Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Şems

1 / 2

İzahı3

İzahı

«Bürüdüğünde geceye.»

Allah Teâlâ muhtelif isimler altında ışığa kasem ettikten sonra, bir noktada geceye kasem etmektedir. Bu, güneşin kuşatılması halidir. Güneş ışığının önüne engel girip onu gözlerden perdelemesi vaktidir. Ve bu durum çok karanlık gecelerde olur ki bu gecelerde güneş ışığının hiç bir izi görülmez. Gündüzleri olduğu gibi, ne doğrudan doğruya gü­neş görülür, ne de ayın doğduğu gecelerde olduğu gibi güneşin ışığın­dan yararlanma şeklinde olur. Görüldüğü gibi bu hal çok az gecelerde gerçekleşir. Geceleri çoğunlukla ay ışığından hâlî olmaz. Gece, başından sonuna kadar veya kısmen ayın ışığı ile aydınlanır. Ay ışığım güneşin ışığından almaktadır. Öyleyse güneşin tâm olarak tutulduğu geceler yılda bir veya iki veya birkaç tanedir. Karanlık günlerin pek az olması nedeniyle Allah Teâlâ bizzat kendisi için esâs olan şeyin önceden veya daha sonra arız olan bir hal nedeniyle ortadan kalkmasını ifâde için kullanılan muzâri1 sîgasım kullanmıştır. Gündüz ise başından sonuna kadar güneş görülür. Bu durum kendiliğinden böyledir. Ancak ay tutul­ması gibi veya pek yoğun bulut gibi bir nedenle ve çok az kere gündüz güneş görülmez olur. Bu sebeple Allah Teâlâ gündüzden bahsederken de onun ayrılışını ifâde etmeksizin failinin vukuunu anlatan bir mânâ­ya gelmek üzere mâzî... sîgasım kullanmıştır.

Fecr sûresinde olduğu gibi, bu sûrede de Allah Teâlâ karanlığa ye-mîn etmektedir. Çünkü karanlık kişiyi dehşete düşüren ve rûhumuz-daki hareket isteğini engelleyen bir haldir. Ve zorunlu olarak sizin işi­nizi durdurmanızı gerektirir. Kaçışı imkânsız biçimde kişiyi sessizliğe ve durgunluğa iter. Bir nevi korku hegemonyası olan bu hal, sebebi tâm olarak kavranılmasa da muhtelif merhaleleri tâm olarak anlaşılmasa da, sizi her tarafınızdan kuşatan ve nereden kuşattığını da bilemediği­niz bir şekilde tutuveren ilâhî güce pek benzemektedir. İşte bu, onun tezahürlerinden bir tezahürdür. Ayrıca karanlıktaki sükûnda beden ve akıl rahat ettiği gibi, gündüzün aydınlığında yorularak yitirilen rahat­lıkta yeniden kazanılarak sayısız faydalar sağlanır. Bu sebeple Allah Teâlâ dikkatlerimizi karanlığa ve karanlıktaki şeylere çevirerek ona kasem etmektedir.

«Göğe ve onu bina edene» Gök, sizin üstünüzde olan ve başınızın üzerinde yükselen her şeyin adıdır. Biz gök lafzını duyduğumuz zaman, üzerimizde bulunan âlemleri tasavvur ederiz. Bu âlemler içerisinde gü­neş, ay ve yörüngelerinde hareket eden gezegenler ve diğer yıldızlar yer alır. Bize göre gök, işte budur. Ve Allah Teâlâ onu bina etmiş, yani yükseltmiştir. Gökteki yıldızlardan her birini bir kerpiç mesabesinde halketmiş, bir tavanın veya kubbenin veya bizi kuşatan duvarların tuğlası saymıştır. Genel cazibe bağıyla da bu yıldızları birbirine bağla­mıştır. Tıpkı bir binanın bölümlerinin, aralarına konulan sıvı madde­lerle birbirine bağlanması gibi.

«Göğü bina eden, sânı yüce olan Allah'tır.» Ancak bu hitâb, Allah'ı değerli sıfatlarıyla tanımayan bir topluluğa yöneliktir. Bu hitabın asıl maksadı; insanların bu yüce kâinata bir eserden müessir, bir sonuçtan sebeb arayan kişiler gibi bakmalarını ve kâinattan Allah'ı bilmeye in­tikâl etmelerini sağlamak olduğu için Allah Teâlâ şanı yüce olan zâ­tından son derece mübhem olan bir ifâde ile sözediyor. Kaldı ki Allah Teâlâ'ya nisbetle edatları eşittir. Çünkü bu âyetin muhâ-tabları, edatının akıl sahibi yaratıklar için ve edatının da aklı olmayan yaratıklar için kullanıldığını bilirlerdi. Sânı yüce olan Allah'ın zâtı için bu mânâda akıllılık veya akılsızlık ifâde eden bir anlam kullanılamaz. Binâenaleyh o akılların kavrayabileceği nitelik­te bir varlık şeklini İfâde ettiği için her türlü tenzîh şartlan gözonünde bulundurularak zâtını ifâde eden bir lafız kullanılmıştır.2

11 — Semûd, azgınlığı yüzünden yalanladı.

12 — En azgınları ileri atıldığında,

13 — Allah'ın peygamberi onlara: Allah'ın dişi devesi ve onun su hakkı, demişti.

14 — Fakat onu yalanladılar ve derken deveyi kes­tiler. Bunun üzerine Rabları günâhları sebebiyle onları kırıp geçirerek yerle bir etti,

15 — Bunun sonundan hiç korkmayarak.

Allah Teâlâ Semûd* kavminden haber vererek onların isyan ve az- « gınlıkları nedeniyle peygamberlerini yalanladıklarını bildiriyor. Muham­med İbn Kâ'b el-Kurazî azgınlıkları anlamına gelen ( ^L^ ) keli­mesini bütünüyle diye tefsir etmiştir. Ancak birinci anlam daha uy­gundur. Mücâhid, Katâde ve başkaları da böyle demişlerdir. Ve arka­sından da peygamberlerinin kendilerine getirdiği hidâyet ve yakîni kalben yalanladıklarını haber vererek buyuruyor ki:

«En azgınları ileri atıldığında.» Kabilenin en azgını. Bu dişi deveyi boğazlayan Kudâr İbn Sâlif'tir. Semûd kavminin en azgını bu idi. Bunun hakkında Allah Teâlâ Kamer sûresinde : «Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.» (Kamer, 29) buyurmaktadır. Bu kişi, onlar arasında değerli; kavmi içinde şerefli, sözü dinlenen ve reîs durumunda olan sayılır bir kişi idi. Nitekim İmâm Ahmed îbn Hanbel şöyle der : Bize İbn Ümeyr... Abdullah İbn Zem'a'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) hutbe okumuş ve dişi deveden bahsederek, onu boğazlayanı anlat­mış ve : «En azgınları ileri atıldığında» buyurarak kötülükte aşırı giden güçlü, kuvvetli ve toplumu içerisinde karşı konulmayan Ebu Zem'a gibi bir adam öne atıldı, demiştir. Buhârî «Tefsir» bahsinde, Müslim «Cehen­nemin nitelikleri» bahsinde ve Tirmizî ile Neseî de yine «Tefsir» bahsin­de bu hadîsi rivayet ederler. İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim de Hişâm İbn Urve kanalıyla... Abdullah İbn Zem'a'dan bu hadîsi naklederler.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Ammâr İbn Yâsir'in şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali'ye dedi ki: Dikkat et, sana insanların en azgınını anlatayım mı? O; evet, deyince bunlar iki kişidir­ler, biri dişi deveyi kesen Semûd kavminin azgını, diğeri de ya Ali seni dövüp şuraya kadar ıslatan, dedi. Sakalını kasdediyordu.

«Allah'ın peygamberi onlara : Allah'ın dişi devesi ve onun su hakkı, demişti.» Salih (a.s.) onlara; Allah'ın dişi devesine dikkat edin ve ona kötülükle dokunmaktan sakının, demişti. Su içerken de ona saldırma­yın, çünkü bir gün sizin içme günüriüzdür, bir gün onun içme günüdür.

«Fakat onu yalanladılar ve derken deveyi kestiler.» Allah'ın peygam­berinin onlara getirdiği gerçeği yalanlayıp ardından da dişi deveyi kes­tiler. Halbuki Allah, o dişi deveyi kendilerine bir mucize ve aleyhlerin­de hüccet olmak üzere kayadan çıkarmıştı.

«Bunun üzerine Rabları. günâhları sebebiyle onları kırıp geçirerek yerle bir etti.» Rabları onlara kızıp yere geçirdi. Üzerlerine inen cezayı eşit kıldı. Katâde der ki: Bize ulaştığına göre, Semûd kavminin azgını deveyi kesmeden büyük küçük, erkek, dişi hepsi onun peşine takılmış­lardı. Milletin hepsi devenin kesilmesi işine ortak olunca, günâhları ne­deniyle Allah onları topluca ve eşit olarak yere geçirmişti.

«Bunun sonundan hiç korkmayarak.» Bu âyetin şeklinde okunduğu da vâriddir. İbn Abbâs der ki: Allah hiç bir kimseden korkmaz. Mücâhid, Hasan, Bekr îbn Abdullah el-Müzenî ve başkaları da böyle demişlerdir. Dahhâk ve Süddî ise; o deveyi kesen yap­tığının akıbetinden korkmuyordu, demiştir. Ancak birinci görüş daha evlâdır. Çünkü âyetin seyri buna delâlet ediyor. Allah en iyisini bilendir.3