Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (İbni Kesir) -> Tur
Tûr ve Beyt-i Ma'mûr2
Tûr ve Beyt-i Ma'mûr
Allah Teâlâ, ulu kudretine delâlet eden yaratıklarına yemîn ediyor ki mutlaka düşmanlarını azâblandıracak ve onlardan bu azabı savacak kimse de olmayacaktır. Tûr; Allah Teâlâ'nm üzerinde Hz. Mûsâ ile konuştuğu, Hz. îsâ'yı gönderdiği, dağ gibi, üzerinde ağaç bulunan dağa denilir. Şayet dağın üzerinde ağaç yoksa ona Tûr denilmez; böylesine arapçada sadece ismi verilir.
«Andolsun, satır satır dizilmiş kitaba.» âyetindeki satır satır dizilmiş kitâb; Levh-i Mahfûz'dur. Bunun insanlara açıkça okunan yazılmış ve inzal olunmuş kitablar olduğu da söylenmiştir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Yayılmış ince deri üzerine, ma'mûr olan ev (Kâ'be'y)e» buyurmuştur. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcûd îsrâ hadîsine göre Allah Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-el-Ma'mûr'a yükseltti. Bir de baktım ki her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt el-Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâ'be'sidir. Bu sebeple Hz. Peygamber, Hz. İbrahim Halîl(a.s.)i Beyt el-Ma'mûr'a sırtım dayamış olarak bulmuştur. Zîrâ Hz. îbrâhîm yeryüzündeki Kâ'be'nin bânîsidir. Elbette mükâfat, amel cinsinden olacaktır. Beyt el-Ma'mûr Kâ'benin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz kılacakları bir Beyt (Kâ'be) vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah bilir.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur: Yedinci kat gökte bir ev vardır ki ona Ma'mûr denilir. Kâ'benin hizâsındadır. Dördüncü kat gökte bir nehir vardır ona el-Hayevân denilir. Cibril her gün ona girer, bir defa dalar, sonra çıkıp silkelenir de ondan yetmiş bin damla dökülür. Allah Teâlâ her damladan bir melek yaratır, onlara Beyt el-Ma'mûr'a gitmeleri ve orada namaz kılmaları emrolu-nur ve onlar emrolunanı yaparlar, sonra çıkarlar ve bir daha ebediyyen oraya dönmezler. İçlerinden birisi onlar üzerine emîr ta'yîn edilir ve onları gökte bir yerde durdurması emrolunur. Kıyamet kopuncaya kadar orada Allah'ı tesbîh ederler. Bu hadîs gerçekten garîbtir ve sadece Ravh îbn Venâh rivayet etmiştir. Bu zât; Emevîlerin kölesi olan el-Emevî Ebu Saîd Dimaşkî'dir. Cüzcanî, Ukaylî, Hâkim Ebu Abdullah en-Neysâburî ve başkaları gibi hafızlardan bir grup onun bu hadîsini münker görmüşlerdir. Hâkim der ki: Ebu Hüreyre, Saîd İbn Müseyyeb ve Zührî'nin rivayetlerine göre bu hadîsin aslı yoktur.
İbn Cerîr der ki: Bize Hennâd İbn es-Seriyy'in... Hâlid İbn Ar'ara'-dan rivayetine göre birisi Hz. Ali'ye : Beyt el-Ma'mûr nedir? diye sormuştu. Hz. Ali şöyle dedi: Gökte ed-Durâh denilen bir evdir. Üst tarafından Kâ'be'nin hizâsındadır. Gökteki hürmet yeryüzündeki Beytul-lah'm hürmeti gibidir. Her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar ve bir daha ebediyyen oraya dönmez. Hadîsi Şu'be ve Süfyân es-Sevrî de Semmâk'den rivayet etmişlerdir. Şu'be ve Süfyân'm rivayetlerinde Hz. Ali'ye bu soruyu soran İbn Kevâ olarak verilmektedir. İbn Cerîr de hadîsi Ebu Küreyb kanalıyla... Ali İbn Rabîa'dan rivayet eder ki o, şöyle demiştir: İbn Kevâ, Hz. Ali'ye Beyt el-Ma'mûr'u sormuştu. Hz. Ali şöyle cevabladı: Gökte ed-Durâh denilen bir mesciddir. Her gün oraya yetmiş bin melek girer, sonra bir daha asla oraya dönmezler. îbn Cerîr hadîsi Ebu Tufeyl'den, o da Hz. Ali'den yukardaki gibi rivayet etmiştir.
îbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: O, Arş'ın hizasında bir evdir. Onu melekler i'mâr eder, her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar, sonra oraya bir daha dönmezler. İkrime, Mücâhid, Rebî' İbn Enes, Süddî ve Seleften birçokları da böyle söylemiştir. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre Allah Rasûlü (s.a.) bir gün ashabına: Beyt el-Ma'mûr nedir bilir misiniz? diye sormuştu. Onlar: Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: O; gökte, Kâ'be'nin hizasında bir mesciddir. Şayet yıkılmış olsaydı, Kâ'be'nin üzerine yıkılırdı. Her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar. Ondan çıktıkları zaman bir daha kıyamete kadar dönmezler. Dahhâk, orayı kendilerine el-Hinn adı verilen ve İblîs kabilesinden meleklerin i'mâr ettiğini sanmıştır. En doğrusunu Allah bilir.
Süfyân es-Sevrî ve Şu'be'nin... Hz. Ali'den rivayetlerine göre «And-olsun yükseltilmiş tavana.» âyetinde gök kasdedilmektedir. Süfyân der ki: Hz. Ali bu açıklamasının peşinden: «Gökyüzünü de korunmuş bir tavan kıldık. Fakat onlar bundaki âyetlerden yüz çeviriyorlar.» (Enbiyâ, 32) âyetini okumuştur. .Mücâhid, Katâde, Süddî, îbn Cüreyc ve İbn Zeyd de böyle söylemişlerdir. İbn Cerîr de bu görüşü tercih ediyor. Re-bî' İbn Enes ise burada Arş'ın kasdedildiğini söylemektedir. Yani Arş; bütün yaratıkların tavanıdır. Bu, te'vîli mümkün bir açıklamadır ve Cumhûr'un da söylediği gibi burada, diğerleriyle beraber Arş da kasdedilmektedir.
Rebî' İbn Enes «Andolsun dolan denize.» âyeti hakkında der ki: Bu, Arş'ın altındaki sudur ki, yeniden diriltilecekler! günde kabirlerinde cesedleri diriltecek olan yağmur buradan iner. Cumhur ise bunun, dünyada görmekte olduğumuz deniz olduğunu söyler. Âyet-i kerîme'deki kelimesinin anlamında ihtilâf edilmiştir. Bazıları derler ki: Burada maksad, onun kıyamet günü ateş olarak yakılacağıdır. Nitekim Allah Teâlâ'nın: «Denizler kaynaştınldığı zaman.» (Tekvîr, 6) kavli de böyledir. Yani tutuşturulacak ve mahşer halkını kuşatacak alevlenen bir ateş olacaktır. Bu açıklamayı Saîd İbn Müseyyeb, Hz. Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet etmiştir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan da rivayet edilir. Saîd İbn Cübeyr, Mücâhid, Abdullah İbn Ubeyd İbn Umeyr ve başkaları da böyle söylemiştir. Alâ İbn Ber der ki: adı verilmesinin sebebi, suyunun içilmemesi ve onunla ekin sulan-mamasıdır. Kıyamet günündeki denizler de böyledir. İbn Ebu Hatim bunu Alâ İbn Bedr'den nakletmektedir. Saîd İbn Cübeyr'den rivayete göre o, bu âyeti: Salıverilmiş denize andolsun, şeklinde tefsir eder, Katâde de kelimesine; dolan, anlamı vermiştir. İbn Cerîr de bu anlamı tercihle onun bugün yakılmamakta olduğunu, dolduğunu söylemektedir.
Bu kelimenin «boş» anlamına geldiği de söylenmiştir. Asmaî'nin Ebu Amr îbn Alâ kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, bu âyeti «boş denize» şeklinde te'vîl etmiştir. O der ki: Bir ümmet yağmur duasına çıktılar, döndüler ve havuzun boşluğunu (boş oluşunu) kasdederek dediler. îbn Merdûyeh, îbn Abbâs'ın bu açıklamasını Mesânîd'üş-Şuarâ'da rivayet etmiştir.
Ayet-i kerîme'deki kelimesinin; yeryüzü ehlini kaplayıp suda boğmasın diye yeryüzünden men'edilmiş, alıkonulmuş; anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunu İbn Abbâs'tan rivayetle AH İbn Ebu Talha söylemektedir. Süddî ve bir başkası da böyle söylemiştir. İmâm Ahmed'in Müsned'inde rivayet etmiş olduğu şu hadîs de buna delâlet ediyor: İmâm Ahmed'in Yezîd kanalıyla... Ömer İbn Hattâb'dan, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Hiç bir gece yoktur ki deniz üç defa dikilip Allah Teâlâ'dan yeryüzü halkının üzerine taşarak akmak üzere izin istemesin. Allah Teâlâ onu bundan alıkor. Hafız Ebu Bekr el-İsmâîlî'nin Hasan İbn Süfyân kanalıyla... Avvâm İbn Hav-şeb'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Bana sınır bekçisi bir şeyh nakledip şöyle dedi: Bir gece nöbet beklemek üzere çıkmıştım. Benim dışımda gözcülerden hiç kimse çıkmamıştı. Limana geldim ve çıktım. Bana Öyle gelmeye başladı ki deniz dağlann zirveleri hizasına kadar yükseliyor. Ben uyanıkken bu defalarca oldu. Ebu Salih'e rastladım da bana şöyle dedi: Bize Ömer İbn Hattâb'ın naklettiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Hiç bir gece yoktur ki deniz üç defa dikilip Allah Teâlâ'dan yeryüzü halkı üzerine taşarak akmatf üzere izin istemesin. Allah Teâlâ onu bundan alıkor. Bu haberin isnadında adı verilmeyen mübhem bir râvî vardır.
«Muhakkak Rabbının azabı vukûbulacaktır.» kısmı, üzerine yemîn edilendir. Yani Rabbının azabı mutlaka kâfirlerin basma gelecektir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de bu belirtilmektedir. «O'nu engelleyecek yoktur.» Allah Teâlâ onlar için bu azabı murâd ettiği zaman onlardan azabı defedip savacak hiç kimse yoktur. Hafız Ebu Bekr İbn Ebu Dünyâ der ki: Bize babamın... Ca'fer İbn Zeyd el-Abdî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Hz. Ömer bir gece, Medine'de geceleyin kontrol için çıkmıştı. Müslümanlardan birinin evine uğradı. O sırada o kişi kalkmış namaz kılıyordu. Hz. Ömer onun kırâetini dinlemek üzere durdu. Adam «Muhakkak Rabbının azabı vuku bulacaktır. Onu engelleyecek yoktur.» kısmına gelinceye kadar «Andolsun Tûr'a...» âyetlerini okudu. Hz. Ömer: Ka'be'nin Rabbma andolsun ki hak bir yemindir, deyip merkebinden indi, duvara dayandı, bir süre o şekilde kaldı, sonra da evine döndü. Bir ay evinde kaldı. İnsanlar onu yoklamaya gidiyorlar ve hastalığını bilmiyorlardı. Allah ondan hoşnûd olsun. İmâm Ebu Ubeyd'in Fadâü'ül-Kur'âu'ında Muhammed İbn Salih kanalıyla... Ha-san'dan rivayetine göre Hz. Ömer «Muhakkak Rabbının azabı vuku' bulacaktır.» âyetini okumuş, yerinden öyle bir sıçramış ki bu sebeple yirmi gün hasta olmuş.
İbn Abbâs ve Katâde, «O gün gök sarsıldıkça sarsılır,» âyetindeki sarsılmayı hareket etme ile açıklarlar. İbn Abbâs'tan rivayete göre bu sarsılma, göğün varılmasıdır. Mücâhid ise bunu göğün dönmesi ile açıklar. Dahhâk der ki: O; Allah'ın emriyle hareket ettirilmesi, dönmesi ve birbiri içinde dalgalanmasıdır. İbn Cerîr'in de tercih ettiği görüş göğün sarsıldıkça sarsılması, dönme içindeki hareketidir. (...)
«Dağlar yürüdükçe yürür.» Dağlar helak olarak kökünden sökülüp yıkılır, un-ufak olur. «İşte o gün, yalanlayanların vay haline.» O gün Allah'ın azabı ve cezalandırmasından vay o yalanlayıcılara. «Onlar ki; daldıkları bâtıl içinde oyalanıp durmaktadırlar.» Onlar dünyada bâtıla dalmakta, dinlerini alaya ve eğlenceye almaktadırlar. «O gün cehennem ateşine (sürülüp) itildikçe itilirler.» Mücâhid, Şa'bî, Muham-med İbn Kâ'b, Dahhâk, Süddt ve Sevrî bu âyeti: O gün, cehennem ateşine atılırlar, şeklinde açıklamışlardır. Zebaniler bir azarlama ve suçlama olarak kendilerine: «Yalanlayıp durduğunuz ateş işte budur. Bu bir büyü müdür, yoksa siz görmüyor musunuz? (Ateşin bütün yönlerden kapladığı kimsenin girişi gibi) girin oraya. Sabretseniz de, sabretmese-niz de artık birdir. (Oranın azabına, cezalandırmasına ister sabredin, ister sabretmeyin, fark yoktur. Oradan ayrılış ve sizin için oradan kurtuluş yoktur.) Çünkü siz, ancak yapmakta olduklarınızla cezalandırılıyorsunuz, (Allah hiç kimseye haksızlık etmez. Aksine herkese amelinin karşılığını verir, derler).»1
17 — Muhakkak ki müttakîler; cennetler ve nimetler içindedirler.
18 — Rablarmın kendilerine verdikleriyle mutlu olarak. Rabları onları cehennem azabından da korumuştur.
19 — İşlediklerinize karşılık afiyetle yeyin, için.
20 — Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak. Ve onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirdik.
Müttakîler4
Müttakîler
Allah Teâlâ mutlu kimselerin durumunu haber vererek: «Muhakkak ki müttakîler; cennetler ve nimetler içindedirler.» buyurur ki, bu durum diğerlerinin içinde bulunduğu azâb ve cezalandırmanın tâm tersidir. «Rablarmın kendilerine verdikleriyle mutlu olarak...» Allah Teâla'nın onlara venniş olduğu yiyecek, içecek, giyecek, mesken, binit ve başka her türden çeşitli lezzetlerden ibaret nimetler içinde mutludurlar. Rabları onları cehennem azabından da korumuş, cehennem azabından kurtarmıştır. Buna eklenen; cennete girmek, orada hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği, hiç bir insanın kalbine gelmeyen sevinçler bile başlı başına müstakil bir nimettir.
Allah Teâlâ'nm: «İşlediklerinize karşılık afiyetle yeyin, için.» âyet-i kerîme'si şu kavli gibidir : «Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yeyin ve için, denir.» (Hakka, 24) Bu, Allah'ın bir lut-fu ve ihsanı olarak daha önce işlemiş olduklarınıza bir karşılıktır.
«Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak.» Sevrî'nin Husayn kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre bu tahtlar gerdek odalarındadır. îbn Ebu Hâtim'in, babası kanalıyla... Heysem îbn Mâlik et-Tâi'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz kişi kırk sene tahtına yaslanır. Oradan ayrılmaz, oradan usanmaz. Gönlünün çektiği ve gözünün hoşlandığı şeyler ona gelir. Yine îbn Ebu Hâtim'in, babası kanalıyla... Sâbit'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Bize bildirildiğine göre; kişi cennette yetmiş sene tahtına yaslanır. Yanında eşleri, hizmetçileri ve Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu şerefler ve nimetler vardır. Orada kalma süresi sona erince, bir de bakar ki daha önce hiç görmemiş olduğu eşleri vardır. Onlar: İşte şimdi bizi kendinden nasîbdâr etme zamanın geldi, derler. Âyet-i kerîme'deki ( Âiy^a ) kelimesi; yüzleri birbirine dönük anlamına olup, Allah Teâlâ'nın: «Karşılıklı tahtlar üzerinde...) (Saffât, 44) Kavli de bunu açıklamaktadır. «Ve onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirdik...» Onlar için iri siyah gözlü hurilerden güzel, sâlih eşler (zevceler) kıldık. Mücâhid fiilini; onları ceylan gözlü hurilerle nikahladık; şeklinde açıklamıştır. Bu hurilerin nitelikleri birçok yerde burada tekrarına gerek kalmayacak şekilde açıklanmıştı.2
21 — imân edip de soyları da îmânda kendilerine tâbi olanlar; onlara soylarını da kattık. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltmedik. Herkes kazandığı ile bağlıdır.
22 — Onlara, diledikleri meyve ve etten bol bol vermişizdir.
23 — Orada öyle bir kadehi devrederler ki, onda bir saçmalama ve günâha sokma yoktur.
24 — Sedefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendileri için etraflarında döner.
25 — Birbirlerine dönüp sorarlar:
26 — Derler ki: Gerçekten biz, bundan önce ailelerimiz arasında korku içindeydik.
27 — Allah bize lütfetti de bizi gözeneklere işleyen o Semûm azabından korudu.
28 — Gerçekten biz, bundan önce de O'na duâ ediyorduk. Muhakkak ki O'dur O, Berr, Rahim.
Allah Teâlâ yaratıklarına olan lutfu, ihsanı, nimeti ve ikramını haber veriyor. Mü'minlerin çocukları, îmânda babalarına tâbi oldukları zaman, her ne kadar babalarının amellerine erişememiş olsalar da Allah Teâlâ babalarının, bulundukları mertebelerde oğulları ile gözleri nin aydın olması için onlan babalarının derecelerine eriştirir. En güzel şekillerde onları bir araya toplar. Ameli eksik olanı, ameli en mükemmel olanın derecesine yükseltir. Böyle yaparken ameli mükemmel olanın ne amelini ne de derecesini düşürmez. Bu; derecesi yüksek olanla alçak olanı eşitlemek içindir. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Onlara soylarını da kattık. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltmedik.» Sev-rî'nin Amr İbn Mürre kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o: Mü'-minin zürriyeti amel bakımından kendisinden aşağı bile olsa Allah Teâlâ onun zürriyetini, onlarla gözünün aydın olması için onun derecesine yükseltir, demiş sonra da: «İmân edip de soyları da îmânda kendilerine tâbi olanlar; onlara soylarını da kattık. Onların işlediklerinden hiç t>ir şey eksiltmedik.» âyetini okumuştur. İbn Abbâs'ın bu sözünü îbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim, Süfyân es-Sevrî kanalıyla rivayet ediyorlar. îbn Cerîr aynı zamanda bunu Şu'be kanalıyla Amr İbn Mürre'den de rivayet etmiştir. Bezzâr ise İbn Abbâs'ın bu açıklamasını Sehl tbn Bahr kanalıyla... îbn Abbâs'tan merfû' olarak rivayetle zikretmiştir. Bezzâr bu haberi rivayetten sonra der ki: Sevrî, bu haberi Amr İbn Mürre kanalıyla... İbn Abbâs'tan mevkuf olarak da rivayet eder.
İbnEbu Hatim der ki: Bize Abbâs İbn Velîd İbn Mezyed'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «îmân edip de soyları da îmânda kendilerine tabî olanlar; onlara soylarını da kattık.» âyeti hakkında şöyle demiştir: Onlar mü'minin imân üzere ölen soylarıdır. Şayet babalarının dereceleri onların derecelerinden daha yüksekte ise, onların daha önce işlemiş oldukları amellerinden hiç bir şey eksiltilmeksizin babalarına katılırlar. Hafız Taberânî'nin Hüseyn İbn İshâk et-Tüstsrî kanalıyla... İbn Abbâs'tan —Öyle sanıyorum ki İbn Abbâs, Hz. Peygamber (s.a.)den demiştir— rivayetine göre o, şöyle diyor: Kişi cennete girdiği zaman ana babasını, eşini ve çocuğunu sorar. Onlar senin derecene ulaşamadılar, denir. Ey Rabbım, ben kendim ve onlar için amel işlemiştim, der de onların da kendisine katılması emrolunur. İbn Abbâs burada: «îmân edip de soyları da îmânda kendilerine tâbi olanlar...» âyetini okumuştur. Avfî*nin İbn Abbâs'tan bu âyet hakkındaki rivayetine göre burada Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Soyları îmânda kendilerine ulaşmış ve Benim emrime itaat ederek iyi amelleri işlemiş olanları îmânları sebebiyle cennette onlara katanm. Küçük çocukları da zâten onlara katılacaktır. Bu; birinci açıklamaya yaklaşmaktadır. Ancak ondan daha açık bir şekilde tefsîr etmektedir: Şa'bî, Saîd îbn Cübeyr, îbrâhîm, Katâde, Ebu Salih, Rebî' İbn Enes, Dahhâk ve İbn Zeyd de böyle söylemektedir, îbn Cerîr bu açıklamayı tercih etmiştir.
İmâm Ahmed'in oğlu Abdullah der ki: Bize Osman İbn Şeybe'nin... Hz. Ali'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Hz. Hadîce, Hz. Peygamber (s.a.)e Câhiliye devrinde ölen iki çocuğunu sormuştu. Hz. Peygamber (s.a.) o ikisi cehennemdedir, buyurdu. Allah Rasûlü Hz. Hadîce'nin yüzündeki hoşnûdsuzluğu görünce: Şayet sen onların yerlerini görmüş olsaydın şüphesiz onlara öfkelenirdin, buyurdu. Hz. Hadîce: Ey Allah'ın elçisi, ya senden olan çocuklarım? diye sordu da Hz. Peygamber: Cennettedirler, buyurdu ve şöyle devam etti: Şüphesiz mü'minler ve çocukları cennette, müşrikler ve çpcuklan cehennemdedir. Daha sonra Allah Rasûlü (s.a.) : «İmân edip de soylan da îmânda kendilerine tâbi olanlar; onlara soylarını da kattık...» âyetini tilâvet buyurdu. Bu; babaların amelinin bereketi ile çocuklara olan lutfudur. Çocuklarının duası bereketiyle babalara olan lutf u ihsanına gelince; İmâm Ahmed'in Yezîd kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah Teâlâ, cennette sâlih kulun derecesini yükseltir de kul: Ey Rabbım, bu bana nereden geldi? diye sorar. Rab Teâlâ: Çocuğunun sana olan istiğfarı ile, buyurur. Bu hadîsin isnadı sahihtir ancak bu kanaldan rivayetle tahrîc etmemişlerdir. Ancak bu hadîsin Müslim'in Sahihinde Ebu Hüreyre'den rivayetle şahidi vardır ki Ebu Hüreyre, Allah Rasûlü (s.a.)nden şöyle rivayet eder: Ademoğlu öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye, faydalanılan bir ilim, kendisi için dua eden sâlih bir evlâd.
Allah Teâlâ «Herkes kazandığı ile bağlıdır.» buyurur. Bundan önce Allah Teâlâ lütuf ve ihsan makamını haber vermekteydi. Lütuf makamı; babaların makamına yükselmeyi gerektirecek bir ameli olmaksızın soylann derecesini babaların derecesine yükseltmekti. İşte bundan sonra da Allah Teâlâ adalet makamını haber veriyor. Buna göre O, hiç kimseyi bir başkasının günâhıyla muaheze etmeyecek, aksine herkes kazandığı ile bağlı olup; ameline göre cezalandırılacak, baba veya oğul olsun insanlardan bir başkasının günâhı ona yüklenmeyecektir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Her nefis kazancına bağlı bir rehinedir. Ancak defteri sağdan verilenler böyle değildir. Onlar cennetlerdedirler, sorarlar suçlulara.» (Müddessir, 38-41).
«Onlara, diledikleri meyve ve etten bol bol vermişizdir.» Onlara, hoş görülen ve arzulanan değişik çeşitlerden meyveler ve etleri ilet-mişizdir. Orada öyle bir kadehi devrederler ki, onda bir saçmalama ve günâha sokma yoktur.» Dahhâk burada, birbirlerine içki kadehi vereceklerini kaydeder. «Onda bir saçmalama ve günâha sokma yoktur.» Bu sebeple aralarında saçma sapan kelâm konuşmazlar. Dünya halkından içki içenlerin yaptığı gibi birbirlerine hezeyan savurup günâh kazanacak sözler konuşmazlar. İbn Abbâs buradaki kelimesini; boş sözle, kelimesini de yalanla izah etmiştir. Mü-câhid der ki: Birbirlerine sövmezler ve günâh kazanmazlar. Katâde de: Bu (içki içme ve içki kadehlerini birbirlerine devretme) dünyada iken şeytânla beraberdir. Allah Teâlâ âhiret içkilerini, dünya içkilerinin pislik ve eziyetlerinden uzak tutmuştur. Böylece daha önce de geçtiği üzere ondan baş ağrısını, karın ağrısını ve bütünüyle aklı izâleyi gidermiştir. Allah Teâlâ haber veriyor ki; âhiret içkileri onları, hezeyan ve fuh-şiyyâtı içeren faydasız, kötü sözlere sürüklemeyecektir. Ayrıca onun güzel görünüşlü ve tadının hoş olduğunu da haber vermiştir. Başka âyet-i kerîmelerde: «Ki bembeyazdır, içenlere zevk verir. Baş ağrısı yoktur onda ve sarhoş da etmez.» (Sâffât, 46-47), «Ondan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez.» (Vakıa, 19) buyrulur-ken burada da şöyle buyurmakta: «Orada öyle bir kadehi devrederler ki, onda bir saçmalama ve günâha sokma yoktur.»
Allah Teâlâ'nın: «Sedefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendileri için etraflarında döner.» âyet-i kerîme'si onların cennetteki hizmetçileri ve nıaiyyetini haber verir. Onlar güzellikleri, değerleri, temizlikleri ve elbiselerinin güzelliği ile sanki dizilmiş saf ve düzgün inciler gibidirler. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Ölümsüz gençler yanlarında baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehlerle dolaşırlar.» (Vakıa, 17-18).
«Birbirlerine dönüp sorarlar.» Dünyadaki amelleri ve hallerini birbirine sorup konuşmak üzere birbirlerine yönelirler. Bu: dünyada sarhoşların içki akıllarını başlarından aldığı zaman birbirleriyle durumları hakkında konuşmaları gibidir. «Derler ki: Gerçekten biz bundan önce ailelerimiz arasında korku içindeydik.» Dünya yurdunda iken ailemiz arasında bizler Rabbımızın azabından ve cezalandırmasından korkmaktaydık. «Allah bize lütfetti (ihsanda bulundu) da bizi (korktuğumuzdan kurtardı ve derideki) gözeneklere işleyen o Semûm azabından korudu. Gerçekten biz, bundan önce de O'na dua ediyorduk. (Bizim duamıza icabet buyurdu, istediğimizi bize verdi.) Muhakkak ki O'dur O, Berr, Rahîm.» Bu makamda bir hadîs vârid olmuştur ki şimdi de onu verelim: Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr'm Müsned'inde Seleme İbn Şebîb kanalıyla... Enes'ten rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennetlikler cennete girdiği zaman kardeşlerini görmeyi arzularlar. Birinin tahtı diğerinin tahtı hizasına ulaşıncaya kadar gelir, birbirleriyle konuşurlar. O ve diğeri tahtlarına yaslanır ve dünyada iken içinde bulundukları durumu konuşurlar. Biri arkadaşına: Allah'ın bizi bağışladığı gün hangisidir biliyor musun? Bir gün filân filân yerdeydik de Allah'a duâ etmiştik, işte o gün bizi bağışladı, der. Hadîsi rivayetten sonra Bezzâr der ki: Hadîsin sadece bu isnâd ile rivayet edildiğini biliyoruz. Ben de derim ki: Hadîsin râvîleri arasında yer alan Saîd İbn Dînâr ed-Dimaşkî hakkında Ebu Hatim: O meçhuldür, şeyhi olan Rebî' İbn Sabîh'in hadîs ezberlemesi bahsinde aleyhinde söz edilmiştir. Bununla beraber o, güvenilir ve sâlih bir kimsedir, der.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Amr İbn Abdullah el-Evedî'nin... Mes-rûk'dan, onun da Hz. Âişe'den rivayetine göre O: «Allah bize lütfetti de bizi, (derideki) gözeneklere işleyen o Semûm azabından korudu. Gerçekten biz, bundan önce de O'na duâ ediyorduk. Muhakkak ki O'dur O, Berr, Rahîm.» âyetini okumuş ve şöyle demiş: Ey Allah'ım, bize ihsanda bulun ve bizi derideki gözeneklere işleyen Semûm azabından koru. Şüphesiz Sen lutfu bol, merhameti bol olanın kendisisin. A'meş'e: Âişe bunu namazda mı okudu? diye soruldu da A'meş: Evet, diye cevabladı.3
29 — Sen öğüt ver. Rabbının nimeti sayesinde sen; ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
30 — Yoksa derler mi ki: Şâirdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.
31 — De ki: Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.
32 — Bunu kendilerine akılları mı buyuruyor, yoksa onlar azgın bir kavim midirler?
33 — Yoksa; onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar îmân etmezler.
34 — Şayet sâdıklardan iseler, onun benzeri bir söz getirsinler.
Şâir mi Derler Yoksa?. 6
Şâir mi Derler Yoksa?
Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.)ne risâletini kullarına teblîğ etmesini, Allah'ın kendisine .indirmiş olduğunu onlara hatırlatmasını emrederek, iftira edenlerin ve günahkârların atmış olduğu iftiraları ondan giderir ve şöyle buyurur: «Sen öğüt ver. Rabbının nimeti sayesinde sen; ne bir kâhinsin, ne de bir deli. » Kureyş kâfirlerinin bilgisizlerinin söylediği gibi Allah'a hamdolsun ki sen, bir kâhin değilsin. Kâhin; cinlerin göklerden ele geçirmiş oldukları haberleri kendisine bir perinin getirdiği kimsedir. «Sen; şeytânın çarptığı bir deli de değilsin.» Daha sonra Allah Teâlâ, onların Rasûlü (s.a.) hakkında söylemiş oldukları sözleri inkârla şöyle buyurur; «Yoksa derler mi ki: Şâirdir, zamanın onun aleyhine dönmesini (zaman içinde musibetlere dûçâr kalmasını, ölmesini) gözlüyoruz.» Yani onlar şöyle diyorlardı: O ölüp de kendisinden kurtulacağımız zamana kadar sabredip bekleyelim. Allah Teâlâ dâ şöyle buyurdu: «De ki: Gözleyin (bekleyin), doğrusu ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim. (Çok yakında hem dünya hem de âhirette güzel akıbetin ve zaferin kime ait olacağım bileceksiniz.)» Muhammed İbn İshâk'ın Abdullah İbn Necîh kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; Kureyşliler, Hz. Peygamber (s.a.)in durumunu görüşmek üzere Dâr'ün-Nedve*-de toplandıklarında, içlerinden birisi: Onu bağlayıp hapsedin, sonra ondan önceki şâirlerden Züheyr, Nâbiğa ve emsalinin helak olduğu gibi o da helak olup ölünceye kadar onu gözetleyin. Zîrâ o da onlardan birisi gibidir, demişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların sözlerini hikâye ile şu âyet-i kerîme'yi indirdi: «Yoksa derler mi ki: Şâirdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.» «Bunu (senin hakkında bir yalan ve iftira olduğunu bildikleri bâtıl sözleri söylemelerini) kendilerine akılları mı buyuruyor, yoksa onlar azgın bir kavim midirler?» Elbette onlar inâdçı, sapık bir kavimdir. Onları senin hakkında söylemiş oldukları kanâate sürükleyen de budur.
Onlar Kur'ân'ı kasdederek «Yoksa; onu kendisi uydurdu (kendiliğinden uydurup Allah'a iftira attı) mu diyorlar? Hayır, onlar îmân etmezler.» Onları bu tür konuşmaya küfürleri sevketmektedir. «Şayet (senin hakkındaki, onu kendisi uydurdu, sözlerinde) sâdıklardan iseler, onun benzeri bir söz getirsinler». Muhammed'in getirmiş olduğu Kur'-ân'ın bir mislini getirsinler bakalım. Onlar, cinlerden ve insanlardan oluşan bütün yeryüzü halkı bir araya toplanmış olsalardı; onun bir benzerini veya on sûresinin benzerini veya bir sûresinin benzerini elbette meydana getiremezlerdi.4
35 — Onlar hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa kendileri midir yaratanları?
36 — Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır onlar, iyi bilmiyorlar.
37 — Yoksa Rabbınm hazîneleri onların yanında mıdır? Veya işe hâkim olanlar onlar mıdır?
38 — Yoksa üzerine çıkıp dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri açık bir delil getirsinler.
39 — Yoksa kızlar O'nundur da, oğullar sizin öyle mi?
40 — Yoksa sen, kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
41 — Yahut gaybı bilmek kendilerine aittir de, onlar mı yazıyorlar?
42 — Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama asıl tuzağa düşecek olanlar küfredenlerdir.
43 — Yoksa onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir.
Bu âyet-i kerîme 'terdeki makam Allah'ın rubûbiyyetini ve ilâhlı-ğının birliğini isbât makamıdır. Şöyle buyrulur: Onlar hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa kendileri midir kendilerini yaratanlar? Ne o, ne de bu; aksine Allah'tır onları yaratan. Ve onlar bahse değer değilken onlan yoktan var eden. Buharı der ki: Bize Humeydî'nin... Cübeyr İbn Mut'ım'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)nü akşam namazında Tur sûresini okurken işittim. «Onlar hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa kendileri midir yaratanları ? Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar, iyi bilmiyorlar. Yoksa Rabbımn hazîneleri onların yanında mıdır? Veya işe hâkim olanlar onlar mıdır?» âyetine ulaştığında, neredeyse kalbim yerinden çıkacaktı. Bu hadîs Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde muhtelif kanallardan olmak üzere Zührî'den rivayetle tahrîc olunmuştur. Hadîsin râvîsi olan Cübeyr İbn Mut'ım, Bedir savaşından sonra esîr edilenlerin fidyeleri konusunda görüşmek üzere Hz. Peygamber (s.a.)e gelmişti ve o zaman henüz müşrik idi. Bu âyeti dinlemiş olması, onu İslâm'a girmeye sevkeden âmillerin başında yer alır.
«Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır onlar, iyi bilmiyorlar.» Onlar gökleri ve yeri mi yaratmışlar? ifâdesi, onların Allah'a şirk koşmalarını red anlamı taşır. Onlar biliyorlar ki Allah, tek ve ortağı olmaksızın yegâne yaratıcıdır. Ancak bunu iyi bilmemeleri, yakın sahibi olmamaları onları Allah'a şirk koşmaya şevketmektedir. «Yoksa Rabbımn hazîneleri onların yanında mıdır? Veya işe hâkim olanlar onlar mıdır?» Hükümranlık ve mülkde tasarruf edenler, hazînelerin anahtarları ellerinde olanlar onlar mıdır? İşe hâkim olan onlar mıdır? Yaratıkları hesaba çekenler onlar mıdır? Elbette durum böyle değildir. Aksine dilediğini yapan, yegâne tasarruf sahibi ve hükümranlığa mâlik olan Allah Teâlâ'dır.
«Yoksa üzerine çıkıp (mele-i A'lâ'yı) dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri (onların yaptıkları işlerin ve söyledikleri sözlerin doğruluğuna apaçık delâlet edecek bir hüccet) getirsinler.» Elbette onlar için buna imkân yoktur. Onlar hak üzere değildirler ve onların hiş bir delilleri de yoktur.
Allah Teâlâ, müşriklerin, Allah'a kızlar isnâd etmelerini, melekleri dişiler olarak kabul etmelerini, kendileri için dişileri değil de erkekleri tercih etmelerini şiddetle kınar. Zîrâ onlardan birine kız çocuğu müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir, kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışırdı. Onlar, böylece melekleri Allah'ın kızları kabul ederek Allah ile beraber onlara da tapınmaktaydılar. Allah Teâlâ'nın: «Yoksa kızlar O'nundur da oğullar sizin öyle mi?» kavli, onlar için şiddetli ve güçlü bir tehdîddir.
«Yoksa sen, (Allah'ın risâletini onlara ulaştırman karşılığında) kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?» En küçük bir ücretten bıkıp bu onlara zor mu geliyor? Elbette sen Allah'ın risâletini kendilerine tebliğ etmen karşılığında hiç bir şey isteyecek değilsin. «Yahut gaybı bilmek kendilerine aittir de onlar mı yazıyorlar?» Elbette durum böyle değildir. Gaybı, gökler ve yer ahâlîsinden hiç kimse bilmez, ancak Allah bilir. «Yoksa (Onlar Allah'ın Rasûlü ve din hakkında söylemiş oldukları bu sözleri ile insanları aldatmak, Rasûlullah'a ve ashabına) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama asıl tuzağa düşecek olanlar küfredenlerdir.» Onların tuzaklarının vebali yine kendilerine dönecektir. Allah Teâlâ'nın: «Yoksa onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir.» kavli de müşriklerin, Allah ile beraber putlara ve Allah'a eş saydıklarına tapınmalarını şiddetle reddetmektedir. Daha sonra Allah Teâlâ, yüce zâtını onların söylediklerinden, iftiralarından ve şirk koşmalarından tenzih ederek: «Allah, onların koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir.» buyurur.5
44 — Gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler: Birbiri üstüne yığılmış buluttur, derler.
45 — Artık çarpılacakları günlerine erişinceye kadar bırak onları.
46 — O gün, tuzakları kendilerine bir fayda vermez, yardım da görmezler.
47 — Muhakkak ki o zulmedenlere, bundan başka da azâb vardır. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
48 — Rabbının hükmüne sabret. Şüphesiz sen, Bizim gözetimimiz altındasın. Kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile teşbih et.
49 - Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da teşbih et.
Bırak Onları8
Bırak Onları
Allah Teâlâ, müşriklerin inadını ve gözle görülen şeylere karşı bile büyüklenerek inâdlaşmalarım haber verir: «(Onlar kendilerine azâb edilecek) gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler; (tasdik etmezler, inanmazlar, aksine) birbiri üstüne yığılmış buluttur, derler.» Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Onlara gökten bir kapı açsak da yukarı çıkmaya koyulsalardı; gözlerimiz döndü biz herhalde büyülendik, derlerdi.» (Hicr, 14-15). Allah Teâlâ da buyurur ki: «Ey Muham-med, Artık çarpılacakları günlerine erişinceye kadar bırak onları.» Bu, kıyamet günüdür. «O gün, (dünyada iken kullanagelmekte oldukları) tuzakları (hileleri ve düzenleri) kendilerine bir fayda vermez». Kıyamet günü onlara hîle ve tuzaklarının hiç bir faydası olmayacaktır. «Yardim da görmezler. Muhakakkak ki o zulmedenlere, bundan (önce dünya yurdunda) başka da azâb vardır.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'-de: «Belki dönerler diye andolsun ki onlara büyük azâbdan önce de mutlaka yakın azâbdan tattıracağız.» (Secde, 21) buyururken, aynı sebeple burada da şöyle buyurmaktadır: «Ne var ki, onların çoğu bilmezler.» Onlara dünyada iken azâb eder, belki Allah'a dönerler diye onları musibetlerle deneriz. Onlar kendileri için murâd olunanı anlamazlar. Aksine içinde bulundukları musibet üzerlerinden kaldırıldığı zaman daha önce bulundukları durumdan daha da kötüsüne dönerler. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulur: Hastalanıp sonra da sıhhata kavuşan münafığın misâli devenin misâli gibidir ki; o, niçin bağlandığım ve niçin salıverildiğini bilmez. İlâhî bir haberde şöyle denilir: Kul: 8ana ne kadar karşı geldim de bana ceza vermedin der, Allah Teâlâ da şöyle buyurur: Ey kulum, sana ne kadar sıhhat ve afiyet verdim, sen anlamadın.
«Rabbının hükmüne sabret. Şüphesiz sen, Bizim gözetimimiz altındasın.» Onların eziyetlerine sabredip aldırma. Şüphesiz sen Bizim gözetimimiz altındasın. Allah seni insanlardan koruyacaktır.
«Kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile tesbîh et.» Dahhâk der ki: Namaza kalkacağın zaman: Ey Allah'ım, Seni tesbîh eder, Sana hamdederim. Senin ismin mübarektir. Yüceliğin her yücelikten üstündür. Senden başka ilâh yoktur, de. Bu açıklamanın benzeri Rebî' İbn Enes ve Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ile başkalarından da rivayet edilmiştir. Müslim'in Sahîh'inde Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre o, namazın başlangıcında bu sözleri söylermiş. İmâm Ahmed ve Sünen sahiplerinin Ebu Saîd el-Hudrî ve başkalarından, rivayetlerine göre Allah Rasûlü böyle söylermiş. Ebu Cevza da «Kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile tesbîh et.» âyetini şöyle anlıyor: Yatağından, uykundan kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile tesbîh et. İbn Cerîr de bu açıklamayı tercîh ediyor. İmâm Ahmed'in rivayet etmiş olduğu şu hadîs de bu açıklamayı destekler mâhiyettedir: İmâm Ahmed'in Velîd İbn Müslim kanalıyla... Ubâde İbn Sâmit'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)den rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Her kim geceleyin uyanır ve: Tek ve ortağı olmaksızın Allah'tan başka ilâh yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'nadır, O her şeye güç yetirendir. Allah'ı tesbîh ederim. Allah'a hamdederim. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en yücedir. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir, der, sonra da: Rabbım, beni bağışla, derse —veya sonra dua ederse, demiştir— onun duasına icabet olunur. Şayet kalkar, abdest alır, sonra da namaz kılarsa namazı kabul olunur. Hadîsi Sahîh'inde Buhârî ve Sünen sahipleri Velîd İbn Müslim kanalıyla tahrîc etmişlerdir. Mücâhid'den rivayetle İbn Ebu Necîh bu âyeti: Herhangi bir meclisten kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile tesbîh et, şeklinde anlamıştır. Sevrî'nin Ebu İshâk'dan, onun Ebu'l-Ah-ves'den rivayetine göre; o, «Kalkacağın zaman da Rabbını hamd ile tesbîh et,» âyeti hakkında şöyle demiştir: Kişi oturduğu yerden kalkmak istediği zaman: Allah'ım, Seni tesbîh eder ve Sana hamd ederim, der. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Atâ İbn Ebu Rebâh'tan rivayetine göre o, «Kalkacağın zamanda Rabbını hamd ile tesbîh et.» âyetini naklettikten sonra şöyle demiştir: Herhangi bir meclisten kalktığın zaman, şayet orada iyilik yapmışsan hayrın artar, şayet bundan başka bir şey istemişsen bu sözler sana bir keffâret olur. Abdürrezzâk der ki : Bize Ma'mer'in... Ebu Osman elLFakîr'den naklettiğine göre Cibrîl, Hz. Peygamber (s.a.)e oturduğu yerden kalktığı zaman şöyle demesini öğretmiş: Allah'ım Seni tesbîh eder, Sana hamd ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Senden bağışlanma diler, Sana tevbe ederim. Ma'mer der ki: Bir başkasının şöyle dediğini işittim : Bu söz meclislerin keffâretidir. Bu haber mürseldir. Bu husus'tâ birbirini takviye eden kanallardan müsned hadisler de vârid olmuştur. Bunlardan birisi de İbn Cüreyc kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadîstir ki bunda Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: Her kim bir mecliste oturur ve orada fuzûli konuşmaları çok olursa, o meclisten kalkmazdan önce şöyle desin: Allah'ım, Seni tesbîh eder, Sana hamd ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehâdet eder, Senden bağışlanma diler ve Sana tevbe ederim. İşte böyle derse, o mecliste işlemiş oldukları bağışlanır. Hadisi Tirmizî, —ki lafız Tirmizî'nindir— gece ve gündüz bahsinde, Neseî ise tbn Cüreyc kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh olduğunu söyler. Hadîsi Müsted1 rek'inde tahrîc eden Hâkim der ki: îsnâdı Müslim'in şartlarına uygundur, ancak Buhârî bu hadîsin muallel olduğunu söyler. Ben de derim ki: İmâm Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebu Hatim, Ebu Zür'a, Dârekutnî ve başkaları hadîsi muallel görmüşler ve bunun İbn Cüreyc'in vehmi, olduğunu söylemişlerdir. Şu kadar var ki Ebu Dâvûd, hadîsi Sünen'inde îbn Cüreyc'den başka bir kanaldan olmak üzere Ebu Hüreyre'den, o da Hz. Peygamber (s.a.) den yukardaki gibi rivayet etmiştir. Ayrıca hadîsi Ebu Dâvûd, —Hadîsin lafzı Ebu Davud'undur— Neseî ve Müstedrek'inde Hâkim, Haccâc İbn Dînâr kanalıyla... Ebu Berze el-Eslemî'den rivayet etmektedirler. Bu hadîste Ebu Berze el-Eslemî der ki: Allah Rasûlü (s.a.) sonraları (ömrünün sonlanna doğru) bir meclisten kalkmak istediğinde: Allah'ım, Seni tesbîh eder, Sana hamd ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehâdet eder, Senden bağışlanma diler ve Sana tevbe ederim, derdi. Birisi: Ey Allah'ın elçisi, şüphesiz sen eskiden söylemediğin bir söz söylüyorsun, dedi de, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Bu; o mecliste olanlara keffârettir. Bu hadîs Ebu'l-Âliye'den mürsel olarak rivayet edilmiştir. En doğrusunu Allah bilir. Keza Neseî ve Hâkim de hadîsi Rebî' İbn Enes kanalıyla... Râfî' İbn Hadîc'den, o ise Hz. Peygamber (s.a.)den yukardaki gibi rivayet etmişlerdir. Bu hadîs mürsel olarak da rivayet edilir. En doğrusunu Allah bilir. Aynı şekilde Ebu Dâvûd hadîsi Abdullah îbn Amr'dan rivayet eder ki o şöyle demiştir: Bazı kelimeler vardır ki bir kimse bir meclisten kalktığı zaman onu üç kere söylerse bu kelimeler onun için keffâret olur. Bir hayır veya bir zikir meclisinde bu kelimeleri söyleyecek olursa, o meclis kendisi için bir sayfanın mühürle mühürlendiği gibi mühürlenir: (bu ifâdeler:) Allah'ım, Seni tesbîh eder, Sana hamd ederim. Senden başka ilah yok. Senden bağışlanma diler ve Sana tevbe ederim (cümleleridir). Hâkim, bu hadîsi mü'minlerin annesi Hz. Âişe'den tahrîc etmiş ve sahihtir, demiştir. Yine Hâkim hadîsi Cübeyr İbn Mut'im'den de rivayetle tahrîc ediyor. Ebu Bekr el-İsmâîlî bu hadîsi Ömer İbn Hattâb'dan, yukarda geçenlerin hepsi de Hz. Peygamber (s.a.)den nakletmektedirler. Ben bu konuya başlı başına bir cüz' tahsis ettim ve orada bu hadîsin kanallarını, lafızlarını, illetlerini ve onunla ilgili mes'elelerini zikrettim. Hamd ve minnet Allah'adır.
«Gecenin bir kısmında tesbîh et.» Allah'ı zikret, geceleyin tilâvet ve namazla Allah'a ibâdet et. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Geceleyin yalnız sana mahsûs olmak üzere teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbın, seni öğülmüş bir makama gönderive-rir.» (İsrâ, 79).
«Ve yıldızların batışından sonra da tesbîh et.» Daha önce İbn Ab-bâs hadîsinde de geçtiği üzere bu tesbîhden maksad, sabah namazından önceki iki rek'at nafiledir. Bu iki rek'at, yıldızların batışından sonra meşru' kılınmıştır. îbn Sîlân'ın Ebu Hüreyre'den merfû' olarak rivayetine göre sabah namazının iki rek'at sünneti kasdedilerek şöyle buyurulur: Peşinizden atlılar bile kovalıyor olsa bu iki rek'atı bırakmayınız. Hadîsi Ebu Dâvûd rivayet etmiştir. Hanbelî fakîhlerinden birisinden, bu hadîse dayanılarak iki rek'at sünnetin vâcib olduğuna dâir nakledilen görüş şu hadîsin delaletiyle zayıftır: Gün ve gecede beş vakit namaz. (Rasûlullah'm namazlar hakkında kendisine bu cevabı verdiği kişi): Benim üzerime bunlardan başka farz var mı? diye sordu da Allah Rasûlü: Hayır, ancak nafile olarak kılman müstesna, buyurdu. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Hz. Âişe (r.a.)den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) sabah namazının iki rek'at sünnetine sımsıkı sarılıp devam ettiği kadar başka hiç bir nafileye sımsıkı sanlmazdı. Müslim'in lafzı ise şöyledir: Sabah namazının iki rek'at (sünneti), dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır.6