygamber hiç bir sözleşmede bir kadının elini eline değdirmemiştir. Onlar da; biz bu şartlar üzere sana bîat ettik, diyerek bîat ederlerdi. Bu ifâde Buhârî'nindir.
İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Abdurrahmân İbn Mehdî... Emîme Bint Rukayka'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Bazı kadınlarla birlikte Rasûlullah'ın yanına ona bîat etmek üzere geldik. Rasûlullah Kur'ân'da belirtildiği gibi: «Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak...» üzere-bizden söz aldı. Ve; gücünüz yettiği ölçüde, dedi. Biz; Allah ve Rasûlü bize kendimizden daha merhametlidir, dedik. Ey Allah'ın Ra-sûlü, bizimle musâfaha yapmayacak mısınız? dedik. Rasûlullah (s.a.) dedi ki: Ben, kadınlarla musâfaha yapmam. Sadece bir kadına söylediğim söz, yüz kadına söylediğim söz gibidir. Bu hadîsin isnadı sahihtir. Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce de bu hadîsi Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla rivayet ederler. Neseî de Sevrî kanalıyla Mâlik İbn Enes'ten rivayet eder. Hepsi de Muhammed îbn Münkedir kanalıyla Emîme'den naklederler. Tirmizî; bu hadîs hasendir, sahihtir. Ancak Muhammed İbn Münkedir kanalıyla bilmekteyiz, der. İmâm Ahmed ayrıca bu hadîsi Muhammed İbn İshâk kanalıyla, Muhammed İbn Münkedir'den, o da Emîme Bint Rukayka'dan rivayet eder. Bu rivayette fazla olarak; Peygamber bizden hiç bir kadınla musâfaha etmedi, ifâdesi yer almaktadır. İbn Cerîr Taberî de Musa kanalıyla, Muhammed İbn Münkedir'den o da Emîme Bint Rukayka'dan bu hadîsi rivayet eder. İbn Ebu Hatim de bu hadîsi Ebu Ca'fer er-Râzî kanalıyla Muhammed İbn Münkedir'den rivayet eder. Muhammed İbn Münkedir der ki: Emîme Bint Rukayka —ki o Fâtıma'nın teyzesi Hatice'nin bacısıydı— dan sözlü olarak bana anlattı ki der ve hadîsi sonuna kadar zikreder.
İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bana Ya'kûb... Selmâ bint Kays'-tan nakletti ki o Peygamberin teyzelerinden birisiydi, Rasûlullah (s.a.) ile iki kıbleye doğru birlikte namaz kılmıştı. Neccâr oğullarından Adiyy kabilesine mensûb bir kişinin hanımıydı. Selmâ der ki: Ben, Ansâr'-dan kadınlarla birlikte bîat etmek üzere Rasûlullah (s.a.)ın huzuruna vardım. Rasûlullah (s.a.), bizden, hiç bir şeyi Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, elimizle ayağımız arasında uydurduğumuz bir iftira ile kimseye bühtan etmemek ve emredilen şeylerden hiç birisinde Peygambere isyan etmemek üzere ahid aldı. Rasûlullah (s.a.) aynca; kocanıza hîls yapmayın, diye de ilâve etti. Selmâ der ki: Biz Peygambere bîat edip ayrıldıktan sonra içlerinden bir kadına dedim ki: Git Peygambere sor, kocamızı aldatmak da ne? O, Peygambere sorunca, Rasûlullah (s.a.); kocanın malını alıp onu başkasına vermendir, dedi. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize îbrâhîm İbn Ebu'l-Abbâs, Âişe Bint Kudâme'den —İbn Maz'ûn'un kızı Âişe nakletti ki; o, şöyle demiş: Ben, Huzâa kabilesinden Süfyân'ın kizı olan annem Râita. ile birlikte Hz. Peygamberin kadınlarından bîat aldığını ve şöyle dediğini duyduk: Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, ellerinizle ayaklarınızın arasında uydurduğunuz bir iftira ile bühtan etmemek ve hiç bir iyilikte bana isyan etmemek üzere sizden bîat alıyorum. Âişe Bint Kudâme der ki: Kadınlar başlarını önlerine eğip sustular. Rasû-lullah (s.a.) buyurdu ki: Gücünüz yettiğince peki, deyin. Onlar, gücümüz yettiğince peki, diyorlardı. Ben de onlarla beraber diyordum. Annem ise bana içinden; gücüm yettiğince peki, dememi telkin ediyordu. Ben ise onların dedikleri gibi diyordum.
Buhârî der ki: Bize Ebu Ma'mer... Ümmü Atıyye'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz Rasûlullah (s.a.) a bîat etmiştik. O, bize «Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak...» âyetini okudu. Bize bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladı. Bif kadın onun elini tutup; falanca beni bağırıp çağırarak ağlamaya şevketti onu cezalandırmak istiyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.) hiç bir şey söylemedi. Kadın gitti, sonra dönüp Rasûlullah (s.a.)a bîat etti. Müslim de aynı hadîsi rivayet eder. Bir rivayette ise ayrıca ondan ve Milhân kızı Ümmü Süleym'den başka kimse onu yerine getirmedi, kavli yer alır. Buhârî, Ümmü Atıyye'nin şöyle dediğini bildirir: Rasûlullah (s.a.) bizden bîat aldığında, yüksek sesle ağlamamamızı da şart koştu. Beş, kadının dışında kimse bu ahdi yerine getirmedi. Bunlar Ümmü Süleym, Ümmü Alâ, Muâz'ın karısı Ebu Sebre'nin kızı ve diğer iki kadın. Bir başka ifâdede de Ebu Sebre'nin kızı, Muâz'in karısı ve bir başka kadın, buyurulmuştur. Rasûlullah (s.a.) kadınlardan bayram günü bu bîatı alıyordu. Nitekim Buhârî der ki: Bize Muhammed İbn Abdurrahîm... Abdullah İbn Abbâs'm şöyle dediğini bildirdi: Ben, Rasûlullah (s.a.), Ebubekir, Ömer ve Osman ile Ramazân Bayramı namazını kıldım. Hepsi de hutbeden önce namaz kılıyor, sonra hutbe okuyordu. Rasûlullah (s.a.) hutbeden indi. Ben, onun tek tek eliyle erkekleri oturttuğunu görüyor gibiydim. Sonra erkekleri yararak Bilâl ile birlikte kadınların yanına kadar gitti ve şu âyeti okudu: «Ey Peygamber; inanmış kadınlar; Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek...» sonuna kadar âyeti okudu ve bitirince dedi ki: Siz bu söz üzere misiniz? Bir kadın; evet ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ondan başkası Peygambere cevap vermedi. Râvî Hasan bu kadının kim olduğunu bilmiyorum, der. Rasûlullah (s.a.); öyleyse tasaddük edin, dedi. Râvî der ki: Bilâl elbisesinin eteğini açtı, kadınlar büyük ve küçük yüzüklerini Bil&I'in eteğine atıyorlardı.
tmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Halef İbn Velîd, Amr İbn Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden nakletti ki; Rukayka kızı Emîme Rasûlullah (s.a.)ın yanına gelip İslâm üzere ona bîat etmiş. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Allah'a hiç bir şeyi şirk koşmamak, hırsizlik yapmamak, zina etmemek, çocuğunu öldürmemek, iki elinle ayağın arasından uydurduğun bir iftira ile bühtan etmemek, yüksek sesle bağırıp çağırarak ağlamamak ve câhiliyet açık saçıklığı gibi açılıp saçılmamak üzere senin bîatını kabul ediyorum. İmâm Ahnıed tbn Han-bel dedi ki: Bize Süfyân... Ubâde İbn Sâmit'ten nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz bir mecliste Rasûlullah (s.a.) ile beraberdik. Rasûlullah (s.a.), «Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmemek, ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere bîat etmeye geldikleri zaman, bîatiarını kabul et.» âyetini okudu. Sizlerden her kim sözünde durursa; onun ecri Allah'adır. Bunlardan herhangi birisine tutulur da cezâlandırılırsa; bu, onun -için keffârettir. Bunlardan herhangi bir şeye tutulup da Allah onu saklarsa bunun durumu Allah'a kalmıştır. İster onu bağışlar, isterse azâblandırır. Buhârî ve Müslim bu hadîsi Sahîh'lerinde tahrîc etmişlerdir. Muhammed İbn İs-hâk... Ubâde İbn Sâmit'in şöyle dediğini bildirdi: Ben, ilk Akabe'de hazır bulunanlardan idim. Biz 12 kişi idik. Kadınların bîat ettikleri gibi biz de Rasûlullah (s.a.)a bîat ettik. Bu, savaş emri gelmeden önce idi. Allah'a hiç bir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, iki elimiz ve ayağımızla uydurduğumuz bir bühtan ile gelmemek, ma'rûf konusunda Peygambere isyan etmemek üzere bîat ettik. Rasûlullah (s.a.) da buyurdu ki: Eğer bu bî-atınızı yerine getirirseniz; cennet sizindir. İbn Ebu Hatim de bu rivayeti nakletmiştir.
İbn Cerîr Taberî, Avfî kanalıyla Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) Hattâb oğlu Ömer'e emredip şöyle demesini bildirmiş: Onlara de ki: Rasûlullah (s.a.), Allah'a şirk koşmamak üzere sizden bîat almaktadır. Hz. Hamza'nın karnını yaran Rabîa oğlu Utbe'nin kızı Hind değişik kıyafetle kadınlar, arasında bulunuyordu. Dedi ki: Eğer ben konuşursam beni tanır, eğer beni tanırsa öldürür. O Rasûlullah (s.a.)tan ayrı durmak için kendini tanıtmamıştı. Hind'le beraber bulunan kadınlar sustular ve konuşmaktan kaçındılar. Hind kendini gizleyerek dedi ki: Erkeklerden kabul etmediğin bir şeyi kadınlardan nasıl kabul edersin? Rasûlullah (s.a.) ona kulak verip Ömer'e dedi ki: Onlara söyle hırsızlık da yapmasınlar. Hind dedi ki: Allah'a andolsun ki ben, Süfyân'dan bazı şeyler alıyorum. Onlar bana helâl midir, değil midir bilmem. Ebu Süfyân dedi ki: Kalan veya giden ne aldınsa onların hepsi sana helâldir. Bunun üzerine Rasûlullah gülüp onu tanıdı, çağırıp elinden tuttu ve ona dedi ki: Sen Hind misin? O; Allah geçmişi bağışlasın, dedi..Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) ondan ayrıldı ve «Zina etmesinler» dedi. Hind; ey Allah'ın Rasûlü, hür bir kadın hiç zina eder mi? dedi. Rasûlullah (s.a.): Hayır, Allah'a andolsun ki hür bir kadin zina etmez, dedi. Sonra. Rasûlullah (s.a.): Çocuklarını öldürmesinler, dedi. Hind: Sen onlann içerisinde en iyi bilen kişi olduğun halde Bedir günü onları Öldürdün, dedi. Rasûlullah (s.a.), «Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmemek, ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere» âyetini okudu. İbn Abbâs der ki: Onlann yüksek sesle ağlamalarını da yasakladı. Çünkü câhiliyet halkı elbiselerini yırtar, yüzlerini tırmalar, saçlarını keser ve; vay, vay, yazık yazık, diye bağırırlardı. Bu haber garîbtir ve bazı kısımları münkerdir. Çünkü Ebu Süf-yân ve karısı müslüman olduklarında Rasûlullah (s.a.) onlardan korkuyor değildi. Aksine onlar Peygambere dostluk ve samîmiyyet gösterisinde bulunuyorlardı. Rasûlullah (s.a.) tarafından da mesele böyle idi.
Mukâtil İbn Hayyân der ki: Bu âyet fetih günü inmiştir. Rasûlullah (s.a.) Safâ'da erkeklerden bîat alıyordu. Ömer ise Rasûlullah'ın biraz ilerisinde kadınlardan biat alıyordu. Mukâtil İbn Hayyân yukarda geçtiği şekilde bu hadîsi zikreder ve ilâve olarak der ki: Rasûlullah (s.a.) «Çocuklarınızı öldürmeyin» buyurduğunda, Hind dedi ki: Biz küçükken onlan büyüttük, ama siz büyükken onları Öldürdünüz. Hz. Ömer İbn Hattâb kendini yere atıncaya kadar güldü. Bu rivayeti İbn Ebu Hatim nakleder. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Hz. Âişe'nin şöyle dediğini nakletti: Utbe kızı Hind bîat etmek üzere Rasûlullah (s.a.)m yanına geldi. Rasûlullah (s.a.) onun eline bakıp; git ve elini değiştir, dedi. Hind gitti ve elini kınalayarak değiştirdi, sonra gelince Rasûlullah (s.a.) dedi ki: Allah'a şirk koşmamak üzere senden bîat alırım. Hind Rasûlullah (s.a.)a bîat etti ve iki elinde altından bilezikler bulunuyordu. Bu bilezikler hakkında ne dersin? dedi. Rasûlullah (s.a.) cehennem korlarından iki kor, buyurdu.
«Ey peygamber; inanmış kadınlar... bîat etmeye geldikleri zaman.» Ey Peygamber, kadınlardan aşağıdaki şartlar uyarınca sana bîat etmeye gelenler olursa; onların bîatını kabul et: «Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak.» Yabancı kişilerin mallarını çalmamak üzere. Ama koca, karısının nafakasında kusur ediyorsa ma'rûf olan ve benzer bir şekilde âdet haline gelmiş olan mikdârda —kocası bilmese de— onun malından yiyebilir. Utbe kızı Hind'in hadîsine göre amel edilerek bu, caizdir. Nitekim Hz. Âişe der ki; Ebu Süfyân'ın karısı Utbe kızı Hint dedi ki:
Ey Allah'ın Rasûlü; Ebu Süfyân, cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarıma yetecek kadar nafaka vermez. Ancak onun bilgisi olmadan malından aldığım başka. Bundan dolayı bana vebal var mıdır? Rasû-lullah (s.a.) buyurdu ki: Ma'rûf şekilde sana ve çocuklarına yetecek kadar onun malından al. Bu hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde rivayet etmişlerdir.
«Zina etmemek.» Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Zinaya yaklaşmayın. Muhakkak ki o, azgınlıktır. Ve yol olarak da kötüdür.» (îsrâ, 32) Semüre hadîsinde zina edenlerin cehennemdeki acıklı azabı zikredilmişti. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Abdürrezzâk... Hz. Âişe'nin şöyle dediğini bildirdi: Utbe kızı Fâtıma, Hz. Peygamberin yanına bîat etmek üzere geldi. Peygamber «Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak »hırsızlık yapmamak, zina etmemek...» üzere ondan bîat aldı. Hz. Âişe der ki: Fâtıma hayasından elini başına koydu. Rasûlullah (s.a.) onda gördüğü tavıra hayran oldu. Hz. Âişe dedi ki: Ey kadın kabul et. Allah'a andolsun ki, hepimiz bunun üzerine bîat ettik. Bunun üzerine Fâtıma da; peki, dedi ve âyette belirtilen şekilde bîat etti. tbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc... Âmir'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) avucunun içerisini kaplayan bir örtü bulunduğu halde kadınların bîatını aldı. Sonra; çocuklarınızı öldürmeyin, dedi. Bir kadın; sen onların babalarını öldürüyorsun bize de çocuklarımızı öldürmememizi tavsiye ediyorsun; dedi. Âmir der ki: Bundan sonra kadınlar, bîat etmek üzere Peygambere geldiklerinde Rasûlullah (s.a.) onları toplar ve hepsine birlikte söyler, kabul ettikten sonra hepsi birlikte geri giderlerdi.
«Çocuklarını Öldürmemek.» Bu, çocuk olduktan sonra öldürmek için geçerlidir. Çünkü câhiliyet ehli kıtlık korkusuyla çocuklarını öldürürlerdi. Ayrıca cenin iken öldürmeyi de içerir. Nitekim bazı câhil kadınlar, hâmile kalmamak için veya başka kötü niyetlerine binâen çocuklarım cenîn halindeyken öldürmektedirler.
«Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmemek» İbn Ab-bâs bu âyetin, kadınların kendilerinin olmayan çocukları kocalarına is-nâd etmemelerini kasdettiğini bildirir. Mukâtil de böyle der. Bunu Ebu Davud'un naklettiği şu hadîs de te'yîd eder: Bize, Ahmed tbn Salih... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; o, lâ'netleşme âyeti nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.)in şöyle dediğini duymuş: Hangi kadın bir topluluğa onlardan olmayan birini girdirecek olursa, bundan Allah'a bir şey yoktur. Ama Allah, onu cennetine asla girdirmez. Hangi erkek de baka baka çocuğunu inkâr ederse, Allah da onun üzerine perde gerer ve onu Öncekilerin ve sonrakilerin huzurunda rezîl ve rüsvây eder.
«Ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek.» Onlara emrettiğin ma'-rûfu yapmak, nehyettiğin münkerden kaçınmak konusunda sana İsyan etmemek üzere. Buhârî der ki: Bize Abdullah İbn Muhammsd... tbn Abbâs'ın «Ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek» kavli hakkında; bu, sadece Allah'ın kadınlar için koştuğu bir şarttır, dediğini bildirir. Mey-mûn îbrt Mihrân da der ki: Allah Peygamberine ancak ma'rûfta itaati emretmiştir. Ma'rûfun kendisi ise itaattir. İbn Zeyd der ki: Allah Te-âlâ, Rasûlüne itaati emretmiştir. Çünkü o, ma'rûf konusunda Allah'ın mahlûkâtı içerisinde en iyi seçme yetkisi olandır.
Daha başkaları da Abdullah îbn Abbâs, Enes İbn Mâlik, Salim tbn Ebu Ca'd, Ebu Salih ve bir başkasından bu âyet ile kadınların yüksek sesle ağlamasının yasaklandığını söylerler. Bu konudaki Ümmü Atıyye hadîsi daha önce geçmişti, tbn Cerîr Taberî der ki: Bize Bişr... Bu âyet konusunda Katâde'nin şöyle dediğini bildirdi: Bize anlatıldığına göre; Allah'ın Peygamberi, kadınlardan yüksek sesle ağlamamak ve mahrem olan erkeklerden başka erkeklerle konuşmamak üzere ahid aldı. Abdur-rahmân İbn Avf dedi ki: Ey Allah'ın Peygamberi, bizim müsâfirlerimiz oluyor ve biz o sırada hanımlarımızın yanında bulunmuyoruz. Rasûlul-lah (s.a.) buyurdu ki: Ben onları kasdetmedim, ben onları kasdetme-dim. tbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Hasan'dan nakletti ki; o, Rasûlullah'm aldığı bîat arasında; mahrem erkekler dışında kişilerle konuşmamak da vardı. Çünkü erkek kadınla konuşa konuşa nihayet baldırlarının arasına kadar girer, demiş.
tbn Cerîr Taberî der ki: Bize Abd İbn Humeyd... Ansâr'dan Ümmü Atıyye'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Bîât ettiğimizde bize şart koşulan ma'rûf arasında; yüksek sesle ağlamamak da vardı. Falanca oğullarından bir kadın dedi ki: Falanca oğullarından bir kadın beni yüksek sesle ağlamak için teşvik etti. Onu cezâlandırıncaya kadar gitmem. Gitti ve o da onu ağlamak üzere teşvik etti. Sonra gelip Rasûlullah'a bîat etti."Ümmü Atiyye der ki: Sözüne ondan ve Enes İbn Mâlik'in annesi Milhân kızı Ümmü Süleym'den başka kimse riâyet etmedi. Buhârî bu hadîsi Hafsa Bint Şîrîn kanalıyla Ansâr'dan Ümmü Atıyye'den naklet-miştir. Bir başka yoldan da buna benzer bir rivayet nakledilmiştir, tbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb, Ansâr'dan Mus'ab İbn Nuh'tan nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.)a bîat etmiş olan yaşlı kadınlardan birine ulaştım. O, bana dedi ki: Ben Rasûlullah'a bîat etmek üzere onun yanına vardığımda, bizden aldığı ahidler arasında; yüksek sesle ağlamamak da vardı. Bir yaşlı kadın dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, başıma gelen bir musibetten dolayı bazıları beni yüksek sesle ağlamaya teşvik etmişlerdi. Şimdi onların da başına bir musibet geldi ben de onları yüksek sesle ağlatmak istemiyorum. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Git ve ödeş. O da gitti ve Ödeşti. Sonra gelip bîat etti. İşte Allah Teâlâ'-nın «ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere», kavlinde sözkonu-su olan ma'rûf budur,
İbn Ebu Hatim der ki: Ahmed tbn Mansûr... Bîat eden kadınlardan birinden nakletti ki; o, Rasûlullah'ın bizden aldığı ahidler arasında ma'rûf bir konuda ona isyan etmememiz de vardı, demiş. Bu, yüzümüzü tırmalamamamız, saçımızı dağıtmamamız, ceplerimizi yırtmamamız-dı. Vay vay diyerek bağırıp çağırmamamızdı.- İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... Ümmü Seleme'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) «Ma'-rûfu işlemekte sana karşı gelmemek» kavlinin, yüksek sesle ağlamak olduğunu bildirmiştir. Tirmizî de tefsir bahsinde Abd İbn Humeyd kanalıyla Ebu Nuaym'den, İbn Mâce ise Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe kanalıyla Vekî'den ve her ikisi de Yezîd İbn Abdullah kanalıyla Şehr îbn Havşeb'den bu hadîsi naklederler. Tirmizî bunun hasen, garîb olduğunu söyler. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Muhammed İbn Sinan... Ümmü Atıyye'nin şöyle dediğim bildirdi: Rasûlullah (s.a.) geldiğinde Ansâr kadınlarını bir evde topladı. Sonra yanımıza Hattâb oğlu Ömer'i gönderdi Ömer kapıda durup bize selâm verdi. Kadınlar da onun selâmını iade ettiler. —Veya biz de onun selâmını iade ettik demiştir— Sonra dedi ki: Ben, Allah'ın size gönderdiği elçisinin elçisiyim. Ümmü Atıy-ye der ki: Biz; Allah'ın Rasûlü de Allah'ın Rasûlünün elçisi de hoş geldi, sefa getirdi, dedik. Ömer dedi ki: Hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak ve zina etmemek üzere bîat eder misiniz? Ümmü Atıyye der ki: Biz; evet, dedik. O, kapının dışından —veya evin dışından demiştir— elini uzattı, biz de evin içinden ellerimizi uzattık. Sonra; Allah'ım şâhid ol, dedi. Ümmü Atıyye der ki: Bize bayramlarda ha-yızlı olsun olmasın hepimizin bayrama çıkmamızı bildirdi, üzerimize cum'anın vâcib olmadığını bildirdi ve cenazelerin peşinden gitmemizi yasakladı. Râvîler arasında yer alan Ümmü Atıyye'nin torunu İsmâîl der ki: Ben, nineme; Allah Teâlâ'mn «Ma'rûfu işlemekte sana karşı gelmemek üzere» kavlini sorduğumda; bu yüksek sesle ağlamaktır, dedi.
Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde A'meş kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş:
Yanaklarına vuran, ceplerini yırtan ve cahiliyyet dâvasına çağıran bizden değildir. Yine Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebû Musa'dan nakledilir ki: Rasûlullah (s.a.) saçını tıraş eden, sesini yükselten ve orasını burasını yırtan kadından uzak olduğunu bildirmiştir. Hafız Ebu Ya'-lâ der ki: Bize Hüdbe îbn Hâlid... Ebu Mâlik el-Eş'arî'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ümmetimin arasında cahiliyyet âdeti olan dört şey vardır ki onu bırakmazlar: Soylarıyla övünmek, soyla-rıyla kınamak, yıldızlardan yağmur dilemek ve yüksek sesle ağlamak.
Ve yine Rasûlullah (s.a.) buyurmuştur ki: Yüksek sesle ağlayan kadın ölmezden önce tevbe etmezse kıyamet günü üzerinde katrandan bir şalvar ve uyuzdan bir elbise ile kalkar. Bu hadîsi Müslim Sahîh'inde mün-ferid olarak Ebân İbn Yezîd kanalıyla... Ebu Mâlik'den nakleder. Ebu Saîd el-Hudrî der ki: Rasûlullah (s.a.) yüksek sesle ağlayan ve onu dinleyenleri lâ'netlemiştir. Ebu Dâvûd da bu hadîsi rivayet eder.5
13 — Ey îmân edenler; Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir kavim ile dost olmayın. Kâfirlerin kabirdekilerden ümitlerini kestikleri gibi, onlar da âhiretten ümitlerini kesmişlerdir.
Bu sûrenin başında: «Ey îmân edenler; Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.» buyurarak Allah Teâlâ kâfirleri dost edinmeyi nasıl yasaklamışsa, burda da: «Ey îmân edenler; Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir kavim ile dost olmayın.» buyurarak kâfirlerle dostluğu yasaklıyor. Allah'ın kendilerine gazab ettiği kavim, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer kâfirlerdir. Allah onlara kızmış ve la'net etmiştir. Onlar Allah'ın rahmetini ve rahmetinden kovulmayı hak etmişlerdir. Öyle ise siz nasıl onlarla dost oluyor ve onlan arkadaş ediniyorsunuz? Halbuki onlar, Allah'ın hükmü uyannca âhiretteki sevâb ve nimetten de ümitlerini kesmişlerdir.
«Kâfirlerin kabirdekilerden ümitlerini kestikleri gibi...» Bu âyette iki görüş vardır. Birincisi nasıl kâfirlerden yaşayanlar, kabirlerdeki akrabalarıyla birleşmekten ümit kesmişlerse, şeklindedir. Çünkü onlar öldükten sonra dirilmeye ve haşr'e inanmamaktadırlar. Bu sebeple müs-lümanların inandıkları birleşme ümidinden onlar yoksundurlar. Avfî, İbn Abbâs'm bu âyetle şu mânânın kasdedildiğini bildirdiğini söyler: Kâfirlerden yaşayanlar, kâfirlerden ölenlerin tekrar kendilerine dönüp veya Allah tarafından diriltilip haşredilmelerinden ümitlerini kesmişlerdir. Hasan el-Basrî ise der ki: Yaşayan kâfirler, ölülerden ümitlerini kesmişlerdir. Katâde de der ki: Nasıl kâfirler ölenlerin kabirlerinden kalkıp kendilerine dönmelerinden ümitlerini kesmişlerse, demektir. Dah-hâk da böyle der. îbn Cerîr Taberî bunları rivayet eder. İkinci görüş ise; bu âyete şöyle anlam verir: Kabirlerde olan kâfirler her türlü hayırdan ümitlerini kestikleri gibi. Nitekim A'meş, Ebu Duhâ kanalıyla Masrûk'tan, o da tbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Kâfirlerin kabirdeki-lerden ümitlerini kestikleri gibi...» kavli hakkında şöyle demiştir: Bu, kâfir ölüp de cezasını gördüğü ve farkına vardığı zaman ümidini kestiği gibi, demektir. Mücâhid, îkrime, Muk&til, tbn Zeyd, Kelbî ve Man-sûr'un görüşü de budur. İbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih eder.6