Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Sad
Kur'ân'a And Olsun. 2
Kur'ân'a And Olsun
Hurûf-ı mukattaa hakkında bilgi burada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde Bakara sûresi başında geçmişti.
«(Kullar için bir zikri, dünya ve âhirette onların faydasını içeren) zikir dolu Kur'ân'a yemîn olsun.» Dahhâk «Zikir dolu Kur'ân...» âyetinin Allah Teâlâ'nın: «Andolsun ki, size içinde zikrinizin bulunduğu bir kitâb indirdik.» (Enbiyâ, 10) âyeti gibi olduğunu söyler. Katâde de böyle söylemiş olup bu açıklamayı İbn Cerîr de tercih etmektedir. İbn Ab-bâs, Saîd İbn Cübeyr, İsmâîl İbn Ebu Hâlid, İbn Uyeyne, Ebu Husayn, Ebu Salih ve Süddî ise âyetteki kelimelerini şerefli, şan, şeref ve mevki sahibi olarak tefsir etmişlerdir. İki açıklama arasında bir zıdlık söz konusu değildir. Zîrâ o; öğüt, uyarma ve insanlardan ma'-zereti kaldıran şerefli bir kitâbdır. (...)
«Hasar o, küfreden kâfirler boş bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.» Şüphesiz bu Kur'ân'da öğüt alacaklar için bir öğüt, ibret alacaklar için bir ibret vardır. Ama kâfirler bundan hiç bir şekilde faydalanamazlar. Zîrâ onlar boş bir gurur, büyüklenme, ve hamiyyet, derin bir ayrılık, ona karşı muhalefet, inâdlaşma ve ayrılık içindedirler.
Allah Teâlâ peygamberleri yalanlayan ümmetlerin gökten inen kîtabları yalanlamaları, elçilerine muhalefet etmeleri sebebiyle geçmişte helak edildiklerini haber verip onları bununla korkutarak şöyle buyurur: «Kendilerinden önce (Allah'ın elçilerim yalanlamış) nice nesilleri helak ettik de onlar, (Azâb başlarına geldiği zaman imdâd isteyip Allah'a sığınarak ne) çığlıklar kopardılar.» Ama bu onlara hiç bir fayda sağlamadı. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Bizim baskınımızı hissettikleri zaman onlar oradan kaçmaya yelteniyor-lardı. Koşup kaçmayın, size nimet verilen yere, yurdunuza dönün. Elbette sorguya çekileceksiniz.» (Enbiyâ, 12-13). Ebu Dâvûd et-Tayâli-sî'nin Şu'be kanalıyla... Temîmî'den rivayetine göre o şöyle demiştir: İbn Abbâs'a «Onlar, çığlıklar kopardılar. Halbuki kurtulmak vakti değildi.» âyetini sordum da şöyle dedi: Çığlıklar koparma kaçıp kurtulma vakti değildi. İbn Abbâs'dan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise burayı: Halbuki imdâd isteme vakti değildi, şeklinde açıklar. Şebîb İbn Bişr'in İkrime'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle diyor: Kendilerine fayda vermeyecek bir zamanda çığlıklar attılar (...) «Onlar çığlıklar kopardılar. Halbuki kurtulmak vakti değildi.» âyeti hakkında Mu-hammed İbn Kâ'b şöyle diyor: Dünya kendilerine arkasını döndüğü zamanda Allah'ı birleyen çığlıklar attılar ve dünya onlara sırt çevirdiği bir zamanda te'vbe etmekte geç kaldılar. Katâde der ki: Azabı gördüklerinde; nida etmenin (çığlıklar koparmanın) yeri olmayan bir zamanda tevbe etmek istediler. Mücâhid «Onlar çığlıklar kopardılar. Halbuki kurtulmak vakti değildi.» âyetini şöyle açıklıyor: Ne kaçma, ne de (atılacak çığlıklara) koşma olunacak bir zaman değildi. Bu açıklamanın bir benzeri İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Ebu Mâlik, Dahhâk, Zeyd İbn Eşlem, Hasan ve Katâde'den de rivayet edilmiştir. Mâlik'in Zeyd İbn Eslem'-den rivayetine göre o, «Halbuki kurtulmak vakti değildi.» âyetini şöyle anlıyor: Nida edilmeyecek bir zamanda nida etme (çığlık atma) da yoktur. (...)
«Onlar, çığlıklar kopardılar. Halbuki (zaman kaçıp) kurtulmak vakti değildi.»1
4 - Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşmışlardı da demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.
5 — Tanrıları bir tek tanrı mı kıldı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey.
6 — Onların elebaşlarmdan bir grup; yürüyün ve tanrılarınız üzerinde direnin. Şüphesiz ki bu, sizden istenen bir şeydir, diyerek kalkıp gittiler.
7 — Biz bunu diğer dinde de işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır.
8 ~ Aramızdan zikir ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar zikrimden şüphededirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmamışlardı.
9 — Yoksa O Azîz, Vehhâb Rabbmın rahmet hazîneleri onların yanında mıdır?
10 — Yahut göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların mülkü onların mıdır? Öyle ise sebeplere tevessül etsinler de yukselsinler bakalım.
11 — Onlar, burada derme çatma gruplardan olma bozguna uğratılmış bir ordudur.
İçlerinden Bir Uyarıcı2
İçlerinden Bir Uyarıcı
Allah Teâlâ burada müşriklerin beşerden peygamber gönderilmesine şaştıklarını haber veriyor. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve îmân edenlere Rabları katında yüksek bir makam olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti ki kâfirler: Bu, apaçık bir büyüdür, dediler,» (Yûnus, 2) buyururksn burada da şöyle denilmektedir : «Küfredenler içlerinden (ve kendileri gibi beşer olan) bir uyarıcının gelmesine şaşmışlardı da demişlerdi ki: «Bu, çok yalancı bir sihirbazdır. Tanrıları bir tek tanrı mı kıldı?» Tapınılacak ma'bûdun kendisinden başka ilâh olmayan bir tek ma'bûd olduğunu mu sanıyor? Müşrikler —Allah onlan kahretsin— bunu inkâr etmişler, Allah'a şirk koşmayı terkettiği için ona şaşmışlardı. Putlara tapınmayı babalarından almışlar ve bu, kalblerine yerleşmişti. Allah Rasûlü (s.a.) kalblerinden bunu söküp atmaya ve vahdâ-niyyeti Allah'a tahsis etmeye çağınnca bunu büyük görmüşler, şaşmışlar ve şöyle demişlerdi: «Tanrıları bir tek tann mı kıldı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey.» Onların elebaşılarından (büyükleri, reisleri ve efendilerinden) bir grup; Yürüyün ve (dininiz üzere devam edip) tanrılarınız üzerinde direnin.» Muhammedln sizi çağırmış olduğu tevhide icabet etmeyin. «Şüphesiz ki bu, sizden istenen bir şeydir, diyerek kalkıp gifti-ler.» İbn Cerîr, «Şüphesiz ki bu, sizden istenen bir şeydir.» âyetinde der ki: Muhammed'in sizi tevhide çağırması ancak onun size karşı bir şeref ve üstünlük istemesinden, sizin içinizden kendisine tâbiler olmasını ar-zulamasındandır. Elbette biz bu konuda ona icabet edecek değiliz.
Bu Ayetin Nüzul Sebebi:
Süddî der ki : Kureyş'ten birtakım kimseler toplandılar. Ebu Cehl İbn Hişâm, Âs İbn Vâil, Esved İbn Muttalib, Esved İbn Abd Yeğûs Ku-reyş'in yaşlılarından bir grup da içinde olarak onlara dâhildiler. Birbirlerine şöyle dediler: Haydin Ebu Tâlib'e gidelim, onunla bu konuda konuşalım. Bize onun hakkında adaletle hüküm versin ve o bizim ilâhlarımıza sövmeyi bıraksın, biz de onu ve tapınmakta olduğu ilâhını bırakalım. Korkarız ki bu ihtiyar ölür, bizden ona (Muhammed'e) bir zarar ulaşır da araplar: Onu bıraktılar. Tâ ki (amcası) öldüğü zaman onu yakaladılar, diyerek bizi ayıplar, dediler. İçlerinden Muttalib adındaki bir adamı Ebu Tâlib'e gönderdiler, Ebu Tâlib'in yanma girmeleri için ondan izin istedi; bunlar kavminin ihtiyarları ve ileri gelenleridir. Senin huzuruna girmek için izin isterler, dedi. Ebu Tâlib: Onları yanıma getir, dedi. Ebu Tâlib'in yanına girince: Ey Ebu Tâlib, sen bizim büyüğümüz ve efendimizsiri. Kardeşin oğlu hakkında bize adaletle hükmünü ver; ona emret de ilâhlarımıza sövmeyi terketsin, biz de onu ve ilâhını bırakalım, dediler. Ebu Tâlib Hz. Peygambere birisini gönderip çağırttı. Allah Rasûlü (s.a.) Ebu Tâlib'in yanına girince Ebu Tâlib: Ey kardeşim oğlu, bunlar senin kavminin ihtiyarları ve ileri gelenleridir. Senden ilâhlarına sövmeyi bırakmanı istiyorlar. Onlar da seni ve ilâhını bırakacaklar, dedi. Hz. Peygamber: Ey amca, ben onları kendileri için en hayırlı olan bir şeye çağırmıyor muyum? diye sordu. Amcası: Onları neye çağırıyorsun? diye sordu da Efendimiz: Onlara öyle bir kelime söylemelerini teklif ediyorum ki bütün araplar bu kelime ile onlara boyun eğecek ve onlar bu kelime ile Acem'e sahip olacaklar, dedi. Grubun içinden Ebu Cehil: Baban aşkına, nedir o kelime? Biz, hem o kelimeyi hem de on mislini söylemeye hazırız, dedi. Allah Rasûlü: Allah'tan başka ilâh yoktur, dersiniz, buyurdu. Ebu Cehil yüzünü çevirip: Bundan başka bir şey iste, dedi. Hz. Peygamber: Güneşi getirip avucuma koysanız bile sizden bu kelimenin dışında başka bir şey istemiyorum, buyurdu. Öfke içinde yanından kalktılar. Allah'a yemîn olsun ki hem sana, hem de sana bunu emreden ilâhına küfredeceğiz (söveceğiz) diyorlardı. «Elebaşlarından bir grup; yürüyün ve tanrılarınız üzerinde direnin. Şüphesiz ki bu sizden istenen bir şeydir, diyerek kalkıp gittiler.» Hadîsi îbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr rivayet ediyorlar. İbn Cerîr'in rivayetinde şu fazlalık vardır: Onlar çıktıkları zaman Allah Rasûlü (s.a.) amcasını «Allah'tan başka ilâh yoktur.» demeye davet etti de Ebu Tâlib bunu kabul etmeyerek: Aksine, ihtiyarlann dini üzere (yim), dedi. Bunun üzerine «Muhakkak sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin.» (Kasas, 56) âyeti nâzü oldu.
Ebu Ca'fer İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb ve İbn Vekî'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Ebu Tâlib hastalandığı zaman Kuieyş'ten bir grup yanına girdiler. Ebu Cehil de aralarındaydı. Şüphesiz senin kardeşin oğlu bizim ilâhlarımıza sövüyor, şöyle şöyle yapıyor, şöyle şöyle söylüyor. Ona birisini göndersen de bundan men'et-sen, dediler. Ebu Tâlib Hz. Peygambere haber gönderdi de Efendimiz (s.a.) geldi, eve girdi. Onlar ile Ebu Tâlib arasında bir kişi oturacak kadar bir boşluk vardı. ^Ebu Cehil Hz. Peygamberin Ebu Tâlib'in yanına oturmasından ve Ebu Tâlib'in de ona karşı şefkatli ve yufka yürekli olmasından korkarak yerinden sıçradı ve o boş yere oturdu. Allah Rasûlü (s.a.) amcasının yakınında oturacak bir yer bulamadı ve kapının yanına oturdu. Ebu Tâlib kendisine: Ey kardeşim oğlu, senin kavmine ne oluyor da senden şikâyet ediyorlar? Senin onların ilâhlarına sövdüğünü, şöyle şöyle söylediğini sanıyorlar? dedi. Onlar Hz. Peygamber hakkında sözlerini çoğalttılar. Allah Rasûlü (s.a.) konuşmaya başlayıp: Ey amca, ben onların bir tek kelime söylemelerini istiyorum. O kelimeyi söyledikleri takdirde araplar onlara boyun eğer ve bu kelime ile acemler kendilerine cizye verir, dedi. Hemen onun söyleceğine kulak kesilerek : Bir tek kelime mi? Evet, baban aşkına on kelime bile olsa (söyleriz) nedir o kelime? dediler. Ebu Tâlib: Ey kardeşim oğlu, nedir o kelime? dedi. Allah Rasûlü: «Allah'tan başka ilâh yoktur.» kelimesidir, buyurdu. Bağrışarak ve elbiselerini sükerek kalktılar. «Tanrıları bir tek tanrı mı kıldı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey.» diyorlardı. İşte bunun üzerine buradan itibaren «Hayır, onlar henüz azabımı tatmamışlardı.» âyetine gelinceye kadarki âyetler nazil oldu. Hadîsin lafzı Ebu Küreyb'indir. İmâm Ahmed ve Neseî de hadîsi Muhammed İbn Abdullah İbn Nemîr kanalıyla... Abbâd —Abbâd'm babasının ismi verilmiyor— dan yukar-dakine benzer şekilde rivayet etmişlerdir. Tirmizî, Neseî, İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr hadîsi tefsirlerinde Süfyân es-Sevrî kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetle yukardakine benzer şekilde zikretmişlerdir. Tirmizî, hadîsin hasen olduğunu söyler.
«Biz bunu (Muhammed'in çağırmış olduğu Allah'ı birlemeyi) diğer dinde de işitmedik.» Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd, onların son din ile Kureyş'in dinini kasdettiklerini söyler. Başkaları ise onların bu sözleri ile Hıristiyanlığı kasdettiklerini söyler. Muhammed İbn Ka'b ve Süddî de böyle söylemişlerdir. Avfî'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre «Biz bunu diğer dinde de işitmedik.» âyetinde Hıristiyanlık kasdedilmekte-dir. Onlar şöyle diyorlardı: Şayet bu Kur'ân gerçek olsaydı, bunu bize Hıristiyanlar haber verirdi.
«Bu, ancak bir uydurmadır.» âyetindeki kelimesini; Mücâhid ve Katâde «yalan» ile İbn Abbâs ise «iftira» ile açıklamıştır.
«Aramızdan zikir ona mı indirilmiştir?» sözleri ile onlar, kendilerinin arasından Kur'ân'ın inzalinin peygambere tahsisini uzak görmektedirler. Başka bir âyet-i kerîme'de onların şöyle dedikleri haber verilir: «Bu Kur'ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi.» Allah Teâlâ da şöyle buyurur: «Yoksa Rabbının rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların maişetlerini Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık.» (Zuhruf, 31, 32). Onlar, aralarından Allah Rasûlüne Kur'ân'ın indirilmesini ufcâk görmek suretiyle bilgisizliklerine ve akıllarının kıt olduğuna delâlet eden bu sözleri söylediklerinde Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: «Hayır, henüz azabımı tatmamışlardı.» Onlar bu sözleri söylüyorlar. Çünkü bu sözleri söyledikleri zamana kadar Allah'ın azabını ve intikamım henüz tatmamışlardır. Çok yakında cehennem ateşine atılacakları gün yalanlarının ve söylediklerinin akıbetini bileceklerdir.
Daha sonra Allah Teâlâ beyân buyurur ki, mülkünde yegâne tasarruf sahibidir. Dilediğini işleyendir. Dilediğine dilediğini verendir. Dilediğini azîz, dilediğini zelîl kılandır. Dilediğini hidâyete erdiren, dilediğini sapıklıkta bırakandır. Emri ile ruhu kullarından dilediğine indirendir. Dilediğinin kalbini mühürleyen O'dur. Allah'tan başka hiç kimse artık onu hidâyete erdiremez. Kullar, hiç bir işe mâlik değildir. Mülkde tasarruf onlara bırakılmamıştır. Ne bir zerre ağırlığına ne de bir hurmanın zarına bile mâlik değillerdir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ onlan inkârla şöyle buyurur: «Yoksa O Azız, Vehhâb Rabbının rahmet hazîneleri onların yanında mıdır?» Öyle Azız ki, O'nun tarafı asla mağlûb olmaz. Öyle Vehhâb ki, dilediğine dilediğini verir. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'-nın şu âyetlerine benzemektedir: «Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Öyle olsaydı onlar insanlara bir çekirdek parçası bile vermezlerdi. Yoksa Allah'ın, bol nimetinden verdiği insanları mı çekemiyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim soyuna da kitâb ve hikmet verdik. Ve onlara büyük bir nimet bahşettik. Onlardan bir kısmı ona inandı, bir kısmı da ondan yüz çevirdi. Çılgın bir ateş olarak cehennem yeter.» (Nisa, 53-55). «De ki: Eğer siz, Rabbımın rahmet hazînelerine sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla onları saklardınız. Zâten insan pek cimridir.» (İsrâ, 100). Allah Teâlâ'nın bu sözleri, kâfirlerin beşerden bir peygamber gönderilmesini inkâr ettiklerini hikâyeden sonradır. Nitekim Allah Teâlâ Hz. Salih (a.s.)in kavminin şöyle dediklerini haber verir: «Kitab aramızda ona mı verilmiş? Hayır, o pek yalancı ve şımarığın biridir. Yarın; kimin pek yalancı şımarığın biri olduğunu bileceklerdir.» (Kamer, 25-26).
«Yahut göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların mülkü onların mıdır? Öyleyse (gerçekten buna güçleri yetiyorsa) sebeplere tevessül etsinler de yükselsinler bakalım.» İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Katâde ve başkaları burada tevessül edecekleri sebepler ile, göğün yollarının kasdedildiğini söylerler. Dahhâk ise şöyle der: Yedinci göğe yükselip çıksınlar bakalım.
Dalıa sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Onlar, burada derme çatma gruplardan olma bozguna uğratılmış bir ordudur.» Kendilerinden önceki yalanlayan gruplar nasıl yenilgiye uğratılıp zelîl kılınmışlarsa aynı şekilde şu izzet ve ayrılık içinde olan yalanlayanlar ordusu da yakında hezimete uğrayacak, mağlûb olacak ve zelîl kılınacaklardır. Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «Yoksa onlar: Biz öç alabilecek bir topluluğuz mu diyorlar? Toplulukları dağıtılacak ve yüzgeri edeceklerdir. Kıyamet onların azâb ile va'dedildikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür. (Kamer, 44-46).2
İzahı4
İzahı
12 — Onlardan önce, Nûh kavmi, Âd ve kazıklar sahibi Firavun da yalanlamıştı.
13 — Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da. işte onlar, ayrı topluluklardı.
14 — Hepsi de peygamberleri yalanladılar. Ve bu yüzden azabı hak ettiler.
15 — Bunlar, bir tek çığlık beklemektedirler ki, onun bir an bile gecikmesi yoktur.
16 — Ve dediler ki: Rabbımız, hesâb gününden önce bizim payımızı çabuklaştırıver.
17 — Onların söylediklerine sabret...
Onlardan Öncekiler4
Onlardan Öncekiler
Allah Teâlâ burada peygamberleri yalanlamaları ve onlara muhalefet etmeleri yüzünden geçmiş nesillerin başına gelen azâb, ceza ve musibetleri haber veriyor. Onlann kıssaları müteaddid yerlerde genişçe geçmişti.
«İşte onlar ayrı topluluklardı.» Sizden daha çoktular. Kuvvetleri sizden daha fazlaydı. Mallar ve çocuklar yönünden de sizden fazlaydılar. Rabbınm emri geldiğinde onları Allah'ın azabından bunların hiç birisi koruyamadı. «Hepsi de peygamberleri yalanladılar. Ve bu yüzden azabı hak ettiler.» Allah Teâlâ burada onların yok edilmelerinin ancak peygamberleri yalanlamaları yüzünden olduğunu haber veriyor. O halde muhâtablar bundan şiddetle sakınsınlar.
«Bunlar, bir tek çığlık beklemektedirler ki, onun bir an bile gecikmesi yoktur.» Zeyd İbn Eslem'den rivayetle Mâlik der ki: Onun hiç bir istisnası yoktur. Onlar ancak kıyametin kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler. Halbuki onun alâmetleri belirmiştir. O son derece yaklaşmıştır. Âyette zikredilen çığlık; Allah Teâlâ'nm İsrafil'e uzun tutmasını emredeceği korkutucu nefhadır. Allah Teâlâ'nın istisna ettikleri dışında gökler ve yeryüzü halkından korkmadık kimse kalmayacaktır.
«Ve dediler ki: Rabbımız, hesâb gününden önce bizim payımızı çabuklaştırıver.)) âyetinde Allah Teâlâ, kendi aleyhlerine azabın çabuklaştırılmasını isteyen müşrikleri inkârla karşılamaktadır. Âyetteki { .kül ) kelimesi, kitâbdır. Bunun, pay anlamına olduğu da söylenmiştir. İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Hasan ve birçokları onların, azabın çabuklaştırılmasını istediklerini söyler. Katâde onların şöyle dediklerini de ilâve eder: «AUahımız, eğer bu, gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır, yahut acıklı bir azâb getir.» (Enfâl, 32). Onların, cennetten paylarının çabuklaştırılmasını istedikleri de söylenmiştir. Şayet mevcûd ise buna dünyada kavuşmak istemişlerdir. Onların bu istekleri, yine cenneti uzak görmeleri ve yalanlamaları kabîlinden-dir. İbn Cerîr: Onlar hayır olsun, şer olsun hak ettiklerinin dünyada iken çabuklaştırılmasını istemişlerdir der ki, onun bu açıklaması güzel bir açıklamadır, Dahhâk ve İsmail İbn Ebu Hâlid'in söyledikleri de bu anlamdadır. En doğrusunu Allah bilir. Onlar alay ve uzak görme kabilinden bu sözleri söyledikleri zaman Allah Teâlâ da Rasûlü (s.a.)ne onların eziyyetlerine sabretmesini emretmiş, bu sabrına karşılık ona güzel akıbet, yardım ve zaferi müjdelemiştir.3
...Ve güçlü kulumuz Davud'u hatırla. Muhakkak ki o, hep Allah'a yönelirdi.
18 — Biz, gerçekten dağları onun buyruğuna vermiştik. Sabah akşam tesbîh ederlerdi.
19 — Kuşları da toplu olarak. Her biri ona yönelmişti.
20 — Onun mülkünü pekiştirmiş, kendisine hikmet ve kesin söz söyleme hakkı vermiştik.
Güçlü Kulumuz Dâvûd (a.s.)5
Güçlü Kulumuz Dâvûd (a.s.)
Allah Teâlâ burada kulu ve elçisi Dâvûd (a.s.) un güçlü olduğunu haber veriyor. Güçlü olması, ilim ve ameldeki kuvvetidir. İbn Zeyd ve Süddî âyetteki kelimesini kuvvet ile açıklamışlar, İbn Zeyd peşinden «Göğü gücümüzle Biz kurduk ve Biz geniş kudrete sahibiz.» (Zâriyât, 47) âyetini okumuştur. Mücâhid ise kelimeyi Allah'a itâatta güçlü olmakla açıklar. Katâde der ki: Davud'a ibâdette güçlülük, İslâm'da anlayış verilmişti. Bize anlatıldığına göre Hz. Dâvûd (a.s.) gecenin üçte birini ibâdetle geçirir, senenin yansında da oruç tutarmış. Bu; Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayet edilen Buharı ve Müslim'deki bir hadîste de sabittir. Buna göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Namazların Allah'a en sevimli olanı, Davud'un namazıdır. Oruçların Allah'a en sevimli olanı da yine Davud'un orucudur. Gecenin yarısını uykuyla geçirir, üçte birini ibâdetle geçirir, sonra tekrar altıda birinde uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Düşmanla karşılaştığı zaman asla kaçmazdı. Şüphesiz o bütün iş ve durumlarında Allah'a dönüp yönelirdi.
«Biz, gerçekten dağlan onun buyruğuna vermiştik. Sabah akşam tesbîh ederlerdi.» Allah Teâlâ dağları Hz. Davud'un buyruğuna vermişti. Onlar Hz. Dâvûd ile beraber güneşin doğması sırasında ve gündüzün sonunda tesbîh ederlerdi. Nitekim başka bir âyet-i kerime'de şöyle buy-rulur: «Ey dağlar onunla Dâvûd'la beraber siz de tesbîh «din. Ve orada kuşlara da.» (Sebe1, 10). Aynı şekilde kuşlar da Hz. Davud'un teşbihi ile birlikte teşbih eder, onunla beraber Zebur'u tekrarlarlardı. Hz. Dâvûd Zebur okurken gökte uçmakta olan kuşlar ona uğrayıp sesini işittikleri zaman gidemezler, havada. dururlar, onunla beraber tesbîh getirirlerdi. Yüce dağlar da ona cevab verip onunla birlikte Zebur'u tekrarlar, ona tâbi olarak tesbîh getirirlerdi.
İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Ümmühânî, Allah Rasûlü (s.a.)nün Mekke'nin fethi günü kuşluk vaktinde sekiz rek'ât namaz kıldığını söylemiştir. İbn Abbâs der ki: Bu saatta namaz olduğunu sanmıştım. Allah Teâlâ: «Sabah akşam tesbîh ederlerdi.» buyuruyor. Yine İbn Cerîr'in Saîd İbn Ebu Arûbe kanalıyla... Abdullah İbn Haris İbn Nevfel'den rivayetine göre İbn Abbâs kuşluk namazını kılmazmış. Abdullah İbn Haris şöyle anlatıyor: Onu Üm-mühânî'nin yanma getirdim ve: Bana haber vermiş olduğun hadîsi (veya olayı) şuna da haber ver, dedim. Ümmühânî şöyle anlattı: Mekke'nin fethi günü evimde Allah Rasûlü (s.a.) yanıma girdi. Bir kaba su doldurulmasını emretti. Sonra bir örtü getirtti ve benimle arasına gererek gusletti. Suyu evin bir köşesine serpti. Sekiz rek'ât namaz kıldı. Bu, kuşluk vaktindeydi. Bu namazın kıyamı, rükûu, secdesi, ka'desi birbirine yakındı. İbn Abbâs; Şüphesiz ben iki levha arasındakileri okumuşumdur (bununla Kur'ân'ı kasdediyor olmalı) şu ana kadar kuşluk namazını bilmiyordum. Orada : «Sabah akşam tesbîh ederlerdi.» âyetini okur ve: İşrâk namazı nerede? derdim. Bundan sonra îbn Abbâs, bunun işrâk namazı olduğunu söylermiş.
«Kuşları da (havada hapsedilmiş bir halde) toplu olarak her biri ona yönelmişti.» Davud'a tâbi olarak tesbîh eder, ona itaat eder haldeydiler. Saîd İbn Cübeyr, Katâde ve Mâlik'in Zeyd İbn Eşlem ve İbn Zeyd'-den nakillerine göre âyetteki kelimesi; itaat eden, anlamı-nadır.
«Onun mülkünü pekiştirmiş (kralların ihtiyâç duyacağı her şeyin en mükemmelini ona vermiş) tik.» Mücâhid'den rivayetle İbn Ebu Ne-cîh, onun dünya halkının saltanat yönüyle en güçlüsü olduğunu söyler. Süddî Hz. Davud'u her gün dört bin kişinin koruduğunu söyler. Selef'ten birisi der ki: Bana ulaştığına göre her gece onun muhafızlarının sayısı otuz üç bin kişi imiş. Bu muhafızlara gelecek seneye kadar bir daha nöbet gelmezmiş. Bir başkası ise onu, silahlarını kuşanmış kırk bin kişinin koruduğunu söyler.
İbn Cerir ve îbn Ebu Hâtim'in Albâ' İbn Ahmer kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre İsrâiloğullarından iki kişi Hz. Dâvûd (s.a.) un huzurunda davacı olmuşlar. Birisi diğerinin bir ineğini gasbettiği-ni iddia ederken diğeri bunu inkâr etmiş. Davacının delili yokmuş. Hz. Dâvûd onların durumu hakkında hüküm vermeyi te'hîr etmiş. Gece olduğunda Hz. Dâvûd (a.s.)a uykusunda davacıyı öldürmesi emredilmiş. Gündüz olunca Hz. Dâvûd, o ikisini getirtmiş ve davacının öldürülmesini emretmiş: Davacı: Ey Allah'ın peygamberi, şu adam benim ineğimi gasbetmişken beni niçin öldürtüyorsup? diye sormuş da Hz. Dâvûd: Şüphesiz Allah Teâlâ bana seni öldürtmemi emretti. Hiç şüphe yok ben seni öldürteceğim, demiş. Davacı şöyle demiş: Ey Allah'ın peygamberi, Allah'a yemîn ederim ki Allah sana benim Öldürülmemi bu adama karşı davacı olmam yüzünden emretmiş değildir. Şüphesiz ben davamda doğru söylüyorum. Şu kadar var ki ben, bu adamın babasını ani bir baskınla öldürmüştüm ve bunu hiç kimse hissetmemişti. Hz. Dâvûd emretmiş ve o adam öldürülmüş.
İbn Abbâs der ki: Hz. Dâvûd İsrâiloğulları içinde heybetli kılınmıştı. İşte Allah Teâlâ'nın: «Onun mülkünü pekiştirmiştik.» kavli budur.
«Kendisine hikmet vermiştik.» Mücâhid bir keresinde: Burada anlayış, akıl ve kavrama gücü kasdediliyor derken bir başka seferinde hikmet ve adaletin, diğer bir keresinde de doğruluğun (hükümde isabetin) kasdedildiğini söyler. Katâde ise buradaki hikmet'in Allah'ın kitabı ve Allah'ın kitabının içindekilere uymak olduğunu söyler. Süddî hikmeti peygamberlikle tefsir etmiştir.
Kâdî Şureyh ve Şa'bî «Ve kesin söz söyleme hakkı vermiştik.» âye-tindeki şâhidler ve yeminler olduğunu söylemişlerdir. Katâde der ki: Davacıya düşen iki şâhid getirmektir. Yoksa davalı yemîn ettirilir. İşte peygamberlerin ve rasûllerin —veya inananlar ve sâlihler demiştir— kesin olarak kendisiyle hüküm verdikleri «kesin söz» budur. Kıyamet gününe kadar bu ümmetin hüküm vermesi de böyledir. Ebu Abdurrahmân Sülemî de böyle söylemiştir. Mücâhid ve Süddî ise «kesin söz» ün hüküm vermede isabet etme ve anlayış olduğunu söylemişlerdir. Yine Mücâhid bunun söz ve hüküm vermede kesin söz söyleme olduğunu söyler. «Kesin söz» bütün bunları içine almaktadır ve İbn Cerîr de bu görüşü tercih etmiştir.
îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ömer İbn Şebbe en-Nemîrî'nin... Ebu Mûsâ (r.a.)dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Söze «imdi diye başlayanların ilki, Hz. Dâvûd (a.s.)dur, işte «kesin söz» budur. Şa'bî de «kesin söz»ün, «imdi» diyerek «emmâ, ba'du» ile söze başlamak olduğunu söylemiştir.4
21 — Sana davacıların haberi ulaştı mı? Hani onlar ma'bedin duvarına tırmanmışlardı.
22 — Davud'un yanma girmişlerdi de o, kendilerinden ürkmüştü. Demişlerdi ki: Korkma, iki davacı; birimiz birimizin hakkına tecâvüz etti. Sen aramızda hak ile hüküm ver. Ve ondan ayrılma. Bizi, doğru yolun ortasına ilet.
23 — Gerçekten bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu, benim de bir tek dişi koyunum var. Onu bana ver, dedi ve söyleşmede beni yendi.
24 — O da dedi ki: Senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına katmak için istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirinin hakkına tecâvüz eder. Ancak inanmış olup sâlih ameller işleyenler müstesnadır. Ama onlar pek azdır. Dâvûd, kendisini imtihan ettiğimizi zannederek Rabbmdan mağfiret diledi. Rükû'a kapanarak Allah'a yöneldi.
25 — Bunun üzerine Biz de onu bağışladık. Onun için şüphesiz ki katımızda yüksek bir makam ve güzel bir sonuç vardır.
Davacıların Haberi6
Davacıların Haberi
Müfessirler burada, çoğunluğu İsrâîliyâttan alınma bir kıssa zikrederler. Bu konuda Ma'sûm (Hz. Peygamber) dan uyulması gereken bir hadîs vârid olmuş değildir. İbn Ebu Hatim de burada isnadı sahîh olmayan bir hadîs rivayet etmiştir. İbn Ebu Hatim bu hadîsi Yezîd er-Rukâşî kanalıyla Enes'ten rivayet etmektedir. Bu Yezîd her ne kadar sâlih bir kişi ise de imamlar katında onun hadîsi zayıf kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu kıssanın sâdece okunması ve bilgisinin Allah'a havale edilmesi en uygun olanıdır. Şüphesiz Kur'ân haktır ve onun ihtiva ettiği şeylerde haktır.
«Davud'un yanına girmişlerdi de o, kendilerinden ürkmüştü.» Hz. Dâvûd (a.s.) o sırada mihrabında idi. Mihrabı (ibâdet etmekte olduğu yeri) evindeki en şerefli yer idi ve o gün yanma kimsenin girdirilme-mesini emretmişti. Birden mihrabında yanma tırmanan ve durumlarını ona sormak için yanına gelen iki kişi olduğunu hissetti ve işte bundan ürktü.
(...)
«Dâvûd, kendisini imtihan ettiğimizi zannederek Rabbından mağfiret diledi. Rükû'a, (sonra da secdeye) kapanarak Allah'a yöneldi.» Burada Hz. Davud'un önce rükû' etmiş, sonra da secdeye kapanmış olması muhtemeldir. Onun tâm kırk sabah secdede devam ettiği anlatılır. «Bunun üzerine Biz de onu bağışladık.» Allah Teâlâ Hz. Davud'un; Şüphesiz ki iyilerin iyilikleri, Allah'ın yakınlığını kazanmış olanların kötülükleri (günâhları) mesabesindedir, şeklinde ifâde edilen bir kusurunu bağışlamış olmalıdır.
İmamlar —Allah onlardan hoşnûd olsun— Sâd süresindeki bu secdenin azimet secdesi olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmâm Şafiî'nin mezhebindeki yeni görüşü Sâd süresindeki secdenin azimet secdesi olmayıp şükür secdesi plduğu şeklindedir. Bunun delili, İmâm Ahmed'-in rivayet etmiş olduğu şu hadîstir: Bize îsmâîl İbn Uleyye'nin Eyyûb'-dan, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, Sâd süresindeki secde hakkında şöyle demiş: Azimet secdelerinden değildir. Şu kadar var ki Allah Rasülü (s.a.)nün bu âyette secde ettiğini gördüm. Hadîsi Buhârî, Ebu Dâvûd, Tirmizî ve tefsir babında Neseî, Eyyûb kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hadîsin hasen ve sahîh olduğunu söyler. Bu âyetin tefsirinde Neseî der ki: Bana İbrâhîm İbn Hasan'ın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) Secde sûresinde secde etmiş ve şöyle buyurmuştur: Dâvûd (a.s.) burada tevbe için secde etmiştir. Biz de bir şükür olarak secde ederiz. Hadîsi sâdece Neseî rivayet etmiştir. Bu rivayetteki isnâdm râvîlerinin hepsi güvenilir kimselerdir. Şeyhimiz Hafız Ebu Haccâc el-Mizzî'ye kırâet olunurken ben onu dinliyordum ki bana şöyle haber verdi: Bize Ebu İshâk el-Müdrecî'nin... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle anlatmış: Birisi Hz. Peygamber (s.a.)e geldi ve şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi, ben rü'yâmda kendimi bir ağacın arkasında namaz kılarken gördüm. Secde (âyetini) okudum ve secde ettim. Benim secde etmem üzerine ağaç da secde etti. Secdede iken ağacın: Ey Allah'ım, bu secde ile katında bana ecir yaz. Senin katında onu benim için bir azık kıl. Onunla benim bir günâhımı eksilt ve kulun Dâvûd'dan kabul buyurduğun gibi bu secdeyi benden kabul buyur, dediğini işittim. İbn Abbâs şöyle devam ediyor: Gördüm ki Hz. Peygamber (s.a.) kalktı, secde âyetini okudu, sonra secde etti. O kişinin, ağacın sözü olarak naklettiği sözleri Hz. Peygamberin secdede iken söylediğini işittim. Hadîsi Tirmizî, Kuteybe kanalıyla, İbn Mâce ise Ebu Bekr İbn Hallâd kanalıyla Muhammed İbn Yezîd İbn Huneys'ten yukardakine benzer şekilde rivayet etmişlerdir. Tirmizî der ki: Hadîs garîbdir, sâdece bu kanaldan rivayetini biliyoruz.
Bu âyetin tefsiri esnasında Buhârî de şöyle der: Bize Muhammed İbn Abdullah'ın... Avvâm'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Mücâ-hid'e Sâd süresindeki secdeyi sordum, dedi ki: İbn Abbâs'a: Niçin secde ettin? diye sordum. «Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Dâ-vûd'u, Süleyman'ı... hidâyete erdirdik.» (En'Ş.m, 84), «İşte bunlar; Allah'ın hidâyet ettikleridir. Öyleyse sen de onların hidâyetine uy.» (En'-âm, 90) âyetlerini okumuyor musun? Hz. Dâvûd (a.s.) peygamberimizin kendisine uyulmasını emrettiklerindendir. Bu âyette Dâvûd (a.s.) ve Allah Rasûlü (s.a.) secde etmişlerdir, dedi.
İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Bekr İbn Abdullah el-Müze-nî'den rivayetine göre Ebu Saîd el-Hudrî bir rü'yâ görmüş. Rü'yâsmda Sâd sûresini yazıyormuş. Secde edilen âyete ulaştığında divitin, kalemin ve yanındaki her şeyin secde ettiğini görmüş ve bunu Hz. Peygamber (s.a.)e anlatmış. Ondan sonra da devamlı olarak bu âyette secde etmiş. Haberi sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Ebu Davud'un Ahmed İbn Salih kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.)den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) minberde Sâd sûresini okudu. Secde âyetine ulaştığı zaman indi, secde etti, insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Başka bir gün Allah Rasûlü yine bu sûreyi okudular. Secde âyetine ulaştığı zaman insanlar secde için hazırlandılar. Allah Rasûlü (s.a.): Bu, sâdece bir peygamberin tevbesidir. Fakat ben görüyorum ki siz secde için hazırlandınız, buyurup indi, secde etti ve cemâat da secde ettiler. Hadîsi sâdece Ebu Dâvûd rivayet etmiştir. Ancak hadîsin isnadı Sahîh'in şartlarına uygundur.
«Onun için şüphesiz ki katımızda yüksek bir makam ve güzel bir sonuç vardır.» Kıyamet günü şüphesiz ki o, Allah'a yakın kılınmışlardandır ve onun için güzel bir sonuç, hükümrânlığındaki mükemmel adaleti ve tevbesi sebebiyle cennette yüce makamlar vardır. Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur: Aileleri ve üstlendikleri görevlerinde adaletli davrananlar Rahmân'm sağında (huzurunda) nurdan minberler üze-rindedirler. Rahmân'ın her iki eli de sağıdır.
İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya İbn Âdem'in... Ebu Saîd el-Hud-rî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü Allah'a insanların en sevgilisi ve makamı bakımından Allah'a en yakını adaletli imamdır (devlet başkanıdır). Kıyamet günü insanların Allah'a en sevimsizi ve azabı en şiddetli olanı ise zâlim hükümdardır. Hadisi Tirmizî de Fudayl İbn Merzûk kanalıyla Atıyye'den rivayet etmiştir. Hadîsi rivayetten sonra o, şöyle diycr: Hadîsi sâdece bu kanaldan merfû' olarak biliyoruz.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... Mâlik İbn Dinar'dan rivayetine göre o, «Onun için şüphesiz ki katımızda yüksek bir makam ve güzel bir sonuç vardır.» âyeti hakkında şöyle demiştir: Kıyamet günü Hz. Dâvûd Arş'ın dibinde durdurulur, sonra: Ey Dâvûd, dünyada iken Beni ululamış olduğun tatlı ve güzel sesinle bugün de Beni ulula, denilir. O: Benden alınmışken bunu nasıl yaparını? der de: Bugün şüphesiz Ben o tatlı ve güzel sesini sana geri veriyorum, buyurur. Hz. Dâvûd o tatlı, güzel ve yüksek sesiyle Rabbını ulular ve böylece cennet ehlinin nimetleri tamamlanır.5
26 — Ey Dâvûd, seni gerçekten yeryüzüne halîfe kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. Heveslere uyma ki bu, seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz ki Allah'ın yolundan sapanlara; onlara hesâb gününü unuttuklarından ötürü, şiddetli bir azâb vardır.
Ey Dâvûd, Seni Gerçekten Yeryüzüne Halîfe Kıldık. 8
Ey Dâvûd, Seni Gerçekten Yeryüzüne Halîfe Kıldık
Allah Teâlâ burada insanların işlerini üstlenenlere katından indirilmiş hak ile insanlar arasında hükmetmelerini, ondan ayrılıp sapmamalarını öğütlüyor. Şayet böyle yapmazlarsa şüphesiz Allah'ın yolundan sapıtmış olacaklardır. Allah Teâlâ kendi yolundan sapan ve hesâb gününü unutmuş görünen kimseleri şiddetli azabı ile tehdîd etmiştir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babanım... Mervân İbn Cenâh'dan rivayetine göre İbrahim Ebu Zür'a —ki bu zât kitabı okumuştu— ona şöyle rivayet etmiş: Velîd İbn Abdülmelik, İbrahim Ebu Zür'a'ya: Sen ilk kitabı okumuş bir kimsesin. Kur'ân'ı da okudun ve anladın. Halîfe hesaba çekilecek mi? diye sormuştu. İbrahim Ebu Zür'a şöyle anlatır: Ey Müzminlerin emîri, söyleyeyim mi? dedim. Söyle, sen emniyyettesin, dedi. Dedim ki: Ey mü'minlerin emîri, Allah katında sen mi yoksa Hz. Dâvûd mu daha şereflidir? Allah Teâlâ ona hem peygamberlik ve hem de halifelik vermiş, sonra kitabında onu tehdîd ederek şöyle buyurmuş: «Ey Dâvûd, seni gerçekten yeryüzünde halîfe kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. lieveslere uyma ki bu, seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz ki Allah'ın yolundan sapanlara; onlara hesâb gününü unuttuklarından ötürü şiddetli bir azâb vardır.»
İkrime «Onlara, hesâb gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azâb vardır.» âyetinde der ki: Ayette takdîm-te'hîr vardır. Ayetin anlamı şöyle olacaktır: Unuttuklarına mukabil hesâb günü onlara şiddetli bir azâb vardır. Süddî der ki: Hesâb günü için amel etmeyi terkettik-lerinden dolayı onlar için şiddetli bir azâb vardır. Süddî'nin bu sözü âyetin zahirine daha uygundur. En doğrusunu Allah bilir.6
27 — Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu, küfretmiş olanların zan-nıdır. Vay o küfretmiş olanlara cehennem ateşinden.
28 — Yoksa Biz, îmân etmiş ve sâlih amel işlemiş olanları, yeryüzünde bozgunculuk edenler gibi mi kılarız? Yoksa Biz, müttakîleri fâcirler gibi mi tutarız?
29 — Âyetlerini düşünsünler ve akıl sahibi olanlar öğüt alsınlar diye, sana mübarek bir kitâb indirdik.
Allah Teâlâ yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zâtına ibâdet etsinler ve O'nu birlesinler için yaratmıştır.
Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükâfatlandırırken kâfirleri azaba uğratacaktır. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu, küfretmiş olanların (yeniden diriltilme ve âhiret gününe inanmayanların, sâdece bu dünya yurdunun olduğuna inananların) zannı-dır. Vay o küfretmiş olanlara Allah'a dönecekleri ve toplanacakları günde (kendileri için hazırlanmış) cehennem ateşinden.» Daha sonra Allah Teâlâ hikmeti ve adaleti ile inanan kimselerle kâfirleri eşit tutmayacağını beyân eder ve şöyle buyurur: «Yoksa Biz, îmân etmiş ve sâlih amel işlemiş olanları, yeryüzünde bozgunculuk edenler gibi mi kılarız? Yoksa Biz muttakîleri fâcirler gibi mi tutarız?» Elbette bunu yapmayız. Onlar, Allah katında eşit değildirler. Mademki durum böyledir, o halde şu itaat edenin mükâfâtlandırılacağı, şu günâhların cezaya çarptırılacağı başka bir yurdun mutlaka olması gerekir. Bu irşâd, akl-ı selim ve doğru yaratılış sahibi olanları mutlaka bir Allah'a dönüş ve ceza günü olduğu neticesine götürür. Zîrâ biz; azgın, zâlim bir kişinin malının, çocuklarının ve nimetinin arttığım, bu hal üzere öldüğünü; Allah'a itaat eden mazlum bir kişinin de üzüntüsü içinde öldüğünü görüyoruz. Zerre ağırlığı zulmetmeyen Âdil, Alîm ve Hakîm olanın hikmeti meyânmda bunlardan birinin hakkını diğerinden almak ta mutlaka vardır. Bu, dünyada gerçekleşmediğine göre bu cezalandırma ve mükâfatlandırma için başka bir yurdun olması kesinlikle ortaya çıkmış oluyor. Kur'ân-ı Kerîm sıhhatli maksadlara, aklî ve apaçık pirensiblere irşâdda bulunduğuna göre sonunda şöyle buyruluyor: «Âyetlerini düşünsünler ve akıl sahibi olanlar öğüt alsınlar diye, sana mübarek bir kitâb indirdik.» Hasan el-Basrî der ki: Allah'a yemîn ederim ki onun üzerinde düşünmek, harflerini ezberleyip hadlerini zayi' etmekle olmaz. Nihayet onlardan birisi ne huylarında ne de amellerinde Kur'ân'ın izi görülmediği halde; ben Kur'ân'ı okudum, diyebilmektedir. Hasan el-Basrî'nin bu sözünü İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.7
30 — Davud'a da Süleyman'ı lütfettik. O ne güzel bir kuldu ve muhakkak ki o, Allah'a yönelirdi.
31 — Hani ona bir akşam, çalımlı ve cins koşu atları sunulmuştu.
32 — Demişti ki: Doğrusu ben Rabbımı zikretmek için mal sevgisine düştüm. Nihayet perdenin arkasına gizlenmişti.
33 — Onları bana geri getirin, dedi, bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı.
Ve Dâvûd Oğlu Süleyman (a.s.)9
Ve Dâvûd Oğlu Süleyman (a.s.)
Allah Teâlâ burada Hz. Davud'a peygamber olarak Süleyman'ı bahşettiğini haber verir. Burada Hz. Süleyman'ın Hz. Davud'a bahsedilmesi, onun peygamber olarak bahsedilmesi anlamındadır. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de : «Süleyman da Davud'a vâris oldu.» (Nemi, 16) buyrulmaktadır. Yoksa Hz. Davud'un Hz. Süleyman dışında oğullan vardı. Hz. Davud'un hür olarak yüz hanımı bulunmaktaydı.
«O ne güzel bir kuldu ve muhakkak ki o, Allah'a yönelirdi.» âyetinde Hz. Süleyman (a.s.) çokça ibâdet etmesi, Allah'a itaati ve Allah'a yönelmesi ile övülmektedir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Mekhûl'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Allah Teâlâ Hz. Davud'a Hz. Süleyman (a.s.)i bahşettiğinde, Dâvûd oğluna: Ey oğulcuğum, en güzel şey nedir? diye sormuş da Hz. Süleyman: Allah'ın sekîneti ve Allah'a îmândır, demiş. Hz. Dâvûd: En çirkin şey nedir? diye sormuş da Hz. Süleyman: îmândan sonraki küfürdür, demiş. Hz. Davud'un: En tatlı şey nedir? sorusuna da; kullan arasındaki Allah'ın ruhudur cevabını vermiş. Hz. Dâvûd: Kalbi en çok serinleten şey nedir? diye sormuş, Hz. Süleyman: Allah'ın insanları, insanların da birbirlerini bağışlamalarıdır, diye cevab vermiş. İşte o zaman Hz. Dâvûd (a.s.): Sen peygambersin, demiş.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Hani ona bir akşam, çalımlı ve cins koşu atları sunulmuştu.» Hz. Süleyman, saltanat ve ihtişamı içinde dururken kendisine cins koşu atları takdim edilmişti. Mücâhid, buradaki cins koşu atlarının üç ayağı ile dördüncü ayağının tırnak ucunda duran atlar olduğunu söyler. Âyetteki kelimesi de; sür'atli koşan, anlamınadır. Seleften birçokları kelimeyi böyle açıklamışlardır. İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr'ın... İbrâhîm et-Teymî'den «Hani ona bir akşam, çalımlı ve cins koşu atlan sunulmuştu.» âyeti hakkındaki rivayetine göre o, şöyle demiştir: Onlar kanatlı yirmi kısrak idi. îbn Cerîr haberi bu şekilde rivayet ediyor. İbn Ebu Hatim ise der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... İbrâhîm et-Teymî'den rivayetine göre o:
Hz. Süleyman (a.s.)ı meşgul eden atlar yirmi bin kısrak idi demiş, sonra da bu âyeti okumuştur. Bu rivayet doğruya daha yakın görünüyor. En doğrusunu Allah bilir.
Ebu Davud'un Muhammed İbn Avf kanalıyla... Hz. Âişe (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) Tebük —veya Hayber— gazvesinden dönmüştü. Âişe'nin bulunduğu yerin kapısında bir örtü vardı. Rüzgâr esip de Hz. Âişe'nin oynamakta olan kızlarının bulunduğu yerdeki perdenin bir köşesini açınca Allah Rasûlü: Ey Âişe bu nedir? diye sordu. Hz. Âişe: Kızlarım, diye cevab verdi. Allah Rasûlü (s.a.) kızların arasında geriden iki kanadı olan bir kısrak görmüştü. Kızların arasında görmekte olduğum şey de nedir? diye sordu. Hz. Âişe: Bir kısrak, diye cevab verdi. Allah Rasûlü (s.a.)nün: Peki kısrağın üzerindeki şey nedir? sorusuna da iki kanat, diye cevab verdi. Allah Rasûlü: İki kanadı olan bir kısrak, diye şaşkınlığım belirtince Hz. Âişe: Hz. Süleyman'ın kanatlan olan atlannı işitmedin mi? diye sordu. Daha sonra Hz. Âişe der ki: Allah Rasûlü (s.a.) o kadar güldüler ki azı dişlerini gördüm.
Allah Teâlâ «Demişti ki: Doğrusu ben, Rabbımı zikretmek için mal sevgisine düştüm. Nihayet perdenin arkasına gizlenmişti...» buyurur ki; Selef'den birçoğunun ve müfessirlerin beyânına göre, atların kendisine arzolunması ile meşgul iken ikindi namazı vakti geçmiş. Şurası kesindir ki Hz. Süleyman ikindi namazını kasden değil, unutarak geçirmişti. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) de Hendek muharebesi günü savaşla meşguliyetinden dolayı ikindi namazını vaktinde kıla-mamış, güneş battıktan sonra kılmıştı. Bu olay Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde birçok kanallardan rivayetle sabittir. Bunlardan birisi de Câbir hadîsi olup, bu hadîste Câbir şöyle anlatıyor: Hendek muharebesi günü güneş battıktan sonra Hz. Ömer (r.a.) geldi ve Kureyş kâfirlerine küfretmeye başladı. Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yenıîn ederim ki ikindi namazını ancak güneş batmaya yakınken kılabildim, diyordu. Allah Rasûlü (s.a.): Allah'a yemîn olsun ki ikindiyi ben de kılmadım, buyurdu. Câbir anlatmaya şöyle devam ediyor: Buthân vadisine 8 doğru gittik, Allah Rasûlü namaz için abdest aldı, biz de ab-dest aldık. Güneş battıktan sonra ilkin ikindi namazını, daha sonra da akşam namazını kıldırdı. Muhtemeldir ki onların şeriatında, namazın savaş ve kıtal özrüne mebnî olarak geciktirilmesi caizdi. Atlarla da zâten savaş kasdedilmektedir. Âlimlerden bir grup ise, bunun daha önceden meşru' olup korku namazı ile neshedildiği görüşündedir. Bazıları ise namazı geciktirmenin sâdece göğüs göğüse çarpışma ve sıkışıklık halinde caiz'olduğunu söylemişlerdir. Zira bu durumda iken, rükû' ve secde mümkün değildir. Nitekim Sahabe —Allah onlardan hoş-nûd olsun— Tüster'in fethinde böyle yapmışlardır. Mekhûl, Evzâî ve başkalarından bu şekilde nakledilmektedir. Ancak birinci açıklama doğruya daha yakındır. Zîrâ bu âyetten sonra: «Onları bana geri getirin, dedi, bacaklannı ve boyunlannı sıvazlamaya başlamıştı.» buy-rulmaktadır. Hasan-ı Basrî'nin söylediğine göre ise Hz. Süleyman: Hayır, Allah'a yemîn olsun ki sonuna kadar Rabbımın ibâdetinden beni asla meşgul edemeyecekler deyip boğazlanmalarını emretmiştir. Katâ-de de böyle söylüyor. Süddî de der ki: Hz. Süleyman atların dizlerine ve arka ayaklarının sinirlerine kılıçla vurup kesmiştir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise şöyle diyor: Atların yelelerini okşamaya (sıvazlamaya) başlamıştı. Dizleri ve arka ayaklarının sinirlerinden maksad ise atların koşumlarıdır. İbn Cerîr bu açıklamayı tercih etmekte ve şöyle demektedir: Zîrâ Hz. Süleyman arka ayaklarının sinirlerini kesmekle bir hayvana işkence etmiş, bir malını sebepsiz yere yok etmiş değildir. Şu kadar var ki hayvanların günâhı olmaksızın onlara bakmak suretiyle namazı geçirmişti. İbn Cerîr'in tercih ettiği bu açıklama aslında şüphelidir. Zîrâ böyle bir hâdise onların şeriatında caiz olabilir. Özellikle namaz vakti çıkıncaya kadar onlarla meşgul olması yüzünden Allah için öfkelenmesi durumunda bu evleviyyetle caiz olmalıdır. Bu sebepledir ki Hz. Süleyman boğazlatmak suretiyle onlardan vazgeçtiğinde Allah Teâlâ onlardan daha hayırlısını kendisine vermiştir ki bu; gidişi bir ay, dönüşü bir ay olan, isabet ettiği yere bolluk getiren ve Hz. Süleyman'ın emri ile esen rüzgârdır ve bu rüzgâr hem daha süratli, hem de atlardan daha hayırlıdır. İmâm Ahmed der ki: Bize İs-mâîl'in... Ebu Katâde ve Ebu Dehmâ —bu ikisi Beytullah'a doğru çokça yolculuk eden kimselerdi— dan rivayetine göre, onlar şöyle demişlerdir: Çöl halkından bir adamın yanına vardık. Bu bedevi şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.) elimi tutup Allah Teâlâ'nm kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeye başladı ve şöyle buyurdu: Sen ne zaman Allah korkusu ile bir şeyi bırakırsan, şüphesiz Allah Teâlâ sana ondan daha hayırlısını bahşeder.9
34 — Andolsun ki Biz, Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir cesed attık. Sonra eski haline döndü.
35 — Dedi ki: Rabbım, bağışla beni. Ve bana öyle bir mülk ver ki; benden sonra hiç bir kimse ulaşamasın. Muhakkak ki en çok bağışta bulunan Sensin, Sen.
36 — Bunun üzerine Biz de rüzgârı emrine verdik'. Emri ile istediği yere kolayca giderdi.
37 — Şeytânları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.
38 — Demir halkalarla bağlı diğerlerini de.
39 — Bu, bizim bağışımızdır. Artık ister hesâbsızca verf ister tut.
40 — Doğrusu katımızda onun için yüksek bir makam ve güzel bir netice vardır.
Süleyman'ın İmtihanı10
Süleyman'ın İmtihanı
Allah Teâlâ buyurur ki: Andolsun ki Biz, Süleyman'ı bir keresinde kendisinden hükümranlığı almakla imtihan edip denedik. Tahtının üstüne bir cesed attık. İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Hasan, Ka-tâde ve başkaları onun kürsüsü üzerine atılan cesed üe şeytânın kas-dedildiğini söylerler. Hz. Süleyman daha sonra eski haline, saltanat* hükümranlık ve ihtişamına dönmüştür.
İbn Cerîr, âyette anılan şeytânın adının Sahr olduğunu söyler. Bu söz İbn Abbâs ve Katâde'nindir. Bu şeytânın adının Âsâf olduğu da söylenir. Bu görüş Mücâhid'indir. Yine Mücâhid'in naklettiğine göre şeytânın adının Asarû (?) olduğu da söylenmiştir. Süddî'nin naklettiğine göre ise bu, şeytânın adının Habakîk olduğu söylenmiştir. Bu hâdiseyi tarihçiler kısmen geniş, kısmen muhtasar olarak anlatmışlardır. Saîd İbn Ebu Arûbe'nin Katâde'den naklettiğine göre o, şöyle anlatmış: Hz. Süleyman (a.s.)a Beyt el-Makdis'in inşâsı emrolunmuş ve kendisine: Onu bina et ve fakat orada hiç demir sesi duyulmasın, denilmişti. Hz. Süleyman buna çalışmışsa da gücü yetmedi. Ona: Denizde adına «Sahr» denilen bir şeytân var. Güçlü birine benzer, denildi. Hz. Süleyman bu şeytânın getirilmesini istedi. Her yedi günde bir kere su içmeye geldiği denizde bir pınar vardı. Bu pınarın suyu boşaltılıp yerine içki koydular. Şeytân su içmeye geldiği günde bir de baktı ki kaynakta su yerine içki var. Şüphesiz sen hoş bir içkisin. Şu kadar var ki halîm selîm kimseyi azdırır, bilgisizin bilgisizliğini arttırırsın, dedi, sonra dönüp gitti. Nihayet çok susayınca tekrar kaynağa geldi ve; Şüphesiz sen hoş bir içeceksin. Ancak iyi huylu kimseyi azdırır, bilgisizin bilgisizliğini arttırırsın, deyip ondan içti. Nihayet sarhoş oldu. Hz. Süleyman'ın mührü ona gösterildi veya iki küreği arasına o mühürle mühür basıldı da böylece Hz. Süleyman'ın emrine girdi (buyruğu altına girdi). Hz. Süleyman'ın hükümranlığı bu yüzüğünde idi. Şeytân Hz. Süleyman'a getirildi de ona: Bize şu Beyt'in inşâsı emrolundu ve bize: Orada hiç bir demir sesi işitilmeyecek denildi, dedi. Şeytan bir Hüdhüd yumurtası getirdi, üzerine bir cam geçirdi. Hüdhüd gelip bu camın etrafında dolandı. Yumurtasını görüyor ve fakat ona ulaşamıyordu. Gidip bir elmas getirdi ve şişenin üzerine koyarak elmasla şişeyi kesti ve nihayet yumurtasına ulaştı. Bu elmas alındı ve onunla taşları kesmeye başladılar.
Hz. Süleyman helaya —veya banyoya— girmek istediği zaman yüzüğü ile girmez idi. Bir gün hamama gitti. Bu şeytân Sahr da onunla birlikte idi. Hz. Süleyman kadınlarından birisi ile temasta bulunmuştu (ve bu yüzden hamama girecekti). Hamama girdi ve yüzüğünü şeytâna verdi de şeytân yüzüğü denize attı ve yüzüğü bir balık yuttu. Böylece Hz. Süleyman'ın hükümranlığı kendisinden alındı ve şeytâna Hz. Süleyman'ın benzerliği verildi. Şeytân gelip Hz. Süleyman'ın kürsüsü ve tahtı üzerine oturdu, kadınları dışında Hz. Süleyman'ın bütün mülküne sahip oldu. Hz. Süleyman'ın tebaası içinde hükmetmeye başladı. Onun birçok davranışını (veya hükmünü) hoş görmemeye başladılar da sonunda: Şüphesiz Allah'ın peygamberi fitneye dûçâr oldu, dediler. İçlerinde kuvvet ve kudretinde Hattâb oğlu Ömer'e benzettikleri birisi vardı. Allah'a yemîn ederim ki onu tecrübe edeceğim deyip: Ey Allah'ın peygamberi, —onu Allah'ın peygamberi olarak görüyordu— bizden birisine soğuk bir gecede cünüblük isabet etse, güneş doğuncaya kadar kasden gusletmeyi terketse bunda bir beis görür müsün? diye sordu. Şeytân; hayır, diye cevab verdi. Onlar bu durumda iken kırk gece geçti ve nihayet Allah'ın peygamberi yüzüğünü bir balığın karnında buldu. Dönüp geldiğinde karşısına çıkan her bir cin ve kuş ona secde ediyordu. Nihayet tebaasına geldi. «Tahtı üstüne bir cesed attık.» âyetinde kasdedilen işte bu şeytân Sahr'dır.
Süddî şöyle anlatıyor: Allah Teâlâ «Andolsun ki Biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir cesed attık.» buyuruyor. Şeytân, Hz. Süleyman'ın kürsüsü üzerinde kırk gün oturmuştur. Hz. Süleyman'ın yüz hanımı vardı. Hanımları içinde Cerâde adında birisi vardı ki en çok ona güvenirdi. Hz. Süleyman cünüb olduğu zaman veya helaya gideceğinde yüzüğünü çıkarır ve Cerâde dışında hiç kimseye güvenmeyerek ona bırakırdı. Bir gün yüzüğünü Cerâde'ye verip helaya girdi. Şeytân, Hz. Süleyman'ın suretine girip Cerâde'ye: Yüzüğü ver, dedi. Cerâde de yüzüğü ona verdi. Şeytân gelip Hz. Süleyman'ın tahtına oturdu
Bundan sonra Hz. Süleyman heladan çıkıp Cerâde'den yüzüğünü isteyince Cerâde: Biraz önce almadın mı? diye sordu. Hz. Süleyman; hayır, deyip şaşkın bir halde oradan çıkıp gitti. Şeytân insanlar arasında hüküm vererek kırk gün kaldı. İnsanlar onun hükümlerini hoş görmemeye başladılar. İsrâiloğullarınm kurrâsı ve âlimleri toplanıp Hz. Süleyman'ın hanımlarına geldiler, yanlarına girdiler ve: Biz şu adamda bir gariplik görüyoruz. Şayet bu Süleyman ise her halde aklını kaybetmiş olacak. Biz onun hükümlerini hoş görmüyoruz, dediler. İşte o zaman Hz. Süleyman'ın kadınları da ağladılar. Süddî anlatmaya şöyle devam ediyor: İsrâiloğulları âlimleri yürüyerek geldiler ve (Hz. Süleyman zannettikleri şeytânın) çevresinde halka olup durdular, sonra Tevrat'ı açıp okudular. Şeytân aralanndan uçup bir balkona kondu. Yüzük yanındaydı. Sonra tekrar uçtu ve denize geldi. Yüzük denize düştü, balıklardan birisi yuttu. Süleyman, o şaşkın haliyle gelip denizdeki balıkçılardan birisine rastladı, karnı açtı ve açlığı şiddetlenmişti. Avladıkları balıktan kendisine yiyecek vermelerini istedi.ve: Şüphesiz ben Süleyman'ım, dedi. Onlardan birisi Süleyman'ın üzerine yürüyüp bir sopa ile ona vurdu, kafasını yardı. Hz. Süleyman deniz kenarına varıp kanı yıkamaya başladı. Balıkçılar Hz. Süleyman'a vuran arkadaşlarını ayıplayıp: Ona vurmakla ne kötü ettin, dediler. Hz. Süleyman'a vuran kendisini müdâfaa sadedinde: O, kendisini Süleyman zannediyor, dedi. Balıkçılar Hz. Süleyman'a yanlarındaki bozulmuş balıklardan ikisini verdiler. Hz. Süleyman kanını yıkamayı bırakıp deniz kenarında durdu, o iki balığın karınlarını yarıp yıkamaya başladı. O iki balıktan birinin karnında yüzüğünü bulup aldı, parmağına taktı. Allah Teâlâ da güzelliğini, hükümranlığını ve haşmetini ona geri verdi. Kuşlar gelip üzerinde uçuşmaya başladılar da, orada bulunan topluluk onun Hz. Süleyman (a.s.) olduğunu anladılar, yaptıklarından dolayı gelip özür dilediler. Hz. Süleyman: Özür dilemenizden dolayı sizi övecek, sizden sâdır olan işten dolayı da sizi yerecek değilim. Şüphesiz bu, mutlaka meydana gelmesi takdir oltman bir durumdu, dedi. Hz. Süleyman yürüyüp mülküne geldi ve şeytânın getirilmesini emretti de onu getirdiler. Onun demirden bir sandığa konulmasını, sandığın üzerine kilitlenmesini emretti, sandığın kilidini de mühürü ile mühürledi, sonra onun emriyle sandık denize atıldı. Şeytân kıyamet kopuncaya kadar o sandıkta kalacaktır. Bu şeytânın âdı Habâkık idi. Süddî devamla şöyle diyor: Rüzgâr Hz. Süleyman'ın buyruğuna verildi. Bundan önce rüzgâr onun buyruğuna verilmemişti. İşte Allah Teâlâ'nm: «Ve bana öyle bir mülk ver ki; benden sonra hiç bir kimse ulaşamasın. Muhakkak ki bağışta bulunan Sensin, Sen.» âyeti budur.
Mücâhid'den rivayetle «Andolsun ki Biz, Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir.cesed attık.» âyeti hakkında İbn Ebu Necîh der ki: Hz. Süleyman'ın kürsüsü üzerine atılan, Asaf adındaki şeytân idi, Süleyman ona: İnsanları nasıl fitneye düşürürsün? diye sordu da Âsaf: Yüzüğünü bana göster, sana haber vereyim, dedi. Hz. Süleyman yüzüğünü Asaf a verince o, yüzüğü denize attı. Hz. Süleyman'ın hükümranlığı gitti ve kendisi de bir yolculuğa çıktı. Âsaf Hz. Süleyman'ın tahtına kuruldu. Ancak Allah Teâlâ onu Hz. Süleyman'ın kadınlarından engelledi. Ne o kadınlara, ne de kadınlar ona yaklaşmadılar ve onu çirkin gördüler. Hz. Süleyman (yolda rastladıklarından) yiyecek isteyip : Beni tanımıyor musunuz? Bana yiyecek verin, ben Süleyman'ım, diyor ve onlar da kendisini yalanlıyorlardı. Nihayet bir gün bir kadın ona bir balık verdi. Hz. Süleyman balığın karnını temizlerken yüzüğünü o balığın karnında buldu ve hükümranlığı kendisine geri döndü ve Âsaf kaçıp denize girdi.
Bütün bunlar İsrâiliyâttan olup bunların en kötüsü İbn Ebu Hatim tarafından rivayet edilen şu haberdir: Bize Ali İbn Hüseyn'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Tahtının üstüne bir cesed attık. Sonra eski haline döndü.» âyeti hakkında şunları anlatmış: Hz. Süleyman helaya girmek isteyip hanımı Cerâde'ye yüzüğünü verdi. Cerâde, kadınları içinde ona en sevgili olanıydı. Şeytân Hz. Süleyman suretinde gelip Cerâde'ye : Yüzüğümü ver, deyince, Cerâde Hz. Süleyman'ın yüzüğünü ona verdi. Şeytân yüzüğü parmağına takınca insanlar, cinler ve şeytânlar ona boyun eğdiler. Hz. Süleyman heladan çıkıp da Cerâde'ye: Yüzüğümü ver, dediğinde Cerâde: Ben onu Süleyman'a verdim, dedi. Süleyman: Ben Süleyman'ım, dediyse de Cerâde: Yalan söylüyorsun, sen Süleyman değilsin, dedi. Hz. Süleyman kime gelip: Ben Süleyman'ım, demişse; o kendisini yalanladı hattâ çocuklar bile onu taşlamaya başladılar. Hz. Süleyman bu durumu görünce bunun Allah'ın emriyle olduğunu anladı. Râvî anlatmaya şöyle devam ediyor: Şeytân, insanlar arasında hüküm vermeye başladı. Allah Teâlâ Hz. Süleyman'a hükümranlığını geri vermeyi murâd ettiği zaman insanların kalblerine o şeytandan hoşlanmama duygusunu yerleştirdi. Hz. Süleyman'ın kadınlarına haber gönderip onlara : Süleyman'da hoşlanmayacağınız bir şey görüyor musunuz? diye sordurdular. Kadınlar : Evet, biz hayızlı iken bize yaklaşıyor. Bundan önce yapmazdı, dediler. Şeytân durumunun farkedildiğini görünce, artık işinin bittiğini zannederek içinde sihir ve küfür olan *bir mektup yazıp bunu Hz. Süleyman'ın tahtımn al-tma gömdü. Bu mektubu ortaya çıkarıp insanlara okudular da insanlar: Süleyman insanlara bununla üstün geliyormuş (hükmediyormuş) dediler ve Hz. Süleyman'ı yalanladılar. İnsanlar Hz. Süleyman'ı yalanlamaya dçvâm ederken şeytân yüzüğü gönderip denize attırdı. Yüzüğü bir balık görüp yuttu. Hz. Süleyman, deniz sahilinde ücretle yük ve insan taşıyordu. Bir adam gelip balık satın aldı. Hz. Süleyman'ın mührü karnında olan balık da bu balıklar içindeydi. Adam Hz. Süleyman'ı çağırıp: Şu balıkları bana taşıyıverir misin? diye sordu. Hz. Süleyman'ın evet, cevabı üzerine adam: Kaça? diye sordu. Hz. Süleyman: Bu balıklardan bir balık mukabili, diye cevab verdi. Hz. Süleyman balıkları yüklenip adamın evine götürdü. Adam, kapısına ulaştığı zaman karnında yüzük olan o balığı Hz. Süleyman'a verdi. Hz. Süleyman balığı alıp karnını yardığında bir de ne görsün, yüzüğü o balığın karnında. Yüzüğü alıp parmağına taktı. Hz. Süleyman yüzüğü parmağına takar takmaz cinler, insanlar ve şeytânlar kendisine boyun eğdiler ve Hz. Süleyman eski haline döndü. Şeytân, kaçıp denizdeki adalardan birine sığındı. Hz. Süleyman aramaları için onun peşinden adam gönderdi. O, güçlü kuvvetli bir şeytân idi. Onu elde etmeye uğraştılarsa da güç yetiremediler. Nihayet bir gün onu uyur buldular, gelip üzerine kurşundan bir bina yaptılar. Şeytân uyanıp da sıçrayınca evin neresine sıçrasa üzerine kurşunlar bulaşmaya başladı. Böylece şeytânı yakalayıp bağladılar ve Hz. Süleyman'a getirdiler. Hz. Süleyman'ın emri ile o şeytân için mermerden bir tabut yontulup içine konuldu, sonra da bakırla kapatıldı. Hz. Süleyman'ın emri ile bu mermerden tabut denize atıldı. İşte «Andol-sun ki Biz, Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir cesed attık. Sonra eski haline döndü.» âyetinde kasdedilen ve Hz. Süleyman'a musallat kılınmış olan, bu şeytândır. Bu haberin İbn Abbâs'a kadar isnadı kuvvetlidir. Fakat açıkça görülüyor ki —şayet İbn Abbâs'tan böyle bir kıssanın vürûdu sahîh ise—- İbn Abbas bunu kitâb ehlinden almıştır. Onların içinde Hz. Süleyman'ın peygamberliğine inanmayan bir grup da vardır. Açık olan odur ki onlar Hz. Süleyman hakkında yalan söylemektedirler. Bu sebepledir ki bu haberde münker birçok şey vardır ve bunların en ağırlarından biri de Hz. Süleyman'ın kadınlarının zikredilmiş olmasıdır. Meşhur olan habere göre cinler, Hz. Süleyman'ın kadınlarına musallat olamamışlardır. Aksine Allah Teâlâ peygamberine bir ikram ve şereflendirme olarak kadınlarını onlardan korumuştur. Bana bu kıssa Saîd İbn Müseyyeb ve Zeyd İbn Eşlem gibi Seleften bir topluluktan ve başkalarından da uzunca rivayet olundu. Hepsi de kitâb ehlinin kıssalarından alınmış şeylerdir. Doğruyu en iyi Allah bilir.
Yahya İbn Amr Seybânî der ki: Hz. Süleyman yüzüğünü Askalân'-da buldu ve Allah için tevâzuundan Beyt el-Makdis'e kadar bir tek hırka giymiş halde yürüdü. Bu haberi de İbn Ebu Hatim rivayet ediyor.
Hz. Süleyman'ın tahtı hakkında garîb bir haber rivayet eden İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam —Allah ona rahmet eylesin—in... Kâ'b el-Ahbâr'dan rivayetine göre o, Direkli İrem Bağları hakkındaki hadîsi bitirdiği zaman Muâviye ona: Ey Ebu İshâk, bize Dâvûd oğlu Süleyman'ın tahtını haber ver, ne durumdaydı, nedendi? diye sordu. Kâ'b el-Ahbâr şöyle anlattı: Hz. Süleyman'ın tahtı fil dişlerindendi. İnci, yâkût ve zeberced ile süslenmişti. Aynı şekilde inci, yâkût ve zeberced ile süslenmiş bir de merdiveni vardı. Hz. Süleyman'ın emri ile tahtının iki tarafına altundan hurma ağaçlan konuldu. Bu hurma ağaçlarının salkımları yâkût, zeberced ve incidendi. Tahtın sağında bulunan hurma ağaçlarının üzerine altundan tavuslar konulmuştu. Tahtın solunda bulunan hurma ağaçlarının üzerine ve tavusların karşısına ise altundan doğanlar konulmuştu. Birinci basamağın sağ tarafına altundan iki sa-nevber ağacı konulmuş, bu basamağın soluna ise altundan iki arslan yerleştirilmişti. Bu iki arslanın başları üzerinde zebercedden iki direk vardı. Tahtın iki tarafına yine altundan iki üzüm ağacı (asma) konulmuştu ki, bunlar tahtı gölgelendiriyordu. Bu asmaların salkımları da inci ve kırmızı yâkût idiler. Tahtın basamaklarının üstüne içleri boşaltılmış, misk ve amberle doldurulmuş altundan iki büyük arslan konulmuştu. Hz. Süleyman tahtına oturmak istediği zaman bu iki arslan bir süre döner, sonra durup içlerindeki misk ve amberi Hz. Süleyman'ın tahtının çevresine saçarlardı. Daha sonra birisi Hz. Süleyman'ın halîfesi, diğeri o zamandaki İsrâiloğulları bilginlerinin reîsi için olmak üzere altundan iki minber konulurdu. Ayrıca tahtın önüne yine altundan yetmiş minber konulurdu ki bunlara İsrâiloğullarınm kadılarından, şerefli ve zengin olanlarından yetmişi otururdu. Bütün bu minberlerin de arkasına yine altundan otuz beş minber konulur ve bunlara kimse oturmazdı. Hz. Süleyman tahtına çıkmak isteyip de ayaklarını alt basamağa koyar koymaz taht, içinde ve üzerinde bulunanlarla birlikte döner, arslan sağ ön ayağını, doğan sol kanadını yayardı. Sonra Hz. Süleyman ikinci basamağa çıktığında Arslan bu sefer sol ön ayağını, doğan da sağ kanadını yayıp açardı. Hz. Süleyman üçüncü basamağa çıkıp da tahtına oturduğu zaman bu doğanlardan birisi hemen Hz. Süleyman'ın en büyük tacını alıp onun başına koyardı. Doğanın tacı Hz. Süleyman'ın başına koymasıyla taht hızlı bir değirmen taşının döndüğü gibi hızla dönerdi. Muâviye (r.a.) : Ey Ebu İshâk, tahtı döndüren de neydi? diye sordu da Kâ'b şöyle cevabladı: Altundan bir ejderhâ vardı ki taht onun üzerindeydi ve bu ejderhâyı Sahr adındaki bir cinnî yapmıştı. Tahtın ait kısmında bulunan t&vûs, arslan ve doğanlar tahtın döndüğünü hissettikleri zaman tahtın üzerine doğru dönerler, taht durunca hepsi birden başlan Hz. Süleyman (a.s.)m başı üzerine doğru çevrilmiş halde dururlar, Hz. Süleyman oturunca da hepsi birden içlerinde bulunan misk ve amberi Hz. Süleyman (a.s.)ın başına serperler-di. Sonra cevherden bir direk üzerinde durmakta olan altundan bir güvercin Tevrat'ı alıp Hz. Süleyman'ın eline bırakır ve Hz. Süleyman da Tevrat'ı insanlara okurdu. İbn Ebu Hatim haberin tamâmını zikretmiştir ki bu, gerçekten garîbdir.
Allah Teâlâ: «Dedi ki: Rabbım, bağışla beni. Ve bana öyle bir mülk ver ki; benden sonra hiç bir kimse ulaşamasm. Muhakkak ki en çok bağışta bulunan Sensin, Sen.» buyurur ki bazıları burayı şöyle açıklıyor: Rabbım, bana öyle bir mülk ver ki; benden sonra hiç kimseye yaraşmasın ve hiç kimse onu benden alamasın. Onun tahtı üzerine atılan cesed meselesinde olduğu gibi ki ondan sonra hiç kimse için böyle bir cesed (onun tahtı üzerine kurulan şeytân kasdediliyor olmalı) taşa çevrilmesin. Ancak burada sahîh olan şudur ki Hz. Süleyman Allah'tan, kendisinden sonra beşerden hiç kimsenin sahip olamayacağı bir mülk ve hükümranlık istemiştir ve âyetin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Bu konuda Allah Rasûlü (s.a.)nden sahîh hadîsler vârid olmuştur.
Bu âyetin tefsirinde Buhârî der ki : Bize İshâk İbn İbrahim'in... Ebu Hüreyre (r.a.)nden, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre Efendimiz şöyle buyurmuş: Dün gece namazımı kesmek için cinlerden bir ifrit bana musallat oldu —veya Allah Rasûlü buna benzer bir kelime söyledi— Allah Teâlâ bana imkân verdi de onun hakkından geldim. Ve onu sabahleyin hepiniz ona bakabilesiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Ancak kardeşim Süleyman'ın : «Rabbım, beni bağışla. Ve bana öyle bir mülk ver ki; benden sonra hiç bir kimse ulaşamasın.» sözünü hatırladım. Râvî Revh der ki: Ve Allah Rasûlü o ifriti kovalayarak geri çevirdi. Hadîsi Şu'be kanalıyla Müslim ve Neseî rivayet etmişlerdir. Müslim Sahîh'inde der ki: Bize Muham-med İbn Seleme el-Murâdî'nin... Ebu Derdâ'dan rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) namaz kılmaya durdu. Onun ; Senden Allah'a sığınırım, dediğini sonra da üç kere: Seni Allah'ın la'netiyle la'-netlerim, diyerek bir şeyi tutmak ister gibi elini uzattığını gördük. Namazı bitirince biz: Ey Allah'ın elçisi, namazda, bundan önce hiç duymadığımız bir şeyi söylediğini işittik ve gördük ki elini uzattın, dedik. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah düşmanı İblis, benim yüzüme atmak için ateşten bir kor getirdi. Ben üç kere: Senden Allah'a sığınırım, dedim, sonra da : Allah'ın en büyük la'neti ile seni la'netle-rim, dedim. Üç keresinde de geri çekilmedi. Sonra onu yakalamak istedim. Allah'a yemin ederim ki şayet kardeşimiz Süleyman'ın duası olmasaydı, Medine halkı çocuklarının oynayacağı şekilde bağlı kalırdı.
İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Ahmed... Ebu Ubeyd'den rivayet etti ki o, şöyle demiş: Atâ ibn Yezîd el-Leysî'nin namaz kıldığını gördüm. Önünden geçmek istedim de beni geri çevirdi sonra şöyle dedi: Bana Ebu Saîd el-Hudrî'nin naklettiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) o arkasında iken sabah namazını kılmaya durmuş ve namazda okurken şaşırmış. Namazı bitirdiği zaman şöyle buyurmuş: Beni ve İblîs'i keşke görmüş olsaydın. Ben elimle ona uzandım ve boğazını sıktım. O kadar ki salyasının soğukluğunu başparmağımla onun yanındaki parmaklarım arasında hissettim. Şayet kardeşim Süleyman'ın duası olmasaydı, mescidin direklerinden birinde bağlı olarak kalır ve Medine çocukları onunla oynaşırdı. Sizden kim kıblesi ile arasına herhangi birinin girmesini engelleyebiliyorsa bunu yapsın. Hadîsin : Sizden her kim kıblesi ile arasına herhangi birinin girmesini engelleyebilirse bunu yapsın, kısmını Ebu Dâvûd da, Ahmed İbn Ebu Süreyc'den o ise Ebu Ahmed ez-Zübeyrî'den rivayet etmiştir.
İmâm Ahmed der ki: Bize Muâviye İbn Amr'ın... Abdullah ed-Deylemî'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor : Abdullah İbn Amr Tâif de Vahat denilen bahçesinde iken yanma girdim. İçki içmekle itham olunan Kureyş'ten bir gence yaslanmış duruyordu. Dedim ki: Bana ulaştığına göre sen şöyle bir hadîs rivayet etmişsin: Kim bir defa içki içerse, Allah Teâlâ kırk sabah onun tevbesini kabul etmez. Gerçek mutsuz, annesinin karnında iken mutsuz olan kişidir. Kim, Beyt el-Makdis'e sâdece orada namaz kılmak için gelirse; annesinin onu doğurduğu günkü gibi hatâlarından sıyrılmış olur. O Kureyş'li genç içki lâfını duyunca, elini Abdullah İbn Amr'ın elinden çekti, sonra bırakıp gitti. Abdullah İbn Amr şöyle konuştu: Benim söylememiş olduğum bir şeyi benim hakkımda söylemek hiç kimseye helâl değildir. Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim: Kim bir defa içki içerse, Allah Teâlâ kırk sabah (gün) onun namazını kabul etmez. Şayet tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul buyurur. Sonra içkiye dönerse yine kırk sabah onun namazı kabul olunmaz. Şayet tevbe ederse Allah Teâlâ onun tevbesini kabul buyurur. Şayet yine içkiye dönerse —Râvî der ki: bilemiyorum üçüncüde mi, yoksa dördüncüde mi böyle söyledi— kıyamet günü zehir usarelerinden ona içirmek Allah için bir hak olur. Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim: Allah Teâlâ yaratıklarını karanlıkta yarattı, sonra onların üzerine nurunu gönderdi. O gün kime nuru isabet etmişse hidâyete erdi, kime isabet etmemişse o da sapıklıkta kaldı. Bu sebepledir ki ben: Allah'ın ilmi üzere kalem kurumuştur, diyorum. Yine Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim: Hz. Süleyman Allah Teâlâ'-dan üç şey istedf, Allah Teâlâ ona ikisini verdi. Üçüncüsünün bizim olacağım umuyoruz. Allah Teâlâ'dan, Allah'ın hükmüne uygun bir hüküm istemişti. Allah Teâlâ bunu Hz. Süleyman'a verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin sahib olamayacağı bir hükümranlık istemişti. Allah Teâlâ bunu da kendisine verdi. Üçüncü isteğine gelince; Şu mescidde (Beyt el-Makdis kasdediliyor) namaz kılmak arzusuyla her kim evinden çıkarsa annesinin doğurduğu günkü gibi hatâlarından sıyrılmış olmasını istemişti. Biz Allah Teâlâ'nm bunu bize vereceğini umarız. Hadîsin bu son kısmı Neseî ve İbn Mâce tarafından muhtelif kanallardan olmak üzere... Abdullah İbn Amr'dan rivayet edilmektedir. Buna göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Şüphesiz ki Hz. Süleyman Beyt el-Mak-dis'i inşâ ettiğinde Rabbından üç haslet istemişti... Ve Râvî hadîsin tamarnını zikretti. Bu, garîb bir isnâd ve siyak ile Râfî' İbn Umeyr (r.a.) hadîsinde de geçmektedir ki Taberânî şöyle diyor: Bize Muhammed İbn Hasan îbn Kuteybe, Askalânî'nin... Râfî' İbn Umeyr'den rivayetinde o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işitmiş: Allah Teâlâ Hz. Dâvûd (a.s.)a: Benim için yeryüzünde bir ev bina et, buyurmuştu. Hz. Dâ-vûd inşasıyla emrolunduğu evden önce kendisine bir ev inşâ etti. Allah Teâlâ da ona: Ey Dâvûd, Benim evimden önce kendi evini mi bina ettin? diye vahyetti. Hz. Dâvûd: Rabbım, bu şekilde hükmettim. Kim kral olmuşsa elbette seçim hakkı vardır, deyip mescidin inşâsına başladı. Mescidin duvarlan tamamlandığında üç kere yıkıldı. Bu durumu Allah Teâlâ'ya şikâyet etti de Rab Teâlâ: Ey Dâvûd, Benim evimi inşâ etmeye sen uygun değilsin, buyurdu. Hz. Dâvûd: Niçin ey Rabbım? diye sordu da, Allah Teâlâ: Şu ellerinde akan kanlar sebebiyle, buyurdu. Hz. Dâvûd: Ey Rabbım, bütün bunlar senin arzun ve muhabbetin gereği değil miydi? diye sordu da Allah Teâlâ: Evet, Benim arzum ve mahabbetime uygundu, ancak onlar Benim kullarımdır ve elbette Ben onlara en çok rahmet edenim, buyurdu. Bu, Hz. Davud'a ağır geldi de Allah Teâlâ şöyle vahyetti: Üzülme, şüphesiz Ben, oğlun Süleyman'ın elleriyle bu mescidin inşâsına hükmedeceğim. Hz. Dâvûd öldüğünde Süleyman mescidin inşâsına başladı. Mescid tamamlandığı zaman Hz. Süleyman kurbânlar kesip İsrâiloğullarını topladı ve Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetti: Evimi inşâ etmekle sendeki sevinci görüyorum. Benden iste, sana vereyim. Hz. Süleyman şöyle dedi: Senden üç haslet istiyorum: Senin hükmüne uygun düşecek bir hüküm, benden sonra hiç kimsenin sâhib olmayacağı bir hükümranlık, şu eve orada namaz kılmak için her kim gelecek olursa annesinin onu doğurduğu gündeki gibi günâhlarından sıyrılıp çıkması. Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: İkisini şüphesiz Allah Teâlâ ona vermiştir. Üçüncünün ise bana verileceğini umarım.
İmâm Ahmed der ki: Bize Abdüssamed'in... Seleme İbn Ekvâ'dan rivayetine göre o, şöyle demiş: Allah Rasûlü (s.a.) dua buyurduğu zaman şu cümle ile başlardı: En yüce, en ulu, en çok veren Rabbım Allah'ı tesbîh eylerim. Ebu Ubeyd der ki: Bize Ali İbn Sâbit'in... Salih İbn Mismâr'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah'ın peygamberi Dâvûd vefat ettiğinde, Allah Teâlâ oğlu Süleyman (a.s.)a şöyle vahyetti: Hacetini benden dile. Hz. Süleyman dedi ki: Babamın kalbi gibi Senden korkan bir kalb ver bana. Babamın kalbinin olduğu gibi Seni seven bir kaîb ver bana. Allah Teâlâ buyurdu ki: Kuluma haber gönderip ihtiyâcını sordum. İhtiyâcı şu imiş: Kendisine Benden korkan bir kalb, Beni seven bir kalb verecekmişim. Kendisinden sonra hiç kimsenin sâhib olamayacağı bir hükümranlığı mutlaka ona vereceğim. Allah Teâlâ buyurur ki: «Bunun üzerine Biz de rüzgârı emrine verdik. Emri ile istediği yere kolayca giderdi.» Ona bundan sonraki isteğini de mutlaka vereceğiz. Râvî der ki: Allah Teâlâ verdiklerini şüphesiz ona vermiştir ve âhiret günü de ona hesâb yoktur. Ebu Kasım İbn Asâkir, Tarih'indeki Hz. Süleyman (a.s.)ın hal tercümesinde bu şekilde kaydetmektedir. Seleften birisinden rivayete göre o, şöyle demiştir: Hz. Dâvûd'dan bana ulaştığına göre o: Rabbım, Süleyman'a bana olduğun gibi ol, demişti. Allah Teâlâ da ona, Hz. Süleyman'a şöyle demesini vahyetti: Bana karşı senin olduğun gibi olsun ki Ben de ona karşı sana davrandığım gibi davranayım.
«Bunun üzerine Biz de rüzgârı emrine verdik. Emri ile istediği ülkeye kolayca giderdi.» Hasan el-Basrî —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Hz. Süleyman Allah için öfkesinden atları boğazladığı zaman Allah Teâlâ onların yerine kendisine onlardan daha hayırlı ve daha sür'atli olanını bahşeyledi. Bu; gidişi bir ay, dönüşü de bir ay olan rüzgârdır.
«Şeytânları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.» Yani onlardan kimisi insanların güç yetiremeyeceği kaleler, heykeller, büyük havuzlar gibi çanaklar, sabit sabit kazanlar gibi büyük ve muhteşem yapılar ve benzeri zor işlerde kullanılırken diğer bir grup da denizlere dalarak sâdece denizlerde bulunan inci, cevher ve benzeri güzel şeyleri çıkarmada kullanılıyordu. «Demir halkalarla bağlı diğerlerini de (onun buyruğuna verdik).» Bunlar; sâlih amellerde bulunmaktan imtina' ederek isyan eden, inâdlaşan, işlerinde kötü davranıp haddi aşanlardan zincir ve bukağılarla bağlı olanlardır.
«Bu, bizim bağışımızdır. Artık ister hesâbsızca ver, ister tut (dedik).» Yani sana vermiş olduğumuz bu tastamam hükümranlık, en mükemmel saltanat senin isteğine uygun olarak sana verilmiştir. Bundan böyle sen; dilediğine ver, dilediğini mahrum kıl. Sana hesâb soracak değiliz. Her ne yapacak olursan, bu senin için caizdir. Dilediğin şekilde hüküm ver. Senin hükmün doğrudur.
Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde sabit olduğu üzere Allah Rasû-lü (s.a.) kendisine emrolunam işleyen, Allah'ın emrettiği şekilde insanlar arasında bölüştüren Allah'ın kulu ve elçisi olmakla hesâbsız ve günahsız olarak dilediğine veren, dilediğine vermeyen bir hükümdar peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldığında Cibril ile istişareden sonra birinci mertebeyi tercih etmişti. Cibril kendisine : Mütevazı' ol, dedi de Allah Rasûlü birinci mertebeyi tercih etti. Zîrâ bu mertebe Allah katında kadri daha yüce olup kıyamet günü en yüksek mertebedir. Bununla beraber hükümdarlık ile birleşmiş peygamberlik makamı elbette dünya ve âhirette büyük bir makamdır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ Hz. Süleyman'a dünyada verdiklerini zikrettikten sonra onun kıyamet gününde de Allah katında büyük bir nasîb sahibi olduğuna dikkati çekerek: «Doğrusu (âhiret yurdunda) katımızda onun için yüksek bir makam ve güzel bir netice vardır.» buyurmuştur.10
41 — Kulumuz Eyyûb'u da hatırla. Hani Rabbma: Doğrusu şeytân bana yorgunluk ve azâb verdi, diye seslenmişti.
42 — Vur ayağını yere. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su.
43 — Katımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lütfettik.
44 — Eline bir demet sap al da onunla vur ve yeminini bozma. Biz, onu gerçekten sabırlı bulmuştuk. Ne iyi kuldu. Muhakkak ki o, Allah'a yönelirdi.
Sabır Çağlayanı Eyyûb (a.s.)14
Sabır Çağlayanı Eyyûb (a.s.)
Allah Teâlâ burada, kulu ve elçisi Eyyûb (a.s.)u zikrediyor. Allah Teâlâ bedeni, malı ve çocukları hakkında vermiş olduğu zararla onu imtihan etmiş kalbi dışında bir iğne batacak kadar sağlam bir yeri kalmamıştı. Hastalığı ve içinde bulunduğu durumu için yardım isteyebileceği hiç bir şeyi de kalmamıştı. Ancak Allah'a ve Rasûlüne îmânı sebebiyle hanımı onu seviyordu. Ücretle insanlara hizmet eder ve Hz. Ey-yûb'u doyururdu. Hzj. Eyyûb'a yaklaşık on sekiz sene hizmet etmiştir. Bu durumundan önce Hz. Eyyûb'un bol bol malı, çocukları, dünya mal ve zenginliği vardı. Bütün bunlar elinden alınmış ve neticede bütün bu sürede kalacağı ülkenin mezbeleliklerinden bir çöplüğe atılmıştı. Hanımı dışında uzağı yakını onu reddetmişti. Karısı insanlara hizmetçilik yapmak üzere ayrılması dışında sabah akşam onu hiç yalnız bırakmamıştır. İnsanlara hizmetinden sonra hemen ona dönerdi. Hz. Eyyûb'un bu durumu uzayıp Jıali şiddetlenince ve nihayet onun hakkında takdir edilmiş kader sona erip mukadder olan süre tamamlanınca rasûllerin ilâhı, âlemlerin Rabbı Allah'a tazarrû' ve niyazda bulunup: «Bu dert beni sarıverdi. Sen merhametlilerin merhametUsisin.» (Enbiyâ, 83) diye duâ etti. Bu âyet-i kerîme'de de bildirildiği üzere o, şöyle duft etmişti:
«Rabbım, doğrusu şeytân bana yorgunluk ve azâb verdi.» burada Hz. Eyyûb'un kasdettiği yorgunluğun bedeninde, azabın da malı ve çocuklarında olduğu söylenir. İşte o zaman merhametlilerin en merhametlisi, onun duasına icabet buyurup olduğu yerde doğrulmasını ve ayağıyla yere vurmasını emretti. Hz. Eyyûb ayağıyla yere vurunca, Allah Teâlâ oradan bir kaynak fışkırttı. Hz. Eyyûb'a o kaynaktan yıkanmasını emretti. Böylece bedenindeki hastalıkların tamâmı iyileşti. Sonra bir başka yerde ayağını tekrar yere vurmasını emretti. Oradan da başka bir kaynak fışkırttı ve o kaynaktan içmesini emretti. Böylece içindeki kötülükler de giderildi, zahiren ve bâtınen tâm bir afiyete kavuştu. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Vur ayağını yere. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su.»
İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim şöyle diyorlar: Bize Yûnus İbn Abd'ül-A'lâ'nm... Enes İbn Mâlik (r.a.)den rivayetlerine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Allah'ın peygamberi Eyyûb (a.s.), mübtelâ kılındığı musibetler içinde on sekiz sene kaldı. Yakını ve uzağı onu reddetti. Ancak onun en yakın kardeşlerinden iki kişi vardı ki onlar, sabah akşam ona gelip giderlerdi. Onlardan birisi diğerine: Allah'a yernîn olsun ki Eyyûb, âlemlerden hiç kimsenin işlemediği bir günâh işlemiştir biliyor musun? dedi de diğeri: O da nedir ki? diye sordu. Birincisi: On sekiz seneden beri Allah ona merhamet edip içinde bulunduğu durumdan onu kurtarmıştır (daha ne olsun?) dedi. Hz. Eyyûb'un yanma geldiklerinde ikincileri sabredemeyip bunu Hz. Eyyûb'a söyledi de Hz. Eyyûb: Ne söylediğini bilmiyorum. Ancak Allah biliyor ki ben, çekişen ve çekişmeleri sırasında Allah'ı anan iki kişiye uğrardım da evime döndüğümde Allah'ı ancak bir hak için anmış olabilecekleri korkusuyla onların yerine keffâret verirdim, dedi. Râvî devamla şöyle anlatır: Hz. Eyyûb def-i hacet için çıktığı zamanlarda işini bitirdiğinde karısı onun elinden tutar ve eski yerine gelmesine yardım ederdi. Bir gün Hz. Eyyûb' un def-i hacetten sonra eşini çağırmakta geciktiği görüldü. Allah Teâlâ Hz. Eyyûb (a.s.)al «Vur ayağını yere. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su.» diye vahyetnıişti. Hanımının gelmekte gecikmesini istedi. Hanımı da onu beklemeye başladı. Bir de karısının yanma geldi ki Allah Teâlâ ondaki bütün hastalıkları gidermiş, en güzel şekliyle karşısında duruyor. Hanımı onu görünce: Allah seni mübarek kılsın, şu musibete dûçâr kalmış Allah'ın peygamberini gördün mü? Sıhhatli olduğu zamanda Allah'a yemîn ederim ki senden daha çok ona benzeyen birini görmedim, dedi. Hz. Eyyûb'un birisi buğday, diğeri de arpa için iki an-ban vardı. Allah Teâlâ iki bulut gönderdi. Bunlardan birisi buğday deposunun üzerine gelince depoyu taşınncaya kadar altun boşalttı. Diğeri de arpa anbarına yine taşırıncaya kadar altun boşalttı. İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin—in rivayetinin lafzı bu şekildedir. İmâm Ahmed'in Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Hz. Eyyûb çıplak olarak yıkandığı esnada üzerine altun çekirgeler boşandı. Hz. Eyyûb bunlardan elbisesinin içine doldurmaya başladı da Rabbı kendisine; Ey Eyyûb, şu gördüklerinden seni müstağni kılmadım mı? diye nida eyledi. Hz. Eyyûb: Evet müstağni kıldın Rabbım, fakat Senin bereketinden ben asla müstağni değilim, diye cevab verdi. Hadîsi Abdürrezzâk kanalıyla sâdece Buhârî tahrîc etmiştir.
Allah Teâlâ: «Katımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lütfettik.» buyurur ki, Hasan ve Katâde'nin söylediğine göre, Allah Teâlâ bizzat onları diriltmiş ve onların bir mislini de onlarla birlikte arttırmıştır.
Allah Teâlâ yine şöyle buyuruyor: Sabrı, sebatı, Bize dönmesi, tevazuu ve boyun eğmesi karşılığı ona katımızdan bir rahmet, sabrın akıbetinin ferahlık, darlıktan çıkış ve rahatlık olduğunu bilsinler diye akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislim lütfettik.
«Eline bir demet sap al da onunla vur ve yeminini bozma.» Hz. Eyyûb (a.s.) yaptığı bir işten dolayı hanımına öfkelenmiş, kızmıştı. Söylendiğine göre bir ekmek karşılığında saçının bir örgüsünü satmış ve o ekmeği Hz. Eyyûb'a yedirmişti de Hz. Eyyûb bundan dolayı onu kınamış ve Allah kendisine şifâ verirse hanımına yüz değnek vuracağına dâir yemîn etmişti. Bunun dışında başka bir sebeple hanımına kızmış olduğu da söylenir. Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'a şifâ ve afiyet verdikten sonra hanımının kendisine olan bu en mükemmel hizmeti, merhameti, şefkati ve iyiliğine karşılık cezası bu yüz değnek olmamalıydı. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'a vahyetti ki, eline bir demet sap alacak, bu demette yüz çubuk bulunacak ve bu demetle hanımına bir ker"e vuracak. Böylece yemini yerine gelmiş olacak, adağına uymuş ve yemininden de dönmüş olmayacaktı. İşte bu, Allah'tan korkan ve Allah'a donen için bir ferahlık ve çıkış yolu olmuştur. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Biz, onu gerçekten sabırlı bulmuştuk, Ne iyi kuldu. Muhakkak ki o, Allah'a yönelirdi.» buyurmuştur. Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'u iyi bir kul olması ve Allah'a çokça dönüp yönelmesi ile medhetmiş, övmüştür. Bu sebepledir ki başka bir âyet-İ kerîme'de de: «Kim Allah'tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği bir yerden rızik verir.» (Talâk, 2,3) buyuruyor. Fakîhlerden birçoğu yemin ve benzeri meselelerde bu âyet-i kerîme'yi delil getirerek bu âyetle hüküm vermişlerdir.11
45 — Kuvvetli ve basiretli kullarımız olan tbrâhîm, İs-
hâk ve Ya'kûb'u da hatırla.
46 — Doğrusu Biz, onları âhiret yurdunu samîmiyyet-le düşünen kimseler kıldık.
47 — Ve gerçekten onlar, katımızda seçkinlerden ve
hayırlılardandı.
48 — İsmail'i, el-Yesa'ı ve Zülkifl'i de hatırla. Hepsi de iyilerdendir.
49 — Bu bir zikirdir...
Allah Teâlâ burada kullarından rasûllerin, çokça ibâdet eden peygamberlerinin faziletlerini haber verip; «Kuvvetli ve basiretli kullarımız olan İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'u da hatırla.» buyurur ki buradaki kuvvet ve basiret ile amel-i sâlih, faydalı ilim, ibâdetteki kuvvet ve basiret kasdedilmektedir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha'nm açıklamasına göre «Kuvvetli ve basiretli kullarımız...» kısmında şöyle bu-yuruluyor: Kuvvet ve ibâdet sahibi, dinde fakîh, bilgi sahibi olan kullarımız... Mücâhid âyetteki kelimeleri ile Allah'a itâatta kuvvetin, < jLtuty ) kelimesiyle de hak ve gerçek hakkındaki basiretin kasdedildiğini söyler. Katâde ve Süddî de şöyle diyorlar: Onlara ibâdette kuvvet, dinde basiret verilmişti.
«Doğrusu Biz, onları âhiret yurdunu samîmiyyetle düşünen kimseler kıldık.» Mücâhid der ki: Biz onları âhiret için güzel ameller işle-yici kıldık. Onların âhiretten başka bir düşünceleri yoktu. Süddî de böyle demektedir ki, onların zikirleri ve amelleri âhiret yurdu içindi. Mâlik İbn Dînâr der ki: Allah Teâlâ onların kalblerinden dünya sevgisi ve zikrini çıkarıp onlara sırf âhiret sevgisini ve zikrini bahsetmişti. Atâ el-Horasânî de böyle demektedir. Saîd İbn Cübeyr'in söylediğine göre ise burada âhiret yurdu ile cennet kasdedilmektedir. Âyette: «Doğrusu Biz, onları sâdece âhiret yurdunu samimiyet (ve ihlâs)le düşünen, (zikreden) kimseler kıldık.» buyruluyor. (...) Katâde der ki: Onlar insanlara, âhiret yurdunu ve âhiret yurdu için amel etmeyi hatırlatırlardı. İbn Zeyd de şöyle demektedir: Allah Teâlâ âhiret yurdundaki en üstün şeyleri onlara bahsetmiştir.
«Ve gerçekten onlar, katımızda seçkinlerden ve hayırlılardandı. îs-mâîl'i, el-Yesâ'ı ve Zülkifl'i de hatırla. Hepsi de iyilerdendir.» Bunlar ve kıssaları ile haberleri hakkındaki bilgiler burada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde Enbiyâ sûresinde geçmişti.
«Bu bir zikirdir.» Yani bu bölüm, düşünüp zikredecek kimseler için içinde zikir bulunan bir bölümdür. Süddî burada Kur'ân'ın kasdedildi-ğini söyler.12
—Ve muhakkak ki müttakîîer için güzel bir sonuç vardır.
50 — Kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleri.
51 — Orada tahtlara yaslanmış olarak birçok meyveler ve içecekler isterler.
52 — Yanlarında gözlerini yalnız eşlerine dikmiş aym yaştan güzeller vardır.
53 — îşte hesâb günü için size vaadolunan budur.
54 — Doğrusu bu, Bizim rızkı m izdir, onun için bitip tükenme yoktur.
Müttakîlere Adn Cennetleri16
Müttakîlere Adn Cennetleri
Allah Teâlâ burada mutlu, inanan kullarını zikrediyor ki onlar için âhirette «Güzel bir .sonuç vardır.» sonra Allah Teâlâ bu sonucu şöyle açıklar: «Kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleri.» Yani kapılan onlara açık, devamlı ikâmet edecekleri cennetler. Buradaki kelimesinin başında bulunan kelimenin sonundan hazfedilmiş olan bir kelimenin yerini tutmaktadır ki sanki şöyle denilmek isteniyor: Onlar cennetlerin kapılarına geldikleri zamanda şüphesiz o cennetlerin kapılan kendilerine açılır. İbn Ebu Hâtim'in Muhammed İbn Sevâb el-Hebbârî kanalıyla... Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki cennette, adına «Adn» denilen bir köşk vardır. Çevresinde burçlar ve otlaklar vardır. O köşkün beş bin kapısı, her bir kapısı yanında da beş bin kaftan vardır. Oraya ancak ya bir peygamber, ya bir sıddîk, ya bir şehîd veya adaletli bir devlet başkanı girer —veya, orada ikâmet eyler buyurmuştur—. Cennetin sekiz kapısı hakkında muhtelif kanallardan olmak üzere birçok hadîsler vârid olmuştur.
«Orada (otağlar altında) tahtlara (bağdaş kurup) yaslanmış olarak birçok meyveler ve içecekler isterler.» Her ne isterlerse hazır bulurlar ve diledikleri şekil üzere hemen hazır olur. Hangi çeşidinden olursa içecekleri, hizmetçiler hemen kendilerine «Bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehler.» (Vakıa, 18) ile getirirler. «Yanlarında gözlerini yalnız eşlerine dikmiş, (eşleri dışında hiç kimseye iltifat etmeyen, dönüp bakmayan) aynı yaştan güzeller vardır.» Yaşları ve ömürleri hep birbirine eşit, aynı seviyededir. Yaptığımız bu açıklama aynı zamanda İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Muhammed İbn Kâ'b ve Süddî'nin açıklamalarının da anlamıdır.
«İşte hesâb günü için size vaadolunan budur.» Yani şu zikrettiklerimiz Allah'ın zâtından korkan kullarına vaadetmiş olduğu cennetin nitelikleridir. Onlar diriltilip kabirlerinden kalktıktan ve cehennemden kurtulduktan sonra buraya gideceklerdir.
Sonra Allah Teâlâ cennetin bitip tükenmeyeceğini, zevali ve sonu olmadığını haber verip: «Doğrusu bu, Bizim rızkımızdır, onun için bitip tükenme yoktur.» buyurur ki başka âyetlerde de şöyle buyrulur: «Sizin yanınızdaki tükenir. Allah'ın katında olanlar ise sonsuzdur.» (Nahl, 96), «Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir.» (Hûd, 108), «Muhakkak ki, îmân edip sâlih amel işleyenlere; işte onlara, kesintisiz bir ecir vardır.» (Fussilet, 8), «Oranın (cennetin) yiyecekleri de, gölgeleri de ebedîdir. Bu takva sahiplerinin akıbetidir. Kâfirlerin akıbeti ise ateştir.» (Ra'd, 35). Bu hususta âyetler pek çoktur.13
55 — Bu böyle. Azgınlar için de çok kötü bir sonuç vardır.
56 — Cehennem. Oraya girerler. Ne kötü bir konaktır.
57 — işte şu, kaynar su ve irin, tatsınlar onu.
58 — Bunlara benzer daha başkaları da vardır.
59 — tşte bu topluluk, sizinle beraber göğüs gerenlerdir. Rahat yüzü görmesin onlar. Muhakkak cehenneme gireceklerdir.
60 — Dediler ki: Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya siz sürdünüz. Ne kötü bir duraktır burası.
61 — Dediler ki: Rabbımız, bizi buraya kim sürdüyse ona ateşteki azabım kat kat arttır.
62 — Ve dediler ki: Bizim kendilerini kötülerden saydığımız adamları niçin burada görmüyoruz?
63 — Onları alaya almıştık. Yoksa şimdi gözlere görünmez mi oldular?
64 — İşte bu, hakkın kendisidir. Cehennem ehlinin birbiriyle tartışması.
Azgınlar İçin de Kaynar Su Ve İrin. 17
Azgınlar İçin de Kaynar Su Ve İrin
Allah Teâlâ mutluların akıbetini zikrettikten sonra peşinden kıyamet ve hesâb günü mutsuzların durumlarını ve akıbetlerini zikretmeye başlayarak şöyle buyurur: «Bu böyle. Azgınlar, (Allah'a itaat-tan çıkmış kimseler, Allah'ın elçilerine muhalefet edenler) için de çok kötü bir sonuç ve akıbet vardır.» Daha sonra Allah Teâlâ onların akıbetlerini şöyle açıklar: «Cehennem. Oraya girerler.» Cehennem onları her yönlerinden kapla^averir. «O, ne kötü konak (ve kalınacak yer) tır. İşte şu, kaynar su ve irin, tatsınlar onu.» Âyette zikredilen kelimesi, hararetin en üst noktasına çıkmış kaynar sudur, kelimesi ise; onun zıddı olup son derece elem verici, soğukluğuna katlanılamayacak derecede soğuk sudur. Bunun için Allah Teâlâ buyurur ki: «Bunlara benzer daha başkaları da vardır.» Bu kabilden olan çeşitli azâblar vardır ki onlar peşpeşe bu azâblara dûçâr olacak* lardır. İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan İbn Musa'nın... Ebu Saîd'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre şöyle buyurmuştur: Şayet (cehennemdeki) ğassâk dan bir kovası dünyaya dökülmüş olsaydı yeryüzü halkı kokuşurdu. Hadîsi Tirmizî de Süveyd İbn Nahr kanalıyla... Derrâc'dan rivayet etmiş ve: Bu hadîsi sâdece Ruşdeyn İbn Sa'd kanalıyla biliyoruz, demiştir. Ancak hadîs başka kanallardan da rivayet edilmiş olup meselâ İbn Cerîr hadîsi Yûnus îbn Abd'ül-A'lâ kanalıyla... Amr İbn Hâris'den rivayet etmiştir. Kâ'b el-Ahbâr der ki: cehennemde bir kaynaktır. Yılan, akrep ve benzeri zehirli şeylerin zehirleri oraya akar. Orada toplanır ve âdemoğlu oraya getirilip bir, kere daldınlırsa çıkarıldığında derisi ve etleri kemiklerinden ayrılmış, derisi ve etleri topuklarından sarkıyor, eti kişinin elbisesini yerde sürdüğü gibi yerde sürükleniyor. Kâ'b'ın bu sözünü İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir. «Bunlara benzer daha başkaları da vardır.» âyetinde Hasan el-Basrî'nin söylediğine göre çeşitli azâblar kasdedil-mektedir. Bir başkası «Bunlara benzer daha başkalan»nı şöyle açıklıyor: Şiddetli soğuk ve sıcak yel, kaynar su içme, zakkum yeme, yukarılara çıkarılıp aşağılara atılma ve daha başka birbirine zıd muhtelif şeylerdir ve hepsi de cehennemliklerin azâb olunacağı ve onlar sebebiyle hakarete ve alçaltılmaya dûçâr kılınacağı şeylerdendir.
«İşte bu topluluk, sizinle beraber göğüs gerenlerdir^ Rahat yüzü görmesin onlar. Muhakkak cehenneme gireceklerdir.» âyetinde, cehennemliklerin birbirilerine ne söylecekleri haber verilmektedir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulmaktadır: «Her ümmet girdikçe; yoldaşına la'net eder.» (A'râf, 38). Yani selâm yerine onlar birbirlerini la'netleyecek, birbirlerini yalanlayacak ve birbirlerini inkâr edeceklerdir. Bir grup, zebaniler ve cehennem bekçileri eşliğinde cehenneme geldikleri zaman onlardan önce girenler: «İşte bu topluluk, sizinle beraber göğüs gerenler ve sizinle beraber cehenneme girenlerdir. Rahat yüzü görmesin onlar. Muhakkak ki cehenneme gireceklerdir.» Zîrâ onlar da cehennemliklerdendir, diyecekler. Cehenneme yeni girenler de diyecekler ki: «Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya siz sürdünüz.» Bizi bu neticeye sürükleyen şeylere siz davet etmiştiniz. «Ne kötü bir duraktır, (ne kötü bir akıbet ve sonuçtur) burası. Dediler ki: Rabbımız, bizi buraya kim sürdüyse ona ateşteki azabını kat kat arttır j> Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: ((Sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız, işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara ateşten katmerli azâb ver. Buyurur ki: Hepiniz için katmerlidir. Ne var ki bilmezsiniz.» (A'râf, 38) Yani sizden her biri için yaptıkları kadar azâb vardır. «Ve dediler M: Bizim kendilerini kötülerden saydığımız adamları niçin burada görmüyoruz? Onları alaya almıştık. Yoksa şimdi gözlere görünmez mi oldular?» âyetinde belirtildiği üzere kâfirler cehennemde, dünyada iken sapıklık üzere olduklarını zannettikleri kimseleri arayacaklardır. Onlar kendi zanlarına göre mti'min olduklarını sanıyorlardı da aradıkları bu kimseler onlar nazarında sapıklıktaydılar. Diyecekler ki: Bize ne oluyor da onları bizimle birlikte cehennemde göremiyoruz? Mücâhid der ki: Bu, Ebu Cehü'in sözüdür. Şöyle diyecektir: Bana ne oluyor da Bilâl'i Ammâr'ı, Suheyb'i, falan ve falanı göremiyorum. Aslında bu, bir misâldir. Yoksa bütün kâfirlerin durumu şöyledir: Onlar cehenneme gireceklerine inanıyorlardı. Kâfirler cehenneme girdiklerinde arayacaklar fakat bulamayacaklar ve: «Bizim kendilerini kötülerden saydığımız adanılan niçin burada görmüyoruz? (Dünyada iken biz) onları alaya almıştık.» deyip sonra kendilerini muhal bir şeyle teselli edercesine şöyle diyecekler: «Yoksa şimdi gözlere görünmez mi oldular?» Herhalde onlar da bizimle beraber cehennemdedirler. Fakat herhalde gözümüz ilişmedi. İşte o zaman inananların yüce derece ve mertebelerde olduğunu anlayacaklardır. Allah Teâlâ'mn şu kavli buna işaret etmektedir: «Cennet ashabı, cehennem ashabına: Rabbımızm bize va'dettiğini hak bulduk. Siz de Rabbmızın size va'dettiğini hak buldunuz mu? diye seslenirler. Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münâdî: Allah'ın la'neti; zâlimlerin üzerinedir, diye seslendi... Girin cennete; size hiç bir korku yoktur ve sizler üzülecek de değilsiniz.» (A'râf, 44-49).
«İşte bu, hakkın kendisidir. Cehennem ehlinin birbiriyle tartışması.» Ey Muhammed sana şu haber verdiklerimiz cehennemliklerin birbiriyle tartışması, birbirlerini la'netlemesidir ve bunlar hiç bir şek ve şüphe olmayan gerçeğin kendisidir.14
65 — De ki: Ben, sâdece bir uyarıcıyım. Vâhid, Kahhâr olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur.
66 — Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbı Azîz'dir, Gafur'dur.
67 — De ki: Bu, büyük bir haberdir.
68 — Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
69 — Mele-i A'lâ'da olan tartışmalar hakkında benim bir bilgim yoktur.
70 — Bana sâdece vahyolunur. Ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım.
Ben, Sâdece Bir Uyarıcıyım.. 18
Ben, Sâdece Bir Uyarıcıyım
Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.) Muhammed'e Allah'ı inkâr eden, O'na eşler koşan ve Rasûlünü yalanlayanlara şöyle demesini emrediyor: Ben sizin zannettiğiniz gibi değilim. Aksine ancak bir uyarıcıyım. Vâhid, Kahhâr olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Yegâne O her şeye hâkim ve gâlibdir. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rab-bıdır. Bütün bunların mâliki ve onlarda tasarruf sahibi olan O'dur. Azîz'dir, Gafûr'dur. İzzet ve azametiyle birlikte O çokça bağışlayandır.
«De ki: Bu, (Allah'ın beni size peygamber olarak göndermesi son derece yüce, beliğ) büyük bir haberdir. Ama siz (bu haberden gafil olarak) ondan yüz çeviriyorsunuz.» Mücâhid, Kadı Şüreyh ve Süddî «De ki: Bu, büyük bir haberdir.» âyetinde Kur'ân'm kasdedildiğini söylerler.
«Mele-i A'lâ'da olan tartışmalar hakkında benim bir bilgim yoktur.» Şayet vahiy olmasaydı ben Mele-i A'lâ'da olan tartışmaları nereden bilecektim? Hz. Âdem hakkındaki tartışmaları, İblîs'in ona secde etmekten imtina' etmesini, Rabbı ile tartışıp kendini Âdem'den üstün tutmasını nereden bilecektim? İmâm Ahmed der ki: Bize Hâşim oğulları kölesi Ebu Saîd'in... Muâz (İbn Cebel) —Allah ondan hoşnûd olsun— dan rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Bir sabah Allah Rasûlü sabah namazı için bizim yanımıza çıkmakta gecikti. O kadar ki ner-deyse güneşin ucu ufukta görünecekti. Allah Rasûlü (s.a.) hızlıca çıkıp namaza durdu, namazı çok acele ve kısaca kıldırdı. Selâm verdiğinde: Saflarınızda olduğunuz yerde durunuz, buyurup bize döndü ve: Sabah namazı için sizin yanınıza çıkmaktan beni geciktiren sebebi size anlatacağım buyurup şöyle anlattı: Geceleyin kalkıp takdir olunduğu kadarıyla namaz kıldım. Namazda bir miktar uyuyakalmışım. Sonra uyandım ve gördüm ki en güzel suretiyle Rabbımla karşı karşıyayım. Ey Mu-hammed, Mele-i A'lâ'da hangi konuda tartışıldığını biliyor musun? buyurdu. Ben: Rabbim, bilmiyorum, dedim. Allah Teâlâ bunu üç defa tekrarladı. Gördüm ki kudret elini iki küreğim arasına koydu ve parmaklarının soğukluğunu göğsümde hissettim. Her şey bana tecellî etti ve öğrendim. Ey Muhammed, Mele-i A'iâ'da hangi konuda tartışıyorlar? buyurdu. Ben: Keffâretler konusunda, dedim. Keffâretler nelerdir? buyurdu. Ben: Ayakların cum'alara gitmesi, namazlardan sonra mescid-lerde oturma, hoşlanılmayacak hâdiseler esnasında güzelce abdest alma, dedim. Yüce dereceler (e ulaştıran şeyler) nelerdir? buyurdu. Ben: Yemek yedirmek, yumuşak söz söylemek, insanlar uyurken namaz kılmak, dedim. İste, buyurdu. Dedim ki: Allah'ım, Senden hayır işleri işlemeyi, münkerleri terketmeyi, yoksulları sevmeyi, beni bağışlayıp bana merhamet etmeni dilerim. Bir kavmin fitnesini murâd ettiğin zaman beni o fitneye karışmamış olarak öldür. Senden Senin sevgini, Seni sevenlerin sevgisini, Senin sevgine beni yaklaştıracak amellerin sevgisini dilerim. Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: Şüphesiz ki bu; gerçektir, onu iyice öğreniniz. Bu, meşhur olan uyku hadîsidir. Bunun uyanıklık halinde olduğunu söyleyenler yanılmaktadırlar. Sünen'lerde muhtelif kanallardan olmak üzere rivayet edilmiştir. Bu hadîsi aynen Tirmizî de Cehdam İbn Abdullah el-Yemânî kanalıyla rivayet e^miş ve hasen, sa-hîh olduğunu söylemiştir. Bu tartışma Kur'ân hakkındaki mezkûr tartışma değildir. Bu zâten açıklanmıştı. Kur'ân hakkındaki tartışmaya gelince bu, daha sonra Allah Teâlâ'nın: "Hani Rabbın meleklere demiş ti ki...» âyetinde tefsir edilip açıklanacaktır.15
71 — Hani Rabbın meleklere demişti ki: Ben, çamurdan bir insan yaratacağım.
72 — Onu yapıp ruhumdan kendisine üflediğim zaman; derhal secde edin ona.
73 — Bütün melekler topluca secde ettiler.
74 — Yalnız îblîs, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
75 — Buyurdu ki: Ey İblîs, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?
76 — Dedi ki: Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.
77 — Buyurdu ki: Çık oradan. Şüphesiz sen, artık kovulmuş birisin.
78 — Ve muhakkak ki din gününe kadar la'netim senin üzerinedir.
79 — Dedi ki: Rabbım, diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.
80 ~ Buyurdu ki: Sen, şüphesiz ertelenensin,
81 — Belli bir vaktin gününe kadar.
82 — Dedi ki: Senin izzetine yemîn olsun ki ben, onların hepsini muhakkak azdırırım,
83 — Ancak içlerinden Senin ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.
84 — Buyurdu ki: İşte bu haktır ve Ben, hakkı söylerim.
85 — Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.
İnsan ve Şeytân. 19
İnsan ve Şeytân
Bu kıssayı Allah Teâlâ Bakara sûresinde, A'râf sûresinin başında, Hicr, İsrâ, Kehf sûrelerinde ve burada zikretmiştir. Allah Teâlâ Hz. Âdem (a.s.)in yaratılmasından önce meleklere kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağını haber vermişti (bildirmişti) . Hz. Adem'in yaratılmasını ve tesviyesini bitirdiği zaman meleklere dönüp Hz. Âdem için bir ikram, bir hürmet ve büyükleme, Allah'ın emrine ittibâ olarak onlara Hz. Âdem'e secde etmelerini emretti.. îblîs dışında bütün melekler bu emre uydular. İblîs, cins itibarıyla meleklerden değildi. Cinlerden olup en muhtaç olduğu bir zamanda tabiatı ve fıtratı kendisine ihanet etti de Hz. Âdem'e secde etmekten imtina' ederek bu konuda Rabbı ile tartışmaya girişti ve kendisinin Âdem'den daha hayırlı olduğunu ileri sürdü. O ateşten, Âdem ise çamurdan yaratılmıştı ve onun zannına göre, ateş çamurdan daha hayırlı idi. İşte bu konuda hatâ etmiş, Allah'ın emrine muhalefetle küfre düşmüş, Allah Teâlâ da onu rahmetinden uzaklaştırıp burnunu yere sürtmüş, rahmet kapısından onu kovmuş ve Allah'ın rahmetinden ümidinin kesik olduğunu bildirmek üzere ona İblîs adını vermiştir. Daha sonra onu zemmedilmiş ve kovulmuş halde gökten yere indirmiştir. îblîs Allah Teâlâ'dan yeniden diriltilme gününe kadar geciktirilmesini istemişti. Zâtına isyan edenlere cezalarını hemen vermeyen hilim sahibi Allah, ona mühlet verdi de İblîs kıyamet gününe kadar helak olmaktan emin olunca inadlaşmaya ve azgınlığa başladı ve şöyle dedi: «Senin izzetine yemîn olsun ki ben onların hepsini muhakkak azdırırım. Ancak içlerinden Senin ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.» Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de: «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar te'hîr edersen; pek azı müstesna, onun soyunu emrim altına alırım, demişti.» (İsrâ, 62) buyrulur ki; bunlar, «Muhakkak ki Benim kullarım üzerinde bir hâkimiyetin yoktur senin. Vekîl olarak Rabbm yeter.» (İsrâ, 65) âyetinde de istisna edilenlerdir.
«Buyurdu ki: İşte bu haktır ve Ben, hakkı söylerim: Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.» İçlerinde Mücâhid'in de bulunduğu bir topluluk, âyette geçen ( jJ-1 ) kelimesinden ilkini merfû' olarak okumuşlardır ki buna göre anlam şöyle oluyor: Ben gerçeğin ta kendisiyim ve ancak gerçeği söylerim. Mücâhid'den gelen bir rivayete göre ise o, âyeti şöyle açıklamış: Gerçek bendedir ve ben gerçeği söylerim. Diğer kırâet imamları ise kelimeyi rnansûb olarak okumuşlardır. Süddî bunun, Allah Teâlâ'nın ettiği yeminlerden biri olduğunu söyler. Ben de derim ki: Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerine benzemektedir: «Fakat; cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağım, diye Ben'den hak söz sâdır olmuştur.» (Secde, 13), «Buyurmuştu ki: Haydi git, onlardan her kim sana uyarsa; muhakkak cehennem sizin cezânızdır. Hem de tâm bir ceza.» (İsrâ, 63).16
86 — De ki: Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben, kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim.
87 — Bu, ancak âlemler için bir zikirdir.
88 — Onun haberini bir müddet sonra öğreneceksiniz.
Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'lerde şöyle buyurur: Ey Muhammed, şu müşriklere de ki: Bu tebliğin ve bu nasîhatlar için sizden dünya hayatının nimetlerinden bana vereceğiniz herhangi bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden bir şey iddia edenlerden de değilim. Allah'ın benimle gönderdiklerinin üzerinde bir şey istemiyorum, ona ziyâdede bulunmak da istemiyorum. Aksine bana emrolunanı ben yerine getirnüşim-dir. Onda ne bir arttırma, ne de bir eksiltme yapmadım. Ben bununla ancak Allah'ın rızâsını ve âhiret yurdunu dilemekteyim. Süfyân es-Sev-rî'nin A'meş ve Mansûr kanalıyla... Mesrûk'dan rivayetine göre o, şöyle demiş: Abdullah İbn Mes'ûd bize geldi va şöyle dedi: Ey insanlar, kim bir şey biliyorsa onu söylesin, kim de bilmiyorsa; Allah en iyi bilendir, desin. Zîrâ kişinin, bilmediği bir şey hakkında; Allah en iyi bilendir, demesi de bir ilimdir. Zîrâ Allah Teâlâ sizin peygamberiniz (s.a.)e şöyle buyurmuştur: «De ki: Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben, kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim.» Buhârî ve Müslim, hadîsi A'meş kanalıyla tahrîc etmişlerdir.
«Bu, ancak âlemler için bir zikirdir.» Âyetinde Kur'ân kasdedilmek-tedir. Kur'ân» insan ve cinlerden bütün mükellefler için bir öğüttür. Bu açıklama İbn Abbâs'a âit olup İbn Ebu Hatim bunu babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Buna göre âlemlerden maksad, cinler ve insanlardır. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın şu kavillerine benzemektedir: «Bu Kur'ân; bana sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahy-olundu.» (En'âm, 19), «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yer ateştir.» (Hûd, 17).
«Onun haberini (ve doğruluğunu) bir müddet sonra (yakında) öğreneceksiniz.)) Katâde burayı: Ölümden sonra öğreneceksiniz, diye açıklarken, İkrime burada kıyamet gününün kasdedildiğini söylemektedir. Her iki açıklama arasında bir tezâd söz konusu değildir. Zîrâ her kim ölmüşse şüphesiz o kıyametin hükmüne girmiştir. Katâde'nin naklettiğine göre Hasan el-Basrî «Onun haberini bir müddet sonra öğreneceksiniz.» âyeti hakkında şöyle demiş: Ey Âdemoğlu, Ölüm esnasında sana kesin haber gelecektir.17