Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Rahman

1 / 11

Rahman ve İnsan. 2

Rahman ve İnsan

Allah Teâlâ yaratıklarına olan rahmeti ve lutfunu haber veriyor. O; kullarına Kur'ân'ı indirmiş, rahmette bulunduğu kimselere onun ez­berlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. «Rahman, Kur'ân'ı öğ­retti, insanı yarattı. Ona beyânı öğretti.» Hasan buradaki beyânın Kur' ân'ın nutku (telaffuzu) olduğunu söylerken Dajınâk, Katâde ve başka­ları da bununla hayır ve şerrin kasdedildiğini söylerler. Burada Ha-san'ın açıklaması güzel ve kuvvetlidir. Zîrâ âyet-i kerîme'lerin akışı Kur' ân'ın Allah tarafından öğretilmesine dâirdir. Kur'ân'm öğretilmesi de, onun tilâvetinin yerine getirilmesidir. Bu da yaratıklara onun telaffu­zunun kolaylaştırılması, harflerin mahreçleri ve nevîlerinin çeşitliliğine rağmen harflerin boğaz, dil ve iki dudak gibi yerlerinden çıkarılmasının kolaylaştırılması ile mümkündür.

«Güneş de, ay da bir hesâb iledir.» Her ikisi de değişmez ve sarsıl­maz bir şekilde kanunlaşmış, kesinleşmiş bir hesaba göre birbirini ta'-kîb ederek hareket ederler. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöy­le buyurur : «Güneşe, aya ulaşmak düşmez. Gece de, gündüzü geçecek değildir. Her birisi bir yörüngede yüzerler.» (Yâsîn, 40), «Sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükûn, güneşi ve ayı da vakit ölçüsü kılmıştır. İş­te bu; Azız, Alîm olanın takdiridir.» (En'âm, 96).

İkrime'den rivayete göre; o, şöyle demiştir : Allah Teâlâ, bütün in­sanların, cinlerin, hayvanların ve kuşların gözlerinin nurlarını bir ku­lun iki gözünde toplamış olsa, sonra da güneşin önündeki yetmiş perde­den bir tanesini açmış olsaydı, ona bakmaya güç yetiremezdi. Halbuki güneşin nuru Kürsî'nin nurunun yetmiş parçasından bir parçadır. Kürsî'nin nuru Arş'm nurunun yetmiş parçasından bir parçadır. Arş'ın nuru da (zât-ı Bârî'nin önündeki) örtünün nurunun yetmiş parçasın­dan bir parçadır. Hele bir düşün, kul Rabb-ı Kerîm'inin yüzüne ayân-beyân baktığı demde Allah, o kulun gözlerine nasıl bir nûr vermiştir. İkrime'nin bu sözünü İbn Ebu Hatim rivayet ediyor.

Allah Teâlâ : «Bitkiler ve ağaçlar da secde ederler.» buyuruyor. İbn Cerîr Tâberî der ki: Âyet-i kerîme'deki kelimesinin; göv­desi olan bitki, anlamına geldiğinde icmâ etmişler kelime­sinin anlamında ise ihtilâf etmişlerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha onun bu kelimeyi, yeryüzüne yayılan bitkiler ile izah ettiği­ni söyler. Saîd İbn Cübeyr, Süddî ve Süfyân es-Sevrî de böyle söylemiş­lerdir. İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin— bu açıklamayı tercih et­miştir .Mücâhid'e göre ise bu kelime gökteki yıldıza delâlet eder. Hasan ve Katâde de böyle söylemektedir. Bu; açık ve kuvvetli olan görüştür ki en doğrusunu Allah bilir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur : «Göklerde ve yerde olanların; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğunun Allah'a secde ettikle­rini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı haketmiştir.» (Hacc, 18).

«Göğü yükseltmiş, mîzânı koymuştur.» âyet-i kerîme'sindeki mî-zândan maksad adalettir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de : «Andol-sun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hare­ket etmeleri için peygamberlere kitab ve ölçü indirdik.» (Hadîd, 25) bu-yurulurken, burada da Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : «Tartıda haksız­lık etmeyin.» Allah Teâlâ gökleri ve yeri, her şeyin hak ve adalet ile ol­ması için, hak ve adaletle yaratmıştır. Bu sebeple : «Tartıyı doğru ya­pın, tartılam eksik yapmayın.» Tartıda eksiltmeyin; aksine hak ve ada­letle tartın, buyurmuştur. Başka bir âyette şöyle buyurulur : «Doğru ölçekle tartın.» (Şuarâ, 182).

«(Göğü nasıl yükseltmişse aynı şekilde) yeri de yaratıklar için al-çalttı.» Yeryüzünü koymuş, hazırlamış, üzerindeki ırkları, şekilleri, renkleri, dilleri muhtelif insanlar, yeryüzünün çeşitli bölgelerinde ve yerlerindeki yaratıklar huzur bulsunlar diye orayı yüksek ve muhkem dağlarla sağlamlaştırmıştır. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd; âyet-i kerîme'deki insanlar kelimesinin, bütün yaratıklara delâlet etti­ğini söylerler. «Onda (renkleri, tadları ve kokulan muhtelif) meyveler, salkımlı hurma ağaçları var.» Burada hurma ağacı anlamına gelen kelimesi onun değerine, kuru veya yaş halde faydasına işa­retle tekil olarak getirilmiştir. İbn Abbâs'tan rivayetle İbn Cüreyc, âyet-i kerîme'deki kelimesinin; tomurcuklardan oluşan to­pak, şeklinde açıklamıştır. Müfessirlerden birçoğu da böyle söylemekte­dir. O; salkımın çöplerinin oluşup göründüğü halidir. Sonra salkım olu­şur ve önce yeşil, ham hurma, sonra yaş hurma haline gelir sonra da iyice gelişerek olgunlaşır.

îbn Ebu Hatim derki : Amr İbn Ali es-Sayrafî kanalıyla... Şa'bî'den rivayetle anlatıldığına göre; o, şöyle demiştir : (Rûm kralı) Kayser, Hz. Ömer İbn Hattâb'a şöyle yazdı : Sana göndermiş olduğum elçilerimin döndüğünü bildiririm. Onlar iddia ediyorlar ki, sizin tarafınızda hiç bir faydası olmayan bir ağaç varmış. Önce merkep kulağı gibi çıkar, sonra inci misâli yarılır, sonra yeşererek yeşil zümrüt gibi olur, sonra kızarır ve kırmızı yâkût şeklini alırmış. Olgunlaşarak güzel ve tatlı bir helva gibi olur, sonra kuruyarak oturanlar için korunak, yolcular için azık olurmuş. Şayet elçilerim doğru söylüyorlarsa ben, bunun ancak cennet­teki ağaçlardan bir ağaç olabileceğini sanıyorum. Ömer İbn Hattâb da ona şöyle yazdı : Mü'minlerin emîri Ömer'den Rumların kralı Kayser'e : Muhakkak ki senin elçilerin sana doğru söylemişler, o ağaç bizim kıta­mızda vardır. Bu ağaç Hz. Meryem'in oğlu İsa'yı doğurup ta loğusa ol­duğu zaman Allah'ın onun için yaratmış (bitirmiş) olduğu ağaçtır. Allah'tan kork ve Allah'tan ayrı olarak îsâ'yı ilâh edinme. «Gerçekten Al­lah katında îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu top­raktan yarattı. Sonra ona : ol, dedi, o da oluverdi. Hak; Rabbmdandır. Öyleyse şüphecilerden olma.» (Âl-i İmrân, 59).

Katâde ve Hakem'in söylediklerine göre ise âyet-i kerîme'deki kelimesi, hurma ağacının gövdesindeki liflerden ibaret olan samanıdır. İbn Abbas'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha da «Yaprak­lı taneler ve kokulu bitkiler var.» âyet-i kerîme'sindeki kelimesini, tanelerin samanı ile açıklamıştır. İbn Abbas'tan rivayetle Avfî der ki : Başı koparılan yeşil ekinlerin yaprağı kuruduğu zaman bu isimle adlandırılır. Katâde, Dahhâk ve Ebu Mâlik de bu kelimeyi tane­lerin samanı ile açıklamıştır. İbn Abbâs, Mücâhid ve birçokları âyet-i kerîme'deki Reyhan'ı; yaprak ile izah ederler. Hasan ise bunun insanla­rın bildiği Reyhan olduğunu söyler. İbn Abbas'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha da onun yeşil ekinler olduğunu belirtir. En doğrusunu Allah bi­lir. Âyetin anlamı şöyle olmalıdır : Buğday ve arpa gibi bitkilerin ekil­dikleri zaman başak teşekkül edince başağın üzerinde yapraklan vardır. Reyhan ise onun sapma sarılmış olan yaprağa denir. Âyet-i kerîme'deki kelimesi; ekinin ilk bittiği ve henüz köksüz olduğu dö­nemdeki yaprağı, Reyhan kelimesi de; siyahlaşıp baş kısmında tane oluştuğu zamandaki yaprağı ile açıklanmıştır. (...)

«Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» Ey insan ve cinler topluluğu, hal böyleyken hangi nimetleri yalan sayabi­lirsiniz? Bu açıklama Mücâhid ve birçoklarına aittir. Bu açıklamaya âyet-i kerîme'nin devamı da delâlet etmektedir. Yani sizin üzerinizde Allah'ın nimetleri son derece açıktır. Ve siz,, onların içine dalmış du­rumdasınız. Onları elbette inkâr edemezsiniz. Biz, mü'min cinlerin söy­lemiş olduğu gibi : Allah'ım ,ey Rabbımız, Senin nimetlerinden hiç bi­rini yalan saymayız, hamd Sanadır, diyeceğiz. İbn Abbâs şöyle dermiş: Hayır Rabbımız, onlardan hiç bir şeyi yalan saymayız. İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya İbn İshâk'ın... Ebubekir'in kızı Esmâ'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.)nü Kur'ân okurken işittim. Kendisine emredilen hakikatleri açıklamazdan önce rükne doğru na­maz kılıyor, müşrikler de onu dinliyorlardı. O : «Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» âyetini okumaktaydı.1

İzahı4

İzahı

14 — însanı pişmiş çamur gibi kupkuru bir balçıktan yaratmıştır.

15 — Cinleri de yalın bir alevden yaratmıştır.

16 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

17 — O; hem iki doğunun Rabbı, hem de iki batının Rabbıdır.

18 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

19 — İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.

20 — Aralarında bir engel vardır, birbirinin sınırını aşamazlar.

21 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

22 — Her ikisinden de inci ve mercan çıkar.

23 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

24 — Denizde yüzen koca dağlar gibi gemiler de O'-nundur.

25 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

İki Deniz. 4

İki Deniz

Allah Teâlâ insanı pişmiş çamur gibi kupkuru bir balçıktan, cinleri de yalın bir ateşten yarattığını haber verivor. Âyet-i kerîme'deki yalın bir alev olarak tercüme ettiğimiz kelimesi, Dahhâk'm İbn Abbâs'tan naklettiğine göre, alevin ucu anlarmnadır. îkrime, Mücâhid, Hasan ve İbn Zeyd de böyle söylemişlerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Av-fî de burayı; en iyi cinsten ateşin alevi olarak açıklamıştır. Yine İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise; en hâlis ateşten, şeklinde açıklar. İkrime, Müc&hid, Dahhâk ve başkaları da böyle söylemiştir, îmâm Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'm... Hz. Âişe'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Melekler nurdan, cinler yalın bir ateşten, Âdem de size anlatılan pişmiş çamur gibi kupkuru bir balçıktan yaratılmıştır. Hadîsi Müslim, Muharamed İbn Râfi' ve Abd İbn Humeyd'den, bu ikisi de Abdürrezzâk'dan rivayet etmişlerdir.

«Şu halde Rabbımzm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» âye­tinin tefsiri daha önce geçmişti.

«O; hem iki doğunun Rabbı, hem de iki batının Rabbıdır.» âyet-i kerîme1 sinde güneşin, kışın ve yazın doğup battığı yerler kasdedümek-tedir. Başka bir âyet-i kerîme'de de : «Doğuların ve batıların Rabbma yemin ederim ki, şüphesiz Biz gücü yetenleriz.» (Meâric, 40) buyurulur. Zîrâ güneşin doğuş yerleri her gün değişir ve güneş hep farklı yerlerden görünür. Başka bir âyet-i kerîme'de de : «O, Doğunun ve Batının Rab-bıdır. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O'nu vekîl tut.» {Müzzemmü, 9) buyurulur. Burada «doğuların ve batıların» ifâdesi ile cins kasdedil-mektedir. Ayrıca Güneşin doğuş ve batış yerlerinin değişmesinde cin ve insanlardan yaratıkların menfaatları olduğu içindir ki, Allah Teâlâ hemen bunun peşinden : «Şu halde Rabbımzm hangi nimetlerini ya­lan sayabilirsiniz?» buyurmuştur.

İbn Abbâs, «İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.» âyet-i kerime'sindeki fiilini; salıvermek anlamına almıştır. İbn Zeyd ise bu âyeti şöyle anlıyor : Aralarına onları ayıran ve engelle­yen bir berzah koymak suretiyle birbirine kavuşmalarını önlemiştir. Bu­radaki iki denizden maksad, tatlı ve tuzlu sulardır. Tatlı sular nehir sularıdır. Biz bu konuda daha önce Furkân süresindeki «Ve O'dur, iki denizi salıp katan. Şu tatlı ve susuzluğu giderici, bu ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına bir engel ve aşılamayan bir sınır koymuştur.» (Furkân, 53) âyetinin tefsirinde bilgi vermiştik. İbn Cerir burada iki denizden maksadın, gökten inen su ile yeryüzü denizlerinin kasdedildiği görüşü­nü tercih etmiştir. Bu görüş, Mücâhid, Saîd îbn Cübeyr, Atiyye ve İbn Ebzâ'dan rivayet edilmiştir. İbn Cerîr der ki: Zira inci, gökten inen su­dan ve yeryüzü denizlerinin istiridyelerinden oluşur. Evet bu doğrudur.

Ancak burada maksad, İbn Cerîr'in görüşü ve açıkladığı gibi değildir. Ayrıca âyet-i kerîme'nin lafzı da bu açıklamayı destekler mâhiyette de­ğildir, Çünkü Allah Teâlâ : «Aralarında bir engel vardır, birbirinin sını­rım aşamazlar.» buyurmaktadır. Yani aralarına topraktan bir engel koymuştur. Böylece ne biri diğerine, ne de öteki berikine karışır. Şayet birbirine karışmış olsalardı biri diğerini bozacak ve onlardan bekleni­len ve kendileri ile kasdedilen sıfatları gidereceklerdi. Gökle yer arası ise yasak, engel olarak isimlendirilmez.

Allah Teâlâ : «Her ikisinden de inci ve mercan çıkar.» buyurur ki, burada ikisinin toplamı kasdedilmektedir. Bu ikisinden birinde bu özel­lik bulunsa yeterlidir. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme'de : «Ey cin ve insan topluluğu; içinizden size peygamberler gelmedi mi?» (En'âm, 130) buyurur ki, peygamberler cinlerden değil sâdece insanlar­dan gelmiştir. Buna rağmen hitâb hem cinlere, hem de insanlaradır. Ve bu şekilde hitâb Arap dili kurallarına uygundur. İnci; bilinen taştır. Mercana gelince; Mücâhid, Katâde, Ebu Razın ve Dahhâk'ın söylediği­ne göre incinin küçüklerine mercan denilir. Bu açıklama Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. İncinin büyüklerine ve iyilerine mercan denildiği de nakledilir. Bu görüşü îbn Cerîr, Seleften bazılarından rivayet etmekte­dir. Ayrıca İbn Ebu Hatim bu açıklamayı Rebî' İbn Enes'ten naklet-miştir. Yine İbn Ebu Hatim, Süddî kanalıyla bu açıklamayı İbn Abbâs'-tan da nakleder. Bu açıklamanın benzeri Hz. Ali, Mücâhid ve Mürre el-Hemedânî'den de yine İbn Ebu Hatim tarafından rivayet edilmiştir. Mercanın kırmızı renkli bir çeşit mücevher olduğu da söylenir. Süddî'-nin Ebu Mâlik kanalıyla Abdullah İbn Mes'ûd'tan rivayetine göre mer­can; kırmızı renkli kıymetli bir taştır. Süddî mercanın, bitki kökenli deniz dibi taşları olduğunu belirtir. Allah Teâlâ'nm : ««Her birinden taze et yersiniz ve giyeceğiniz süs eşyası çıkarırsınız.» (Fâtır, 12) kav­line gelince; et hem tatlı, hem de tuzlu sudan çıkar. Süs edinilen şeyler ise, tatlı sulardan değil sâdece tuzlu sulardan çıkarılır. İbn Abbâs der ki: Gökten denize bir damla (yağmur suyu) düştüğünde bu su damlası bir istiridyenin içine denk gelirse ondan inci oluşur. İkrime de böyle söylemiş olup o şunu ekler ; Şayet bu su damlası bir istiridyenin içine düşmezse ondan anber biter. Başka bir kanaldan olmak üzere bu açık­lamanın benzeri İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir. İbn Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Sinan'ın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle de­miştir : Gökten yağmur yağdığı zaman, denizdeki istiridyeler ağızlarını açarlar. İçine bir yağmur damlası düşerse bu inci olur. Bu haberin isnadı sahihtir. Mademki bu mücevherleri süs olarak kullanmak yeryüzü halkı için bir nimettir, Allah Teâlâ onlara nimette bulunarak : «Şu halde Rabbımzın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» buyuru­yor.

Allah Teâlâ : «Denizde yüzen koca dağlar gibi gemiler de O'nun-dur.» buyuruyor. Bunlarla denizde yüzen gemiler kasdedilmektedir. Mücâhid der ki: Gemilerden yelken açmış olanlara de­nilir. Şayet yelkenleri açılmamışsa ona bu isim verilmez. Katâde âyet-i kerîme'deki kelimesini; yaratılmışlar, şeklinde açıklar. Bir başkası da kelimesine anlamım ver­miştir.

Allah Teâlâ : «Denizde yüzen (büyüklüğü ile) koca dağlar gibi ge­miler...» buyuruyor ki, bunlar büyüklükte dağlar gibi gemiler olup on­larda bir ülkeden başka bir ülkeye, bir iklimden başka bir iklime nakle­dilen kazanç ve ticâret malları vardır. İnsanların ihtiyâç duyacakları diğer eşya çeşitlerinin taşınması gibi bir çok menfaatları vardır. Bu se­beple de : «Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» buyurulmuştur, İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Umeyra İbn Sa'd'dan rivayetine göre; o, şöyle diyor : Fırat kıyısında Hz. Ali İbn Ebu Tâlib (r.a.) ile beraberdim. Birden yelkenleri açılmış bir gemi geldi. Hz. Ali ellerini açtı, sonra da şöyle dedi Allah Teâlâ : «Denizde yüzen koca dağlar gibi gemiler de O'nundur.» buyuruyor. Denizlerde yüzen gemi­leri yaratan Allah'a yemîn ederim ki, Osman'ı ben öldürmedim, onun Öldürülmesine yardımcı da olmadım.2

İzahı5

İzahı

26 — Onun üzerinde bulunan ner şey fânidir.

27 — Ancak celâl ve ikram sahibi Rabbının zâtı bakî kalacaktır.

28 —- Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

29 — Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'ndan ister. O, her gün bir şe'n içindedir.

30 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

Her Şey Fânidir.5

Her Şey Fânidir.

Allah Teâlâ bütün yeryüzü halkının yok olacağını, toptan öleceğini haber veriyor. Gökyüzü halkı da aynı durumdadır. Ancak bundan Al­lah'ın diledikleri müstesnadır. O'nun ikram sahibi zâtından başka hiç kimse kalmayacaktır. Rab Teâlâ ölmez, aksine O, ebediyyen diridir. Ka-tâde der ki: Allah Teâlâ önce yarattığını haber veriyor, sonra da bütün bunların vâr olduğunu bildiriyor. Hz. Peygamberden nakledilen bir dua­da şöyle buyurulur : Ey Hayy, ey Kayyûm, ey gökleri ve yeri yaratan. Ey celâl ve ikram sahibi; Senden başka İlâh yok. Senin rahmetinden imdâd dileriz. Bizim bütün hallerimizi ıslâh eyle. Bir göz açıp kapaya­cak kadar zaman bile bizi nefislerimize veya yaratıklarından birine bı­rakma. Şa'bî der ki : «Onun üzerinde bulunan her şey fânidir.» âyet-i kerîme'sini okuduğun zaman «Ancak celâl ve ikram sahibi Rabbının zâ: ti bakî kalacaktır.» âyetini okumadıkça susma. Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın: «O'nun zâtından başka her şey helak olacaktır.» (Kasas, 88) kavli gibidir. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'de yüce zâtını «celâl ve ik­ram sahibi» olarak nitelemiştir. Yani O ta'zîme lâyıktır. Kendisine ita­at edilip isyan ve muhalefet edilmemesi gerekendir. Başka âyet-i kerî­melerde de şöyle buyurulur: «Sabah akşam Rabbının rızâsını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret.» (Kehf, 38), «Biz, sizi ancak Allah rızâsı için doyuruyoruz.» (İnsan, 9). İbn Abbâs «Celâl ve ikram sahibi...» kısmını: Celâl ve kibriyâ sahibi, şeklinde açıklar. ,

Allah Teâlâ yeryüzündeki halkın hepsinin ölümde eşit olduğunu, âhiret yurduna gideceklerini ve orada onlar hakkında delâletli olan hükmüyle celâl~ve "ikram sahibi Allah'ın hükmedeceğini beyân buyur­duktan sonra «Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sayabilir­siniz?» buyurmuştur,

«Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'ndan ister. O, her gün bir şe'n içindedir.» âyetinde O'nun, zâtı dışında her şeyden müstağni olduğu, her an bütün yaratıkların O'na muhtaç olduğu haber verilmektedir. On­lar lisân-ı halleri ve sözleri ile hep O'ndan isterler. O her gün bir Şe'n içindedir. A'meş'in Mücâhid'den, onun da Ubeyd İbn Umeyr'den riva­yetine göre; o, «O, her gün bir şe'n içindedir.» âyeti hakkında der ki : Duâ edene icabet etmesi, isteyene vermesi, bir esîri esaretten kurtarması veya bir hastaya şifâ vermesi O'nun şe'nindendir. İbn Ebu Necîh'in naklettiğine göre Mücâhid şöyle diyor : O, her gün bir dua edene icabet eder, bir kederi, bir sıkıntıyı giderir, sıkıntıda olana icabet eder, bir gü­nâhı bağışlar. Katâde der ki: Gökler ve yeryüzü halkı O'ndan müstağni değildir : Diriyi yaşatır, öleni öldürür, küçüğü terbiye edip yetiştirir, bir esîri esaretten kurtarır. Salih kimselerin ihtiyâçları ve münâcâtları, şikâyetleri son olarak O'na ulaşır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize baba­mın... Süveyd İbn Cebele el-Fezârî'den rivayetine göre; o, şöyle demiş­tir ; Sizin Rabbınız her gün bir durum içindedir; bir köleyi azâd eder, bir isteyene verir, bir azabı kaldırır.

İbn Cerîr der ki: Bana Abdullah İbn Muhammed İbn Amr'ın... Ab­dullah İbn Münîb el-Ez'dî'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : Allah Rasûlü (s.a.) «O, her gün bir şe'n içindedir.» âyetini tilâvet buyurdu. Biz : Ey Allah'ın elçisi, bu durum da nedir? diye sorduk, şöyle buyurdu: Bir günâhı bağışlaması, bir keder ve sıkıntıyı gidermesi, bir kavmi yü­celtmesi ve bir diğerini alçaltmasıdır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize ba-bamm... Ebu Derdâ'dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.)'den rivayetine göre o, şöyle buyurmuştur : Allah Teâlâ : «O, her gün bir şe'n içinde­dir.» buyurmuştur. Bir günâhı bağışlaması, bir keder ve sıkıntıyı savıp gidermesi, bir kavmi yüceltmesi, diğerlerini alçaltması O'nun şe'ninden­dir. İbn Asâkir hadîsi müteaddid kanallardan olmak üzere Hişâm İbn Ammâr kanalıyla... Ebu Derdâ'dan, o ise Hz. Peygamber (s.a.)den riva­yetle zikretmiştir. Ancak İbn Asâkir bu rivayetlerden birincisinin isna­dının sahîh olduğunu da belirtmiştir. Ben de derim ki: Hadîs vukuf ola­rak rivayet edilmiştir. Nitekim Buharı, hadîsi cezm sîğâsı ile ve mual­lak olarak zikretmiş ve onu Ebu Derdâ'nın sözü olarak nakletmiştir. En doğrusunu Allah bilir.

Bezzâr der ki: Bize Muhammed İbn Müsennâ'm... İbn Ömer'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) «O, her gün bir şe'n içindedir.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: O, bir günâhı bağışlar, bir sıkıntı ve kederi giderir. İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Teâlâ, beyaz in-cidep bir Levh-i Mahfuz yaratmıştır. Onun iki kapağı kırmızı yakuttur. Kalemi nûr, kitabı nurdur. Genişliği gökle yer arası kadardır. Her gün üç yüz altmış defa ona bakar. Her bakışında yaratır, diriltir, öldürür, azîz veya zelîl kılar ve dilediğini yapar.3

31 — Ey insanlar ve cinler, yakında size de yönelece­ğiz.

32 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

33 — Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.

34 — Şu halde, Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

35 — Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve yardmılaşamazsr nız.

36 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

Ey İnsanlar ve Cinler Topluluğu. 6

Ey İnsanlar ve Cinler Topluluğu

Ali İbn Ebu Talha'mn İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, «Ey insan­lar ve cinler, yakında size de yöneleceğiz.» âyeti hakkında şöyle demiş­tir : Bu, Allah Teâlâ'dan kullarına bir tehdîddir. Yoksa Allah'ın bir meşguliyeti olup O bu meşguliyetini bitirecek değildir. Dahhâk da bu­nun bir tehdîd olduğunu belirtir. Katâde der ki: Allah'ın, yaratıkları­na yönelmesi ve onları hesaba çekmesi yaklaşmıştır. İbn Güreye ise bu­rayı : Sizin hakkınızda yakında hüküm vereceğim, şeklinde anlamıştır. Buharı der ki: Sizi yakında hesaba çekeceğim. Hiç bir şey Allah Teâlâ-yı başka bir şeyden alıkoyamaz. Arap dilinde bu tür kullanılış bilinen bir ifâde kalıbıdır. Kişinin herhangi bir meşguliyeti olmadığı halde «Se­nin için vakit ayıracağım, senin için boş kalacağım denilir. Burada şöy­le deniliyor : Hiç şüphesiz seni, gaflette iken yakalayacağım.

«Ey cinler ve insanlar topluluğu...» âyet-i kerîme'sindeki kelimesi; insanlar ve cinler, anlammadır. Nitekim sahîh bir hadîste : Onu (kabirde muazzeb olanın haykırışlarını) cinler ve in­sanlar dışında her varlık işitir, buyurulmuştur. Başka bir rivayette : «Cinler ve insanlar» ifâdesi açıkça söylenmektedir. Sûr hadîsinde de :

insanlar ve cinlerdir, buyurulmuştur. «Şu halde Rabbı-mzın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?»

«Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin çevresinden ge­çip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.» Allah'ın emrinden ve takdirinden kaçamazsınız. O, sizi kuşatmıştır. O'nun hükmünden ve hakkınızda vereceği karârdan kur­tulamayacaksınız. Nereye gitseniz kuşatılmış olacaksınız. Bu, mahşer de olacaktır. Melekler yaratıkları her taraftan yedi saf halinde kuşat­mış olacaklar ve hiç kimse gitmeye güç yetiremeyecektir. «Ama üstün bir güç (ve Allah'ın emri) olmadan geçemezsiniz.») «İşte o gün insan : kaçacak yer nerede? der. Hayır, hiç bir sığmak yoktur. Ey insan ,o gün sen, Rabbının huzuruna varıp durursun.» (Kıyâme, 10-12), «Kötülük kazananlara kötülükleri kadar ceza verilir; onların yüzlerini zillet bü-rür. Allah'a karşı onları savunacak kimse yoktur. Yüzleri, geceden de kara bir parçayla örtülmüş gibidir. İşte bunlar da ateşin yaranıdırlar. Orada temelli kalacaklardır.» (Yûnus, 27). Bu sebeple burada da şöyle buyurulur : «Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderi­lir de birbirinizi kurtaramaz ve yardımlaşamazsımz.» İbn Abbâs'tan ri­vayetle Ali İbn Talha, kelimesini; ateş alevi ile açıklar. İbn Abbâs'tan rivayetle Saîd İbn Cübeyr bu kelimenin, duman anla­mına geldiğini söylemiştir. Mücâhid ise bunun, kesik kesik yeşil alevler olduğunu bildirir. Ebu Salih de der ki: O, ateşin üzerinde ve dumanın altında olan alevdir. Dahhâk da bu kelimeyi ateş seli, diye açıklar. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali îbn Ebu Talha'nm söylediğine göre kelimesi ateş dumanıdır. Bu tür bir açıklama Ebu Salih, Saîd İbn Cü­beyr ve Ebu Sinan'dan da rivayet edilmiştir. İbn Cerîr der ki: Araplar dumana derler. Bu kelimenin başındaki harf Ötüre ve esi­re olarak okunabilir. Kırâet imamları hu kelimenin başındaki nûn har­fini ötüre okumakta icmâ' etmişlerdir. (..;) Teberânî'nin Cüveybir ka­nalıyla. Dahhâk'dan rivayetine göre Nâfi' İbn Ezrak, İbn Abbâs'a kelimesinin anlamını sormuş da o : Beraberinde duman olmayan alevdir, demiş. (...) Nâfi' ona kelimesini sormuş da İbn Abbâs : O, alevi olmayan dumandır, diye cevab vermiş. (...) Mücâ­hid ise bu kelimeyi şöyle açıklar : O, bakırdır. Eritilecek ve başları üze­rinden dökülecektir. Katâde ve Dahhâk da bu kelimeye bakır seli anla­mını verirler. Bütün bu açıklamalara göre âyetin anlamı şöyle olmalı­dır : Kıyamet günü kaçarak gitseniz bile melekler ve zebaniler dönme­niz için sizin üzerinize ateşten alevler ve eritilmiş bakırlar gönderecek ve böylece sizi geri çevireceklerdir. Bu sebepledir ki: «Birbirinizi kurta­ramaz ve yardımlaşamazsımz. Şu halde Rabbınızm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» buyurulmuştur.4

37 ~ Gök yarılıp ta kırmızı sahtiyan gibi bir gül oldu­ğu zaman.

38 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

39 — İşte o gün; insana da, cirme de günâhından sorul­maz.

40 — Şu halde, Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

41 — Suçlular simalarından tanınırlar da perçemlerin­den ve ayaklarından tutulurlar.

42 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

43 — Suçluların yakaladıkları cehennem işte budur.

44 — Onlar bununla kaynar su arasında dolaşır durur­lar.

45 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

Kırmızı Sahtiyan Gibi Bir Gül7

Kırmızı Sahtiyan Gibi Bir Gül

Allah Teâlâ'nın : «Gök yarılıp da...» kavli, bu âyet-i kerîme ile ay­nı anlamda varid olan «Gök yarılır, o gün düzeni bozulur.» (Hakka, 16), «Ve o gün; gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bö­lük indirileceklerdir.» (Furkân, 25), «Gök yarılıp Rabbma boyun eğdi­ği zaman —ki gök boyun eğecektir—.» (İnşikâk, 1-2) âyetlerin de de­lâleti ile kıyamet gününde olacaktır.

«Gök yarılıp ta kırmızı sahtiyan gibi bir gül olduğu zaman.» Yani potada gümüşün ve yağ tortusunun eridiği gibi eridiği zaman. Sizler bo­yalan ta'kîb ettiğiniz gibi, onun renk değiştirmesini de ta'kîb edebile­ceksiniz. Bir keresinde kırmızı, bir keresinde sarı, peşinden mavi ve onun da peşinden yeşil olacaktır. Bu; o büyük kıyamet gününün korku­sundan ve durumun şiddetindendir. İmâm Ahmed der ki: Bize Ahmed İbn Abdülmelik'in... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: İnsanlar kıyamet günü diriltilecekler. Gök­yüzü, onların üzerine çiseleyen yağmur gibi yağacaktır. Dahhâk'ın İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, «Kırmızı sahtiyan gibi bir gül» ifâdesini, kırmızı deri ile açıklamıştır. Ebu Küdeyne'nin Kâbus kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise o, bu ifâdeleri, açık doru atın rengi gibi bir renge bürünmekle açıklamıştır. Yine İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî: Göğün rengi değişecektir, demiştir. Ebu Salih ise şöyle diyor : Gül ku­rusu rengindeki hayvanın rengi gibi olacaktır. Bundan sonra da yağ tortusu gibi olur. Beğavî ve başkaları şöyle naklediyorlar : Kula ve do­ru at renkleri arasındaki bir renkte olan atlar ilkbaharda san, kışın kır­mızı renkte olur. Soğuk şiddetlenince ise boz renkli olurlar. Hasan el-Basrî der ki: Gökyüzü o gün rengârenk-olacaktır. Süddî de : Gökyüzü o gün doru katır renginde olacaktır. O gün, erimiş zeytinyağının tortu­su gibi olacaktır, der. Mücâhid : O gün gökyüzü kızıl deri renginde ola­caktır, demiştir. Burayı Atâ el-Horasânî de şöyle açıklar: O, gülyağı rengi gibi sapsarı olacaktır. Katâde der ki: Gökyüzü bu gün yeşil (gök mavisi) dir. O günde rengi kırmızıya çalacak, rengârenk olacaktır. Ebu'l-Cevzâ; o gün gökyüzünün, yağ berraklığında olacağını' söylerken, İbn Cüreyc şöyle bir açıklama getirir : Gökyüzü erimiş yağ gibi olacak­tır. Bu; cehennemin sıcaklığı ona isabet ettiği zamandadır.

«İşte o gün; insana da, cinne de günâhından sorulmaz.» âyet-i ke-rîme'si Allah Teâlâ'nın : «Bu, onların konuşamayacaklar! gündür. On­lara izin de verilmez ki özür beyân etsinler.» (Mürselât, 35-36) kavli gibidir. Bu, bir haldir. Başka bir halde ise yaratıklar bütün amellerin­den sorulacaklardır. Zîrâ "Allah Teâlâ : «Rabbma andolsun ki, onların hepsine birden mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» (Hicr, 92-93) buyurmaktadır. Bu sebeple Katâde der ki: «İşte o gün; insana da, cinne de günâhından sorulmaz.» Sorgu daha önce yapılmış, sonra topluluğun ağzı mühürlenerek elleri ve ayakları onların yaptıklarını söylemiştir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha der ki: Şunu, şunu yaptınız mı? diye onlara sormaz. Çünkü bunları onlardan daha iyi bilir. Fakat onlara: Şunu şunu neden yaptınız? der. Bu, ikinci bir açıklamadır. Bu âyet-i kerîme'nin tefsirinde Mücâhid der ki: Melekler suçluya sormazlar, zîrâ onlar sımalarından tanınırlar. Bu da üçüncü bir açıklama oluyor. Sanki bu, onların cehenneme götürülmeleri emrolduktan sonradır, işte o zaman onlara günâhları sorulmayacak, aksi­ne cehenneme sürülerek oraya atılacaklardır. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur : «Suçlular sımalarından tanınır­lar.» (Rahman, 41) Yani onlar, üzerlerinde görünecek alâmetlerle bili­nip tanınırlar. Hasan ve Katâde derler ki: Melekler onları, yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin mavi olmasıyla tanıyacaklardır. Ben de derim ki: Bu, abdestin etkisiyle mü'minlerin bembeyaz ve nurlu bir çehreye sâhib olmaları gibidir.

«Perçemlerinden ve ayaklarından tutulurlar.» Zebaniler onların iki ayağıyla beraber perçemlerini toparlayıp o şekilde ateşe atarlar. İbn Abbâs'tan rivayetle A'meş der ki: Onun perçeminden ve ayağından tu­tulup tandırda odunun kırıldığı gibi kırılır. Dahhâk der ki: Perçemi ve iki ayağı bir araya toparlanıp arkasından bir zincirle bağlanır. Süddî de şöyle demekte : Kâfirin perçemi ve iki ayağı bir araya toparlanıp perçemi ayağı ile bağlanır ve beli bükülür, eğilir. İbn Ebu Hâtim'in, ba­bası kanalıyla... Abdurrahmân'dan, onun da Kinde kabilesine mensûb bir adamdan naklettiğine göre adam şöyle anlatmış : Hz. Âişe'ye varıp yanına girdim. Benimle onun arasında bir perde vardı. Allah Rasûlü (s.a.) bir zaman gelip o zamanda hiç kimsenin şefâatta bulunamayaca­ğına dâir bir şey nakletti mi? diye sordum. O : Evet, ben ve o bir örtü içinde iken bunu ona sordum deyip şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s. a) buyurdu ki: Evet. Sırat konulup kişinin nereye gönderileceği bili-ninceye kadar hiç kimseye şefaat etme yetkim yoktur. Bana ne yapıla­cağını görünceye kadar —veya bana vahyolununcaya kadar buyurmuş­tur— yüzlerin beyazlandığı ve yüzlerin siyahlandığı gün. İnceltilip kız-dınldığı zaman köprünün yanında (hiç kimseye şefaat edemem.) Hz. Âişe köprünün nasıl bilenip kızdırılacağım sorduğunda Allah Rasûlü şöyle buyurdu : O kadar bilenecek ki, sonunda kılıcın keskin ağzı gibi olacak. O derece kızdırılacak ki sonunda bir kor gibi olacak. Mü'min ora­yı geçecek ve ona hiç bir zarar vermeyecek. Münafığa gelince; o köprü­ye asılacak, nihayet onun ortasına ulaştığında ayağı oradan kayacak da eli ile iki ayağına doğru eğilecek. Hz. Âişe der ki: Sen, çıplak olarak yü­rüyüp te etrafını dikenlerin sardığı ve sonunda ayaklarına doğru iki büklüm olan birini hiç görmedin mi? İşte o da aynı şekilde eliyle ve ba­şıyla ayaklarına doğru eğilecektir. Zebaniler ucu kıvrık demirlerle onun alnına ve ayağına vuracak ve onu cehenneme atacaklardır. Orada tam elli sene süresince düşmeye devam edecektir. Ben dedim ki: Kişinin ağırlığı nedir? Şöyle dedi: Semiz ve hâmile on deve ağırlığıdır. O gün suçlular, sımalarından tanınırlar ve perçemleri ile ayaklarından tutu­lup yakalanırlar. Bu, garîb bir hadîstir. Allah Rasûlü (s.a.)ne ulaştırıl­ması münker olan lafızlar vardır. Zâten rivayet zincirinde ismi verilme­yen bir râvî bulunmaktadır ve böyle bir hadîs ile ihticâc olunmaz. En doğrusunu Allah bilir.

Bir azarlama, suçlama, hakaret olarak onlara şöyle denilecektir : Sizin varlığını yalanlamakta olduğunuz cehennem işte karşınızda duru­yor ve siz onu ayân-beyân görüyorsunuz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Suçluların yalanladıkları cehennem işte budur. Onlar bununla kaynar su arasında dolaşır dururlar.» Bir keresinde cehennemde azâblandırılır-lar, bir keresinde kaynar su içirilirler. O öyle bir içecektir ki erimiş bakır gibi bağırsakları ve karında olanları paramparça eder. Bu, Allah Teâlâ'-nın şu kavli gibidir : «Hani boyunlarında demir halkalar ve zincirlerle sürüklenirler, kaynar suya. Sonra da ateşte yakılırlar.)) (Gâfir, 71-72). Âyet-i kerîme'deki kelimesi; hararetine dayanılamayacak dere­cede sıcak olan an.lammadır. İbn Abbâs, «Onlar bununla kaynar su ara­sında dolaşır dururlar.» âyeti hakkında der ki: O, kaynama derecesine ulaşmış ve harareti şiddetlenmiş olan sudur. Mücâhid, -Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk, Hasan, Sevrî ve Süddî de böyle söylemiştir. Katâde der ki: Al­lah'ın gökleri ve yeri yaratmasından beri pişmekte devam etmektedir. Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî de şöyle diyor : Kul yakalanır ve alnı o kaynar su içinde sarkıtılır. Sonunda etleri erir ve başında sâdece kemik ve iki gözü kalır. Bu, Allah Teâlâ'nm şu kavli gibidir : «Kaynar suya. Sonra da ateşte yakılırlar.)) (Ğâfir, 72} Kurazî'den gelen başka bir riva­yete göre ise o, kelimesini; hazır olan, şeklinde anlamıştır. İbn Zeyd de böyle söylüyor. Ancak hazır olan anlamına Kurazî'den rivayet edilen sıcak anlamına aykırı değildir. Nitekim Allah Teâlâ'nm : «Kızgın bir kaynaktan içirilirler.» (Gâşiye, 5), «Çağrılmaksızm ve vakitli vakit­siz...» (Ahzâb, 53) kavillerinde de bu kelime, bir şeyin güç yetirilemeye-cek, dayanılamayacak derecede sıcak olması, pişmesi anlamında kulla­nılmaktadır. Buradaki âyette de yine bu kelime son derece sıcak anla­mında kullanılmıştır. Âsî mücrimlerin cezalandırılması ve müttaküerin nimete kavuşturulması, Allah'ın lutfu, merhameti, adaleti ve yaratık­larına ihsanının eseri olduğu gibi onları azabı ve baskını ile uyarması da içinde bulundukları günâhlardan ve şirkten alıkoyacak, engelleye­cek unsurlardır; Binâenaleyh bunun peşinden bütün insanlara minnet ederek : «Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» buyurmuştur.5

46 — Rabbmın mekânından korkan kimseye iki cen­net vardır.

47 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

48 — Her ikisi çeşit çeşit ağaçlarla doludur.

49 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

50 — ikisinde de akmakta olan iki pınar vardır.

51 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

52 — İkisinde de her tür meyveden çift çift vardır.

53 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

Ve İki Cennet9

Ve İki Cennet

İbn Şevzeb ve Atâ el-Horasânî, «Rabbının makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» âyetinin Ebubekir es-Sıddîk hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Atıy-ye İbn Kays'tan rivayetine göre «Rabbının makamından korkan kimse­ye iki cennet vardır.» âyeti «Beni ateşte yakın, belki böylece Allah'ın azabından kurtulurum.» diyen birisi hakkında nazil olmuştur. O bu sö­zü söyledikten sonra bir gün bir gece tevbe etmiş ve Allah Teâlâ da onun tevbesini kabul buyurarak cennetine koymuştur. İbn Abbâs ve başkalarının söylediği gibi bu âyetin umumî olması daha sahihtir; Al­lah Teâlâ şöyle buyurur : Her kim kıyamet günü Allah'ın huzurunda durmaktan korkar, nefsini arzularından alıkoyar, azmaz, dünya haya­tını (âhirete) tercih etmez, âhiretin en hayırlı ve en kalıcı olduğunu bilir, Allah'ın farzlarını yerine getirip haramlarından sakınırsa; işte o kimse için, kıyamet günü Rabbının katında iki cennet vardır.

Buhârî —Allah ona rahmet eylesin— der ki : Bize Abdullah İbn Ebu'l-Esved'in... Abdullah İbn Kays'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a;) şöyle buyurmuştur : Gümüşten iki cennet. Kabları da içindekiler de gümüşten. Altından iki cennet. Kabları da içindekiler de altından, Adn cennetinde o kimselerle Rabları arasında sâdece Rabbın vechin-deki kibriyâ örtüsü vardır. Ebu Dâvûd dışındaki diğer Kütüb-i Sitte sa­hipleri de hadîsi Abdülazîz kanalıyla tahrîc etmişlerdir. Hammad İbn Seleme'nin Sâbit'ten, onun Ebu Bekr İbn Ebu Musa'dan, onun da ba­basından —Hammâd der ki: Bildiğim kadarıyla râvî, hadîsi Allah Rasûlü (s.a.)ne ulaştırmıştır— «Rabbının makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» âyeti ile «O ikisinden başka iki cennet daha vardır.» (Rahman, 62) âyetleri hakkında rivayetlerine göre şöyle buyurulur : Mukarrabûndan olan kimseler için altından iki cennet, sağcılar için gü­müşten iki cennet.

İbn Cerîr der ki: Bize Zekeriyyâ İbn Yahya İbn Ebân'm... Ebu Der-dâ'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) bir gün «Rabbının maka­mından korkan kimseye iki cennet vardır.» âyetini tilâvet buyurdu. Ben dedim ki: Zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa da mı? Hz. Peygamber : «Rabbının makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» buyurdu. Ben : Zina etmiş ve hırsızlık etmiş olsa da mı? diye sordum, yine : «Rab-bmın makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» buyurdu. Ben: Ey Allah'ın elçisi, zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa bile mi? diye so­runca Hz. Peygamber : Ebu Derdâ'mn burnu yere sürtülse bile, buyur­du. Neseî de hadîsi Muhammed İbn Ebu Harmele kanalıyla rivayet et­miştir. Yine Neseî bu hadîsi Müemmel İbn Hişâm kanalıyla... Ebu Der-dâ'dan rivayet ediyor. Hadîs, Ebu Derdâ'dan mevkuf olarak da rivayet edilmiştir. Yine ondan rivayete göre şöyle demiştir : Rabbının maka­mından çekinen kimse zina etmez, hırsızlık yapmaz.

Bu âyet-i kerîme, insanlar ve cinler hakkında geneldir. îmân edip Allah'tan korktukları takdirde cinlerin cennete gireceklerine en kuvvet­li delillerden birisi de bu âyettir. Bu sebeple Allah Teâlâ, bahşedeceği bu mükâfat yüzünden insanlara ve cinlere minnet ederek şöyle buyu­rur : «Rabbının makamından korkan kimseye iki cennet vardır. Şu hal­de, Rabbmızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» Daha sonra Al­lah Teâlâ bu iki cenneti şöyle anlatıyor: «Her ikisi de çeşit çeşit ağaç­larla doludur. Güzel, yemyeşil dalları vardır. Bu dallar en iyi cinsten olgun meyvalarla yüklüdür. Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini ya­lan sayabilirsiniz?» Atâ el-Horasânî ve bir grup âyet~i kerîme'deki kelimesini; ağaçların dalları ile açıklamışlardır ki, bu ağaçların dallan birbirine dokunmaktadır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... İkrime'den rivayetine göre; o, «Her ikisi de çeşit çeşit ağaç­larla doludur.» âyeti hakkında şöyle dermiş : Dalların gölgesi duvarlar üzerindedir. (...) Beğavî'nin Mücâhid, İkrime, Dahhâk ve Kelbî'den naklettiğine göre bu kelime; dosdoğru olan dal, anlamınadır.Yine Be-ğavî'nin Ebu Saîd el-Eşecc kanalıyla... İbn Abtaâs'tan rivayetine göre o, Her ikisi de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.» âyetini: Çeşit çeşit, her cins­ten ağaçlarla doludur, şeklinde açıklamıştır. Saîd İbn Cübeyr, Hasan el-Basrî, Süddî, Husayf, Nadr İbn Arabî ve Ebu Sinan'dan da bu açıkla­manın bir benzeri rivayet edilmiştir. Buna göre o iki cennette de çeşit çeşit lezzetler vardır. İbn Cerîr bu açıklamayı tercîh ediyor. Atâ der ki: Her dal, çeşit çeşit meyveyi toplamıştır. Rebı' İbn Enes ise «Her ikisi de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.» âyetinin tefsirinde : İkisinin de çevreleri (bahçeleri) geniştir, der. Bütün bu açıklamalar sahihtir ve aralannda herhangi bir zıdlık sözkonusu değildir. En doğrusunu Allah bilir. Katâ-de, «Her ikisi de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.» âyeti hakkında şöyle der: Âyet-i kerîme onun genişliğini, üstünlüğünü ve diğerlerinden farklı meziyyetini haber vermektedir.

Muhammed İbn İshâk'ın Yahya İbn Abbâd İbn Abdullah kanalıy­la... Esmâ'dan rivayetine göre o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.)nü işittim. Sidre-i Müntehâ'yı andı ve şöyle buyurdu : Onun dallarının gölgesinde bir binitli yüz sene yürür —veya şöyle demiştir : Onun dalla­rının gölgesinde yüz binitli gölgelenir— Orada altın kelebekler vardır. Meyveleri kocaman testiler gibidir. Tirmizî de hadîsi Yûnus İbn Bü-keyr kanalıyla rivayet etmiştir. Allah Teâlâ : «ikisinde de akmakta olan pınar vardır.» buyurur ki, bu iki pınar o ağaçlar ve dalları sulamak üzere akarlar da, böylece onlar bütün çeşitlerden meyve verirler. «Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» Hasan el-Bas-rî der ki: Onlardan birisine Tesnîm, diğerine Selsebil denilir. Atiyye. de der ki.: Onlardan birisi rengi ve tadı bozulmayan sudan, diğeri de içen­lere lezzet veren içkidendir. Bu sebepledir ki bundan sonra da şöyle bu­yurur : «İkisinde de her tür meyveden çift çift vardır.» Sizin bildiğiniz meyve çeşitlerinin hepsinden ve bilmediklerinizin en hayırlısından, hiç bir gözün görmediği; hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbine gelmeyen meyvelerden çift çift vardır. «Şu halde Rabbınızın hangi ni­metlerini yalan sayabilirsiniz?» İbrahim İbn Hakem İbn Ebân'm, baba­sı kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Dünya­da tatlı veya acı ne meyveler varsa Ebu Cehil karpuzuna varıncaya ka­dar cennette de vardır. İbn Abbâs: Âhirette olanların dünyada sâdece isimleri vardır der ki, bununla, aralarında derin bir uçurur» ve apaçık fark olduğunu belirtmek istemiştir.6

54 — Hepsi de örtüleri atlastan döşemelere yaslanır lar. İki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar.

55 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

56 — Oralarda bakışlarım yalnız eşlerine çevirmişler vardır ki, daha önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur.

57 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

58 — Sanki onlar yâkût ve mercandırlar.

59 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

60 — İhsanın karşılığı, ihsandan başkası mıdır?

61 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

İhsanın Karşılığı İhsandan Başkası mı?. 10

İhsanın Karşılığı İhsandan Başkası mı?

Allah Teâlâ'nın «hepsi de yaslanmışlardır.» âyetinde cennet ehli kasdedilir. Burada yaslanmaktan maksad uzanmaktır. Bunun bağdaş kurup oturmak olduğu da söylenmiştir. «Hepsi de örtüleri atlastan dö­şemelere yaslanırlar.» Buradaki atlası İkrime, Dahhak ve Katâde kaim, sâf ipek diye açıklarlar. Ebu İmrân der ki: O, altınla sıvanmış saf ipek­tir. Burada Allah Teâlâ astarların, örtülerin üstünlüğü ile onların içle­rinin de üstünlüğüne işarette bulunmayı' murâd etmiştir. Bu; daha aşağı olan ile daha üstün olana dikkat çekmek kabilindendir. Ebu İs-hâk'm Hübeyre İbn Meryem'den, onun da Abdullah İbn Mes'ûd'dan ri­vayetinde o, şöyle demiştir : Örtüleri böyledir. Ya bir de yüzlerini gör­müş olsaydınız, acaba onlar nasıldır? Mâlik İbn Dînâr der ki: Örtüleri atlastandır, dış yüzleri nurdandır. Süfyân es-Sevrî —veya Şerik— şöyle diyor : Örtüleri atlastan, dış yüzleri donmuş (billûrlaşmış) nurdandır. Kasım İbn Muhammed : Örtüleri atlastan, dış yüzleri rahmettendir, de­miştir. Ebu Abdullah eş-Şâmî'den rivayetle İbn Şevzeb der ki: Allah Te­âlâ, örtüleri zikretti fakat dış yüzlerini zikretmedi. Dış yüzlerinde çar­şaflar vardır. Çarşafların altında olanı ise ancak Allah bilir. Bütün bu açıklamaları İmâm îbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.

«İki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar.» Her iki cennetin de meyveleri onlara yakındır. Hangi hal üzere olurlarsa olsunlar diledik­leri zaman onlardan alırlar. Nitekim Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'-lerde de şöyle buyurur : «Ki, meyveleri sarkmıştır.» (Hakka, 23) «Mey­ve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır.» (İnsan, 14) Yani almak isteyene zorluk çıkarmaz, ak­sine dallarından meyveleri kendiliğinden onlara doğru düşüverir. «Şu halde Rabbınızm hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?»

Allah Teâlâ örtülerin, döşemelerin kıymetini ve güzelliğini zikret­tikten sonra şöyle buyurur : «Oralarda bakışlarını yalnız eşlerine çevir­mişler (eşlerinden başkalarına gözlerini kapamış, cennette eşlerinden daha güzel hiç bir şey görmeyen eşler) vardır.» Bu açıklama İbn Abbâs, Katâde, Atâ el-Horasânî ve İbn Zeyd'e aittir. Bir hadîste vârid olduğu üzere onlardan birisi kocasına şöyle diyecek : Allah'a yemîn ederim ki, cennette senden daha güzel hiç bir şey görmüyorum. Cennette bana senden daha sevimli olan hiç bir şey yoktur. Seni bana beni de sana ve­ren Allah'a hamdolsun.

Allah Teâlâ : «Daha önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin do­kunmuştur.» buyurur ki; onlar bakire, eşine düşkün ve ter ü taze eşler­dir. Eşlerinden önce insan ve cinlerden hiç kimse onlara dokunmamış-tır. Bu da cinlerin mü'minlerinin cennete gireceğine delâlet eder. Ertât İbn Münzir der ki: Damra İbn Habîb'e : Cinler cennete girecek mi? di­ye sorulmuştu. Evet, nikahlanırlar da. Cinler dişi cinlerle, insanlar da kadınlarla nikahlanırlar. Allah Teâlâ'nın : «Oralarda bakışlarını yalnız eşlerine çevirmişler vardır ki daha önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur. «Şu halde Rabbınızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?» âyet-i kerîme'sinin kasdettiği budur, dedi.

Daha sonra Allah Teâlâ onları nitelemeye devam ederek şöyle bu­yuruyor : «Sanki onlar yâkût ve mercandırlar.» Mücâhid, Hasan, İbn Zeyd ve başkaları: Onlar yâkût temizliğinde ve mercan beyâzlığmda-dırlar, derken bu sözleriyle mercanı inci anlamına almışlardır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Abdullah İbn Mes'ûd'dan, onun da riva­yetine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennet kadınla­rının baldırının beyazlığı yetmiş ipek hülle arkasından görünür. Hattâ iliği bile görünür. Allah Teâlâ'nın : «Sanki onlar yâkût ve mercandır­lar.» âyetiyle nitelendirdikleri bunlardır. Yâkût, bir taş olup bir ipe ge­çirsen, sonra da temizlesen ip onun arkasından görülür. Tirmizî hadî­si bu şekli ile Ubeyde İbn Humeyd ve Ebu'l-Ahvas'tan, onlar da Atâ İbn Sâhib'den rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsi Mevkuf olarak da rivayet eder ve : Bu, daha sahihtir, der.

İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennetliklerden olan kişinin hurilerden iki eşi vardır. Onlardan her birinin üzerinde yetmiş hülle var­dır. Onun baldır kemiği elbiselerinin arkasmdan görülür. Bu kanaldan hadîsi sadece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Müslim de hadîsi İsmâîl İbn Uleyye kanalıyla... Muhammed İbn Sîrîn'den rivayet eder ki, o şöyle demiştir : İster övünün, ister müzâkere edin. Cennette erkekler mi, yoksa kadınlar mı daha çoktur? Ebu Hüreyre dedi ki: Ebu'l-Kâsım (s.-a.) şöyle buyurmadı mı: Cennete gireceklerin ilki ayın ondördüncü ge-cesindeki ay parlaklığmdadır. Onları ta'kîb edenler, gökteki en parlak yıldız şekündedirler. Onlardan her birinin iki eşi vardır. Onun baldır ke­miği etinin ötesinden görünür. Cennette bekâr yoktur. Bu hadîs Buhâ-rî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Hemmâm İbn Münebbih ve Ebu Zür'a kanalıyla Ebu Hüreyre (s.a.)den rivayetle tahrîc olunmuştur.

İmâm Ahmed. der ki: Bize Ebu Nadr'ın... Enes'ten rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah yolunda bir sabah veya akşam yürüyüşü, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Sizden bi­rinin cennetteki bir yay miktarı —veya bir yay kirişi kadar— yeri dün­ya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Cennetlik kadınlardan bir ka­dın yeryüzüne inmiş olsaydı, kokusu gökle yer arasını doldurur ve gök­le yer arası tertemiz olurdu. Şüphesiz onun başındaki örtü, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Buhârî de hadîsi Ebu İshâk kanalıy­la... Enes'ten yukardaki gibi rivayet etmiştir.

«İhsanın karşılığı, ihsandan başkası mıdır?» Dünyada güzel amel işleyene ancak âhiret yurdunda ihsan vardır. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka bir âyet-i kerime'de : «Güzel davrananlara, daha güzeli ve fazlası var.» (Yûnus, 26) buyurmuştur. Beğâvî der ki: Bize Ebu Saîd eş-Şerî-hî'nin... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) : «İhsanın karşılığı, ihsandan başkası mıdır?» âyetini oku­du ve : Rabbınız ne buyurdu biliyor musunuz? diye sordu. Ashabı: Al­lah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Rasûlullah : Allah Teâlâ : Ken­disine tevhidi bahşetmiş olduğum kimsenin mükâfatı ancak cennettir, buyurdu. Büyük nimetler zikredildiği ve bunların bir amel karşılığı ol­mayıp sadece Allah'ın lütuf ve ihsanının eseri olduğu belirtildiği için akabinde şöyle buyuruyor. «Şu halde Rabbımzın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?»

«Rabbınm makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» âyet-i kerîme'si ile ilgili olarak rivayet edilen hadîslerden birisi de şöyledir : Tirmizî ve Beğavî'nin, Ebu Nadr Hâşim İbn Kasım kanalıyla... Ebu Hü-reyre'den rivayetlerine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Her kim Allah'tan korkarsa, geceleyin kalkıp ibâdet eder. Gece kalkıp ibâdet eden ise menzile ulaşır. Dikkatli olunuz; Allah'ın ticâret metâı pahalıdır. Agâh olunuz, Allah'ın ticâret malı cennettir. Hadîsi rivayet­ten sonra Tirmizî der ki: Hadîs garîbdir, sâdece Ebu Nadr kanalıyla rivayetini biliyoruz. Beğavî'nin Ali İbn Hacer kanalıyla... Ebu Derdâ'-dan rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s;a.)nü minberde konuşur ve «Rab­bınm makamından korkan kimseye iki cennet vardır.)) buyururken işit­miş. Ebu Derdâ der ki: Ben : Ey Allah'ın elçisi, zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa bile mi? diye sordum. Allah Rasûlü (s.a.): «Rabbının ma­kamından korkan kimseye iki cennet vardır.» buyurdu. Ben ikinci defa: Zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa bile mi ey Allah'ın elçisi? diye sor­dum, «Rabbının makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» bu­yurdu. Ben üçüncü defa : Ey Allah'ın elçisi, zina etmiş ve hırsızlık yap­mış olsa bile mi? dedim, Ebu Derdâ'nm burnu yere sürtülse bile, bu­yurdu.7

62 — O ikisinden başka iki cennet daha vardır.

63 — Şu halde Ratabınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

64 — Koyu yeşildirler.

65 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

66 — İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır.

67 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

68 — ikisinde de meyveler, hurma ve nar vardır.

69 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

70 — Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar var­dır.

71 — Şu halde Rabbmızm hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

72 — Otağlar içinde korunmuş huriler vardır.

73 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

74 — Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur.

75 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerim yalan sa­yabilirsiniz?

76 — Yeşil yastıklara ve güzel işlemeli döşeklere yasla­nırlar.

77 — Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?

78 — Celâl ve ikram sahibi Rabbmm adı ne yücedir.

Otağlar İçinde Korunmuş Huriler11

Otağlar İçinde Korunmuş Huriler

Burada zikredilen cennet; yukarıda zikredilen iki cennetten derece, mertebe ve fazilet itibarıyla Kur'ân'ın da açıkça belirttiği gibi daha aşa­ğıdır. Allah Teâlâ : «O ikisinden başka iki cennet daha vardır.» buyur­muştur. Daha önce geçen bir hadîste şöyle buyurulmaktaydı: Kabları ve içindekiler altın olan iki cennet, kabları ve içindekiler gümüş olan iki cennet. İlk ikisi mukarrebûndan

İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine gö­re; o, şöyle demiştir : Cennet hurmalarının yapraklan cennetliklerin el­biseleridir. Elbiselerinin parçaları ve hülleleri de onlardandır. Yaprak­larının kökü kırmızı altın, dallan yeşil zümrüttür. Meyvesi baldan tat­lı, tereyağından daha yumuşaktır. Onların çekirdeği yoktur. Yine İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennete baktım ve gördüm ki; onun narlarından birisi, üzerine semer vurulmuş bir deve büyüklüğün-dedir.

Allah Teâlâ : «Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.» buyurur. Buradaki huyları güzel ve yüzleri güzel kadınların mecaz mâ­nâda kullanıldığı ve cennette güzel, birçok hayırların varlığının kasde-dildiği söylenmiştir. Katâde böyle söylemektedir. Âyet-i kerîme'deki kelimesi huylan güzel, yüzleri güzel sâliha kadın anla­mına gelen kelimesinin çoğulu olduğu söylenmiştir ki Cum­hur bu görüştedir. Bu açıklama Ümmü Seleme'den merfû' olarak da ri­vayet edilir. Vakıa sûresinde serdedeceğimiz başka bir hadîste de şöyle buyurulur : Huriler : Biz huyları güzel, yüzleri güzel kadınlarız. Şerefli eşler için yaratıldık, diye şarkı söylerler. Bu sebepledir ki kırâet imam­larından bazısı bu kelimeyi ortasındaki yâ harfinin şeddesi ile okumuş­lardır. Allah Teâlâ : «Şu halde Rabbımzın hangi nimetlerini yalan sa­yabilirsiniz?» buyurmuştur.

Allah Teâlâ burada : «Otağlar içinde korunmuş huriler vardır.» buyururken ilk olarak zikri geçen cennetlerden sonra : «Oralarda ba­kışlarını yalnız eşlerine çevirmişler vardır.» buyurmaktaydı. Hiç şüphe­siz gözlerini eşlerine çevirmiş olanlar, otağlar içinde korunmuş huriler­den daha üstündürler. Bununla birlikte hepsi de örtülü eşlerdir. İbn Ebu Hâtim'in Amr İbn Abdullah kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre o, şöyle demiştir : Her müslüman için güzel huylu ve güzel yüzlü bir eş vardır. Her eşin bir çadırı, her çadırın dört kapısı var­dır. Her gün çadıra daha öncekilere benzemeyen armağan, ikram ve he­diyeler gelir. O eşler serkeş değildir, gözlerini çevrede gezdirmezler, ağız­ları pis kokmadığı gibi kendilerinin kokusu da ağır değildir. Onlar Hûr-ı iyn'dir. Sanki saklı devekuşu yumurtası gibi ter ü taze kızlardır.

Ayet-i kerîme'de geçen otağlar hakkında Buharı der ki: Bize Mu-hammed İbn Müsennâ'm... Abdullah İbn Kays'tan rivayetine göre Al­lah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennette inciden oyulmuş bir otağ vardır. Genişliği altmış mildir. Her bir köşesinde o çadır sahipleri­nin eşleri vardır ki birbirlerini görmezler. Mü'minler onları dolaşırlar. Buhârî hadîsi ayrıca Ebu İmrân kanalıyla da rivayet etmiştir. Bu riva­yette çadırın genişliğinin otuz mil olduğu belirtilmektedir. Müslim de hadîsi Ebu İmrân kanalıyla tahric etmiş olup bu hadîsin lafzı şöyledir : Şüphesiz mü'minin cennette yekpare inciden oyulmuş bir çadırı vardır. Onun uzunluğu altmış mildir. Orada mü'minin eşleri vardır ki mü'min onları dolaşır ve onlar birbirlerini görmezler. İbn Ebu Hâtim'in Hasan İbn Ebu Rebî' kanalıyla... Ebu Derdâ'dan rivayetine göre o, şöyle demiş­tir : Otağ, yekpare incidir. Onda yetmiş kapı bulunur. Yine İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, «otağlar içinde korunmuş huriler vardır.» âyet-i kerîme'si hakkında şöyle der : Yani inciden çadırlara kapanmış huriler vardır. Cennette yekpare ve inciden bir çadır vardır. Dört fersah eninde dört fersah boyundadır. Üzerinde dört bin altın kapı kanadı vardır. Abdullah İbn Vehb der ki : Bize Amr'in... Ebu Saîd el-Hudrî'den, rivayetine göre; Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur : Cennet ehlinin derece itibarıyla en aşağı ola­nının seksen bin hizmetçisi, yetmiş iki zevcesi vardır. Onun için inci, zeberced ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır Câbiye ile San'â8 arası kadardır. Tirmizî de hadîsi Amr İbn Haris kanalıyla nakletmiştir.

«Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokun­muştur.» buyurur ki, bu âyet-i kerîme'nin benzeri daha Önce geçmiş­ti. Ancak daha öncekilerin niteliği hakkında «Sanki onlar yâkût ve mer­candırlar. Şu halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» kısmı fazladan yeralmışUr.

Allah Teâlâ : «Yeşil yastıklara ve güzel işlemeli döşeklere yaslanır­lar.» buyurur. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha kelimesini çarşaflar ile açıklar. Mücâhid jkrime, Hasan el-Basrî, Katâ-de, Dahhâk ve başkaları da bu kelimeyi çarşaflarla açıklamışlardır. Alâ İbn Bedr : Taht üzerindeki Refref, sarkıtılmış çarşaflar gibidir, der. Âsim el-Cahderî de bu kelimeyi yastık şeklinde açıklamıştır. Kendisin­den gelen rivayetlerden birinde Hasan el-Basrî de böyle söylemiştir. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin... Saîd İbn Cübeyr'den «Yeşil yastıklara yasla­nırlar.» âyeti hakkındaki rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Refref; cen­net bahçeleridir. «Güzel döşekler...» âyet-i kerime'sindeki kelimesini İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk ve Süddî yastıklar şeklinde açık­lar. Saîd İbn Cübeyr bunların en iyi cinsten yastıklar olduğunu belirtir. Mücâhid de bu kelimeyi saf, hâlis ipekle izah etmiştir. Hasan el-Basrî'-ye bu kelime sorulmuş da, o şöyle demiş : Onlar cennetliklerin halıları­dır. Babası ölesiceler, onları isteyin. Yine Hasan'dan gelen bir rivayete göre bu kelime; dirseklerin konulduğu yastıklar, anlamınadır. Zeyd İbn Eşlem der ki: O yastıklar yeşil, sarı ve kırmızı renktedirler. Alâ İbn Zeyd'e bu kelime sorulmuş da : Halı ondan daha aşağıdadır, demiştir. Ebu Hazre Ya'kûb İbn Mücâhid bu kelime hakkında der ki: Cennetlik­lerin elbiselerindendir ve onu hiç kimse bilmez. Ebu'l-Âliye şöyle diyor: Son derece ince saçaklı halılardır. Kuteybî de bu kelime hakkında şöyle diyor : Araplarda iki renkli dokunmuş her elbiseye Abkarî derler. Ebu Ubeyde der ki: Abkarî kelimesi renkli kumaşların dokunduğu yere nis-bet edilerek bu ismi almıştır. (...) Bütün bu açıklamalara göre ilk zik­redilen iki cennet ehlinin kollarını yasladıkları yastıklar burada belirti­len niteliklerden daha üstün ve yücedirler, Zîrâ orada : «Hepsi de örtü­leri atlastan döşemelere yaslanırlar.» buyurularak döşemelerin örtüleri tavsif edilmiş ve onların astarlarından bahsedilmemiştir. İçlerinin daha güzel ve daha iyi olduğuna işaret etmek üzere sadece örtülerinin övül-mesiyle yetinilmiştir. Belirtilen niteliklerden sonra konuyu güzel bir şekilde bağlamak üzere Allah Teâlâ : «İhsanın karşılığı, ihsandan baş­kası mıdır?» buyurarak cennetlikleri ihsan ile nitelemiştir. İhsan, mer­tebelerin en üstünüdür. Nitekim Cibril hadîsinde de geçtiği üzere Cibril önce İslâm'ı, sonra îmânı ve en sonunda ihsanı sormuştur. Bütün bun­lar daha önce zikredilen iki cennetin, burada zikredilen iki cennetten daha üstün olduğuna delâlet eden delillerdir. Kerîm ve Vehhâb olan Al­lah'tan bizi, o ilk iki cennet ehlinden kılmasını dileriz.

Allah Teâlâ : «Celâl ve ikram sahibi Rabbmın adı ne yücedir.» bu­yuruyor ki O; isyan edilmeye değil, ululanmaya, ikram sahibi kabul edi­lerek ibâdet edilmeye, inkâr olunmaya değil, şükredilmeye, unutulmaya değil, zikredilmeye lâyıktır. İbn Abbâs «Celâl ve ikram sahibi» kelimeleri­ni : Celâl ve kibriyâ sahibi, şeklinde açıklamıştır. İmâm Ahmed'in Mûsâ İbn Dâvûd kanalıyla... Ebu Derdâ'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s. a.) şöyle buyurmuştur : Allah'a tâzîm ediniz ki sizi bağışlasın. Başka bir hadîste şöyle buyurulur : Ak saçlı müslümana, güçlü müslümana, Kur'ân hakkında haddi aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur'ân hâmi­line ikramda bulunmak Allah'ı ta'zîmdir. Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize Ebu Yûsuf el-Harbî'nin... Enes'ten rivayetine göre Allah Rasûlü (a.a.) şöyle buyurmuştur ; «Ey Celâl ve ikram sahibi...» kavli ile Allah'ı zik­rediniz. Tirmizî, hadîsi bu şekilde Mahmûd İbn öaylân kanalıyla... Hammâd İbn Seleme'den rivayet eder ve der ki: Müemmel, bu hadîsi değerlendirmede yanılmıştır. Zîrâ hadîs mahfuz olmayıp garîbdir. Bu hadîs Hammâd İbn Seleme kanalıyla... Hasan'dan, o da Hz. Peygamber (s.a.)den şeklinde bir isnâd ile rivayet edilmiştir.

İmâm Ahmed'in İbrâhîm İbn İshâk kanalıyla... Rabîa İbn Âmir'-den rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işitmiş : «Ey Celâl ve ikram sahibi...» zikrine devam edin. Neseî de hadîsi Abdul­lah İbn Mübarek kanalıyla rivayet etmiştir. Cevherî, hadîste geçen fiilini; yapışmak, devam etmekle açıklamıştır. İbn Mes'ûd'-un sözünde geçen bu kelime : Sarılın, yapışın, anlamınadır. Bu kelime­nin ısrarla istemek anlamında olduğu da söylenir. Ben de derim ki: En doğrusunu Allah bilir ama her iki açıklama da birbirine zâten yakın­dır ve kelime; devam etme, sarılma, yapışma ve ısrarla isteme anlamı­nadır. Müslim'in Sahîh'inde ve dört Sünen'de Abdullah İbn Haris kana­lıyla Hz. Âişe'den rivayete göre o, şöyle demiştir :

Allah Rasûlü (s.a.) selâm verdiği zaman namazdan sonra sadece : Allah'ım; Sen Selâm'sın, sendendir selâm. Ey celâl ve ikram sahibi, ne kadar yücesin, diyecek kadar otururdu.9