Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Münafikun

1 / 3

Münafıklar2

Münafıklar

Allah Teâlâ, münafıklardan haber vererek buyuruyor ki: Onlar Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde dillerinden müslüman olduklarını söylüyorlar, ama işin iç yüzü böyle değildir. Aksine onlar bunun tama­men tersinedirler. Bunun için Hak Teâlâ buyuruyor ki: «Münafıklar sa­na geldiklerinde: Şehâdet ederiz ki muhakkak sen, Allah'ın peygambe­risin, derler.» Seninle karşılaşıp yüzyüze geldiklerinde sana dışarıdan böyle söylerler ama mes'ele onların dedikleri gibi değildir. Bu sebeple Ailah Teâlâ hemen Hz. Peygamberin Allah'ın rasûlü olduğunu haber veren bir cümle ile onlara karşı koyarak buyuruyor ki: «Allah da bilir ki sen, elbette kendisinin peygamberisin.» Ve hemen ardından da şöyle buyuruyor: «Allah, münafıkların şüphesiz yalancılar olduklarına şehâ­det eder.» Her ne kadar dış görünüşü gerçeğe uygun da olsa, onların açığa vurdukları hâl tamamen yalandır. Çünkü onlar, söylediklerinin doğruluğunu kendileri kabul etmedikleri gibi doğru söylememektedir­ler de. Allah Teâlâ bu sebeple onların inançlarında yalancı olduklarını bildiriyor.

«Onlar, yeminlerini kalkan edindiler de Allah'ın yolundan alıkoy­dular.» Onlar yalan yeminlerle, günâh vaadlerle halktan kaçınıp ko­runmak istediler. Söylediklerinin doğru olduğunu isbâtlamaya çalıştı­lar. Maksadları, kendi gerçek durumlarını bilmeyenleri aldatmak ve onların bunlar hakkında müslüman olduklarına dâir inanç beslemele­rini sağlamaktı. Belki böylece, onlardan bir kısmı da bunların yaptık­ları şeyde kendilerine uyarlar ve söylediklerinde onları tasdik ederlerdi. Bu, onların âdetidir. Onlar, içlerinden müslümanlara dostluk ve iyilik dilemezler. Ancak kötülük ve zarar isterler. Böylece insanlardan birçok­larını zarara sokarlar. Ve Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi «Allah'ın yo­lundan alıkoydular. Gerçekten yaptıkları işler ne kötüdür.» Bu sebep­le Dahhâk İbn Müzâhim, bu âyeti şeklinde okuyor ve zahiren inanmış olduklarını belirtip; peygamberi doğrulamaları bir kalkandır, bununla kendilerini ölümden korurlar, anlamını veriyordu. Halbuki Kurrâ'nın cumhûr'u bunu şeklinde yemîn'in cem'i olarak okumaktadır.

«Bu, önce îmân edip sonra küfretmiş olmalarındandır. Bunun üze­rine kalbleri mühürlenmiştir, artık hiç anlamazlar.» Onlann münafık­lığa sapmaları îmândan dönüp küfre gitmelerinden ve hidâyetin yerine sapıklığı satın almalarından dolayıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ, onların kalblerini «mühürlemiştir,. artık hiç anlamazlar.» Onların kalblerine hidâyet ulaşmaz, hayır sirayet etmez ve bir daha dönüp doğru yolu bulamazlar.

«Onlara baktığında; gövdeleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin.» Onların şekilleri güzeldir, dilleri fasîh konuşur. Bir kişi on­lara kulak verdiğinde belâğatlı konuşmalarından dolavı onlann sözüne kapılır. Ama buna rağmen onlar son derece güçsüzdür, horluk, kararsız­lık, korkaklık ve ürkeklik içindedirler. Bu sebeple «Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.» Herhangi bir gürültü veya korkulacak bir şey olsa; görürsün ki onlar korkaklıklarından ötürü bu felâketlerin kendi­lerine indiğini sanırlar. Nitekim Allah Teâlâ Ahzâb sûresinde bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: «Size karşı cimridirler. Korku geldiği zaman, görürsün ki onlar; üstüne Ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana bakarlar. Korku gidince de iyiliğinizi çekemeyerek, sivri dilleriyle sizi incitirler. İşte onlar inanmamışlardır. Bunun için de Al­lah, yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah için pek kolaydır.» (Ah­zâb, 19) Onlar susuz bulutlar gibi hayırsızdırlar. İçi boş, anlamsız lâf­lar gibidirler. Bu sebeple Allah Teâlâ onlar için: «Düşman onlardır, sa­kın onlardan. Allah, canlarını alsın. Nasıl olup ta döndürülüyorlar.» buyuruyor. Nasıl olup ta hidâyetten dalâlete çevriliyorlar, tmâm Ah-med İbn Hanbel der ki: Bize Yezîd... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Ra-sûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Münafıkların alâmetleri vardır. Onla­nn selâmları lâ'nettir. Yemekleri kapkaçtır. Ganimetleri çalmadır. Mes-cidlere ancak kaçarak yaklaşırlar. Namaza ancak vaktin sonunda gelir­ler. Büyüktenirler, ne kimseyle konuşurlar, ne de kimse onlarla uyu­şur. Geceleyin odun gibi yatarlar. Sabahleyin çığırtkan olurlar. Bir baş­ka rivayette de Yezîd bu son ifâdeyi; gündüzleyin dünyaya tutkundur­lar, şeklinde nakletmiştir.1

5 — Oiıiara; gelin Allah'ın peygamberi sizin için mağ­firet dilesin, denildiği zaman başlarını çevirdiler. Ve sen, onların büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.

6 — Onlar için mağfiret dilesen de, mağfiret dilemesen de birdir. Allah, onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Mu­hakkak ki Allah; fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.

7 — Onlar öyle kimselerdir ki; Allah'ın peygamberinin yanında bulunanlar için; hiç bir şey infâk etmeyin de da­ğılıp gitsinler, derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ama o münafıklar bunu anlamazlar.

8 — Onlar; şayet Medine'ye dönersek, andolsun ki şe­refli ve kuvvetli olanlar, zayıf olanları oradan muhakkak çıkaracaktır, diyorlardı. Oysa izzet Allah'ın, peygamberi­nin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.

Allah Teâlâ; münafıklardan —Allah'ın la'netl onların üzerine ol­sun— bahisle buyuruyor ki: «Onlara; gelin Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirdiler.» Büyüklene-rek başlarını çevirip söylenen sözden uzaklaştılar. «Ve sen, onların bü­yüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.» Ve ardından Allah Te­âlâ bu davranışlarından dolayı onları cezalandırarak buyuruyor ki: «Onlar için mağfiret dilesen de, mağfiret dilemesen de birdir. Allah, on­ları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Muhakkak ki Allah; fâsıklar güru­hunu hidâyete erdirmez. Tıpkı Bakara sûresinin 113-114 âyetlerinde bildirdiği gibi. Bu konu ile alâkalı hadîsleri orada zikretmiştik. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam, İbn Ömer el-Adenî'den nakletti ki; Süfyân şöyle demiş: «Başlarını çevirdiler» âyeti konusunda Süfyân başını sağa çevirmiş ve gözünü bir yana dikerek bakmış, sonra işte onlar böyle yap­tılar, demiş.

Seleften birçoklarının zikrettiğine göre; bu âyetlerin hepsi az son­ra açıklayacağımız gibi Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl hakkında nazil olmuştur. Muhammed İbn îshâk, Sîret'inde der ki: Rasûlullah (s.a.) Medine'ye geldiğinde —Uhud'dan dönüşünü kasdediyor— bana tbn Şi-hâb ez-Zührî'nin anlattığına göre Abdullah Ibn Übeyy İbn Selûl'ün cum'a namazında durduğu bir yeri vardı. Kendisinin ve kavminin say­gıdeğer bir yeri olması hasebiyle onun o yerde durması engellenmiyordu. Hz. Peygamber cum'a günü halka hutbe okumak üzere kalktığında, Ab­dullah İbn Übeyy ayağa kalkıp: Ey insanlar; işte Allah'ın Rasûlü si­zin aranızda, Allah pnun'a sizi şereflendirdi ve yüceltti. Binâenaleyh siz ona yardım edin, destek olun, dinleyin ve itaat edin, der ve oturur­du. Nihayet Uhud günü yaptığı şeyi yapınca —askerin üçte biriyle ge­ri dönünce—. müslümanlar da Medine'ye döndüklerinde eskiden yaptı­ğı gibi ayağa kalkıp konuşmak istedi. Müslümanlar elbisesinin etrafın­dan çekerek dediler ki: Ey Allah'ın düşmanı; otur, sen buna lâyık de­ğilsin. Yapacağın işi yaptın. O halkın omuzuna basarak çıktı ve; Allah'a andolsun ki ben, büyük bir şey söylemiş gibiyim, diyordu. Eğer kalkıp konuşursam onun (Hz. Peygamber) durumunu daha da kuvvetlendire­cektim. Ansâr'dan bir kişi mescidin kapısında onunla karşılaşıp; ya­zıklar olsun sana, nen var? dedi. O: Ben kalkıp onun durumunu pekiş­tirecektim ki arkadaşlarımdan bazıları beni çekip oturtmak ve tartak­lamak istediler. Sanki ben kalkıp onun durumunu zorlaştıracak büyük bir şey söyleyecekmişim gibi. Kendisine; vay sana, dön de Allah Rasûlü mağfiret dilesin dediklerinde o; Allah'a andolsun ki ben, onun benim için mağfiret dilemesini istemem, dedi.

Katâde ve Süddî der ki: Bu âyet Abdullah İbn Übeyy hakkında in­dirilmiştir. Şöyle ki: Yakınlarından bir delikanlı Rasûlullah'a gelip onunla ilgili bir şeyler söyledi ve durumunun ağırlığını bildirdi. Rasû­lullah (s.a.) onu çağırınca, o; Allah'a and için bu söylenenlerden uzak olduğunu bildiriyordu. Ansâr o delikanlının üzerine gidip onu kınadı­lar ve ağır sözler söylediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onun hakkında şu dinlediğiniz âyeti indirdi. Kendisine; ey Allah'ın düşmanı, Rasûlul-lah'ın yanına varsan? dediklerinde başını çeviriyor ve; ben, onu asla yapmam, diyordu. İbn Ebu Hatim dedi ki: Bize babam... Saîd İbn Cü-beyr'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) bir yerde konakladığı zaman, orada namaz kılıncaya kadar tekrar göçmeye çalışmazdı. Tebûk gazve­sinde Abdullah, İbn Übeyy İbn Selûl'ün: «Andolsun ki şerefli ve kuvvet­li olanlar, zayıf olanları oradan muhakkak çıkaracaktır.» dediği. Pey­gambere ulaşınca, gün batmadan önce oradan göç.etti. Abdullah İbn Übeyy'e; Peygamber'e varsan da, senin için mağfiret dilese, dedikle­rinde Allah Teâlâ «Başlarını çevirdiler ve sen onların büyüklük tasla­yarak yüz çevirdiklerini görürsün.» âyetini inzal buyurdu. Bu rivayetin Saîd İbn Cübeyr'e isnadı sahihtir. Ancak bu olayın Tebûk gazvesinde olmasını söylemesinin üzerinde durulması gerekir. Ve bu sağlam bir görüş değildir. Zîrâ Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl Tebûk gazvesine ka­tılanlar arasında bulunmamıştı ve ordudan bir grupla beraber geri dön­müştü. Mağâzî ve Siyer bilginlerinin katında şöhret bulan görüşe göre bu olay, Müreysî —yani Müstalik oğullan— gazvesinde olmuştur.

Yûnus İbn Bükeyr der ki: Abdullah tbn Ebu Bekr ve Âsim İbn Ömer İbn Katâde, Müstalik oğullan kıssası hakkında bize şöyle dedi: Biz Ra-sûlullah ile beraber orada bulunurken suyun üzerinde Gıfâr oğulların­dan Cehcîn İbn Saîd —ki Ömer İbn Hattâb'm ücretlisi idi— ve Sinan İbn Bedr çatıştılar. İbn îshâk der ki: Bana Muhammed İbn Yahya İbn Habbân'ın bildirdiğine göre; onlar, suyun üzerinde birbirine girip sa­vaştılar. Ğinân; ey Ansâr topluluğu, dedi, Cehcâh ise; ey muhacirler top­luluğu, dedi. Zeyd İbn Erkam ile Ansâr'dan bir topluluk da Abdullah îbn Übeyy'in yanında bulunuyorlardı. Abdullah İbn Übeyy bu sesi du­yunca; -kendi yurdumuzda bize saldırıyorlar ha? Allah'a andolsun ki; bizimle şu Kureyş örtülülerinin misâli ancak şu ata sözünde olduğu gi­bidir: İtini besle, yesin seni. Allah'a andolsun ki Medine'ye dönersek bizden daha şerefli olanlar daha alçak olanları elbette oradan çıkara­caklardır, dedi. Sonra kavminden' yanında bulunanlara dönerek dedi ki: Kendi kendinize yaptığınız, işte budur. Onlan yurdunuza yerleştir­diniz. Mallarınızı kendileriyle paylaştınız. Allah'a andolsun ki siz, on­lara arka çıkmasaydınız, sizi bırakıp ülkenizden başka bir yere gider­lerdi. Bunu Zeyd İbn Erkam işittiğinde öuleyyim'de bulunan Hz. Pey­gamberin yanına gitti. Hattâb oğlu Ömer de orada bulunuyordu. Du­rumu ona bildirdi. Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, Bişr oğ­lu Abbâd'a emret de onun boynunu vursun. Hz. Peygamber buyurdu ki: Nasıl olur ey Ömer, halk; Muhammed ashabını öldürüyor, diye ko­nuşmaz mı? Hayır ey Ömer, halka göç için çağrıda bulun. Abdullah İbn Übeyy sözlerinin Peygambere ulaştığını haber alınca, gelip Peygamber­den özür diledi ve Zeyd İbn Erkam'ın söylediği şeyleri kendisinin söy­lemediğine dâir Allah'a yemîn etti. Abdullah îbn Übeyy'in kavmi ya­nında bir yeri vardı. Orada bulunanlar dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü, adam söylemediği halde belki o çocuk uydurup böyle demiştir. Rasû-lullah (s.a.) hiç gitmek âdeti olmadığı bir zamanda, sıcak bir saatta hareket etti. Üseyd İÖn Hudayr onunla karşılaşınca peygamber selâ-mıyla onu selâmladı sonra dedi ki: Allah'a andolsun ki sen, hiç göç et­mediğin bir anda, uygun olmayan bir vakitte gidiyorsun. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Arkadaşın Übeyy'in oğlunun ne söylediği sana bildi­rilmedi mi? O; Medine'ye varınca güçlülerin güçsüzleri oradan çıkara­cağını öne sürmüş. Üseyd İbn Hudayr dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, azîz sensin, zelil o. Sonra devamla: Ey Allah'ın Rasûlü, ona yumuşak dav­ran. Allah'a andolsun ki biz ona başına taç koymak için boncuk dizi­yorduk ki Allah Teâlâ seni gönderdi. O, senin kendisinin mülkünü elinden aldığını sanıyor, dedi. Rasûlullah (s.a.) halk ile beraber akşama değin yürüdü, gece yürüyüşe devam etti ve sabaha kadar yürüyüş sür­dü. Kuşluk vaktine kadar Rasûlullah yürüyüşe devam etti, sonra olan­lardan halkı uzaklaştırmak için konakladı. Halk konaklayınca, daya­namayıp uyudular. Ve bunun üzerine Münâfikün sûresi nazil oldu.

Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî der ki: Bize Ebu Abdullah el-Hâfız... Câbir, İbn Abdullah'ın şöyle dediğini duydum, dedi: Biz, Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir savaşta idik. O sırada muhacirlerden bir kişi An-sâr'dan bir kişiyi dövdü. Ansâr'dan olan kişi; ey Ansâr, dedi. Muhacir­lerden olan kişi de; ey Muhacirler, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bu, câhiliyyet iddiası da ne oluyor? Bırakın onu, o kokmuş bir iddiadır. Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl —ki bu iddiayı onlar yap­mışlardı— dedi ki: Allah'a andolsun ki Medine'ye dönersek, bizim güçlü olanımız zayıf olanları elb9tte ordan çıkaracaktır. Câbir dedi ki: Rasû­lullah (s.a.) Medine'ye geldiğinde Ansâr muhacirlerden daha çoğunluk­taydı. Bilâhare muhacirler çoğaldılar. Hz. Ömer (r.a.): Beni bırak şu münâfıkın boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bı­rak onu, insanlar Muhammed arkadaşlannı öldürüyor diye1 konuşma­sınlar, dedi. İmâm Ahmed İbn Hanbel, Hüseyn îbn Muhammed kana­lıyla Süfyân İbn Uyeyne'den bu rivayeti nakleder. Buhârî Humeydî ka­nalıyla, Müslim ise Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe ve başkaları kanalıyla Süf­yân îbn Uyeyne'den benzer bir rivayeti nakleder. İmâm Ahmed İbn Han­bel der ki: Bize Muhammed İbn Ca'fer... Zeyd İbn Erkam'ın şöyle dedi­ğini bildirdi: Ben, Tebûk gazvesinde Rasûlullah (s.a.) ile beraberdim. Abdullah İbn Übeyy dedi ki: Medine'ye dönersek, elbette içimizden güç­lüler güçsüzleri oradan çıkaracaktır. Zeyd İbn Erkam der ki: Ben, ge­lip durumu Hz. Peygambere haber verdim. Abdullah İbn Übeyy yemin ederek bunlardan hiç bir şeyin vâki' olmadığım bildirdi. Kavmim beni kınadı ve bununla ne istiyorsun? dediler. Ben mahzun ve mükedder gidip uyudum. Rasûlullah (s.a.) bana haber göndererek buyurdu ki: Allah Teâlâ senin ma'zûr olduğuna dâir seni doğrulayan bir âyet indir­di. Zeyd İbn Erkam der ki: İşte bu âyet o zaman nazil oldu: «Onlar öy­le kimselerdir ki; Allah'ın peygamberinin yanında bulunanlar için; hiç bir şey infâk etmeyin de dağılıp gitsinler, derler... Onlar; şayet Medi­ne'ye dönersek, andolsun ki şerefli ve kuvvetli olanlar, zayıf olanları oradan muhakkak çıkaracaktır, diyorlardı.» Bu rivayeti Buhârî, bu âyetin tefsirinde Âdem İbn Ebu İyâ kanalıyla Şu'be'deri nakleder ve der ki: İbn Ebu Zaide... Zeyd kanalıyla bu rivayeti Hz. Peygamberden nakletmiştir. Tirmizı, ve Neseî de bu âyetin tefsirinde Şu'be kanalıyla bu rivayeti naklederler.

Zeyd kanalıyla bir başka yoldan rivayetinde İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Yahya İbn Âdem... Ebu İshâk'dan nakletti ki; o, Zeyd İbn Erkam'm şöyle dediğini duydum, demiştir: —Ebu İshâk ay­rıca Ebu Bükeyr kanalıyla Zeyd İbn Erkam'dan da bu rivayeti nakle­der— Amcamla beraber bir gazaya çıkmıştım. Abdullah tbn Übeyy İbn SelûTun arkadaşlarına: Rasûlullah'ın yanında bulunanlara infâk et­meyin, Medine'ye döndüğümüzde, şerefli ve kuvvetli olanlar zayıf olan­ları oradan çıkaracaktır, dediğini duydum. Bu durumu amcama anlat­tım, amcam da Rasûlullah (s.a.) a anlattı. Rasûlullah (s.a.) bana haber gönderip çağırttı ve ben de duyduklarımı anlattım. Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl ve arkadaşlarına da haber gönderip çağırttı. Onlar böyle de­mediklerine dâir and içtiler. Rasûlullah (s.a.) beni yalanlayıp onları doğruladı. Bunun üzerine benzeri hiç bir şekilde bir üzüntüye katlan­madığım keder üstüme çöktü. Eve gidip oturdum. Amcam dedi ki: Al­lah'ın Rasûlünün seni yalancı olarak görmesinden başka ne istedin? Nihayet Allah Teâlâ «Münafıklar sana geldiklerinde...» âyetini inzal buyurdu. Rasûlullah (s.a.) bana haber gönderip bunu okudu, sonra, gerçekten Allah seni doğruladı, buyurdu. Bilâhare Ahmed ibn Hanbel der ki: Bize Hasan İbn Mûsâ... Ebu İshâk'dan nakletti ki; o, Zeyd İbn Erkam'ın şöyle dediğini işitmiş: Biz Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir sefere çıktık. Halka zorluk isabet etti. Abdullah îbn Übeyy arkadaşlarına dedi ki: Çevresindekilerin dağılıp gitmesi için Rasûlullah'a bir şey ver­meyin. Biz, Medine'ye dönersek içimizden güçlü ve şerefli olanlar zayıf olanları elbette oradan çıkaracaktır. Ben, Peygambere gelip bunu haber verdiğimde, Rasûlullah (s.a.) Abdullah tbn Übeyy'i çağırıp ona durumu sorunca, yemini basarak böyle yapmadığını bildirdi. Halk; Ey Allah'ın Rasûlü, Zeyd İbn Erkam yalan söyledi, dediler. Onlann söylediklerinden dolayı içime bir ağırlık çöktü. Nihayet Allah Teâlâ «Münafıklar sana geldiklerinde...» âyetini indirerek beni doğruladı. Zeyd İbn Erkam der ki: Rasûlullah (s.a.) kendileri için mağfiret dilemek üzere onları çağır­dığında onlar, başlarını çevirdiler. Allah Teâlâ'nın «onlar giydirilmiş odunlar gibidir» kavli, münafıkların güzel yüzlü kimseler olduklarım göstermektedir. Buhârî, Müslim ve Neseî, bu rivayeti Züheyr kanalıyla naklederler. Ayrıca Buhârî ve Tirmizî, İsrâîl kanalıyla Ebu İshâk Arar îbn Abdullah'tan, o da Zeyd İbn Erkam'dan bu hadîsi nakleder.

Bu hadîsin Zeyd İbn Erkam'dan naklinde Ebu îsâ et-Tirmizî bir başka yolla der ki: Bize Abd İbn Hümeyd... Zeyd İbn Erkam'ın şöyle dediğini bildirdi: Biz Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir savaşa katılmış­tık, beraberimizde bedevilerden bazı kimseler de vardı. Biz suya koşu­şuyorduk. Bedeviler de bizimle müsabaka ediyorlardı. Bedeviler arka­daşlarıyla beraber koşup havuzu çevirerek dolduruyorlar ve etrafına taş yığıyorlardı. Kendi arkadaşlan gelinceye kadar havuzun üzerine de­riden bir örtü örtüyorlardı. Ansâr'dan bir kişi bedevinin yanma geldi ve su içirmek üzere devesinin yularım bıraktı. Bedevî ona su içirmek istemedi. O da bir taş alıp suyun içine attı. Bunun üzerine bedevi bir odun kapıp Ansâr'dan olan kişinin başına vurdu ve yaraladı. Bedevi, Abdullah İbn Übeyy'in arkadaşlarından olduğu için, onun yanına geldi —ki o münafıkların başı idi— ve durumu kendisine bildirdi. Abdullah İbn Übeyy kızarak dedi ki: Rasûluilah'ın etrafında bulunanların —Be­devileri kasdediyordu— çevresinden dağılması için onlara infâkta bu­lunmayın. Yemek vakti Hz. Peygamberin yanında hazır bulunuyorlar­dı. Abdullah arkadaşlarına; Muhammed'in yanında bulunanlara yemek getirin de yesinler, dedi. Sonra da arkadaşlarına; Medine'ye döndüğü­müzde içinizden güçlü olanlar, güçsüz olanları oradan çıkarsınlar, de­di. Zeyd İbn Erkam der ki: Ben, amcamın terkisinde bulunuyordum, Abdullah İbn Übeyy'in dediğini duydum ve durumu amcama bildirdim. O da gidip Rasûlullah (s.a.)a bildirdi. Rasülullah (s.a.) haber gönde­rip onu çağırttı. Abdullah İbn Übeyy yemîn ederek sözünü inkâr etti. Zeyd İbn Erkam der ki: Rasûlullah (s.a.) beni yalanlayıp onu doğru­ladı. Amcam bana geldi ve dedi ki: Rasûlullah (s.â.)m sana kızmasın­dan ve hem onun, hem de müslümanlann seni yalanlamasından baş­ka bir şey kasdetmedin. Daha önce hiç bir kimsenin düşmediği bir üzün­tü beni kapladı. Bir seferinde Rasûlullah ile beraber yürüyordum ki üzüntüden başım bir kenara düşmüştü. Rasûlullah (s.a.) hemen gele­rek kulağımı oynattı ve yüzüme güldü. Öyle bir sevinç içerisine girdim ki, dünyada iken devamlı bu sevinç içerisinde olmayı isterdim. Sonra Ebubekir bana ilişip dedi ki: Rasûlullah (s.a.) sana ne dedi? Ben; Ra­sûlullah (s.a.) bana bir şey demedi, yalnızca kulağımı oynatıp yüzüme güldü, dedim. Bunun üzerine o; seni müjdelerim, dedi. Sonra Ömer ya­nıma ilişip sorunca ona da Ebubekir'e dediğim gibi dedim. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.) Münâfikûn sûresini okudu. Bu rivayetin tahrîcinde Tirmizî münferid kalmış ve; bu, hasen, sahîh bir hadistir, demiştir. Ha­fız Beyhakî de Hâkim kanalıyla... Ubeydullah İbn Musa'dan bu riva­yeti nakleder ve son kısmına; Münâfikûn sûresi nazil oldu dedikten sonra sûreyi baştan «Onlar; şayet Medine'ye dönersek, andolsun ki şe­refli ve kuvvetli olanlar, zayıf olanları oradan muhakkak çıkaracaktır, diyorlardı.» kavline kadar okudu, diye ekler. Abdullah İbn Lehîa da... Urve İbn Zübeyr'den bu rivayeti nakleder. Mûsâ İbn Ukbe de Mağâzî'-sinde bu kıssayı bu şekilde anlatır. Ancak bu ikisi Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl'ün sözünü Peygambere ulaştıran kişinin Evs İbn Erkam ol­duğunu ve bunun Hazrec oğullarından Hâris'in oğlu olduğunu bildirir­ler. Belki bu, Rasûlullah'a haberi ulaştıran bir başkasıdır, ya da dinler­ken bir anlatma olmuştur. Allah en iyisini bilendir.

îbn Ebu Hatim merhum der ki: Bize Muhammed îbn Azîz... Mu-hammed İbn Müslim'den nakletti .ki; ona, Urve İbn Zübeyr ve Ansâr'­dan Amr İbn Sabit haber vermişler: Rasûlullah (s.a.)ın el-Müşellel (Mekke ile Medine arasında bir yer) ile deniz arasında bulunan azgın Mü-nât'ın yokettiği Müreysî' gazasına gittiğinde, Hâlid tbn Velîd'i gönder­miş ve Münât'ı yıkmıştı. Rasûlullah'm bu gazvesinde biri muhacirler­den, diğeri de ansâr'm müttefiki olan Behz kabilesinden iki kişi birbir­leriyle çatıştılar. Muhacirlerden olan kişi, Behz kabilesinden olan kişiyi yendi. Bunun üzerine Behz kabilesinden olan; ey Ansâr topluluğu, dedi, de Ansâr'dan bazı kişiler ona yardım ettiler. Muhacirlerden olan da; ey Muhacirler topluluğu dedi ve Muhacirlerden bazı kişiler de ona yar­dım ettiler. Öyle ki Muhacirlerden ve Ansâr'dan olan o kişiler arasın­da biraz çatışma oldu. Sonra aralan ayrıldı. Münafıklar —veya kalbin­de hastalık olan bir kişi— Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl'e gidip dedi ki; Sen isteniyor ve atılıyordun. Şimdi ne faydası ne de zararı dokunan birisi oldun. Şu örtülüleri —onlar yeni hicret eden herkese örtülüler anlamına (Celâbî) diyorlardı— bize üstün kıldın. Allah düşmanı Ab­dullah îbn Übeyy dedi ki: Medine'ye döndüğümüzde, içimizden güçlü­ler güçsüzleri elbette oradan çıkaracaktır. Münafıklardan olan Mâlik İbn Dahşüm dedi ki: Ben, size; Rasûlullah'ın yanında bulunanlara yar­dım etmeyin ki dağılsınlar demedim mi? Bunu Ömer İbn Hattâb işitti ve yürüyerek Rasûlullah'm yanma geldi; ey Allah'ın Rasûlü bu adam hakkında bana izin ver. O halkı aldatıyor, izin ver ki onun boynunu vurayım, dedi. Hz. Ömer Abdullah İbn Übeyy'i kasdediyordu. Rasûlul-lah (s.a.) buyurdu ki: Ey Ömer, ben sana onu öldürmeni emredersem, sen onu öldürür müsün? Hz. Ömer dedi ki: Allah'a andolsun ki onu öl­dürmemi emredersen, muhakkak onun boynunu vururum. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Otur. Bu sırada Ansâr'dan Üseydvİbn Hudayr geldi. Bilâhare Abd'ül-Eşher oğullarından bir kişi geldi. Ve Rasûlullah'm ya­nına varıp; ey Allah'ın Rasûlü, bana izin ver de şu halkı aldatan ada­mın boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s.a.); ben onu Öldürmeyi em­redersem sen onu öldürür müsün? deyince o; evet, Allah'a andolsun ki bana onu öldürmemi emredersen, kulağını dibinden kılıcımla keserim, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.); otur, dedi. Sonra şöyle buyurdu: Halka göçü ilân edin. Halkı sıcakta göç ettirdi. O gün ve gece yürüdü­ler, ertesi günde yürüyüşe devam ettiler, sonra konakladılar. Sonra yi­ne aynı şekilde sıcakta halkı yürüyüşe başlattı. el-Müşellel'den ittbâren üç gün yürüyerek Medine'de sabahladı. Rasûlullah (s.a.) Medine'ye ge­lince; Hz. Ömer'e haber gönderip dedi ki: Ey Ömer, eğer ben onun öl­dürülmesini emretseydim, sen öldürür müydün? Ömer; evet ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki: O gün, eğer onu öldürmüş olsaydın birçok kişinin burnunu sürçerdin. Bu gün de onlara onun öldürülmesini emretseydim, onlar emre imtisal, ederlerdi. Ancak insanlar, benim ashabım arasına bir şeyler sokuşturduğumu ye onları acımasızca birbirine kırdırttığımı söylerlerdi. Bunun üzerine Aİlah Azze ve Celle: «Onlar öyle kimselerdir ki; Allah'ın peygamberinin ya­nında bulunanlar için; hiç bir şey infâk etmeyin de dağılıp gitsinler, derler.» kavlini inzal buyurdu. Bu rivayetin akışı garibtir ve içinde ba­zı şeyler var ki yalnız bu rivayette yer almaktadır.

Muhammed İbn İshâk İbn Yesâr der ki: Bize Âsim İbn Ömer İbn Katâde şöyle dedi: Abdullah İbn Übeyy'in oğluna babasının durumu haber verilince; Hz. Peygambere gelip; ey Allah'ın Rasûlü, Abdullah İbn Übeyy'den duyduğu bir şey üzerine onu öldürmek istediğin bana bildirildi. Eğer onu öldürmek istiyorsan, bana buyur, ben sana onun başını getireyim, dedi. Sonra şöyle devam etti: Allah'a andolsun ki, Haz-rec kabilesi babasına benden daha iyi davranan kimsenin olmadığını bilir. Ancak ben senin başka birine onu öldürmesini emredip de ada­mın onun öldürmesinden endişe ederim. Babam Abdullah İbn Übeyy'-in katilinin insanlar arasında gezinip durmasına ve benim onu görün­ce öldürmeme müsâade etme. O zaman bir kâfire karşı bir mü'mini Öl­dürür ve cehenneme girerim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Hayır, o, bizim aramızda kaldığı sürece kendisine yumuşak davranır ve iyi arkadaşlık ederiz.

İkrime ve İbn Zeyd ile başkaları da derler ki: İnsanlar Medine'ye dönmek üzere, kafile oluşturduklarında Abdullah İbn Übeyy'in oğlu Abdullah Medine'nin girişinde durup kılıcını kınından çıkardı. Halk onun Önünden geçiyordu. Babası Abdullah îbn Übeyy gelince, oğlu ona: Geriye dön, dedi. O; ne oluyor sana? Yazıklar olsun, deyince, Abdullah dedi ki: Allah'a andolsun ki, Rasûlullah (s.a.) sana izin verinceye ka­dar buradan asla geçemezsin. Çünkü O, azîz'dir, sen zelilsin. Rasûlul­lah (s.a.), ashabının peşinden onları toparlayarak yürüdüğü için geç gelmişti. Geldiğinde Abdullah İbn Übeyy; oğlunu Rasûlullah'a şikâyet etti. Oğlu Abdullah dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sen ona izin verinceye kadar o buradan içeri giremez. Rasûlullah (s.a.) da ona izin verdi. Ab­dullah dedi ki: Mademki Rasûlullah (s.a.) sana izin verdi öyleyse şim­di geç.

Ebu Bekr Abdullah İbn Zübeyr el-Humeydî Müsned'inde der ki: Bize Süfyân İbn Uyeyne, Ebu Hârûn el-Medîne'nin şöyle dediğini nak­letti: Abdullah îbn Übeyy İbn SelûTün oğlu Abdullah babasına dedi ki: Sen, Rasûlullah (s.a.) en güçlü, ben de en güçsüzüm, deyinceye kadar ebediyyen Medine'ye giremezsin. Rasûlullah (s.a.) geldiğinde de Ab-, dullah dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü; sen babamı öldürtmek istiyormuş­sun. Seni hak üzere gönderen Allah'a yemîn ederim ki; korku ve say­gımdan asla babamın yüzüne bakamadım. Ama sen başını getirmemi istersen, onu sana getiririm, çünkü ben babamın katilini görmekten nefret ederim, dedi.2

İzahı6

İzahı

9 — Ey îmân edenler; mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa; onlar, hüsrana uğrayanların kendileridir.

10 — Birinize ölüm gelip de; Rabbım, beni yakın bir sü­reye kadar geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden ol­sam, diyeceği zaman gelmezden evvel, size rızık .olarak verdiğimizden infâk edin.

11 — Eceli gelince Allah; hiç bir nefsi asla geri bırak­maz. Ve Allah, işlediklerinizden haberdârdır.

Allah Teâlâ mü'min kullarına Allah'ı çokça zikretmelerini bildire­rek, mal ve evlâdın kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymasını yasak­lıyor. Rabbının emrine itaati ve zikri bırakıp da, yaratılışının ana ama­cım terkedip dünya hayatının süsünü ve eğlencesini tercih edenlerin kıyamet gününde hem kendilerine, hem de ailelerine yazık ettiklerini ve bunların hüsrana uğrayanlardan olacaklarını haber veriyor. Sonra da Allah'ın emrine itaat ederek infâka teşvik edip buyuruyor ki: «Birinize ölüm gelip de; Rabbım, beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sa­daka versem ve sâlihlerden olsam, diyeceği zaman gelmezden evvel, si­ze rızık olarak verdiğimizden infâk edin.» Ölüm geldiği zaman, aşın gi­den herkes pişman olur ve sürenin çok kısa bir an da olsa uzatılmasını ister. Kaybettiği zamanın ve fırsatın farkına varır. Ama ne yazık ki olan olmuştur. Gelen gelir ve herkes yaptığı aşırılıkların sonucuna kat­lanır. Kâfirler, Allah Teâlâ'nın şu buyruğunda belirttiği gibidirler: «İn­sanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zulmedenler derler ki: Rabbımız; bizi yakın bir müddete kadar te'hîr et, davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım. Siz daha önce de sonunuzun gelmeyeceğine yemîn etmemiş miydiniz? Üstelik kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz, onlara yaptıklarımız ise sizlere açıklanmıştı. Size misâller vermiştik.» (İbrahim, 44-45) Mü'minûn sûresinde ise şöyle buyuruyor: «Onlardan birine ölüm geldiği vakit der ki: Rabbım; beni geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamâmlar ve sâlih amel işlerim. Hayır, bu söylediği, sâdece kendi lâfıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arka­larında onları geriye dönmekten alıkoyan bir berzah vardır.» (Mü'mi­nûn, 99-100).

Müteakiben Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Eceli gelince Allah; hiç bir nefsi geri bırakmaz. Ve Allah, işlediklerinizden haberdârdır.» Eceli geldikten sonra hiç bir kimseyi geri bırakmaz. Kimin sözünde ve isteğin­de samîmi olduğunu, geri döndürülürse bulunduğundan daha kötü du­ruma düşüp düşmeyeceğini en iyi bilen ve haberdâr olan O'dur. Çünkü O «işlediklerinizden haberdârdır.» Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Abd îbn Humeyd... İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirdi: Kimin kendisini Rab-bının evini hacca ulaştıracak bir malı olur veya zekâtı üzerine vâcib kı­lacak mülkü olur da bunları yapmazsa ölüm zamanı geri döndürülmesini ister. Bunun üzerine adamın biri; ey İbn Abbâs, Allah'tan kork. Yalnızca kâfirler geri dönüşü ister, dedi. İbn Abbâs da: Sana Kur'ân'dan bir âyet okuyayım dedi ve: «Ey îmân edenler; mallarınız ve çocuklarınız, sizi Al­lah'ı anmaktan alıkoymasın... Ve Allah, işlediklerinizden haberdârdır.» kavline kadar bu âyeti okudu. Zekâtı gerektiren mikdâr ne kadardır? dediklerinde; mal iki yüz veya daha fazlasına ulaşırsa gerekir, dedi. Haccı vâcib kılan nedir? denildiğinde; binek ve azıktır, dedi. Sonra Tir-mizî der ki: Bize Abd İbn Humeyd... İbn Abbâs'tan benzer bir hadîsi nakleder: Ayrıca der ki: Süfyân İbn Uyeyne ve başkaları Ebu Cenâb kanalıyla İbn Abbâs'tan benzer bir ifâdeyi rivayet ettiler. Bu rivayet daha sahihtir. Ancak Tirmizî, Ebu Cenâb el-Kelbî'yi zayıf saymıştır. Ben derim ki: Dahhâk'ın İbn Abbâs'tan naklettiği rivayette kopukluk var­dır. Allah, en iyisini bilendir. fbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Ebu Derdâ'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz, Rasûlullah'm huzurunda ömrün artmasını tartışıyor­duk O, buyurdu ki: Allah, eceli gelince hiç bir nefsi geri bırakmaz. Artış yalnızca ömürdedir. Allah'ın kula sâlih bir soy verip bunlarm ona dua etmesi ve bunların duasının kabirde ona ulaşmasıdır.3