Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Tekvir

1 / 5

Güneş Dürüldüğünde. 2

Güneş Dürüldüğünde

Ali îbn Ebu Talha, Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder ki; o: «Güneş durulduğu zaman» kavline karartıldığı zaman, diye mânâ vermiştir. Avfî de İbn Abbâs'tan nakleder ki; o ,bu âyete giderildiği zaman, Hiye mânâ vermiştir. Mücâhid ise, yok olup gittiği zaman, diye mânâ verir. Dahhâk de böyle der. Katâde; ışığı gittiği zaman, derken, Saîd îbn Cü-beyr; batırıldığı zaman, anlamını vermiştir. Rebî' İbn Hüşeym onunla fırlatıldığı zaman derken, Ebu Salih; atıldığı zaman, diye mânâ verir. Ondan nakledilen bir başka rivayette, söndürüldüğü zaman anlamını vermiştir. Zeyd İbn Eşlem ise; toprağa düştüğü zaman diye mânâ verir. İbn Cerîr Taberî der ki: Bu konuda söylenen sözlerin bize göre en doğ­rusu dürülme anlamına gelen bir şeyi bir şeyin üzerine toplamak demek olduğudur. Sarığın dürülmesi de böyledir ki bu başın üstünde üst üste yığmak demektir. Çuvalın dürülmesi de böyledir. Bu, elbisenin bir kısmını bir kısmının üzerine toplamaktır. Şu halde dürül-düğü zaman kavimdeki kelimesi, birbirinin üzerine topla-

nıp sarılıp bir yere atıldığı zaman demektir. Böyle yapınca da güneşin ışığı elbette gider. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc ve Amr İbn Abdullah..^ İbn Abbâs'tan naklettiler ki; o: «Güneş durulduğu za­man» kavli hakkında şöyle demiştir: Allah Teâlâ kıyamet günü güneşi, ayı ve yıldızları denizde dürer ve Allah onun üzerine bir sâm yeli gön­derir de onu ateşle yakar. Âmir eş-Şa'bî de böyle demiştir. Sonra İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Ebu Meryem'den nakletti ki; Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurmuş: «Güneş durulduğu zaman,» cehennemde dü-rülüp büküldüğünde.

Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî Müsned'inde der ki: Bize Mûsâ îbn Mu-hammed... Enes'ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş": Gü­neş ve ay cehennemde azgın iki ışık gibidirler. Bu hadîs zayıftır. Çün­kü râvîler arasında yer alan Yezîd er-Rakkâşî zayıf bir râvîdir. Buhârî'-nin Sahîh'inde naklettiği rivayette ise bu fazlalık yoktur. Nitekim Buhârî der ki: Bize Müsedded... Ebu Hüreyre'den nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Güneş ve ay kjyâmet günü dürülürler. Buhârî'-nin lafzı böyledir ve bu rivâyetiyle münferid kalmıştır. Buharı bu hadîsi yaratılışın başlangıcı bahsinde tahrîc etmiştir. Halbuki bu âyetin tef­sirinde zikretmesi veya en azından tekrarlaması daha uygun olurdu. Ni­tekim benzer âyetlerdeki davranışı böyledir. Ebu Bekr el-Bezzâr da bu hadîsi güzel bir yolla îrâd ederek der ki: Bize Bağdâd'lı İbrahim İbn Zi-yâd... Abdullah ed-Dânâc'dan nakleder ki; O, Ebu Seleme İbn Abdur-rahmân'ı Küfe mescidinde görmüş. Hasan kendisine gelmiş, hadîs oku­yormuş. İşittim ki Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.)in şöyle buyurduğunu nakletti, diyordu. Güneş ve ay, kıyamet günü cehennemde bulunan iki ışıktır. Hasan der ki: Onların günâhı nedir? Ebu Hüreyre dedi ki: Ben, sana Rasûlullah'tan bir hadîs naklediyorum, sen de günâhları nedir? di­yorsun. Sonra Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bu hadîs Ebu Hüreyre'den ancak bu vecihle rivayet edilmiştir ve Abdullah ed-Dânâc kanalıyla Ebu Seleme'den bu hadîsten başka bir hadîs rivayet edilmemiştir.

«Yıldızlar döküldüğü zaman» Dağıldığı zaman. Nitekim Allah Te-âlâ İnfitâr sûresinde de şöyle buyurur: «Yıldızlar düştüğü zaman.» (İn-fitâr, 2) Dökülmek anlamına gelen kelimesinin aslı düş­mek ve dökülmektir. Rebî* İbn Enes Ebu'l-ÂHye'den, o da Übeyy İbn Kâ'b'dan nakleder ki: Kıyametten önce altı işaret vardır: İnsanlar çar­şılarında alışverişlerinde iken birden bire güneşin ışığı gider. Onlar bu durumla karşı karşıya iken birdenbire yıldızlar dağılır. Ve yine onlar bu durumda iken birdenbire dağlar toprağın üzerine düşer. Yeryüzü ha­rekete geçer, sarsılır ve karmakarışık olur. Cinler insanlara feryâd ve figânla bağırırlar, insanlar cinlere seslenirler. Kuşlar, kurtlar, hayvanlar birbirine karışırlar ve birbirlerine katışırlar. «Vahşî hayvanlar bir ara­ya toplandığı zaman.» Birbirine karıştığı vakit. «Gebe develer salıverildiği zaman.» Sâhibleri onları başıboş bıraktıkları vakit. «De7 nizler kaynatıldığı (kaynaşıp birleştirildiği) zaman.» O zaman cinler der­ler ki: Biz size hayırla geleceğiz. Cinler denizlere koşarlar, bir de bakar­lar ki denizler homurdayan ateş haline dönmüşler. Onlar bu durumda iken birdenbire yeryüzü en alt yedinci yerin dibine, gökyüzü de en üst yedinci göğe fırlatılır. Onlar bu durumda iken bir rüzgâr gelir ve hepsi­ni öldürür. Bu rivayeti İbn Cerîr benzer bir lafızla nakleder. İbn Ebu Ha­tim ise kısmen böylece rivayet eder. Mücâhid, Rebî' îbn Hüşeym, Hasan el-Basrî, Ebu Salih, Hammâd İbn Ebu Süleyman ve Dahhâk: «Yıldızlar döküldüğü zaman» kavline dağıldığı ve saçıldığı zaman anlamını vermiş­lerdir. Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, bu kelimeye «değiştiği zaman» anlamını vermiştir. Yezîd İbn Ebu Meryem Rasûlul­lah'tan nakleder ki; o, «Yıldızlar döküldüğü zaman» kavline cehenneme döküldüğü zaman, anlamını vermiştir. Allah'tan başkasına ibâdet edilen her şey cehennemde olacaktır. Ancak Hz. îsâ ve annesinin başına gelenler müstesnadır. Onlar kendilerine ibâdet edilmeye rızâ göstermiş olsalardı, onlar da cehenneme girerlerdi, tbn Ebu Hatim bu rivayeti da­ha önce geçen isnâd ile nakleder.

«Dağlar yürütüldüğü zaman.» Yerlerinden kopup atıldığı ve yeryü­zü dümdüz bir arazî haline getirildiği zaman.

«Gebe develer sahverildiği zaman.» îkrime ve Mücâhid buradaki gebelerden maksad, gebe develerdir, derler. Salıverilmek anlamına ge­len kelimesine de Mücâhid başıboş bırakılıp terkedildiği za­man, anlamım verir. Übeyy îbn Kâ'b ve Dahhâk ise, sahipleri onları ihmâl edip başıboş bıraktığı zaman diye mânâ verirler. Rebî' tbn Hu-şeym de sütleri sağılmadığı ve sahipleri onlardan vazgeçtiği zaman, an­lamını verir. Dahhâk ise çobansız olarak bnakılıverdiği zaman, der. Hepsinin de mânâsı birbirine yakındır. kelimesinden mak­sad, gebe develerdir. Bu develer gebeliğin onuncu ayına varmış olanlar­dır. Bu kelimenin tekili şeklindedir. Doğuruncaya kadar bu adı alır. İnsanlar böyle develerle fazlasıyla ilgilenip onlara bakmak ve daha sonra onlardan yararlanmak için çalışırlar. Ama başlarına gelen şey en çok sevdikleri şeyi görmezlikten gelmeye götürür onları. Çünkü karşılaştıkları kıyamet ve burada gördükleri haller onlar için korkunç, başdöndürücü ve büyük dâhiyelerdir. Kıyametten önceki hallerin or­taya çıkması da böyledir. Derler ki: Bilakis bu hal kıyamet günü ola­caktır. Kıyametin koptuğunu o develerin sahipleri görecekler ama on­lara ulaşma imkânı bulunmayacaktır. Bazıları da kelimesi­nin bulut demek olduğunu, dünya harâb olduğu için gök ve yer arasın­da yürümeyi engellediğini söylerler. Başkaları ise bunun verim verme­yen çorak arazî anlamına geldiğini söylemişlerdir. Başkaları ise bunun meskûn olup ta halkı ordan göçtüğü için metruk kalmış olan yurt an­lamına geldiğini söylemişlerdir. Bu sözlerin hepsini Kurtuba'U îmâm Abdullah, et-Tezkire isimli kitabında nakleder ve bunlar arasından de­ve anlamım tercih eder. Sonra da bu tercihi pekçok kişiye atfeder. Ben derim ki: Aksine selef-i sâlihîn ve diğer imamlar arasında deve anlamın­dan başka anlamların hiçbirisi ma'rûf olmuş değildir. Allah en iyisini bilendir.

«Vahşî hayvanlar bir araya toplandığı zaman.» Cem'edildiğinde. Ni­tekim Allah Teâlâ En'âm sûresinde şöyle buyurur: «Yerde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki; onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz, kitâbta hiç bir şeyi eksik bırakma­dık. Sonra onlar Rablanna toplanırlar.» (En'âm, 38) İbn Abbâs der ki: Her şey Rabbının huzurunda toplanır. Hâttâ sinekler bile. İbn Ebu Ha­tim de bunu böylece rivayet eder. Rebî' İbn Huşeym, Süddî ve bir baş­kası da böyle der. Katâde de bu âyetin tefsirinde der ki: Bütün şu yaratiklar öldürülecektir ve Allah onlar hakkında dilediği şekilde hük­münü verecektir. İkrime de: «Vahşî hayvanlar bir araya toplandığı za­man» kavlindeki toplanmaktan maksad, ölümleridir, der. İbn Cerîr Ta-berî der ki: Bana Tûs'lu Ali İbn Müslim... İbn Abbas'tan nakletti ki; o, bu âyet konusunda şöyle demiştir: Hayvanların bir araya toplanması öldürülmesidir. İnsan ve cinden başka her şeyin bir araya toplanması öldürülmesidir. Ancak cin ve insan kıyamet günü Allah'ın huzurunda durdurulacaktır. îbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... Rebî' İbn Huşeym'den nakletti ki; o: «Vahşî hayvanlar bir araya toplandığı za­man.» kavline şöyle mânâ vermiştir: Onlara Allah'ın emri geldiği za­man. Süfyân der ki: Babam bu rivayeti İkrime'ye zikrettim de o şöy­le dedi: İbn Abbâs; hayvanların bir araya toplanması öldürülmesidir, demiştir. Übeyy İbn Kâ'b'ın «Vahşî hayvanlar bir araya toplandığı za­man» kavline, birbirine karıştırıldığında, anlamını verdiği daha Önce geçmişti. İbn Cerîr Taberî der ki: Evlâ olan, buradaki keli­mesinin toplanma anlamına gelmesidir. Nitekim Allah Teâlâ «Kuşları da toplu olarak» (Sâd, 19) derken haşr kelimesini kullanmıştır.

«Denizler kaynatıldığı zaman.» İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ya'-kûb... Saİd İbn Müseyyeb'ten nakletti ki; Hz. Ali yahûdîlerden bir ada­ma: Cehennem nerededir? demiş. O denizdedir, demiş. Hz. Ali: Ne ya­payım onu ancak doğrulayabiliyorum, demiş. Çünkü Allah Teâlâ: «De-nizler kaynatıldığı zaman» buyuruyor, demiş. Ve o buradaki kelimesini tahfif edilmiş olarak şeklinde okumuştur. İbn Abbâs ve bir başkası der ki: Allah Teâlâ sâm yelini gönderir de onu kay­natır ve uğuldayan ateş haline getirir. Daha önce (Tûr sûresinde) bu konuda söz edilmişti.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Huseyn... Muâviye İbn Saîd'-den nakletti ki; o, şöyle demiş: Bu deniz —Rûm denizini (Akdeniz'i) kasdediyordu— dünyanın ortasında bir göldür. Bütün ırmaklar ona akar. Büyük deniz ona akar. Onun en altı bakırlarla kaplanmış kuyu­lardır. Kıyamet günü olduğu zaman o, kaynatılır. Bu haber gerçekten garîbtir. Ebu Davud'un Sünen'inde denilir ki: Hacc için giden, umre için giden veya gaza için gidenden başkası denize de (gemiye) binme­sin. Çünkü denizin altı ateştir, ateşin altı da denizdir. Bu konuda Fâtır sûresinde sözedilmişti.1 Mücâhid ve Hasan İbn Müslim ise; buradaki «Kaynatıldığı zamanı) kavlinden maksad, yakıldığı zamandır, derler. Hasan ise; kurulduğu zaman, diye mânâ verir. Dahhâk ile Kâtftdâ suyu gidip bir damla bile kalmadığı zaman, derken Dahhâk da ayrıca kaynadığı zaman, anlamını verir. Süddî açılıp giderildiği zaman anlamını ve­rirken, Rebî' îbn Huşeym coştuğu zaman anlamanı verir.

«Ruhlar çiftleştirildiği zaman.» Benzer olan herbiri ruh minberiyle birleştirildiğinde. Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu-kavli gibidir: «Zulmetmiş olanları ve onlarm eşlerini toplayın.» (Sâffât, 22) İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Nu'mân îbn Beşîr'den nakletti ki; Rasû-lullah (s.a.) şöyle buyurmuş: «Ruhlar çiftleştirildiği zaman» Çiftler benzerlerdir. Her kişi yaptığı ameli işleyen toplulukla beraber olur. İşte bu, Aziz ve Celîl olan Allah Teâlâ'nın şu kavli ile kasdettiği kimselerdir: «Sizler üç sınıf olmuşsunuzdur. Sağcılar; o sağcılar ne mutludurlar. Sol­cular; o solcular ne bahtsızdırlar. Önde olanlar da öncüdürler.» (Vakıa, 7-10) Bunlar benzer olanlardır. Sonra İbn Ebu Hatim bu rivayeti bir başka tarîk ile Nu'mân İbn Beşîr'den nakleder ve der ki: Hz. Ömer in­sanlara hutbe okudu ve dedi ki: «Ruhlar çiftleştirildiği zaman.» Her grup kendi grubuyla birleştirilip vanyana getirildiği zaman. Bir başka rivayette de* o, şöyle demiştir: Çiftler aynı ameli işleyen iki insandır ki, birlikte amelleri olanları ya cennete veya cehenneme götürür. Nu'mân'-dan nakledilen bir başka rivayette de şöyle der: Hz. Ömer'e bu âyet so­rulduğunda şöyle dedi: Salih kişi, sâlih kişiyle eşleştirilir, kötü kişi de kötü kişiyle eşleştirilir ve cehenneme götürülür. İşte rûhlann çiftleşti-rilmesi budur. Nu'mân'dan nakledilen bir başka rivayette de Hz. Ömer halka şöyle demiş: Siz, «Ruhlar çiftleştirildiği zaman» kavli hakkında ne dersiniz? Halk susmuş. Hz. Ömer demiş ki: O, cennet ehlinden ken­disine benzeyen kişilerle eşleşen kişidir. Bir diğer kişi de cehennem eh­linden kendisine benzeyen kişilerle eşleştirilir. Sonra «Zulmedenleri ve eşlerini sürükleyin.» âyetini okumuş. Avfî, İbn Abbas'tan nakleder ki; o, «Ruhlar çiftleştirildiği zaman» kavli hakkında şöyle demiş: Bu, insan­ların üç sınıf olduğu zamandır. İbn Ebu Necin de Mücâhid'den nakle­der ki; o, bu âyete şöyle mânâ vermiştir: İnsanların benzerleri bir ara­ya toplanır. Rebî' İbn Huşeym, Hasan ve Katâde de böyle demişlerdir, îbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih eder ki sahîh olan da budur.

«Ruhlar çiftleştirildiği zaman» kavli hakkında bir başka görüş da­ha vardır: Nitekim İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali îbn Hüseyn... Saîd îbn Cübeyr'den nakletti ki; İbn Abbâs şöyle demiş: İki çığlık arasında Arş'ın dibinde bulunan sudan bir vâdî akar. Bu iki çığlığın arası kırk yıldır. Böylece çürüyen her yaratık —insan olsun,' kuş olsun veya hay­van olsun— topraktan biter. Daha önce onları tanıyan birisi oradan geçecek olursa, onları tekrar yeryüzünde bitmiş olarak tanır. Sonra ruh­lar gönderilir ve bedenleriyle birleştirilip eşleştirilir. İşte Allah Teâlâ'­nın: «Ruhlar çiftleştirildiği zaman» kavlinden maksad budur. Ebu'1-Âlİ-ye, îkrime, Saîd İbn Cübeyr, Şa'bî ve Hasan el-Basrî böyle derler. «Ruhlar çiftleştirildiğinde» Yani bedenlerle eşleştirildlğinde. Mü'minlerin eşi hurilerdir. Kâfirlerin eşi ise şeytânlardır da denmiştir. Kurtubî bu rivayeti Tezkire isimli eserinde nakleder.

«Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman; hangi günâhtan dolayı öldürüldüğü.» Cumhûr'un kırâetine göre bu kelime şeklindedir. Diri diri gömülen kız çocuğu anlamına ge­len kelimesi ile, câhiliyye ehlinin kızlardan hoşlaşma-maları nedeniyle onları diri diri toprağa gömmeleri kaydolunmaktadır. Böylece diri diri gömülen kız çocuğu, hangi suçtan dolayı öldürüldüğü­nü soracaktır. Bu şekilde onu Öldürenler tehdîd edilmektedir. Mazlum, sorguya çekildiği takdirde zâlimin durumu ne olacaktır? Ali îbri Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, diri diri gömülen kız çocuğu sor­duğunda, diye mânâ vermiştir. Ebu Duhâ da böyle der. Yani diri diri gömülen kız çocuğu kanını taleb ettiğinde. Katâde ve Süddî'den de benzer bir rivayet nakledilmiştir.

Diri diri gömülen kız çocuklarıyla ilgili pek çok hadîs vârid olmuş­tur. Nitekim İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Abdullah îbn Ye-zîd... Ukkâşe'nin bacısı Vehb kızı Cüdâme'den nakleder ki; o, şöyle de­miş: Bir toplulukla birlikte Rasûluîlah'ın huzurunda bulundum, o şöy­le diyordu: Halkın çocuğu emzirirken hanımıyla birlikte temasta bu­lunmasını yasaklamak istedim. Bizans'lılara ve îran'lılara baktım ki onlar çocuklarını emzirirken hanımlarıyla temas ediyordu ve bu, çocuk­larına bir zarar vermiyordu. Sonra halk Rasûlullah'a azli (kadının cin­sel organının dışına boşaltmayı) sorduklarında Rasûlullah (s.a.): İşte bu gizli bir diri diri gömmedir, dedi ve sorguya çekilecek olan diri diri gömülen kız çocuğu işte budur, dedi. Müslim bu hadîsi Ebu Abdurrah-mân Mukri' kanalıyla... Vehb kızı Cüdâme'den nakleder. İbn Mâce de bu hadîsi Ebu Bekr îbn Ebu Şeybe kanalıyla... Yahya İbn Eyyûb'dan nakleder. Aynı şekilde Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî bu hadîsi Mâlik İbn Enes'ten menkûl hadîsten aktarırlar ve her üçü de rivayet­lerini Ebu'I-Esved'e dayandırırlar.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İbn Ebu Adiyy... Yezîd kızı Seleme'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Ben ve kardeşim Rasûlullah'ın Huzuruna varıp dedik ki: Ey Allah'ın Rasûlü, annemiz Müleyke akraba­larını ziyaret eder, müsâfire ikram eder ve şöyle şöyle yapardı. Ancak jsâhilivvet döneminde helak oldu. Bu davranışları ona hiç bir fayda sağlar mı? Rasûlullah (s.a.); hayır, dedi. Biz dedik ki: O, câhiliyet dö­neminde bir kız kardeşimizi diri diri toprağa gömmüştü, bu ona bir şey yapar mı? Rasûlullah (s.a.); toprağa gömen de, toprağa gömülen de cehennemliktir. Ancak toprağa gömen İslâm'a erişir de Allah onu affederse müstesnadır. Neseî de bu hadîsi Dâvûd tbn Ebu Hind kana-lıyla... Seleme İbn Yezîd'den nakleder.

îbn Ebu Hatim der ki: Bize Vasıflı Ahmed İbn Sinan... Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Diri di­ri toprağa gömen de, diri diri toprağa gömülen de cehennemdedir.

Yine Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İshâk... Süleym kabilesinden Muâviye kızı Hasnâ'dan nakletti ki; o, amcasının şöyle dediğini bildir­miş: Ey Allah'ın Rasûlü, cennette kimler var? Rasûlullah (s.a.); Pey­gamber cennettedir, şehîd cennettedir, doğurulan yavru cennettedir ve diri diri öldürülen kız çocuğu cennettedir.

îbn Ebu Hatim de der ki: Bize babam... Kurrâ'dan nakletti ki; o, Hasan'ın şöyle dediğini işittim, demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü, cennette kimler var? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Diri diri gömülen de cennet­tedir. Bu hadîs mürsel bir hadîstir ve Hasan'ın mürsellerindendir. Bun­dan önceki de böyle.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Abdullah... îkrime'den nakletti ki; İbn Abbas şöyle demiş: Müşriklerin çocukları cennettedir. Onların ce­hennemde olduğunu iddia eden yalan söyler. Çünkü Allah Teâlâ «Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman; hangi günahtan dolayı öldürüldüğü.» buyuruyor. îbn Abbâs bu âyette yer alan ( «a^U ) kelimesine gömülen anlamını vermiştir.

Abdürrezzâk der ki: Bize İsrâîl.. Ömer îbn Hattâb'dan nakletti ki; o, bu âyet konusunda şöyle demiş: Asım o&lu Kays Rasûlullah'm huzû^ runa gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü; ben câhiliyet döneminde kız ço­cuklarımı diri diri gömdüm. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Onlardan her birine karşılık bir köle âzâd et. O; Ey Allah'ın Rasûlü, ben deve sahibi bir adamım, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki; onlardan her birine karşılık bir dişi deve kurbân et. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Burada Abdürrezzâk'a karşı çıkılmıştır. Çünkü o, bu hadîsi yalnızca Hüseyn îbn Mehdî'den yazmıştır. Bu hadîsi İbn Ebu Hatîm de rivayet ederek der ki: Ebu Abdullah bana yazılı olarak nakletti ki, ona Abdür­rezzâk anlatmış... Sonra yukarıdaki isnadı ve rivayeti nakleder ve şöy­le der: Ben, câhiliyyet döneminde sekiz kız çocuğumu diri diri toprağa gömdüm. Bu hadîsin sonunda da Rasûlullah (s.a.) ona şöyle der: İs­tersen onlardan her birine karşılık bir dişi deve kurbân et.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Halîfe İbn Husayn'dan nak­letti "ki; Âsim oğlu Kays Rasûlullah'ın yamna gelip; ey Allah'ın Rasû­lü, câhiliyet döneminde on iki veya on üç kız çocuğumu diri diri toprağa gömdüm, demiş. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Onların sayısınca can âzâd et. O da gömdüğü çocukların sayısınca can âzâd etmiş. Ertesi yıl olunca yüz dişi deve getirdi ve dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü bu, benim kavmimin sadakasıdır. Müslümanlara yaptığım şeylerin etkisiyle ver­mişlerdir. Ali îbn Ebu Tâlib der ki: Biz onu ıhtırıyor ve kaysîler adını veriyorduk.

«Sayfalar açıldığı zaman.» Dahhâk der ki: Her insanın sayfası sağından ya da solundan kendisine verildiği zaman. Katâde der ki: Ey âdemoğlu, işte senin sahîfen, ona her şey yazılır, sonra durulur, sonra da kıyamet günü önüne açılır. Öyleyse kişi sayfasına nelerin yazıldı­ğına bir baksın.

«Gök yerinden oynatıldığı zaman.» Mücâhid; çekildiği zaman, der­ken; Süddî açıldığı zaman, der. Dahhâk ise; yerinden oynatılıp yok edil­diği zaman, der.

«Cehennem kızıştınldığı zaman.» Süddî; kızdırıldığı zaman, derken, Katâde; yakıldığı zaman, der. Onun ifâdesine göre cehennemi Allah'ın gazabıyla âdemoğullarının günâhları kızdırır.

«Ve cennet yaklaştırıldığı zaman.» Dahhâk, Ebu Mâlik, Katâde ve Rebî' îbn Huşeym; cennet, ehline yaklaştınldığı zaman, diye mânâ ver­mişlerdir.

«Kişi önceden ne hazırladığını bilecektir.» İşte ifâdenin cevâbı. Ya­ni bu sayılan şeyler gerçekleştiği zaman, işte o zaman her nefis ne yap­tığını bilecek ve bu, kendisinin önüne hazırlanıp konacaktır. Tıpkı şu âyetlerde buyurulduğu gibi: «Düşünün o günü ki; herkes ne hayır işle-diyse karşısında onu hazırlanmış bulacak. Kötülükten de ne yapmışsa; kendisiyle onun arasında uzun bir mesafe olmasını ister. Allah bizzat korkutuyor.» (Al-i İmrân, 30), «O gün, önde ve sonda ne yaptıysa in­sana bildirilir.» (Kıyâme, 13) İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Es-lem'den nakletti ki; «Güneş durulduğu zaman» âyeti nazil olduğunda Ömer şöyle dedi: «Kişi önceden ne hazırladığını bilecektir.» İşte ben bunun için söz ediyorum.2

İzahı5

İzahı

«Güneş durulduğu zaman.» Işığı giderildiği vakit. Dürülme anla­mına gelen kelimesi sarılan ve dürülen sarık için kulla­nılır. Yani güneşin ışığı içine dürülerek kapanır örtülür. Yeryüzüne da­ğılıp yayılması giderilir... «Yıldızlar döküldüğü zaman» düşüştüğü va­kit. «Dağlar yürütüldüğü zaman». Yeryüzünden giderilip uzaklaştırıl­dığı vakit. Veya bulutun yürütülmesi gibi yürütülüp götürüldüğü vakit. «Gebe develer salıverildiği zaman.» Gebe deve anlamına gelen kelimesi, kelimesinin çoğuludur ve bu, on aylık gebe develer için kullanılır. Sonra bir yıl geçip doğuruncaya ka­dar yine bu adı alır. Gebe develer salıverildiği, ihmâl edilip sahipleri on­larla uğraşmaz olduğu vakit. Çünkü onlar kendi başlarının dertlerine düşmüşlerdir. Araplar, deve bu şekilde gebeliğinin onuncu ayına geldi­ğince, —değerli olduğu için— onü İçerde tutar salıvermezlerdi. Bunun dışındaki hayvanları salarlardı.3

Daremî Müsned'inin baş taraflarında der ki: Adamın birisi Hz. Peygambere geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü, biz câhiliyet ehli, puta tapan kişilerdik. Çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kızım olmuştu. Çonu-şacak yaşa gelmişti, kendisini çağırdığımda sesini duyunca sevinç do­lardım. Bir gün onu çağırdım ve peşime taktım, birlikte yürüdük. So­nunda çok uzak olmayan bir akrabamın kuyusunun başına geldik. Elim­le tutup onu kuyuya attım. Ondan hatırladığım son söz: Babacığım, ba­bacığım, çığlığı idi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) ağladı. Ve iki gö­zünün yaşlannı eliyle sildi. Rasûlullah'ın yanında oturanlardan bir ki­şi; ey Allah'ın Rasûlü, ona üzüldün mü? dedi. Rasûlullah (s.a.) buyur­du ki: Bırak o kendisini meşgul eden şeyi soruyor. Sonra adama; tekrar anlat, dedi, adam anlattı. Rasûlullah (s.a.) ağladı, Öyle ki iki gözünden akan yaşlan sakalından siliyordu. Sonra ona dedi ki: Doğrusu Allah Teâlâ, câhiliyet ehlinin yaptıklarını kaldırmıştır. Sen yeniden amel et.

Araplar kız çocuklarını gömme konusunda çeşitli usûller bulmuş­lardı. Kimilerinin kızı altı yaşma basınca annesine; onu güzelleştir ve süsle ki götürüp sahiplerine teslim edeyim, derlerdi. Çölde onun için bir kuyu kazar ve kız çocuğunu onun yanına götürür, ona göğe bak der, arkasından itip kuyuya atar üzerine toprak serperlerdi. Nihayet kuyu toprağın seviyesine gelinceye kadar üstünü doldururlardı.

Bazılarının da karısının doğumu yaklaştığında, bir kuyu kazar ve kuyunun başında beklerdi. Kadın kız çocuğu doğurursa onu kuyuya atardı. Erkek çocuğu doğurursa bırakırdı. Sa'saa İbn Naciye İbn Ikâl —ki Ferezdak'ın dedesidir— câhiliyet devrinde kız çocuklarının gömül­mesini ve öldürülmesini yasaklamıştı. Bin tane kız çocuğunu ölümden kurtardığı söylenmiştir. Bundan daha azım da kurtardığı söylenir. Ni­tekim Ferezdak bundan dolayı şu mısra'larıyla ovunurdu:

«Kız çocuklarının diri diri gömülmesini önleyen de bizdendir

Oydu öldürülen çocuğu diri bırakıp ölümden kurtaran.»

(...)

Ebu Ubeyde rivayet eder ki; bu Sa'saa Temim oğullarından bir hey'-etle birlikte Rasûlullah'ın yanına gelmişti. Câhiliyet döneminde o, kız çocuklarının diri diri gömülmesini yasaklamıştı. Gücü yettiği sürece onun kabilesinden hiç bir kimsenin kız çocuğunu öldürmesine izin ver­memişti. İslâm geldiğinde bazı rivayetlere göre dört yüz, bazı rivayet­lere göre de üç yüz kız çocuğunun diri diri gömülmesini önlemişti. İs­lâm gelince peygambere dedi ki: Anam babam sana kurbân olsun, ba­na tavsiyede bulun. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ben, sana anneni, babanı, kız kardeşini, erkek kardeşini ve yakınlarını korumanı tavsiye ederim. O; daha fazlasını, deyince Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: İki çe­nenle iki bacağının arasını koru. Sonra Rasûlullah (s.a.) ona dedi ki: Bana senin yaptığın bazı şeyler ulaştı. O dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü,. insanların doğru olmayan bir yöne doğru akın akın gittiklerini gördüm. Doğrunun nerede olduğunu da bilmiyordum. Bildiğim yalnızca onların doğru yolda olmadıkları idi. Onların kız çocuklarını diri diri gömdüklerini görüyordum. Rablarının kendilerine bunu emretmediğini anladım ve onları İou davranışlarında serbest bırakmadım. Gücüm yet­tiğince onlara engel oldum.

Denilir ki: Emevî hükümdarlarından Süleyman İbn Abdülmelik'in huzurunda bir gün şâir Cerîr ile Ferezdâk toplanmışlar. Ve birbirlerine karşı övünmeye başlamışlar. Ferezdâk demiş ki: Ben, ölüleri dirilten adamın oğluyum. Süleyman ona, sen ölüleri dirilten adamın oğlu mu­sun? demiş, de o; dedem kız çocuklarının Öldürülmesine engel olarak onları sağ bırakırdı, demiş. Nitekim Allah Teâlâ da: «Kim de onu diri bırakırsa sanki bütün insanları diriltmiş gibidir.» (Mâide, 32) buyur­muştur. Benim dedem doksan iki kız çocuğunun diri diri gömülmesini Önleyip onları sağ bırakmıştır. Bunun üzerine Süleyman gülmüş ve; doğ­rusu sen sihrinde derin bilgi sahibisin, der iş. Murtazâ Emâlî'sinde bunu nakleder. (Kâlî, Emâli, II, 190) Kısacası kız çocuğunu diri diri gömmek câhiliyet devrinin en çirkin ve kötü alışkanlıklarından birisiydi ve bu da katılığın, donukluğun ve kötülüğün zirvesini gösteriyordu.

İmâm der ki: Şu katılaşıp taşlaşmış yüreğe bakın ki; günahsız, suç­suz kız çocuklarını fakirlik korkusuyla diri diri öldürmektedir. İslâm araplann kalbine girince; bu katı kalblere nasıl rahmet ve şefkati dol­durmuştur? Bu kötü alışkanlığı ortadan kaldırmakla İslâm'ın bütün in­sanlığa ne büyük bir nimet olduğu görülmektedir.

(...)

Nakledilir ki; Amr İbn Âs, Muâviye'nin huzuruna girdiğinde kızı yanında bulunuyormuş. Ey Muâviye, bu kadın da kim? deyince o: Bu gönül meyvesi, göz çiçeği, burun kokusudur, demiş. Amr İbn Âs demiş ki: At onu yanından. O; niçin? deyince; çünkü düşman doğururlar, uzakları yakınlaştırirlar, kin bırakırlar, buğz yayarlar. Muâviye demiş ki: Ey Amr, böyle deme. Allah'a andolsun ki; onlar gibi hiç bir şey has­talara iyi bakamaz, ölüleri ağırlayamaz, zamana karşı yardımcı olamaz ve hüzün ordularını yok edemez. Sen, öyle dayıları görürsün ki; yeğen­leri onlara faydalar vermiştir, öyle babalar da görürsün ki; nesillerini çocukları yüceltmiştir. Bunun üzerine Amr İbn Âs demiş ki: Ey Mûa-viye, senin yanına girdiğimde yeryüzünde kadınlardan daha çok hiç bir şeyden nefret etmezdim. Ama şimdi senin yanından çıkarken, on­lardan daha çok hiç bir şeyi sevmiyorum.

Kız çocuğunun doğumunu tebrik için bir yazıda şöyle denilir: Hoş geldin, safa getirdin, kadınların eşsizi, çocukların anası, hısımların çe­kicisi, tertemiz çocukların sahibi, boylu boslu kızların müjdecisi ve ard arda gelen nesillerin habercisi.

«Eğer kadınlar bizim gördüğümüz gibi olsaydı,

Elbette üstün gelirlerdi erkeklere.

Güneş adının dişi olması ayıp değildir,

Erkek olmak da hilâl için övünç değildir.»

Allah Teâlâ sana onun doğduğu yerde bereketi Öğretir, onun bu­lunduğu yerde mutluluğu belirtir. Enerjini yenile, dinlenme zırhım ku­şan. Dünya dişidir; erkekler ona hizmet ederler ve ona tapınır­lar. Toprak dişidir; karada yaşayan canlılar ondan yaratılmışlardır. Soy onunla çoğalır. Gök dişidir; yıldızlar onunla süslenmiş ve delici yıl­dızlar onunla parlamıştır. Ruh dişidir, bedenlerin ayakta durmasının sebebi ve canlılığın can gücüdür. Hayat dişidir; eğer hayat olmasaydı bedenlere tasarruf edemez; insanlar bilinmezdi. Cennet dişidir ve bu muttakîlere vaadedilen yerdir. Peygamberler oradan nimete erdirilirler. Ne mutlu sana, ne mutlu sana verilene. Allah sana verdiğinin şükrünü müyesser kılsın.4

15 — Andolsun sinenlere,

16 — Akıp akıp yuvalarına girenlere,

17 — Kararmaya başlayan geceye,

18 — Ağarmaya başlayan sabaha,

19 — Şüphesiz ki bu; şerefli bir elçinin sözüdür.

20 - Arg'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.

21 — Kendisine uy ulandır, emindir.

22 — Sizin arkadaşınız asla deli değildir.

23 — Andolsun ki onu, apaçık ufukta görmüştür.

24 — Gaybdan ötürü o, asla suçlu da değildir.

25 — Bu, kovulmuş şeytânın sözü değildir.

26 — Böyleyken nereye gidiyorsunuz?

27 — O, ancak âlemler için bir öğüttür.

28 - Sizden doğru olmak isteyenler için.

29 — Âlemlerin Rabbı olan Allah dilemedikçe, sizler dileyemezsiniz.

Sinenler ve Akanlar7

Sinenler ve Akanlar

Müslim, Sahîh'inde, Neseî de bu âyetin tefsirinde Mis'ar kanalıyla... Amr İbn Hureys'ten naklederler ki; o, şöyle demiş: Ben, Rasûlullah (s.a.)in arkasında sabah namazını kıldım. Onun: «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvalarına girenlere, kararmaya başlayan geceye, ağarmaya başlayan sabaha.» âyetini okuduğunu işittim. Neseî de bu hadîsi Bün-dâr kanalıyla... Amr İbn Hureys'ten aynı şekilde nakleder. İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr Taberî, Sevrî kanalıyla... Ali'den nakleder ki; o: «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvalara gidenlere.» kavli hakkında şöyle demiştir: Bunlar, gündüz kaybolup sinen ve gece açığa çıkan yıl­dızlardır, îbn Cerîr Taberî der ki: Bize İbn Müsennâ... Hâlid İbn Ar'ara'-dan nakletti ki; o, Hz. Ali'ye: «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvala­rına girenlere.» âyeti sorulduğunda şöyle dediğini duydum, demiştir: Bunlar; gündüzleyin sinip, geceleyin beliren yıldızlardır. İbn Küreyb... Hâlid'den nakleder ki; Hz. Ali bunlar yıldızlardır, demiştir. Bu isnadın Hâlid İbn Ar'ara'ya nakli sahihtir. Bu Sehm oğullarından olup Kûfe'li-dir. Ebu Hatim er-Râzî der ki: Hz. Ali'den rivayet edilen bu hadisi Sem-mâk ve Kasım İbn Avf eş-Şeybânî nakletmiştir. Ve o, bunlarla ilgili ola­rak cerh ve ta'dîlden sözetmemiştir. Allah en iyisini bilendir. Yûnus... Haris kanalıyla Hz. Ali'den nakleder ki; bunlar yıldızlardır. İbn Ebu Hatim de bunu rivayet eder. Keza İbn Abbâs, Mücâhid, Hasan, Katâde, Süddî ve başkalarından da bunların yıldızlar olduğu nakledilmiştir.

îbn Cerîr Taberî der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr... Bekr İbn Abdullah'tan nakletti ki; o: «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvalarına girenlere.» kavli hakkında şöyle demiştir: Bunlar doğuşu karşılamak üzere akan parlak yıldızlardır.

Bazı imamlar da derler ki: Yıldız doğduğu zaman buna adı verilir. Yörüngesinde yürüdüğü zaman buna adı ve­rilir. Kaybolup gittiği zaman da adı verilir. Ceylân yav­rusu da barınağına gittiği zaman, arnplar ona; ceylan barınağına sı­ğındı, anlamına ta'bîrini kullanırlar.

A'meş, İbrahim'den nakleder ki; Abdullah: «Andolsun sinenlere.* kavli ile yaban sığırları kasdedilmiştir, der. Keza Sevrî de Ebu İshâk kanalıyla Ebu Meysere'den, o da Abdullah'tan nakleder ki; Abdullah «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvalarına girenlere» kavli hakkında; ey Amr ne dersin? diye sormuş. (Ebu Meysere'nin adı Amr tbn Şurah-bil idi). Ben; bu sığırdır, dedim. Abdullah da; ben de böyle görüyorum, dedi. Yûnus îbn Ebu îshâk da babasından bu şekilde rivayet etmiştir. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî... İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Akıp akıp yu­valarına girenlere.» kavli hakkında şöyle demiş: Sığır gölgeye girip sı­ğınır. Saîd İbn Cübeyr de böyle der. Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki, kelimesi; ceylan yavrusu, demektir. Saîd, Mücâhid ve Dahhâk da böyle der. Ebu Şa'sâ Câbir İbn Zeyd bunun ceylan yavrusu ve sığır anlamına geldiğini bildirir.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ya'kûb... İbrâhîm ve Mücâhid'den nakletti ki; onlar: «Andolsun sinenlere, akıp akıp yuvalarına girenlere» kavlini tartışıyorlarmış. îbrâhîm Mücâhid'e; bu konuda duyduğunu söyle, demiş. Mücâhid: Biz bu konuda bir şeyler işitiyorduk, halk ise onların yıldızlar olduğunu söylüyordu, demiş. îbrâhîm; bu konuda işit­tiğini söyle, demiş. Mücâhid demiş ki: Biz bunun ahırına sığındığı za­manki yabanî sığır olduğunu işitmiştik. îbrâhîm demiş ki: Onlar Hz. Ali'ye yalan isnâd ediyorlar. Nitekim Hz. Ali'den onun altı üste üstü al­ta bağladığına dâir bir rivayet nakledilmiştir. İbn Cerîr Taberî; «Si­nenler ve akıp akıp yuvalarına girenler» kavli ile yıldızların mı, ceylan yavrusunun mu, yoksa yabanî sığırın mı kasdedildiği konusunda bir gö­rüş beyân etmemiş, sadece hepsinin kasdedilmiş olması muhtemeldir, demiştir.

«Kararmaya başlayan geceye». Burada da iki görüş bulunmaktadır:

Birincisi, gecenin karanlığıyla bastırması anlamına gelir. Mücâhid, karardığı zaman anlamını verirken, Saîd îbn Cübeyr, başladığı zaman anlamını verir. Hasan el-Basrî ise; insanları kapladığı zaman, der. Atıy-ye el-Avfî de böyte der. Ali îbn Ebu Talha ve Avfî, İbn Abbâs'tan nak­leder ki kelimesi; gittiği zaman, demektir. Mücâhid, Katâde ve Dahhâk böyle derler. Zeyd İbn Eşlem ve oğlu Abdurrahmân îbn Zeyd de böyle demişlerdir. Yani gece gidip kaybolduğu zaman, demektir. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî der ki: Bize Şu'be... Ebu'l-Bahterî'den nakletti ki; Ebu Abdurrahmân es-Sülemî'nin şöyle dediğini işitmiş: Sabah nama­zında duâ edilenlere duâ ettiğinde Hz. Ali yanımıza gelip vitri soranlar nerede? dedi. Ve: «Kararmaya başlayan geceye, ağarmaya başlayan sa­baha» âyetini okuyup; gece bittiği zaman vitir güzeldir, dedi. İbn Ce­rîr Taberî de kelimesiyle dönüp gitme anlamının kasde­dildiği görüşünü tercih eder. Çünkü âyetin devamında «Ağarmaya baş­layan sabaha» buyuruluyor. Yani aydınlanan sabaha.

(...)

Bize göre kelimesiyle kasdedilen anlam, geldiği zaman­dır. Ancak gittiği zaman için de kullanılması doğrudur. Lâkin burada geldiği zaman anlamı daha uygundur. Sanki Allah Teâlâ bastırdığı za­man geceye ve karanlığını, aydınlatıp parlattığı zaman da sabaha yemîn etmektedir. Nitekim Leyi sûresinde de şöyle buyurur: «Andolsun; bü-rüyüp Örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze.» (Leyi, 1-2) Du­na sûresinde ise: «Andolsun kuşluk vaktine, ve sükûna erdiğinde gece­ye.» (Duhâ, 1-2) buyuruyor. Bir başka âyette de «Sabahı yarıp çıkaran­dır. Oteceyi bir sükûn kılmıştır.» (En'âm, 96) diyor. Daha buna benzer pek çok âyet vardır.

Usûl bilginlerinden çoğunun ifâdesine göre kelimesi, hem gelme hem de gitmeye müşterek olarak kullanılır. Bu sebeple her iki anlamın da kasdedilmiş olması sahihtir. Allah en iyisini bilendir.

İbn Cerîr Taberî der ki: Arap sözünü (dilini) bilen bilgi sahiple­rinden bazıları kelimesinin, başlangıçtan yaklaşıp karartan anlamına geldiğini söylemişlerdir.

(...)

«Ağarmaya başlayan sabaha» Dahhâk; doğmaya başlayan sabaha, derken, Katâde; aydınlanıp gelen sabaha, der. Saîd İbn Cübeyr de; baş­ladığında sabaha, der. Hz. Ali'den nakledilen rivayet de böyledir. İbn Cerîr Taberî der ki: Gelip ortalığı aydınlattığı .zaman sabahın ışığına yemîn edilmektedir.

«Şüphesiz ki bu; şerefli bir elçinin sözüdür.» Bu Kur'ân, şerefli bir elçinin tebliğidir. Yani ahlâkı güzel, şekli güzel değerli bir meleğin teb­liğidir. Bu melek; Cebrail (a.s.)dir. İbn Abbâs, Şa'bî, Nu'mân İbn Mih-rân, Hasan, Katâde, Dahhâk, Rebî' İbn Enes ve başkaları böyle demiş-'lerdir.

«Güçlüdür.» Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Onu müdhiş kuvvetli olan Öğretti.» (Necm, 5) «Güçlüdür.» kavli; yaratılışı şiddetli­dir, yakalayışı şiddetlidir ve ezişi de şiddetlidir, demektir. «Arş'm sahibi katında değerlidir.» Allah katında onun yüce ve üstün değeri vardır. Ebu Salih: «Arş'ın sahibi katında değerlidir.» kavli hakkında der ki: Cebrail her gün izinsiz olarak nurdan yetmiş hicabı aşar.

«Kendisine uyulandır.» Onun üstün yeri vardır. Mele-i A'lâ'da sözü dinlenir ve uyulur. Katâde: «Kendisine uyulandır.» kavline; gökyüzün­de uyulandır, anlamını vermiştir. Yani o, sıradan meleklerden değil, efendi ve üstün meleklerdendir, özenle bu yüce risâleti tebliğ etmek için seçilmiştir.

«Emindir.» Cebrâîl (a.s.)in emînlik niteliği ile nitelenmesi gerçek­ten çok büyük ve önemli bir husustur, Allah Azze ve Celle melekten el­çisini kulu Muhammed'e tezkiye ediyor. Tıpkı beşerden elçisi olan kulu Muhammed'i de başkalarına tezkiye ettiği gibi: «Sizin arkadaşınız asla deli değildir.» Şa'bî, Nu'mân İbn Mihrân, Ebu Salih ve daha önce zik­redilen zevat. «Sizin arkadaşınız asla deli değildir.» kavli ile Muhammed (a.s.)in kasdedildiğini söylemişlerdir.

«Andolsun ki onu, apaçık ufukta görmüştür.» Yani Muhammed (a.s.) kendisine Allah'tan risâleti getiren Cebrail'i Allah'ın onu yaratmış olduğu gerçek suret üzere görmüştür. Onu, altı yüz kanatlı olarak «Apa­çık ufukta» görmüştür. Bu Bathâ'da olan görmedir ki Necm sûresinin (5-10) âyetlerinde sözkonusu edilmiş ve orada açıklanmıştı. Bununla Cebrail (a.s.)in kasdedildiği de orada zikredilmişti. Allah en iyisini bilir ya açık olan, bu sûrenin Mi'râc gecesinden Önce indirilmiş olmasıdır. Çünkü orada ilk görüş olan bu görüşten başkası zikredilmemiştir. Necm sûresinin 13-16 âyetlerinde zikredilen İkinci görüş ise yalnızca orada zikredilmiştir ki Necm sûresi îsrâ sûresinden sonra nazil olmuştur.

«Gaybtan ötürü o, asla suçlu da değildir.» Muhammed (a.s.)in Al­lah'ın kendisine indirdiği hükümden dolayı itham edilir tarafı yoktur. Bazıları da kelimesini şeklinde (dâd ile) okuya­rak; cimri değildir, anlamını vermişlerdir. O, herkese kendisine verilen gaybı cömertçe sarf eder. Süfyân İbn Uyeyne der ki: ve kelimeleri de eş anlamlı olup yalan söylemez ve azgın değil­dir, anlamına gelir kelimesi itham edilen kelimesi ise cimri anlaraınadır. Katâde der ki: Kur'ân bir gayb idi. Al­lah Teâlâ onu Muhammed (a.s.)e indirdi. Muhammed (a.s.) de onu in­sanlardan saklamadı. Aksine tebliğ edip yaydı ve onu isteyen herkese cömertçe verdi. İkrime, İbn Zeyd ve bir başkası böyle der. îbn Cerîr Ta-berî de dad ile okunan kelimesini tercih eder. Ben derim ki: Her iki okunuş da mütevâtirdir ve daha Önce geçtiği gibi mânâları da sahihtir.

«Bu, kovulmuş şeytânın sözü değildir.» Bu Kur'ân kovulmuş şey­tânın sözü değildir. O, bunu taşıyamayacağı gibi, taşımak istemez ve taşıması da gerekmez. Şuarâ sûresinde buyurulduğu gibi: «Onu şey­tânlar indirmemiştir. Bu, onlara düşmez de, buna güçleri de yetmez. Onlar, gerçekten işitmekten uzak tutuldular.» (Şuarâ, 210-212).

«Böyleyken nereye gidiyorsunuz? Bu Kur'ân'ın doğurduğu apaçık ve belirgin iken ve onun Azîz ve Celîl olan Allah katından geldiği açık­ça ortada iken, aklınız nereye gidiyor da onu yalan sayıyorsunuz? Ni­tekim Sıddîk-i Ekber —Allah ondan razı olsun— müslüman olmak üze­re gelen Hanîfe oğulları elçisine, son derece hezeyan ve tutarsızlık içe­risinde bulunan yalancı Müseylime'nin Kur'ân'mdan bir şey okuma­larım emrettikten sonra, şöyle demişti: Yazıklar olsun size, akıllarınız nereye gitmiş? Allah'a andoisun ki bu söz, bir tanrıdan sâdır olmuş de­ğildir. Katâde ise: «Böyleyken nereye gidiyorsunuz?» kavline Allah'ın kitabından ve emrine itaat etmekten dönüp nereye gidiyorsunuz? anla­mını vermiştir.

«O, ancak âlemler için bir öğüttür.» Yani bu Kur'ân, bütün insan­lar için yalnızca bir öğüttür. Ondan öğüt alıp kendilerine gelirler. «Siz* den doğru olmak isteyenler için.» Sizden hidâyeti isteyenler, bu Kur'-ân'a sarılsınlar. O, kendilerini kurtarıp hidâyete erdirecek yegâne vâsı­tadır. Ondan başka hiç bir vâsıta yoktur.

«Âlemlerin Rabbı olan Allah dilemedikçe, sizler dileyemezsiniz.» Di­lek sizin elinize bırakılmış değildir. İsteyen hidâyete erer, isteyen sapık­lığa gider. Ancak bunların hepsi yine de âlemlerin Rabbı olan Allah'ın isteğine bağlıdır. Süfyân es-Sevrî der ki: Saîd İbn Abdülazîz, Süleyman Ibn Musa'dan nakletti ki; bu âyet nazil olunca Ebu Cehil şöyle demiş: İş bizim elimizdedir. İstersek doğru yolu buluruz, istersek bulamayız. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Alemlerin Rabbı olan Allah dilemedikçe, sîzler, dileyemezsiniz» âyetini indirdi.5

İzâhı9

İzâhı

«Andolsun sinenlere.» Geri dönenlere. Siz, yıldızı burcun sonunda iken görürsünüz, tekrar başına döndüğünü hatırlarsınız. «Akıp akıp yuvalarına girenlere.» Kaybolup gidenlere. Yaban hayvanı inine girdi­ğinde bu ta'bîr kullanılır. Denildi ki: Bu yıldızlar Behrâm, Zuhal, Utâ-rid, Zühre ve Müşteri adını alan beş inci yıldızlarıdır ki güneş ve ayla beraber yürürler, nihayet güneşin ışığı altında gizlenip kaybolurlar, sonra geri çıkarlar. Sinmeleri dönmeleridir, yuvalarına girmeleri de gü­neşin ışığı altında saklanıp gizlenmeleridir. Bütün yıldızlardır da denil­miştir.6